• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Vakfiyeler Der ki: Vakıflar Kıyamete Kadar Kamunundur

VAKFİYELER DER Kİ:

"VAKIFLAR KIYAMETE KADAR KAMUNUNDUR"

Yrd. Doç. Dr. Zehra GÖZÜTOK TAMDOĞAN

NKÜ İlahiyat Fakültesi Öğr. Üyesi

Vakıf kelimesiyle, çocukluğuma dayanan ilk tanışıklığım, muhterem babamın imam-hatib olduğu camideki Kur’ân-ı Kerîmlere, Vakıf kelimesini en güzel yazımla hem Arapça hem de Türkçe haliyle yazmamı istemesiyle oldu. Bunun değerli bir şey olduğuna o zamanlar vâkıf olmuştum...

Yeryüzünü imar göreviyle ve de buna donanımlı olarak yaratılmış olmak; bizleri mâbedler, şehirler imar etmeye sevketmiştir. Fakat bu imar Allah’a imana eşlik eden bir amel olursa değerli ve kalıcı olacağından vakıf geleneği bize bu fırsatı vermiştir.  Geceyi, gündüzü, zamanı akıp geçen birer âyet olarak yaratan Allah, yeryüzünü bizim için bir makar, durulacak imar edilecek bir alan olarak var etmişse bu geçiciliğe karşın bir şeyleri burada kıyamete kadar durdurmak bizi hüsrandan, kaybolmaktan kurtaracak ümittir. Vakıf da tam bu noktada aslında kişinin dünyada iken yapıp önden gönderdiği şeyler olarak ona şahit olacaktır. Ömrünü Arafat’da Rabbi ile mîsâkını tazeleyerek, O’na vakfeden kişi gibi vâkıf da malını yeryüzünün çeşitli yerlerinde vakfederek Hayy’dan geleni Hû’ya emanet edecektir.

Vakfı, Ömer Hilmi Efendi'nin (ö. 1889) tanımından yola çıkarak şöyle ifade edebiliriz aslında; Öyle bir bina, yapı, mal, para ki menfaati ibadullâha ait olsun,  müebbede olup ebedî kılınsın; câriye olsun devam etsin; muharreme olsun dokunulmaz hâle gelsin... Ve bunun adı da vakıf olsun.

Rahim olan Allah’ın merhametinin mümin bireyde tecellisinden birisidir vakıf... Öyle ki bu merhamete binâen diyebiliriz ki diğer toplumlarda dram oluşan alanların hemen hepsi için bizde yapılan vakıflar, bu dramların oluşmamasına, yaraların yerinde tedavi edilmesine, hallolmasına yardımcı olmuştur. Vâkıf da zaten Allah'a verdiği bu güzel borcun toplumun yararına olmasının derdindedir.

Vakıf, infakın, sadakanın, vermenin Kur’ân edebi dairesinde minnetsiz ifadesini, başa kakmamanın, yardımın, it’âmın karşısında herhangi bir şey beklememeyi, en sevdiklerimizden verebilmeyi dolayısıyla Allah için yaşatmayı ifade eder.

Varlıklı ve hayırseverden ihtiyaçlı ibadullâha cârî olan mal-para-bina, vâkıfın hem kişisel menkıbesine atılmış bir ilmek olacak hem de mensubu olduğu medeniyetin sosyo-kültürel, mâddi, mânevî dokusunu zenginleştirmiş olacaktır. Bu medeniyetin devamı dahî düşünülerek, bazı dönemlerde bazı şehirlerde yapı çok olunca, bina yapmak yerine o binaya vakıf yaparak onun hizmetlerinin devamı sağlanmış, ihyâ edilmiş, onun için gelir kaynağı olmuştur.

Vakıf kültürüyle hayatın dokunduğu hemen her alanda vâkıflar hazır bulunmuşlardır. Vakıf bazen vâkıf hayatta iken hayat bulmuş, bazen vasiyeti olmuş; ardında bıraktığı bir miktar para şehrin miskinlerini, fakirlerini doyurmuş ve her halükârda vâkıf hayırla yâd edilmiştir.

Medeniyetin hizmetine sunulan bu vakıfların bazısı camiye konu olmuş; caminin hademesine hizmet etmiş, caminin kandili, berat mumu, kitabı olmuş, hatta Tunus'taki bir camide müezzinin sabah ezanlarını okurken soğuktan korunması için bir palto olmuştur. Yine vakıflar köprü olmuş, sebil, çeşme olmuş, derbent, han, mezarlık, bîmaristân, cüzzamlıya özel hastane olmuş.  Bazen mekteb öğrencilerine elbise, bazen yemiş, bazen aşhanede it’âm-ı taam olmuş; Mekke'ye Medine'ye gitmiş, Kudüs’e Halep’e ulaşmış, bazen ise âvârız vakfı olmuş vergi ödeyemeyenin yükünü hafifletmiştir.

Rahmân’ın misafirlerinin yolculuklarını kolaylaştırmak, konaklamalarını sağlamak için vakıflar olduğu gibi oruçluya iftar yemeği, bir genç kıza çeyiz, hapistekinin derdine çare olacak vakıflar da olmuştur. 

Sadece Maşrık değil Mağrib de, Endülüs de vakfetmiştir. O yüzden İbnü’l-Hatîb Mağrib’in Fas'ını tarif ederken "...vakıf yardımlarının bol olduğu" bilgisini tarihe not düşmüştür. Mümin sadece kendi şehrini değil vakfından başka coğrafyaları ve özellikle kutsal toprakları hissedar etmiştir. Mekke-Medine vakıfları ta Mağrib’den başlayarak surre alaylarıyla o topraklara ulaşmıştır. Meselâ 17. yy.’da Bursa’da kutsal topraklardaki fakirlere 160 vakıftan pay gönderilmesi için vakfiyelerde çeşitli şartlar mevcuttur.        

Sadece sultanlar yapmamıştır bu iyilik kervanının mebânîsini... Halk da kendince katılmıştır. Kimi vâkıflar kendi evlâtlarına, nesline vakfetmiş; bazıları ümmete, Haremeyn’e, suya, fakire, öğrenciye, ilme, yetime, kitaba vakfetmiştir.  Sadece erkekler değil kadınlar da katılmıştır. Bu değerli vâkıfe hanımefendilere örneği 14. asır tarihçilerinden Ali Ceznâî'nin eserinde verdiği bilgiden sunmak yerinde olacaktır. Ki o kendi işittiği rivayetlerden birinden bahseder ki o da İdrîsîler’in beşinci emîri Yahyâ zamanında, Kayrevan’dan Fas’a gelen Muhammed b. Abdullah el-Fihrî el-Karavî’nin kendisinden sonra Fas’ta yaşayan iki kızı ile ilgili rivayettir. Kızların isimleri “Ümmü’l-Benîn” diye çağırılan Fâtıma ve Meryem’dir. Kendilerine babalarından kalan büyük ve değerli mirası hasenâtta kullanmak isteyen bu iki kızkardeş, Fas halkının ve çevreden gelenlerin, namaz kılabilecekleri câmilere ihtiyaç duyulduğunu öğrendiklerinde Fâtıma, Karaviyyûn bölgesinde, Meryem ise Endelüsiyyûn bölgesinde inşâ edilmek şartıyla miraslarını vakfederler. Böylece Karaviyyûn Câmii’nin inşâsına 245/859 yılının Ramazan ayında başlanmıştır.

Böylesine değerli bir geçmişi ve işlevi olan vakfın en önemli özelliği ise aslında o malın kamu hizmetine tahsisi, kamu malı oluşudur. Benden çıkması bize olması, benim değil bizim olmasıdır. Bizim olan bu eserlerin bir de kıyamete kadar sürmesi arzu edilen garanti belgeleri olan vakfiyeleri vardır. Vakfiyeler eş-Şehîd olan Allah’a götürülen ve yeryüzünü imar ettiğine dair kişinin şehadet belgeleridir. O belgeler bize vâkıf tarafından emaneten bırakılmışlardır.

Yukarıda bahsedilen güzellikler yanında bugün gelinen noktada gördüklerimiz bildiklerimiz emanete dokunan ve ters giden bir şeylerin oluşudur. Tarihî bir gerçek olarak vakıf hazineleri başka yapılara aktarılınca bozulmalar başlamış; vakıf gelirleri azalınca da vakıf eserleri harap olmaya başlamıştır. Vakıfların hesapsız kullanımı, gelirlerinin yağmalanması, mülkiyetine hile yapılması, vakıfların yönetiminde görülen yolsuzluklar, vakıf ruhunu incitmiş, yok etmeye başlamış; vakıf mallarının satılamayacağı ilkesi çiğnenmiş, vakıf malları başka bir mal ile değiştirilmiştir.

Diğer yandan vakıf kelimesi değiştirilmiş, yerine kullanılan tesis kavramı bizim insanımıza tanıdık gelmemiş ve o yüzden sahip çıkılmamıştır. Oysa vakıf, bizim insanımıza ibadet niyetini hatırlatıyordu. Bu ibadetine engel olunmuş, elinden alınmış, sadaka-i câriyeleri kapatılmış, yıkılmış, vakfetme düşüncesi dümura uğratılmış, vakfedip vukufiyete erecek damarları kurutulmuş, köyüne, şehrine, dağına, bağına, yaşlısına gencine, yavrusuna, garibine ulaştığı yollar tıkanmış, kibrini yok edip, zenginle fakiri kardeşleştiren,  aşımızı Bosna'yla Halep'le pay eden ellerimize kilit vurulmuş... Şunu unuttuk ki vakfı değiştiren, kamunun yararına olan akışı kesen, onu ihmal eden, sömüren herkese beddua vardır.

Oysa hakkıyla bilseydik -göklerin yerdeki duraklarının bu denli özelliğini ve güzelliğini- hangi el vakıf evinin duvarına bir çivi çakıp zarar verebilir ki! Hangi ev, hangi araç kamu yerine aileye tahsis edilebilir ki! Camideki, kütüphanedeki kitapların hangi sayfası incitilebilir ki! Hangi bahçedeki hangi eşyaya isim kazınabilir ki! Yetime ayrılmış hangi çarşı satılabilir, mülk edinilebilir ki! Yıkılan, rakabe hizmeti sonlandırılan, ihyâ edilmeyen, satılan, haksız kazanca dönüştürülen vakıflar ve bunların icrâ ettiği görevlerin, hizmetlerin ulaşamadığı kırık yürekler, mahzun yuvalar karşısında, vakfın kıyamete kadar sürmesi temennisi onu yeniden canlandırabileceğimiz ümidini taşımaktadır.

Çünkü şimdi ümmetin dramlarına merhem olacak vakıflar lazım bize... Aş olacak, iş olacak, yuva olacak, mektep, kitap olacak, su, ilaç olacak...

O yüzden özellikle son bir asırdır gerek ülkemiz topraklarında gerekse fetihlerle ulaştığımız topraklardaki zulüm görmüş bu vakıfların, kamu malı hassasiyeti ile tekrar ihyâ edilmesi, günümüz ihtiyaç ve beklentilerine uygun olarak yeni vakıfların inşa edilmesi duamızdır.

Kaynak: DİN ve HAYAT Dergisi

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi31
Bugün Toplam474
Toplam Ziyaret5019489
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI