TEFEKKÜR
YÜCE ALLAH'IN YARATTIKLARININ BÜYÜKLÜĞÜNÜ, DÜNYANIN BİR SONU OLDUĞUNU, ÂHİRETİN DEHŞETLİ DURUMLARINI, DÜNYA VE ÂHİRETİN ÖTEKİ HALLERİNİ, NEFSİN KUSURLU OLUŞUNU, ONU ARINDIRMAYI VE DOĞRULUĞA YÖNLENDİRMEYİ DÜŞÜNMEK
Âyetler
قُلْ اِنَّمَآ اَعِظُكُمْ بِوَاحِدَةٍ اَنْ تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَى وَفُرَادَى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا
1. "De ki; size sâde bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer, birer birer kalkıp (huzurunda) durun, sonra iyi düşünün!"
Sebe' sûresi (34), 46
Hz. Peygamber, müşrik muhataplarına tek tek veya topluca Allah'a kulluk etmelerini, Allah Teâlâ'nın ve yarattıklarının azametini iyi düşünmelerini öğütlüyor. Sade bu bir tek öğüdü tutmaları halinde bile gerçekleri kavrayacaklarını ve nasıl davranmaları gerektiğini anlayacaklarını hatırlatıyor. Yani işin, kulluk ve derin bir tefekkürde odaklaştığını belirtiyor.
Nevevî, âyetin bundan sonraki bölümünü, bu kısımla ilgili bulmamakta, ayrı ve yeni bir cümle olarak kabul etmektedir. Bazı müfessirler ise,
"sonra iyi düşünün" tavsiyesinin, daha sonraki kısım ile alâkalı olduğu görüşündedirler.
Tefekkür, dürüstlüğün fikrî yönünü yani temelini teşkil etmektedir.
اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لاَيَاتٍ لاُولِى اْلاَلْبَابِ
اَلَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِى خَلْقِ السَّمَوَاتِ
وَاْلاَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
2. "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için (Allah'ın birliğine, yüce kudretine delâlet eden) âyetler vardır. Onlar ki ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarkan Allah'ı zikrederler, göklerle yerin yaratılışını düşünürler de, 'Rabbimiz, bunu boş yere yaratmadın, sen (tüm kusurlardan) münezzehsin, bizi cehennem azabından koru' derler."
Âl-i İmrân sûresi (3), 190-191
Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzün değişiminde aklı tam olanlar yani iyi düşünebilenler için Allah Teâlâ'nın yüce kudretini gösteren işaretler vardır. Bu gerçeği yakalayabilmek için kâinatı tanımaya yönelik ilmî araştırmalar gerekir. Yani ilim ile dini birlikte götürmek lâzımdır.
Kulluğu en mükemmel şekilde yaşayanlar, Allah'ı her zaman anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler, bütün bunların boşuna olmadığını itiraf ederek yüce yaratıcıyı her türlü noksanlıktan tenzih ederler. Sonunda da o kudret ve kemal sahibi Allah'tan kusurlarını bağışlamasını ve kendilerini cehennemden korumasını dilerler.
Kâinattaki akıllara durgunluk veren nizâm fevkalâde ince hesaplara bağlıdır. Böylesine bir hesabın olağanüstü işleyişi kesinlikle tesadüf eseri olamaz. Bu gerçekleri, akılları sağlam olan insanlar anlar ve Allah'a inanırlar. Bilimsel tetkikler de insanı aynı sonuca götürür.
Bu iki âyetten ilki ulûhiyetin kemâlini, ikincisi ise, kulluğun kemâlini belirtmektedir. Zira "Allah'ı zikrederler" ifadesi dilin kulluğunu; "ayaktayken, otururken ve yatarken" ifadesi organların kulluğunu; "göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler" cümlesi de, kalbin, dimağın ve ruhun kulluğunu ifade etmektedir.
,اَفَلاَ يَنْظُرُونَ اِلَى اْلاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ ,وَاِلَى السَّمَآءِ كَيْفَ رُفِعَتْ,وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ
وَاِلَى اْلاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ ,فَذَكِّرْ اِنَّمَآ اَنْتَ مُذَكِّرٌ
3. "Onlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bak(ıp ibret al)mazlar mı? Sen hatırlat. Zira sen sâde bir hatırlatıcısın."
Gâşiye sûresi (88), 17-21
İnsanoğlunun en yakın çevresinden gökyüzüne kadar, deve gibi binitinden göklere ser çekmiş dağlara kadar ibretle bakıp bunların nasıl yaratıldığını, yaratılışlarındaki hikmet ve harikuladelikleri düşünmesi, böylece yüce yaratıcının büyük kudretini anlaması pek normaldir. Ancak insan her zaman böylesi bir uyanıklık içinde olamamaktadır. O halde bu tür noktalara dikkat çekmek, dikkat edilmesini istemek, gaflet içindekilerin uyanmasına vesile olacaktır. Her kişi günlük hayatında en yakından temasta bulunduğu varlıkların yaratılışlarındaki fevkalâdelikleri düşünecek olursa, kendisinin ve Allah Teâlâ'nın konumunu idrak edecektir. İbret gözünü kapayıp gezenlerin herhangi bir şeyin farkına varmaları ise, zaten mümkün değildir.
Çöl ortamında deveden semâya, dağlardan yeryüzüne dikkat çekilerek insanların düşünceye davet edilmesi fevkalâde etkili bir çağrıdır. Yalnız başına devesiyle yolculuk yapmakta olan bir Arabın, böylesine bir düşünce havası içinde gece-gündüz yol aldığı tasavvur edilince o insanın kainatla nasıl bütünleşeceği, Allah'ın yüce kudretiyle nasıl çepeçevre kuşatılmış olacağı kolaylıkla anlaşılacaktır. Önemli olan düşünebilmektir. Zira yaratıcının kudreti konusunda en ciddi uyarıcı kâinattır. Peygamber'in aslî görevi de hatırlatmaktan ibarettir.
4. "Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce yaşayanların kötü sonlarına bakmazlar mı? Allah onları yerle bir etmiştir. Kâfirleri de aynı azab beklemektedir."
Muhammed sûresi (47), 10
Yüce yaratıcının kudretini gösteren kâinatta, inkarcıların acı sonlarını gösteren kalıntılar, insanlara uyarıcı mesajlar sunmaktadır. Yeryüzünü gezip dolaşanların bu mesajları alması, onlara ibret nazarıyla bakabilmelerine bağlıdır. Her yaratığın ve her kalıntının insanı uyarıp yaratanını tanımasını istediği bir ortamda herşeye gözlerini kapatıp, kulaklarını tıkayıp imansız dolaşmak kesinlikle bir kurtuluş değil, tam bir felâkettir. Bu tutum, önceki inkarcıların başına gelenlere razı olmaktır. Uyanmak isteyen, inanmak isteyen, kurtulmak isteyen, düşünmek, iyi düşünmek zorundadır.
Konu ile ilgili pek çok âyet vardır. Hadislerden bir örnek için, Murakabe mevzuunda 67 numara ile geçen "Akıllı kişi kendisini bilen ve ölümden sonrası için çalışandır" hadisine bakılabilir.
Kaynak: Riyazüssalihin