• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Mahremiyet ve Aile

MAHREMİYET VE AİLE

Dr. Lamia Levent
Diyanet İşleri Uzmanı

Evler Eski Evler Değil…


Bizim için muhterem ve dokunulmaz olanı ifade eden mahremiyetin, toplumsal ve bireysel hayatımızdaki dönüşümünü ve ne zaman ve nasıl tükenişe doğru gittiğini sorgulayacak olursak; bu noktada doksanlı yılların popüler “Biri bizi gözetliyor” programında bu sorunun cevabını bulabiliriz sanırım. Daha internetin yaygınlaşmadığı ve sosyal ağların oluşmadığı bu dönemlerde söz konusu programla milyonlarca göz mahrem bir mekân olan “ev”in içini gözetliyordu. Bizim kültürümüzde “ev” en mahrem alan olarak tanımlanır ve bu alana ancak belli kurallar dâhilinde girilebilir. Ancak mahremiyetin kırılma noktası olarak görebileceğimiz bu ve benzeri tv programları ile “ev” artık özel alan olmaktan çıkarak kamusal alanın bir parçası hâline getirildi. Yazar Cihan Aktaş’a göre evin ve ailenin yaşadığı anlam kaybından, ev ve aileyle iç içe olan kadın daha çok etkilenirken, bugün evler artık eski evler değildir. Yitirilen mahremiyetin geriye dönmesi ancak modernlikle birlikte anlam kaybına uğrayan özel alanın yeniden tesisi ile mümkün olacaktır. (Cihan Aktaş, Mahremiyetin Dönüşümü, Nehir Yay., s. 38.)

Elbette bu çözülmenin tek müsebbibi olarak medyayı göremeyiz. Toplumsal, ekonomik ve kültürel pek çok etkenin bir sonucu olan yanlış mahremiyet algılarını; geçmişe kıyasla kadının sosyal hayatta daha görünür olmaya başlamasıyla birlikte kadın-erkek ilişkilerinde yaşanan ihlallerle ilişkilendiriyor Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Ülfet Görgülü. Ona göre: “Sanayileşme ile birlikte kadının çalışma hayatında daha fazla yer alması beraberinde tesettür ve halvetle ilgili problemlerin yaşanmasına da zemin hazırlamıştır. Zamanla bu konudaki hassasiyetlerin yitirilmesi” bu sürecin bir sonucu olarak görülebilir. 

Dinin sınırlar ve ölçüler getirerek koruma altına aldığı özel alanın, aleni bir şekilde ortaya dökülmesi, toplumdaki dengelerin bozulmasına ve değerlerin içinin boşaltılmasına sebep olmuştur. Özellikle modernleşme ve dünyevileşme ile birlikte dinin koyduğu sınırlar aşılmış ve kadın erkek ilişkilerinde değişmeler mahremiyetin tükenişini hızlandırmıştır. Hâlbuki mahremiyet en başta özel hayata saygıyı, kişilik haklarının ve insan onurunun korunmasını sağlar. Özel alan/kamusal alan şeklindeki ayrımın bize sağladığı özgürlük alanı sayesinde “mahremiyetimizi” koruma altına almış oluruz.


Ailede Mahremiyet Nasıl Olmalı?


Her şeyden önce “Aile içerisinde her fert özeldir ve kendine ait özel bir alanı olmalı” ilkesini aile olarak benimsemek, mahremiyet eğitiminin en önemli adımıdır. Anne ve babalar olarak kendi mahrem alanımızı belirlerken, çocuklarımıza bu konudaki sınırları ve ölçüleri vermemiz bu eğitimin diğer bir aşamasını oluşturur. Aile fertlerinin birbirinin odalarına girerken izin istemeleri, aile içinde hiç kimsenin özel eşyalarının izinsiz karıştırılmaması, çocuklara tuvalet ve banyo eğitimi verilmesi, çocukların elbiselerinin herkesin içinde değiştirilmemesi, ev içerisindeki giyim kuşama çekidüzen vermek gibi hususlar mahremiyet eğitiminde dikkat edilmesi gereken konulardır. 


Diğer taraftan başkalarının özel hâllerini araştırmamak, özel konuşmalara kulak kabartmamak, aile içerisinde yaşanan özel durumları üçüncü kişilerle paylaşmamak gerektiği de mahremiyet eğitiminin önemli başlıkları olarak zikredilebilir.


İslam’dan önceki cahiliye döneminde insanlar birbirlerinin evine izin almadan girebiliyor ve özel birtakım anlarına ve hâllerine şahit olabiliyorlardı. Bir gün Medineli bir hanım Hz. Peygambere gelerek; insanların günün herhangi bir saatinde evinden içeri daldıklarını ve istemediği bir hâlde kendisini gördüklerini söyleyerek bu hususta kendisine yardımcı olmasını istedi. Bu hanımın yanı sıra başka kimseler de benzer şikâyetlerde bulununca, Nur suresindeki o evlere giriş adabını vaz eden ayetler indi: “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” (Nur, 24/27.)


İslam dini; evlere izin alınarak girilmesi hususunda bu düzenlemelerin yanı sıra, aile içeresinde her bireyin mahrem alanı olduğunu ve aile fertlerinin birbirlerinin bu “özel alanları”na riayet etmelerini istemiştir. Nitekim Hz. Peygambere gelerek “Ben annemin odasına girerken de mi izin isteyeceğim?” diye soran sahabeye: “Evet” demiş fakat sahabe annesine kendisinden başka hizmet edecek birinin bulunmadığını ve bu durumda da izin alması gerekip gerekmediğini sorduğunda ise: “Sen anneni çıplak görmek ister misin?” buyurdu. Adam, annesini o hâlde görmek istemediğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “O zaman her girdiğinde izin iste” diyerek aile fertleri arasındaki mahremiyetin nasıl olması gerektiğini bizlere göstermiştir.


Ülfet Görgülü aile içi ilişkilerde mahremiyetin gözetilmesini, özellikle eşler arasındaki ilişkilerin diğer aile bireylerinin bilgi ve müdahalesine kapalı olması gerektiğini ifade ederek, bu hususların ailenin en mahrem konuları olduğuna dikkat çekmekte. Görgülü; çocukların erdemli bireyler olarak yetişmesi için, daha küçük yaşlardan itibaren mahremiyet bilincinin kazandırılmasının önemine değinerek: “Çocuklara bedenlerinin özel ve değerli olduğu hissi kazandırılmalı, kız erkek kardeşlerin yatağı, mümkünse odaları ayrı olmalı, hemcins de olsalar kardeşlerin yedi yaşından itibaren ayrı yataklarda yatmaları sağlanmalı ve ebeveynin odasına izinsiz girmemeleri öğretilmeli” sözleriyle mahremiyet eğitiminin çocuk yaşta verilmesinin gereğini ortaya koymaktadır.


Sosyal Ağlar ve Mahremiyet


“Utanırdı burnunu göstermekten süt ninem,/ Kızımın gösterdiği kefen bezine mahrem!” Mahremiyetin daha sosyal ağlar marifetiyle bu kadar tüketilmediği dönemlerde Necip Fazıl, toplumdaki dejenerasyonu Destan adlı şiirinde yukarıdaki dizelerle anlatıyordu. Evet, bir zamanlar burnunu göstermekten hayâ eden büyüklerimizin bu tavırları bize çok uzak görünse de mahrem olanın muhafazasında gösterilen hassasiyeti ortaya koyması bakımından kayda değer. İnsanların özel hayatlarına dair çok özel anları ve detayları hiç çekinmeden sosyal ağlarda paylaştığı günümüz dünyasında, mahremiyetin adım adım tükenişini seyrediyoruz âdeta. Gerçek hayatta mahremiyet ölçülerine dikkat edenlerin sanal ortamda bu ölçüleri hiçe sayan paylaşımları ve tavırları üzerinde düşünmek gerekiyor. İnsanların mahremiyet ölçülerini gözetmeden sergiledikleri görünür olma heveslerini Uzman Psikolog Rukiye Karaköse şöyle açıklıyor: “İmajın ve görünürlüğün fazlasıyla öne çıktığı bir çağdayız. Günümüzde “görünmemek” nerdeyse tümüyle yok sayılmak gibi algılanıyor. İnsanlar varlıklarını bir başkasına onaylatmak için, hayali seyircilerinin gözünde önemli ve değerli biri olabilmek için daha fazla görünmek istiyor. Bu bir bakıma kişideki ‘onaylanma’ ihtiyacının dışavurumudur.”

Varolmanın şartı “görünür olma”ya endekslenirken, nedense hep en güzel, en mutlu, en neşeli anlarımızı paylaşıyoruz. Karaköse bu durumu, mutluluğu ve huzuru kendi dünyasında bulamayan insanın, “mış” gibi yaparak bir illüzyon yaşaması ve kendini de buna inandırmaya çalışması olarak açıklıyor.

Sanal dünyadan sanal mutluluklar devşirmek belki o an için insanı tatmin eder, ancak yerle bir olan mahremiyetin ve gerçekliğin onarılması o kadar kolay olmayacaktır. Yine Karaköse’ye göre bu illüzyon, en başta kişinin dürüstlüğüne zarar veriyor. Mutluymuşuz gibi yaparak en başta kendimize yabancılaşıyoruz. Çünkü çoğumuz sanal ortamda “göründüğümüz” gibi mutlu değiliz. Diğer taraftan abartılı mutluluk pozlarımız başkalarının hasedine sebep oluyor. İnsanlar bu paylaşımlara bakarak kendisi ile kıyaslıyor ve mutluluğunu kıskanabiliyor. Bazen hanımlar diğer arkadaşlarının mutlu aile pozlarını eşlerine göstererek benzer isteklerde bulunabiliyorlar. Karaköse: “Evlilik danışmanlığı tecrübemize dayanarak bunun çiftler arasında ciddi sorunlara neden olduğunu söyleyebiliriz. “Bana neden çiçek almıyorsun? Biz neden oraya tatile gitmiyoruz? Neden pazar kahvaltılarını dışarda yapmıyoruz? Birlikte fotoğraf çektirelim, ben de mutlu pozlarımızı paylaşmak istiyorum gibi ısrarlar kimi evlerde kavga sebebi oluyor” diyerek sosyal medyada paylaşılan özel anların sebep olduğu aile içi sorunlara dikkat çekiyor.

Ne Yapmalı?

Mahremiyet insan için en özel ve dokunulmaz olan alanı ifade eder. Dolayısıyla kişiye has olan bu alanın muhafazası aynı zamanda kişinin özgürlük alanının da muhafazası anlamına gelir. Aleni olması gereken ile mahrem kalması gerekeni birbirinden ayırt etmek, dinimizin getirmiş olduğu ölçüleri bilmekten geçiyor. Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Ülfet Görgülü bu hususta tesettürün emredilmesi, erkek ve kadınların kendilerine namahrem olanlar dışındakilere bakmalarının ve bir kadın ve erkeğin yalnız başlarına kalmaları şeklinde açıklanan halvet hâlinin yasaklanmasının mahremiyet ölçüleri olarak konulduğunu ifade ediyor.

Bu hususların yanı sıra Görgülü, müminin hangi zaman ve zeminde olursa olsun Allah’ın her şeyi gören, bilen ve duyan olduğunu hatırdan çıkarmaması gündelik hayatına olduğu gibi dijital ortamdaki tutumlarına ve sanal ilişkilerine de bu inancın yön vermesi gerektiğini ifade ederek “Sosyal medya hesabındaki takipçilerinin zamanla artması kişiye haz verirken, asıl ve daimi takipçimiz olan Allah Teala’yı unutmamalı, her an O’nun gözetimi altında olduğumuzu; her söz ve davranışımızdan dolayı hesaba çekileceğimizi bilerek hareket etmeliyiz” sözleriyle konunun can alıcı noktasına temas ediyor.

Modern zamanların dayattığı bu mahremiyet algısına teslim olmamak, kendimizi ve aile fertlerimizi korumak; mahrem alanlarımızı daha korunaklı hâle getirmek ve bu hususta çocuklarımıza gerekli eğitimi vermekten geçiyor. Kendimiz en başta bu ölçülere dikkat ederek çocuklarımıza da örnek oluşturmalıyız ki, nesiller mahremiyetin kendi hayatlarında ve toplumsal alanda yeniden inşasına katkı sunabilsinler.


Diyanet Aile Dergisi Ocak 2015

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam1260
Toplam Ziyaret5024471
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI