11- بابُ المجاهدة
قال اللَّه تعالى : وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
1. “Uðrumuzda mücâhede edenleri yollarýmýza iletiriz. Gerçekten Allah iyilik edenlerle beraberdir.” Ankebut sûresi (29), 69
Nefse, þeytana, kötü duygulara ve din düþmanlarýna bütün güçleriyle direnenleri, Allah Teâlâ rýzâsýna ve cennetine ulaþtýracak yollara yöneltecektir. Önemli olan, Allah’a kulluk uðrunda var gücüyle mücâdele etmektir. Âyet, iyi bir kul olmak için sarfedilecek gayretlerin, aslâ sonuçsuz kalmayacaðý, mutlaka hedefe götürücü çýkýþ yollarý bulunacaðý müjdesini vermekte; mü’minleri, mücâhedenin her türlüsünü bu güven içinde gerçekleþtirmeye çaðýrmaktadýr. Hem de Allah Teâlâ’nýn yardýmýnýn iyi davrananlarla beraber olduðu gerçeðini hatýrlatarak...
Mücâhedenin cihaddan daha genel olduðu, cihaddan önce de sonra da yürütülmesi gerekli kulluk gayretlerini içine aldýðý dikkatten kaçýrýlmamalýdýr. Bildikleriyle amel etmenin de mücâhede olduðunu ileri süren ulemâ, herhalde bu genelliði ifâde etmek istemiþ olmalýdýrlar. Âyeti, “Bize itaat uðrunda gayret gösterenleri sevabýmýzýn yollarýna kýlavuzlarýz” þeklinde yorumlayan Abdullah Ýbni Abbas radýyallahu anh de mücâhedenin Allah’a kulluðu esas alan bir kavram olduðunu dile getirmiþ olmaktadýr.
وقال تعالى : { وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ } .
2. “Ölüm sana eriþinceye kadar Rabbine kulluk et!” Hicr sûresi (15), 99
Bu âyetle mücâhedenin sürekliliði ortaya konulmuþtur. Mücâhede ölüme kadar süren bir kulluk bilinci ve uygulamasýdýr. O halde müslüman, yaþadýðý sürece kulluða devam etmek suretiyle mücâhede içinde olacaktýr. Bunun yolu ise, ilk vahiyler arasýnda yer alan þu âyetle gösterilmiþtir:
وقال تعالى : { وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا } أي انقطع إليه.
3. “Rabbinin adýný an, bütün varlýðýnla yalnýz O’na yönel!” Müzzemmil sûresi (73), 8
Bu zikir ve teveccüh, þu kesin gerçekten destek almalýdýr:
وقال تعالى : { فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ } .
4. “Zerre kadar hayýr iþleyen, onun karþýlýðýný (mutlaka) görür.” Zelzele sûresi (99), 7
Maddî mânevî her iyiliðin ve hayrýn, en küçük birimine kadar karþýlýksýz kalmayacaðý açýk bir gerçektir. Bu gerçek müslümaný, vereceði mücâhedede güçlü kýlacak ve birtakým fedakârlýklara sevkedecektir. Sürekli olmasý arzu edilen mücâhedeye, böylesine bir garanti, doðrusu pek uygun düþmüþtür.
Ýþlenen hayrýn sadece karþýlýðý mý görülecektir? Mükâfat olarak bir fazlalýk, bir lutuf olmayacak mý? Mücâhedede teþvik etkisi yapacak bu gerçeði de Rabbimiz ayrýca þu âyette haber vermektedir:
وقال تعالى: { وَمَاتُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا } .
5. “Hayýr olarak kendiniz için önceden ne gönderirseniz, onu Allah katýnda daha hayýrlý ve mükâfatý daha büyük olarak bulursunuz.” Müzzemmil sûresi (73), 20
Bir kimse ölünce, insanlar onun geriye ne býraktýðýný, melekler ise önceden hangi hayýrlarý gönderdiðini merak ederler. Ýnsanýn hayatýnda ve saðlýðýnda yaptýðý hayýrlarýn en küçük biriminin bile karþýlýðýnýn görüleceði garanti edilmiþ ve hatta daha büyük mükâfatla karþýlanacaðý müjdesi verilmiþtir. Bunlar, þüphe edilemez gerçeklerdir.
وقال تعالى : { وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ } والآيات في الباب كثيرة معلومة.
6. “Hayýr olarak ne yaparsanýz Allah onu bilir.” Bakara sûresi (2), 273
Mücâhede kavramý içinde yer alacak her çeþit kulluk giriþimleri ilm-i ilâhî dâhilinde olunca, zâyî’ olma, karþýlýk görmeme ihtimalleri ortadan kalkmaktadýr. Bu durum mücâhedeyi güçlendirmektedir. Binaenaleyh mücâhede konusunda gösterilecek ihmal ve tenbelliðin haklý herhangi bir gerekçesi kalmamaktadýr.
96- فالأَول: عن أبي هريرة رضي اللَّه عنه. قال قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «إِنَّ اللَّه تعالى قال: منْ عادى لي وليًّاً. فقدْ آذنتهُ بالْحرْب. وما تقرَّبَ إِلَيَ عبْدِي بِشْيءٍ أَحبَّ إِلَيَ مِمَّا افْتَرَضْت عليْهِ: وما يَزالُ عبدي يتقرَّبُ إِلى بالنَّوافِل حَتَّى أُحِبَّه، فَإِذا أَحبَبْتُه كُنْتُ سمعهُ الَّذي يسْمعُ به، وبَصره الذي يُبصِرُ بِهِ، ويدَهُ التي يَبْطِش بِهَا، ورِجلَهُ التي يمْشِي بها، وَإِنْ سأَلنِي أَعْطيْتَه، ولَئِنِ اسْتَعَاذَنِي لأُعِيذَّنه» رواه البخاري.
«آذنتُهُ» أَعلَمْتُه بِأَنِّي محارب لَهُ «استعاذنِي» رُوى بالنون وبالباءِ.
96. Ebû Hüreyre radýyallahu anh’den rivayet edildiðine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur” dedi:
“Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir dostuma düþmanlýk ederse, ben de ona karþý harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kýldýðým þeylerden, bence daha sevimli herhangi bir þeyle bana yakýnlýk kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten iþlediði) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaþýr, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun iþiten kulaðý, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayaðý olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sýðýnýrsa, onu korurum.” Buhârî, Rikak 38
Açýklamalar
Bütün varlýðýyla Allah’a yönelmiþ, Allah saygýsýna ters düþen bir yaþayýþa meyletmemiþ, Allah’ý dost edinmiþ kiþilere “velî” denir. Velî, sâlih kiþi demektir. Sürekli Allah ile olduðunun þuuruyla hareket ve amel eden insan demektir. Böyle bir kiþiye bu iyi hâlinden, ibadet ehli oluþundan, iyi müslümanlýðýndan dolayý düþmanlýk etmek, onun, inanýp gereðince yaþadýðý esaslara ve onlarý koyan Allah’a düþmanlýk etmek demektir. Allah Teâlâ, kendi dostlarýna düþmanlýk edenlere harb ilân edeceðini bildirmektedir. Binâenaleyh mücâhedeyi hayat tarzý olarak benimsemiþ insanlara bu hallerinden dolayý düþmanlýk etmek, Allah Teâlâ’nýn düþmanlýðýný karþýsýnda bulmaktýr. Böyle bir durumda kimin muvaffak olacaðý bellidir.
Allah Teâlâ Kur’ân-ý Kerîm’de sadece faiz yiyenlere harb ilân edeceðini bildirmiþtir [Bakara sûresi (2), 279]. Bu hadîs-i kudsîde de dostlarýndan herhangi birine düþmanlýk edenlere karþý harb açacaðýný duyurmaktadýr. Bu, her iki fiilin son derece büyük bir günah olduðunu göstermektedir. Faiz yemekle, Allah dostlarýna düþman olmak dýþýnda, iþleyene Allah Teâlâ’nýn harb ilân ettiði baþkaca bir günah yoktur. O halde her iki konuda da çok dikkatli olmak gerekmektedir. Zira Allah ile harbe kalkýþanýn asla iflâh olmayacaðý bellidir.
Allah’a yakýn olmanýn Allah katýnda en makbul yolu, Allah’ýn emrettiði farzlarý yerine getirmektir. Kul, iþleyegeldiði farzlara ilâve olarak yapacaðý nâfilelerle Allah’a yakýnlýkta mesâfe alabilir. Ancak farzlarý ihmal edip nâfilelerle meþgul olmak, insaný kesinlikle böyle mutlu bir sonuca götürmez.
Önce farzlarý sonra da nâfileleri iþlemeye devam eden müslüman, sürekli mücâhede içinde olan insan demektir. Bu ýsrar ve devamlýlýk neticede, Allah Teâlâ’nýn rýzâ ve sevgisini kazandýrýr. Allah Teâlâ bir kulunu sevince de artýk o kul, en büyük ve yegâne desteði elde eder. Onun her iþi düzgün olur. Tüm organlarý, görevlerini isâbetle yerine getirir. Allah’ýn yardýmý ve hidâyeti her iþinde görülür. Ýstekleri yerine getirilir. Korunmayý dilerse, tehlikenin boyutu ne olursa olsun, Allah Teâlâ onu korur. Çünkü seven, sevdiðini yardýmsýz býrakmaz.
387 numarada tekrar gelecek olan hadîsimizdeki “Onun iþiten kulaðý, gören gözü... olurum” beyânlarý, Allah Teâlâ’nýn, o kulunun vücuduna gireceði anlamýna asla gelmez. Bu, ilâhî yardýmýn o kulun bütün hayatýnda tecelli edeceði anlamýnda güzel, güçlü ve tatlý bir mecâzî anlatýmdýr.
Tekrar edelim ki, mücâhedenin sonucu, Allah’ýn sevgisini kazanmaktýr. Bu ise, büyük mutluluktur. Ancak bütün bunlar, hiçbir Allah dostunun mâsum olduðu, yani günah iþlemeyeceði, yanýlmayacaðý anlamýna gelmez. Zira kul, kusursuz olmaz. Bazý câhil ve gafillerin bu yöndeki iddialarýnýn hiçbir kýymeti yoktur.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Mücâhede, tâat ve ibadetle yürütülür. Bunu baþaran, Allah Teâlâ hazretlerinin dostluðunu kazanýr.
2. Allah dostlarýna, verdikleri mücâhededen dolayý düþman olmak, Allah ile harbe girmek mânasýnda bir cür’etkârlýktýr.
3. Hukukî konularda mahkemeye müracaat etmek, veliye düþmanlýk sayýlmaz.
4. Farzlarý yapmak suretiyle müslüman Allah Teâlâ’ya yakýnlýk saðlar.
5. Farzlara ilâveten yapýlacak nâfileler, Allah katýndaki yakýnlýðýn artmasýna vesiledir.
6. Allah Teâlâ, râzý olduðu kuluna her iþinde yardým eder.
7. Allah dostlarýnýn duasý makbûldür.
97- الثاني: عن أَنس رضي اللَّه عنه عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فيمَا يرْوِيهِ عنْ ربهِ عزَّ وجَلَّ قال: «إِذَا تقرب الْعبْدُ إِليَّ شِبْراً تَقرَّبْتُ إِلَيْهِ ذِراعاً، وإِذَا تقرَّب إِلَيَّ ذراعاً تقرَّبْتُ منه باعاً، وإِذا أَتانِي يَمْشِي أَتيْتُهُ هرْوَلَة» رواه البخاري.
97. Enes radýyallahu anh’den rivayet edildiðine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Rabbinden rivâyet ettiði bir hadîs-i kudsîde Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur:
“Kul(um) bana bir karýþ yaklaþtýðý zaman, ben ona bir arþýn yaklaþýrým; o bana bir arþýn yaklaþýnca ben ona bir kulaç yaklaþýrým; o bana yürüyerek geldiði zaman, ben ona koþarak varýrým.” Buhârî, Tevhîd 50. Ayrýca bk. Müslim, Zikir 2, 3, 20-22, Tevbe 1; Tirmizî, Daavât 131; Ýbni Mâce, Edeb 58
Açýklamalar
Önceki hadîs-i þerîfde kulun Allah Teâlâ’ya ne ile nasýl yaklaþabileceði ve karþýlýðýnda ne tür bir yakýnlýk göreceði açýklanmýþtý. Burada ise mesâfe ölçülerinin insan zihnine kazandýrdýðý berraklýk içinde bu yakýnlýðýn nasýl gerçekleþeceði anlatýlmaktadýr. Yakýnlaþma tek taraflý ve yapýlan iþe aynýyla karþýlýk verme esasýna göre de deðildir. Allah Teâlâ kuluna, kulunun kendisine gösterdiði yakýnlýktan çok daha fazlasýyla mukâbele etmektedir. Bunu da maddî ölçülerle, karýþa arþýnla, arþýna kulaçla; yürümeye koþmakla karþýlýk verdiði þeklinde açýklamaktadýr. Bütün bu ifadeler, Allah Teâlâ hakkýnda mecâzî olarak kullanýlmýþtýr. Bunlarýn gerçek anlamlarý O’nun hakkýnda asla düþünülemez.
Bu beyânlarý iyice düþünecek olursak, onlarýn ne kadar heyecan verici bir iltifat ifade ettiklerini hissederiz. Önemli olan alýnan mesafe deðil, samimiyetle Allah’a yönelmektir. Zira kulun aldýðý yoldan çok, onun karþýlýðýnda kendisine yöneltilen ilâhî iltifat önemlidir.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Kulun az ameline Allah Teâlâ çok sevap verir.
2. Bu uygulama Allah Teâlâ’nýn kereminin ne kadar büyük olduðunu gösterir.
3. Mücâhede, kula bu büyük lutufdan yararlanma fýrsatý kazandýrr.
98- الثالث: عن ابن عباس رضي اللَّه عنه قال: قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «نِعْمتانِ مغبونٌ فيهما كثير من الناس: الصحة والفراغ» رواه مسلم.
98. Ýbni Abbas radýyallahu anhümâ’dan rivayet edildiðine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem þöyle buyurdu:
“Ýki nimet vardýr ki, insanlarýn çoðu bu nimetleri kullanmakta aldanmýþtýr: Sýhhat ve boþ vakit.” Buhârî, Rikak 1. Ayrýca bk. Tirmizî, Zühd 1; Ýbni Mâce, Zühd 15
Açýklamalar
Ýbadet, tâat, iyilik ve hayýr yapmak için, diðer bir ifadeyle mücâhede için sýhhat ve vaktin önemi ortadadýr. Ne var ki insanoðlunun devam edip gideceðini sandýðý, fakat günün birinde, ansýzýn uçup gittiðini görerek aldandýðýný anladýðý iki büyük nimet de yine sýhhat ve boþ vakittir. “Her iþin baþý saðlýk”, “saðlýk olsun”, “Olmaya devlet cihanda bir nefes sýhhat gibi” sözleri, dilimizde çokça kullandýðýmýz ifâde ve atasözleridir ve bunlar sýhhatin önemini yeterince anlatmaktadýr. Önemli olan sýhhatin kýymetini güzel sözlerle deðil, ondan gereði gibi yararlanarak takdir etmektir.
Boþ vakit, özellikle din ve mesâî açýsýndan giderek daha zor bulunur bir nimet haline gelmektedir. Hele büyük þehirlerin gürültülü, hýzlý, çalkantýlý ve yorucu günlük yaþantýsýna mahkum olan insanlar, boþ vaktin kýymetini çok daha iyi takdir etmektedirler. Gündüzü koþuþturma, gecesi televizyon iþgali altýnda geçen çaðýn insaný, mânevî hayatý için deðerlendirebileceði boþ vakte, ya da vakitlerini bu mânevî mutluluðu için kullanmaya ne kadar muhtaçtýr?..
Saðlýk ve boþ vakit, mücâhede yolunda deðerlendirildiði ölçüde kazanýlmýþ olur. Aksi halde bütünüyle kaybedilmiþ demektir. Zira geçen hiçbir saniyenin geri döndürülmesi mümkün deðildir. “Vakit kýlýçtýr”, dikkat edilmezse insaný biçer. Saðlýk da deðeri elden çýktýktan sonra anlaþýlan bir nimettir.
Bu iki nimeti Allah’a yakýnlýk yolunda kullanmakta dikkatli ve titiz olmak, bunlarý deðerlendirmede baþarýlý olamayan çoðunluk içinden yakayý sýyýrýp mücâhedeyi kazanmak için ilk ve temel þarttýr.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Sýhhat ve boþ vakit akýllýca deðerlendirilirse, kul için iki dünya mutluluðu demektir.
2. Çoðu kiþi vakitlerini faydasýz iþlerle, sýhhatlerini de zararlý þeylerle heder eder. Bu iki büyük nimetin kýymetini bilemez.
3. Ýslâmiyet, vaktin ve sýhhatin deðerlendirilmesini istemektedir. Çünkü ömür sermayesi bir defa kullanýlabilmektedir.
99- الرابع: عن عائشة رضي اللَّه عنها أَنَّ النَّبِيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم كَان يقُومُ مِنَ اللَّيْلِ حتَّى تتَفطَرَ قَدمَاهُ، فَقُلْتُ لَهُ، لِمْ تصنعُ هذا يا رسولَ اللَّهِ، وقدْ غفَرَ اللَّه لَكَ مَا تقدَّمَ مِنْ ذَنبِكَ وما تأخَّرَ؟ قال: «أَفَلاَ أُحِبُّ أَنْ أكُونَ عبْداً شكُوراً؟» متفقٌ عليه. هذا لفظ البخاري، ونحوه في الصحيحين من رواية المُغيرة بن شُعْبَةَ.
99. Âiþe radýyallahu anhâ’dan rivayet edildiðine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, gece ayaklarý þiþinceye kadar namazý kýlardý. Âiþe diyor ki, kendisine:
- Niçin böyle yapýyorsun (neden bu kadar meþakkate katlanýyorsun) ey Allah’ýn Resûlü? Oysa Allah senin geçmiþ ve gelecek hatalarýný baðýþlamýþtýr, dedim.
- “Þükreden bir kul olmayý istemeyeyim mi?” buyurdu.
Buhârî, Tefsîru sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81. Ayrýca bk. Buhârî, Teheccüd 6, Rikak 20; Müslim, Münâfikîn 79-80; Tirmizî, Salât 187; Nesâî, Kýyâmü’l-leyl 17; Ýbni Mâce, Ýkâme 200
Açýklamalar
Resûl-i Ekrem Efendimiz, geçmiþ ve gelecek hatalarý kendisine baðýþlanmýþ bir peygamberdir. Zaten peygamberler kasdî olarak günah iþlemezler. Onlarýn hatalarý ya evlâ olaný terketmekten ya da zelle denilen yanýlgýdan ibarettir. Buna raðmen geceleri teheccüd namazý kýlmak için gösterdiði iþtiyak ve arzu mübârek ayaklarýnýn þiþmesine sebep olacak dereceye varýrdý. Âiþe vâlidemiz onun bu durumunu biraz garipsemiþ ve bu tavrýnýn sebebini sormuþtur. Efendimiz, sadece baðýþlanmak maksadýyla ibadet edilmeyeceðini, þükür için de kulluk gerektiðini açýklamýþ ve “Allah’ýn bana lutfettiði bunca nimete, baðýþ ve maðfirete þükretmeyeyim mi?” buyurmuþtur. Bu açýklamasýyla Sevgili Peygamberimiz:
“Geçmiþ ve geleceðin baðýþlanmýþ olmasý, kulluðu azaltmaya deðil, aksine teþekkürü arttýrmaya vesile kýlýnmalýdýr” demek istemiþtir.
Hz. Ali’ye nisbet edilen bir söz vardýr. Demiþtir ki:
“Bir grup insan bir þeyler umarak kulluk yapar; bu tüccar kulluðudur. Bir grup insan da korkudan dolayý kulluk yapar; bu da köle kulluðudur. Bir grup insan da vardýr ki, þükür olsun diye kulluk yapar; iþte bu, tüm duygulardan yakasýný kurtarmýþ seçkin kimselerin kulluðudur.”
Kulun Allah’a þükretmesi, Allah’ýn nimet ve ihsanlarýný itiraf ederek O’na övgüde bulunmak ve kulluða devam etmekle olur. Her nimete þükür gerekir. O halde insan, kulluða devam ile þükrünü ve Allah’a yakýnlýðýný artýrýr.
Sevgili Peygamberimiz’in bu tutumu ve beyaný, mücâhedenin bir teþekkür bilinci ve uygulamasý olduðunu göstermektedir.
Burada þuna da iþaret edelim ki, Kur’ân-ý Kerîm’de Peygamberimiz’e ve öteki peygamberlere nisbet edilen günah (zenb), “kasýtsýz iþlenen hata” anlamýndadýr. Bazý âlimlere göre bu günah, “terk-i evlâ” yani öncelikle yapýlmasý gerekeni yapmamak anlamýndadýr.
Hadis 1162 numarada tekrar ele alýnacaktýr.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Baþarýlý bir mücâhede için gece ibadetinden yararlanmak lâzýmdýr.
2. Nimet, þükrün arttýrýlmasýný gerektirir, azaltýlmasýný deðil.
3. Peygamber Efendimiz, kendisine verilen nimet ve ikrâmlara ibadet yaparak þükreder ve “þükreden bir kul olmayý” isterdi.
4. Peygamber Efendimiz’in ayaklarý þiþinceye kadar ibadet etmesi, bir zorlama deðil, konunun önemine uygun bir tavýrdýr.
5. Yalnýz baþýna yapýlan ibadetler istenildiði kadar uzun tutulabilir. Toplu ibadetlerde cemaatýn durumu gözetilmelidir.
100- الخامس: عن عائشة رضي اللَّه عنها أنها قالت: «كان رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم إذَا دَخَلَ الْعشْرُ أحيا اللَّيْلَ، وأيقظ أهْلهْ، وجدَّ وشَدَّ المِئْزَرَ» متفقٌ عليه.
والمراد: الْعشْرُ الأواخِرُ من شهر رمضان: «وَالمِئْزَر»: الإِزارُ وهُو كِنايَةٌ عن اعْتِزَال النِّساءِ، وقِيلَ: المُرادُ تشْمِيرهُ للعِبادَةِ. يُقالُ: شَددْتُ لِهذا الأمرِ مِئْزَرِي، أيْ: تشمرتُ وَتَفَرَّغتُ لَهُ.
100. Âiþe radýyallahu anhâ þöyle dedi:
“Ramazan ayýnýn son on günü gelince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ibadetle ihyâ eder, ailesini uyandýrýr, kulluða soyunup paçalarý sývardý.”
Buhârî, Leyletü’l-kadr 5; Müslim, Ý’tikâf 7. Ayrýca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Nesâî, Kýyâmü’l-leyl 17; Ýbni Mâce, Sýyâm 57
Açýklamalar
Peygamber Efendimiz özellikle ramazan ayýnýn son on gününde yani yirmi birinci geceden itibaren, bu bereketli geceleri her zamankinden daha fazla ibadetle geçirirdi. Bunun bir sebebi, bin aydan hayýrlý olduðu Kur’ân-ý Kerîm’de bildirilmiþ olan Kadir Gecesi’nin bu geceler arasýnda bulunmasýdýr. Peygamber Efendimiz bu geceleri her zamankinden biraz daha fazla ibadetle geçirirken, Kadir Gecesini de kaçýrmamak isterdi. Bu sebeple ramazanýn bu son on gününü genellikle itikâfta geçirirdi.
Hz. Peygamber’in bütün bir geceyi uyanýk olarak ibadetle geçirdiði bilinmemektedir. Bu husus Hz. Âiþe’nin gözlemleriyle sabittir. O halde geceleri ibadetle ihya etme sözü, gecelerin büyük kýsmýný ibadetle geçirme þeklinde anlaþýlacaktýr.
Ailesini bizzat uyandýrmasý veya uyandýrýlmalarýný istemesi, onlarýn da bu konuda daha ciddi bir gayret içinde olmalarýný arzu etmesindendir.
“Paçalarý sývamak” ifadesinden, kadýnlarýndan uzaklaþmak anlamýný çýkaranlar da olmuþtur. Her hâl ü kârda Peygamber Efendimiz’in, ramazanýn son on gününü yoðun bir ibadetle geçirdiði anlaþýlmaktadýr.
Hadîs-i þerîf 1196 ve 1226 numaralarda tekrar gelecektir.
Hadisten Öðrendiklerimiz.
1. Faziletli zamanlarý sâlih ameller ile geçirmeyi büyük bir nimet bilmek, ganimet saymak gerekir.
2. Hz. Peygamber, ramazanýn son on gününün ibadet için bir fýrsat olduðunu fiilen ümmetine göstermiþtir.
3. Mücâhede, yoðun ibadetle beslenmelidir.
110- السادس: عن أبي هريرة رضي اللَّه عنه قال: قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «المُؤمِن الْقَوِيُّ خيرٌ وَأَحبُّ إِلى اللَّهِ مِنَ المُؤْمِنِ الضَّعِيفِ وفي كُلٍّ خيْرٌ. احْرِصْ عَلَى مَا ينْفَعُكَ، واسْتَعِنْ بِاللَّهِ وَلاَ تَعْجَزْ. وإنْ أصابَك شيءٌ فلاَ تقلْ: لَوْ أَنِّي فَعلْتُ كانَ كَذَا وَكذَا، وَلَكِنْ قُلْ: قدَّرَ اللَّهُ، ومَا شَاءَ فَعَلَ، فَإِنَّ لَوْ تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَان». رواه مسلم.
101. Ebû Hüreyre radýyallahu anh’den rivayet edildiðine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem þöyle buyurdu:
“Kuvvetli mü’min, (Allah katýnda) zayýf mü’minden daha hayýrlý ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayýr vardýr. Sen, sana yararlý olan þeyi elde etmeye çalýþ. Allah’dan yardým dile ve asla acz gösterme. Baþýna bir þey gelirse, “þöyle yapsaydým, böyle olurdu” diye hayýflanýp durma. “Allah’ýn takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eðer þöyle yapsaydým” sözü þeytaný memnun edecek iþlerin kapýsýný açar.” Müslim, Kader 34. Ayrýca bk. Ýbni Mâce, Mukaddime 10.
Açýklamalar
Dünya imtihan sahnesidir. Ýnsan da ölüm noktasýna doðru hýzla ilerlemektedir. Bu gidiþ esnasýnda çok deðiþik etkilerle, olaylarla karþýlaþacaktýr. Olumlu-olumsuz bütün olaylar karþýsýnda mü’min, “Allah’a kul olma” vasfýný korumakla yükümlüdür. Bunun için de önce inanýþ olarak sonra da bünye olarak güçlü olmak ihtiyacýndadýr. Müslümanlýðý “mutluluk yarýþý” diye yorumlayacak olursak, bu yarýþta güçlü, kuvvetli, eðitimli, disiplinli, istekli ve þuurlu olmanýn gereði kendiliðinden ortaya çýkar.
Ýman ve imana baðlý ibadetler mutlak hayýrdýr. Böyle olunca da kuvvetlisi ve zayýfýyla her müslüman hayýrlýdýr. Ancak inanç, fikir, niyet, âhirete meyil ve fizik olarak kuvvetli mü’min, bu açýlardan zayýf olandan elbette daha hayýrlýdýr. Zira verilecek mücâhede güçlü olmayý gerektirmektedir.
Mü’mini güçlü kýlacak her iþe ve tedbire sarýlmak, bu konuda Allah’tan yardým dilemek, yýlmamak, acz göstermemek Peygamber Efendimiz’in hadisimizde yer alan tavsiyeleridir. Bu gayretleri etkisizliðe uðratacak, “Keþke þöyle yapsaydým, böyle yapsaydým...” gibi birtakým faydasýz ve karamsar hesaplara girmemek, “Allah’ýn takdiri böyleymiþ” deyip teslimiyet göstermek ve yine mü’min olarak kulluk çizgisinde yapmasý gerekenlerin peþinde olmak “kuvvetli mü’min”in tavrý olarak öðütlenmektedir. Zira insan “eðer þöyle þöyle yapsaydým” gibi ihtimallere yakasýný kaptýrýrsa, rýzâsýzlýk, kadere karþý çýkma ve Allah’ý inkâr gibi imanla taban tabana zýt bir hale düþebilir. Bu ise sadece þeytaný sevindirir.
Baþa gelen olaylardan ders almamayý deðil, bu olaylarý imân ve rýzâ çizgisi dýþýna taþýran faydasýz yorumlara vesile kýlmayý hadisimiz yasaklamaktadýr. Çünkü böyle bir sonuç, baþa gelebilecek en büyük felâket olur. Hem unutulmamalýdýr ki, “Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur.” Fakat bütün bunlar, arabanýn devrilmiþ olmasý gerçeðini deðiþtirmez. Ýmanlý ve ibadetli mü’minler, sýkýntýlar karþýsýnda güçlü ve dayanýklý olacaklarý için güçsüz ve dayanýksýz kimselerden daha hayýrlý ve sevimlidirler. Zira güçlülük kadere imandan kaynaklanýr. Kader inancý müslümanýn potansiyel gücüdür. Ýslâm’ýn ve müslümanýn dinamizmi kader inancýnda yatmaktadýr. Nihayet “Biz Allah’tan geldik yine O’na döneceðiz.” [Bakara sûresi (2), 156] teslimiyeti, mü’mine olaylar karþýsýnda yýkýlmama, yýlmama ve çizgisini koruma gücü verecektir. O halde bu anlamda “kuvvetli mü’min” olmaya hatta mümkünse “mü’minlerin en kuvvetlisi” olmaya bakmak lazýmdýr. Yüce Rabbimiz bizleri “kuvvetli” kýlsýn.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Gerçek kuvvet ve zaaf nefisle mücâhede noktasýnda kendisini gösterir.
2. Kadere rýzâ ve teslimiyet, olaylar karþýsýnda en büyük güç kaynaðýdýr.
3. Geçmiþe hayýflanarak, geleceði gerektiði gibi deðerlendirememek zayýf insanlarýn iþidir.
4. Din ve dünyaya faydasý bulunan iþleri baþarmak için gayret göstermek gerekmektedir.
102- السابع: عنه أَنَّ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: «حُجِبتِ النَّارُ بِالشَّهَواتِ، وحُجِبتْ الْجَنَّةُ بَالمكَارِهِ» متفقٌ عليه.
وفي رواية لمسلم: «حُفَّت» بَدلَ «حُجِبتْ» وهو بمعناهُ: أيْ: بينهُ وبيْنَهَا هَذا الحجابُ، فإذا فعلَهُ دخَلها.
102. Ebû Hureyre radýyallahu anh’den rivayet edildiðine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem þöyle buyurdu:
“Cehennem, nefse hoþ gelen þeylerle kuþatýlmýþ; cennet ise, nefsin istemediði þeylerle çepeçevre sarýlmýþtýr.” Buhârî, Rikak 28; Müslim, Cennet 1. Ayrýca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 22; Tirmizî, Cennet 21; Nesâî, Eymân 3
Açýklamalar
Resûl–i Ekrem Efendimiz’in cevâmiü’l-kelim nitelikli beyanlarýndan olan bu hadîs-i þerîf, nefse karþý verilecek mücâhedenin önemini ve neticesini çok özlü ve düþündürücü bir þekilde ortaya koymaktadýr. Azâb yeri olan cehennem nefse hoþ gelen haramlarla sarýlýp süslenmiþtir. Nefsin istekleri yerine getirilirse, gidilecek yer cehennemdir. Aþýrý istekler (þehvetler), peþine düþenleri örümcek aðý gibi cehenneme çeker götürür. Bunlarýn nefse hoþ gelmesine aldanmamak gerekir. Çünkü arkasý ateþtir, azaptýr.
Cennet, ebedî mutluluk yurdudur. Ona nefis açýsýndan bakýldýðý zaman, baþlangýçta nefsin hiç de hoþlanmadýðý ibadet, fazilet ve fedâkârlýklarla perdelendiði görülür. Ýnsan nefsi, bu güçlüklere katlanmak istemez. Ancak gerçek mutluluk, geçici zorluklara katlanýp o perdeleri aralayabilmektedir. Ýþte nefisle mücâdele bu noktada odaklaþmaktadýr. Mücâhede de bu noktada büyük bir önem ve anlam kazanmaktadýr.
Nefis kendi baþýna býrakýlýrsa, gerisini düþünmeden hoþuna giden þeylerin peþine düþer. Halkýmýz bu gidiþin duygusallýðýný “Kýzý kendi gönlüne býrakýrsan ya davulcuya varýr ya da zurnacýya” sözüyle pek güzel belirtir. Görünüþe aldanmamak gerektiðine de bir edibimiz “Zehiri teneke kupayla sunmazlar” sözüyle dikkat çeker. Duygularý akýl, tecrübe ve vahyin ýþýðýnda uyarmak, ciddî ve meþrû iþlere yönlendirmek gerekmektedir. Zira gerçek ve sürekli mutluluk yani cennet böyle bir mücâhede ile kazanýlabilecektir.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Cennete bazý güçlüklere sabrederek ulaþýlýr. Nefsin hoþlanmadýðý þeyleri yapmak sonuçta sevinmek demektir.
2. Nefsin isteklerine karþý çýkmak, sonuçta azaptan kurtulmaktýr.
3. “Mücâhede, nefsin haklarýna deðil, hazlarýna sed çekmektir.” Bunun da sonu, nefsin cennette her istediðine kavuþmasý demektir.
103- الثامن: عن أبي عبد اللَّه حُذَيْفةَ بن اليمانِ، رضي اللَّهُ عنهما، قال: صَلَّيْتُ مع النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ذَاتَ ليَْلَةٍ، فَافَتَتَحَ الْبقرة، فقُلْت يرْكَعُ عِندَ المائة، ثُمَّ مضى، فَقُلْت يُصلِّي بِهَا في رَكْعةٍ، فَمَضَى.
فَقُلْت يَرْكَع بهَا، ثمَّ افْتتَح النِّسَاءَ، فَقَرأَهَا، ثمَّ افْتتح آلَ عِمْرانَ فَقَرَأَهَا، يَقْرُأُ مُتَرَسِّلاً إذَا مرَّ بِآيَةٍ فِيها تَسْبِيحٌ سَبَّحَ، وإِذَا مَرَّ بِسْؤالٍ سَأل، وإذَا مَرَّ بِتَعَوذٍ تَعَوَّذَ، ثم ركع فَجعل يقُول: «سُبحانَ رَبِّيَ الْعظِيمِ» فَكَانَ ركُوعُه نحْوا مِنْ قِيامِهِ ثُمَّ قَالَ: «سمِع اللَّهُ لِمن حمِدَه، ربَّنا لك الْحمدُ» ثُم قَام قِياماً طوِيلاً قَريباً مِمَّا ركَع، ثُمَّ سَجَدَ فَقالَ: «سبحان رَبِّيَ الأعلَى» فَكَانَ سُجُوده قَرِيباً مِنْ قِيامِهِ». رواه مسلم.
103. Ebû Abdullah Huzeyfe Ýbnü’l-Yemân radýyallahu anhümâ þöyle dedi:
“Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasýnda namaz kýldým. Bakara sûresini okumaya baþladý. Ben içimden herhalde yüz âyet okuyunca rükû eder, dedim. O yüz âyetten sonra da okumaya devam etti. Ben yine içimden bu sûre ile namazý bitirecek, dedim. O yine devam etti. Bu sûreyi bitirip rükû eder dedim, etmedi. Nisâ sûresi’ne baþladý; onu da okudu. Sonra Âl-i Ýmrân sûresi’ne baþladý; onu da okudu. Aðýr aðýr okuyor, tesbih âyetleri gelince tesbih ediyor, dilek âyeti gelince dilekte bulunuyor, istiâze âyeti geçince Allah’a sýðýnýyordu. Sonra rükûa gitti. “Sübhâne rabbiye’l-azîm (büyük rabbimi tenzîh ederim)” demeye baþladý. Rükûu da aþaðý-yukarý ayakta durduðu kadar uzun oldu. Sonra “semiallâhu limen hamideh, rabbenâ leke’l-hamd (Allah, kendisine hamd edeni duyar, hamd yalnýz sanadýr ey rabbimiz)” dedi ve kalktý. Hemen hemen rükûuna yakýn uzunca bir süre ayakta durdu. Sonra secdeye vardý ve “sübhâne rabbiye’l-a’lâ (yüce rabbimi tenzih ederim)” dedi. Secdesini de aþaðý-yukarý kýyâmý kadar uzattý.”
Müslim, Müsâfirîn 203
Sahâbî oðlu sahâbî olan Huzeyfe, Ebû Abdullah künyesiyle bilinir. Babasý ile birlikte Uhud harbine katýlmýþ, babasý yanlýþlýkla müslümanlar tarafýndan öldürüldüðü halde Huzeyfe, diyet talep etmemiþtir.
Huzeyfe münâfýklar ve ileride zuhur edecek fitneler konusunda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafýndan bilgilendirilmiþti. Bu sebeple “Resûlullah’ýn sýrdaþý” diye þöhret bulmuþtur. Hz. Ömer bir cenâze olunca, Huzeyfe’yi takip ederdi. O cenâze namazýna iþtirâk ederse, Hz. Ömer de katýlýrdý. Huzeyfe cenâze namazýný kýlmazsa, Hz. Ömer ölen kimsenin münafýklardan olduðunu anlar, cenazeye katýlmazdý.
Huzeyfe radýyallahu anh savaþlara iþtirak etmiþ, özellikle Hendek savaþýnda istihbârât ve keþif subaylýðý yapmýþtýr. Daha sonra Hemedân, Rey ve Dînever onun komuta ettiði ordu tarafýndan fethedilmiþtir. el-Cezîre fethinde de bulunmuþ ve Nusaybin’e yerleþmiþ ve orada evlenmiþtir. Hz. Ömer kendisini Medâyin vâliliðine tayin etmiþ, vefat edinceye kadar o görevde kalmýþtýr.
Huzeyfe Hz. Peygamber’den 100’den fazla hadis rivayet etmiþtir. 37 hadisi Buhârî ve Müslim’de bulunmaktadýr.
Vefât etmeden önce “Allahým! Sen biliyorsun ki, ben seni seviyorum. Sana kavuþmamý mübârek kýl!” diye dua etmiþtir.
Hz. Osman’ýn þehîd edilmesinden 40 gün sonra hicrî 36 yýlýnda vefat etmiþtir.
Allah ondan razý olsun.
Açýklamalar
Resûlullah’ýn ayaklarý þiþinceye kadar gece ibadetiyle meþgul olduðunu görmüþtük. (bk. 99. hadis) Hadisimizde bu ibadetin nasýl yapýldýðýna dair bilgi bulmaktayýz. Efendimiz’in gece namazý kýlarken çok uzun okuduðunu, Bakara, Âl-i Ýmrân ve Nisâ sûrelerini bir rekatta bitirdiðini, rüku’, kýyâm ve secdeleri de uzunca yapmak suretiyle namazý tamamladýðýný öðrenmekteyiz. Bu, Efendimiz’in nefisle kýyasýya mücâhede yaptýðýný göstermektedir.
Peygamber Efendimiz’in Bakara sûresi’nden sonra Nisâ sûresi’ne geçmesi, ya böyle yapmanýn cevâzýný göstermek içindir, ya da o zaman henüz sûrelerin sýrasý belirlenmediðindendir.
Hadis 1178 numara ile tekrar gelecektir.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Hz. Peygamber gece namazlarýný uzun kýldýðý için gece namazýný uzatmak müstehabtýr.
2. Namaz içinde ve dýþýnda tesbih âyetlerinde Allah’ý tesbih etmek, Allah’a sýðýnmaya dair âyetlerde ona sýðýnmak, dilek âyetlerinde dilekte bulunmak müstehaptýr. Þâfiîler bu görüþtedirler ve bunun imâm, cemaat ve yalnýz baþýna kýlan için aynen geçerli olduðunu söylerler.
104- التاسع: عن ابن مسعودٍ رَضِيَ اللَّهُ عنه قال: صلَّيْت مع النَبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم لَيلَةً، فَأَطَالَ الْقِيامَ حتَّى هممْتُ أَنْ أجْلِسَ وَأدعَهُ. متفقٌ عليه.
104. Ýbni Mes’ûd radýyallahu anh þöyle dedi:
Bir gece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasýnda namaz kýldým. Ayakta o kadar uzun durdu ki, en sonunda, içimden hoþ olmayan bir þey yapmayý bile geçirdim.
- Ne yapmayý düþündün? dediler.
- Peygamber’i ayakta býrakýp oturmayý düþündüm, dedi. Buhârî, Teheccüd 9; Müslim, Müsâfirîn 204
Açýklamalar
Abdullah Ýbni Mes’ûd’un bu rivayeti de Hz. Peygamber’in gece ibadetinde kýyâmý uzun tuttuðunu, yani onun ibadete düþkünlüðünü anlatmaktadýr. Bu demektir ki, Hz. Peygamber gece namazýnda kendisine uyan Huzeyfe ve Ýbni Mes’ûd gibi cemaati dikkate almamýþtýr. Çünkü gece namazý onlar için nâfiledir. Bu sebeple Efendimiz yalnýz baþýna kýlýyormuþ gibi davranmýþtýr.
Ýbni Mes’ûd’un bir ara oturuvermeyi aklýndan geçirmesi ve bunu “hoþ olmayan bir iþ” diye nitelemesi, ne kadar tabiî ve nezih deðil mi? Hz. Peygamber’i ayakta býrakýp oturmanýn uygun olmayacaðýný biliyor, fakat sabrýnýn son derece zorlandýðýný da söylüyor. Bu hâl, Peygamber Efendimiz’in ibadete sabretmekte ne kadar dayanýklý, mücâhedede herkesten önde olduðunu göstermektedir.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Farz olmayan namazlarda da imama uyulabilir.
2. Cemâatin bir özrü yokken oturarak imama uymasý uygun deðildir.
3. Ashâb-ý kirâm son derece edebli insanlardý.
4. Büyüklerin yanýnda edebe riâyet etmek gerekir.
5. Anlaþýlmayan konularda soru sormak, kapalýlýðýn aydýnlatýlmasýný istemek, kendi kendine yorum yapmaktan çok daha doðru bir harekettir.
105- العاشر: عن أنس رضي اللَّه عنه عن رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: «يتْبعُ الميْتَ ثلاثَةٌ: أهلُهُ ومالُه وعمَلُه، فيرْجِع اثنانِ ويبْقَى واحِدٌ: يرجعُ أهلُهُ ومالُهُ، ويبقَى عملُهُ» متفقٌ عليه.
105. Enes radýyallahu anh’den, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel-lem’in þöyle buyurduðu rivayet edilmiþtir:
“Ölüyü (kabre kadar) üç þey takip eder: Çoluk-çocuðu, malý ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalýr. Çoluk-çocuðu ve malý döner, ameli (kendisiyle) kalýr.”
Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5. Ayrýca bk.Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenâiz 52
Açýklamalar
Her canlý ölümü tadar; eninde sonunda dünyadan ayrýlýr. Ölen insan kabre kadar uðurlanýr. 462 numara ile tekrar gelecek olan hadisimiz bu mecbûrî yolculukta ölünün arkasýndan kabre kadar gidenleri saymaktadýr. Çoluk-çocuðu, dostlarý gerçek uðurlayýcý olarak; malý-mülkü, techiz-tekfin ve defin masraflarý ve geride býraktýðý mirasý hukûkî olarak ameli de sevap veya günah olarak ölüyü mânen takip eder. Defin iþinin bitirilmesiyle çoluk-çocuk ve dostlar ondan ayrýlýr, mirasý da taksim edilmek üzere gündeme gelir. Ameli ise, baþkasýnýn iþine yaramaz. O sadece sahibine özel olduðu için, nihâî deðerlendirmeye tâbi tutulmak üzere onunla beraber âhirete intikal eder. Bu sebeple “Mezar amel sandýðýdýr” denilmiþtir. Ölen insan ne kadar büyük ve hatýrlý biri olursa olsun, çoluk-çocuðu ve dostlarýndan hiçbiri onunla birlikte mezara girmek istemez ve girmez. Çok sevenleri bile, aðlaya aðlaya da olsa definden sonra ayrýlýp giderler. Ne kadar üzülüp aðlasalar bile, onu mezarýnda yalnýz býrakýrlar. Ölen kimse dünyanýn en zengini de olsa, yanýnda götürdüðü þey birkaç metrelik kefen bezinden ibarettir. Þâir ne güzel söylemiþtir:
Ana rahminden geldik pazara
Bir kefen aldýk döndük mezara.
Geriye kalan mal, artýk ona deðil mirasçýlara aittir. Nitekim bir hadîs-i þerîfte ifade buyurulduðu gibi, “Kiþinin asýl malý, yiyip bitirdiði, giyip eskittiði ve Allah için verip biriktirdiðidir” (Müslim, Zühd 4).
Ýnsan, hayatý boyunca yaptýklarýný yani amelini beraberinde götürür. Ona göre de muameleye tâbi tutulur. “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarýndan bir çukurdur” hadisi, bu muamelenin neler olabileceðini ifade eder. Madem ki kiþiyi takip edecek olan ameldir, o halde mücâhede, ameli sevimli bir dost, ebedî bir mutluluk vesilesi kýlma gayretidir, denilebilir. Akýllý kiþi de böyle bir gayreti kendi kendisinden esirgemeyendir. Mücâhedenin gereði ve sýnýrlarý bu hadîs-i þerîf ile pek veciz bir þekilde dile getirilmiþ olmaktadýr.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Mücâhede, amel ve ibadeti artýrmakla gerçekleþtirilmelidir.
2. Çoluk-çocuk ve amel kiþi ile nihâyet kabre kadar gider.
3. Baþbaþa kalýnacak olan ameldir. Kiþinin kabir hayatý ve âhiretteki durumu ameline göre belirlenir.
106- الحادي عشر: عن ابن مسعودٍ رضيَ اللَّهُ عنه قال: قال النبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «الجنة أقَربُ إلى أَحدِكُم مِنْ شِراكِ نَعْلِهِ والنَّارُ مِثْلُ ذلِكَ» رواه البخاري.
106. Ýbni Mes’ûd radýyallahu anh’den rivayet edildiðine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem þöyle buyurdu:
“Cennet size, ayakkabýnýzýn baðýndan daha yakýndýr. Cehennem de öyledir.” Buhârî, Rikak 29.
Açýklamalar
446 numarada tekrar gelecek olan hadîs-i þerîfe göre cennet de cehennem de âdetâ burnumuzun dibindedir. Atýlacak adýmlara, yapýlacak amellere göre cennete ve cehenneme gitmek pek kolaydýr. Ýbadet ve tâat kiþiyi cennete, günah ise cehenneme yaklaþtýrýr. Bu yakýnlýk hadisimizde, nalýn tasmasý ya da potin baðýna, tokyo atkýlarýna teþbih edilmiþtir. Nitekim Buhârî’nin bir baþka rivayetinde de “Ölüm insana pabucunun atkýsýndan daha yakýndýr” (Medine 12, Menâkýbu’l-ensâr 46, Merdâ 8, 22) buyurulmuþtur. Dilimizde bu mâna “burnunun dibinde” deyimiyle anlatýlýr.
Ýnsanýn cennete de cehenneme de ayný yakýnlýk veya uzaklýkta olduðu, seçip benimseyeceði yaþama tarzý, atacaðý adýmlarla her ikisine de ulaþmakta zorlanmayacaðý, Peygamber Efendimiz’in bu özlü ifadesinden anlaþýlmaktadýr. Bizden cenneti ve cehennemi ayaklarýmýza temas ediyormuþ gibi düþünmemiz istenmekte ve tabiî ona göre sürekli bir mücâhede içinde olmamýz teþvik edilmektedir.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Bize ayný derecede yakýn olan cennet ve cehennemi devamlý hatýrlamamýz, burnumuzun dibindeki cenneti kaçýrmamak için tâat ve ibadete düþkünlük göstermemiz lâzýmdýr.
2. Nefis ve þeytana karþý koymak cehennemi bizden uzaklaþtýrýr.
107- الثاني عشر: عن أبي فِراس رَبِيعةَ بنِ كَعْبٍ الأسْلَمِيِّ خادِم رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، ومِنْ أَهْلِ الصُّفَّةِ رضي اللَّهُ عنه قال: كُنْتُ أبيتُ مع رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، فآتِيهِ بِوَضوئِهِ، وحاجتِهِ فقال: «سلْني» فقُلْت: أسْألُكَ مُرافَقَتَكَ في الجنَّةِ. فقالَ: «أوَ غَيْرَ ذلِك؟» قُلْت: أسْألُكَ مُرافَقَتَكَ في الجنَّةِ. فقالَ: «أوَ غَيْرَ ذلِك ؟» قُلْت: هو ذَاك. قال: «فأَعِنِّي على نَفْسِكَ بِكَثْرةِ السجُودِ» رواه مسلم.
107. Resûlullah’ýn hizmetkârý ve Ehl-i suffe’den olan Ebû Firâs Rebîa Ýbni Ka’b el-Eslemî radýyallahu anh þöyle dedi:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gecelerdim. Abdest suyunu ve öteki ihtiyaçlarýný ona getirirdim. Buna karþýlýk bir keresinde bana:
- “Dile (benden ne dilersen)” buyurdu. Ben:
- Cennette seninle beraber olmayý isterim, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Baþka bir þey istemez misin?” buyurdu. Ben:
- Benim dileðim bundan ibarettir, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Öyleyse çok namaz kýlýp secde ederek, kendin için bana yardýmcý ol!” buyurdu.
Müslim, Salât 226. Ayrýca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Nesâî, Tatbîk 79
Ebû Firâs künyesi ile bilinen Rebîa, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hem hazarda hem seferde þahsî hizmetlerini görürdü. O, bununla iftihar edecek kadar þeref duyardý. Ashâb-ý suffe’dendi. Hz. Peygamber’in vefatýndan sonra Medine’den ayrýlmýþ ve Medine’ye yaklaþýk
Hicretin 63. yýlýnda vefat etmiþtir. Allah ondan razý olsun.
Açýklamalar
Hadisimizin râvisi Rebîa, geceleri Resûl-i Ekrem Efendimiz’in kapýsýna yakýn bir yerde yattýðý için gece namazlarýnda okuduklarýný iþitebilir, seslendiðinde duyardý. Yoksa onun Hz. Peygamber ile birlikte gecelerdim demesi, onunla ayný odada yatardým þeklinde anlaþýlmamalýdýr. Rebîa, Hz. Peygamber’in abdest suyunu, misvak vs. gibi ihtiyaç duyacaðý eþyayý temin etmekteydi. Onun hizmetlerinden memnun kalan Hz. Peygamber, bir keresinde ona ikramda bulunmak istemiþ ve “Dile benden ne dilersen” buyurmuþtur. Ödüllendirecekleri kiþiyi dilekte bulunmakta serbest býrakmak büyüklerin özelliklerindendir. Bu, bir anlamda da imtihandýr. Ne isteyeceðini bilip bilmediðini kontrol etmektir.
Hz. Peygamber’in kendisinden istenecek her þeyi yerine getirme yetkisi var mýydý, yok muydu? Konu tartýþýlmýþ ve Allah Teâlâ’nýn Resûl-i Ekrem’e özel bazý ihsanlarda bulunma yetkisi verdiði ve bu durumun Hz. Peygamber’in özelliklerinden olduðu sonucuna varýlmýþtýr. Hz. Huzeyfe’nin þâhitliðini iki kiþinin þehâdetine denk saymasý gibi bazý farklý uygulamalara yetkisi olduðu kabul edilmiþtir. Bu sebeple Efendimiz’in, Rebîa’ya “Dile benden ne dilersen” buyurmasý, sadece bir gönül alma veya sadece imtihan etme amacýna yönelik bir iltifat deðil, ona ikrâmda bulunma isteðinin sonucudur.
Rebîa, iþinden zevk alan, memnun olan her kiþinin yapacaðýný yapýp âhirette de Hz. Peygamber’e yakýn olmayý istemiþtir. Bu, onun dünya ve âhiretin mutluluðuna tâlip olmasý demektir.
Hz. Peygamber, kulun cennete girip giremeyeceðini Allah Teâlâ’nýn bildiði gerçeðini hatýrlatmak üzere, “Daha baþka bir þey istemez miydin?” buyurmuþ, hemen bizzat karþýlayabileceði bir dileðinin olup olmadýðýný sormuþtur. Rebîa’nýn isteðinde bilinçli bir þekilde ýsrar etmesi üzerine de kendisine, haline münasip bir temel tavsiyede bulunmuþ ve :
“Çokca secde (ibadet) ederek, dileðin hususunda bana yardýmcý ol!” buyurmuþtur.
Hz. Peygamber’in bu tavsiyesi, cennete mücâhede ile girilebileceðini, mücâhedenin de ibadetlerle baþarýya ulaþabileceðini göstermektedir. Ýbadet yerine “secde” buyurulmasý, kulun Allah’a en yakýn olduðu halin “secde hali” olmasýndan, kulluðun en tam þekilde “secde” ile resmedilmesinden dolayýdýr.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Hz. Peygamber’e cennette yakýn olabilmek için çokca ibadet etmek, nefisle mücâdelede gayretli olmak gerekmektedir.
2. Ashâb-ý kirâm Hz. Peygamber’e yakýn olmayý hep arzulayagelmiþlerdir.
3. Abdest suyunun hazýrlanmasýnda baþkasýndan yardým istemek câizdir.
108- الثالث عشر: عن أبي عبد اللَّه ويُقَالُ: أبُو عبْدِ الرَّحمنِ ثَوْبانَ موْلى رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: سمِعْتُ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقول: عليكَ بِكَثْرةِ السُّجُودِ، فإِنَّك لَنْ تَسْجُد للَّهِ سجْدةً إلاَّ رفَعكَ اللَّهُ بِهَا درجةً، وحطَّ عنْكَ بِهَا خَطِيئَةً» رواه مسلم.
108. Ebû Abdullah (veya Ebû Abdurrahman) Sevbân radýyallahu anh’den -ki kendisi Resûlullah’ýn azadlý kölesidir- rivayet edildiðine göre o “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i þöyle buyururken iþittim” demiþtir:
“Çok secde etmeye bak! Zira senin Allah için yaptýðýn her secde karþýlýðýnda Allah seni bir derece yükseltir ve bir hatâný siler.”
Müslim, Salât 225. Ayrýca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Tirmizî, Salât 169; Nesâî, Tatbîk 80, 89
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in mevlâsý (âzad ettiði kölesi) olan Sevbân, Yemen’in Himyer kabilesindendi. Künyesi Ebû Abdullah’týr. Hz. Peygamber kendisini, memleketine dönmek veya ehl-i beyt arasýnda kalmak konusunda muhayyer býraktý. O, Medine’de kalmayý yeðledi. Hz. Peygamber vefat edinceye kadar hazarda ve seferde onun maiyyetinde bulundu. Peygamber Efendimiz’in vefatýndan sonra Þam’a gitti. Mýsýr’ýn fethine katýldý.
Hz. Peygamber’den 128 hadis rivayet etti. Ýmam Müslim onun rivayetlerinden 10 tanesini Sahih’ine aldý.
Sevbân Humus’ta hicrî 54 yýlýnda vefat etti.
Allah ondan razý olsun.
Açýklamalar
Önceki hadiste Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Rebîa Ýbni Ka’b’a yaptýðý çok ibadet tavsiyesinin burada açýklýk kazandýðýný görmekteyiz. Her secde karþýlýðýnda bir derece yükselmek ve bir hatadan kurtulmak suretiyle kul mesafe katetmektedir. Yani kul için yücelik ve mutluluk, kulluk ile mümkündür. Nitekim Allah Teâlâ, “Secde et, yaklaþ” [Alak sûresi (96),19] buyurmuþtur. Peygamber Efendimiz’in bu tavsiyeyi, þahsî hizmetinde bulunan fakir müslümanlara yapmýþ olmasý da dikkatten uzak tutulmamalýdýr. Derecesini yükseltmek ve günahýndan kurtulmak isteyenler için baþka yollar da olabilir. Ancak bilhassa fakir müslümanlar bu sonucu daha çok ibadet etmek suretiyle temin edebilirler.
Hadisin Müslim ve Tirmizî’deki rivayetlerinden öðrenildiðine göre Sevbân’dan “insaný cennete götürecek bir amel söylemesi” istenmiþ ve bu istek üç defa tekrarlanmýþ, bunun üzerine Hz. Sevbân bu hadisi rivayet etmiþtir.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Kul, secde ve ibadetle yücelir.
2. Nefse en aðýr gelen þey “secde” etmektir. Þeytan da “secde” emrine karþý çýktýðý için ebediyyen lânetlenmiþtir.
3. Nefisle mücâhede, secdenin çoðaltýlmasýyla mümkündür. Bu sebeple ibadeti arttýrmak gerekir.
4. Ashâb-ý kirâm, kendilerine yöneltilen suallere, Hz. Peygamber’den duyduklarý, ondan öðrendikleri ile karþýlýk verirlerdi. Kiþisel kanaatlarýyla fetvâ vermezlerdi.
109- الرابع عشر: عن أبي صَفْوانَ عبدِ اللَّه بن بُسْرٍ الأسلَمِيِّ، رضي اللَّه عنه، قال: قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «خَيْرُ النَّاسِ مَن طالَ عمُرُه وَحَسُنَ عملُه» رواه الترمذي، وقال حديثٌ حسنٌ.
«بُسْر»: بضم الباءِ وبالسين المهملة.
109. Ebû Safvân Abdullah Ýbni Büsr el-Eslemî radýyallahu anh’den rivayet edildiðine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem þöyle buyurdu:
“Ýnsanlarýn en kârlýsý, ömrü uzun, ameli güzel olandýr.” Tirmizî, Zühd 21, 22
Ebû Safvân künyesiyle meþhur olan Abdullah, iki kýbleye (Kudüs ve Kâbe) yönelerek namaz kýlanlardandýr. Hz. Peygamber mübârek elini onun baþýna koyup “Bu genç, bir asýr yaþar” buyurmuþtu. Abdullah gerçekten yüz yýl yaþadý.
Kendisi, anasý, babasý ve kardeþi sahâbî olan Abdullah, Resûlullah’tan 50 hadis rivayet etti. Buhârî ve Müslim birer hadisini rivayet ettiler.
Abdullah, Humus’ta yüz yaþýnda iken hicrî 96 yýlýnda vefât etti. Humus yöresinde en son vefât eden sahâbîdir.
Allah ondan razý olsun.
Açýklamalar
Ömür, her birimizin dünya pazarýnda kalma süresidir. Onu takdir eden de Yüce Rabbimizdir. Bizim bu süreyi ne tayin etme ne de bilme imkânýmýz vardýr. Görüntü ne olursa olsun, bu dünyadaki davranýþlarýn bir tek adý vardýr: Amel. Her birimiz hakkýnda tutulan zabýtlarýn tümüne de amel defteri denilmektedir. Kârlýlýk, zararlýlýk; hayýrlýlýk veya þerlilik iþte bu defterdeki kayýtlara göre tesbit edilmektedir. Hadisimiz de kâr ve zararý ömür-amel iliþkisi noktasýndan deðerlendirmektedir. Zira hadisin bir baþka rivayetinde “Ýnsanlarýn en zararlýsý da ömrü uzun, ameli kötü olandýr” ilâvesi bulunmaktadýr.
Bu duruma göre asýl önem taþýyan amelin vasfýdýr. Yani güzel mi, yoksa kötü mü olduðudur. Ömrün uzunluðu kâr ve zarar hesâbýnda ikinci unsurdur.
Aslýnda her birimiz uzun bir hayatý isteriz. “Tûl-i ömr ile muammer olma” duasýna “âmin” demeyecek olanýmýz bulunmaz. Zira ilgi duyduðumuz her þeyin farkýna yaþarken varýrýz. Bu sebeple de bizi kendilerine baðlayanlar arasýnda uzun süre kalmak isteriz. Hem de bu iþin bizim isteðimize baðlý olmadýðýný bile bile...
Hadisimiz uzunluðu istenen ömrün güzel amel ile deðerlendirilmiþ olmasý gereðini bize hatýrlatmaktadýr. Zira herkes, âhiretteki hayatýný bu dünyada hazýrlamaktadýr. Buradaki güzel ameller, oradaki güzelliklerin çekirdekleridir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz bir baþka hadisinde “Mü’minin ömrü uzarsa, hayrý artar” (Ahmed Ýbni Hanbel, Müsned, III, 27) buyurmuþtur.
Amelin güzelliði, öncelikle meþrû olmasý, sonra da ihsan kalitesine sahip bulunmasý ile mümkündür. Bu ise, müslümanca yaþama sorumluluðu ve mutluluðuna sahip çýkmak demektir. Böyle bir gayretle geçecek ömrün uzun olmasý, elbette en büyük kârlýlýk ve saadettir. Bunun temini yani amelin güzelliðinin saðlanmasý, hiç þüphesiz nefsin arzularýna uyarak deðil, onunla mücâhede ederek mümkün olacaktýr. O halde yaþadýðýmýz sürece nefisle mücâhedeye devam etmek durumundayýz. Hadisimizin mesajý budur.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Yalnýz baþýna uzun yaþamýþ olmak bir fazilet deðildir. Ömrün uzunluðuna amelin güzelliði eklenirse bir kýymet ifade eder.
2. Güzel amel sahibi olmak için mücâhedeyi sürdürmek gerekmektedir.
110- الخامس عشر: عن أنسٍ رضي اللَّه عنه، قال: غَاب عمِّي أَنَسُ بنُ النَّضْرِ رضي اللَّهُ عنه، عن قِتالِ بدرٍ، فقال: يا رسولَ اللَّه غِبْت عن أوَّلِ قِتالٍ قَاتلْتَ المُشرِكِينَ، لَئِنِ اللَّهُ أشْهَدَنِي قتالَ المشركين لَيُرِيَنَّ اللَّهُ ما أصنعُ، فلما كانَ يومُ أُحدٍ انْكشَفَ المُسْلِمُون فقال: اللَّهُمَّ أعْتَذِرُ إليْكَ مِمَّا صنَع هَؤُلاءِ يَعْني أصْحَابَه وأبرأُ إلَيْكَ مِمَّا صنعَ هَؤُلاَءِ يعني المُشْرِكِينَ ثُمَّ تَقَدَّمَ فَاسْتَقْبَلَهُ سعْدُ بْنُ مُعاذٍ، فَقالَ: يا سعْدُ بْنَ معُاذٍ الْجنَّةُ ورَبِّ الكعْبةِ، إِنِى أجِدُ رِيحَهَا مِنْ دُونِ أُحُدٍ. قال سعْدٌ: فَمَا اسْتَطعْتُ يا رسول اللَّه ماصنَعَ، قَالَ أنسٌ: فَوجدْنَا بِهِ بِضْعاً وثمانِينَ ضَرْبةً بِالسَّيفِ، أوْ طَعْنَةً بِرُمْحٍ، أو رمْيةً بِسهْمٍ، ووجدْناهُ قَد قُتِلَ وَمثَّلَ بِهِ المُشرِكُونَ فَما عرفَهُ أَحدٌ إِلاَّ أُخْتُهُ بِبنَانِهِ. قال أنسٌ: كُنَّا نَرى أوْ نَظُنُّ أنَّ هَذِهِ الآيَة نزلَتْ فيهِ وَفِي أشْباهِهِ: [مِنَ المُؤْمِنِينَ رِجالٌ صدقُوا ما عَاهَدُوا اللَّه علَيهِ] [الأحزاب: 23] إلى آخرها. متفقٌ عليه.
قوله: «لَيُريَنَّ اللَّهُ» رُوى بضم الياءِ وكسر الراءِ، أي لَيُظْهِرنَّ اللَّهُ ذَلِكَ لِلنَّاسِ، ورُوِى بفتحهما، ومعناه ظاهر، واللَّه أعلم.
110. Enes radýyallahu anh þöyle dedi:
Amcam Enes Ýbni Nadr radýyallahu
- “Ey Allah’ýn Resûlü! Müþriklerle yaptýðýn ilk savaþta bulunamadým. Eðer Allah Teâlâ müþriklerle yapýlacak bir savaþta beni bulundurursa, neler yapacaðýmý elbette Allah Teâlâ görecektir” dedi.
Sonra Uhud Savaþý’nda müslüman saflarý daðýlýnca, -arkadaþlarýný kastederek- “Rabbim, bunlarýn yaptýklarýndan dolayý özür beyan ederim” dedi. Müþrikleri kastederek de “Bunlarýn yaptýklarýndan da uzak olduðumu sana arzederim” deyip ilerledi. Sa’d Ýbni Muâz ile karþýlaþtý ve:
- Ey Sa’d! istediðim cennettir. Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, Uhud’un eteklerinden beri hep o cennetin kokusunu alýyorum, dedi. Sa’d (olayý anlatýrken) “Ben onun yaptýðýný yapamadým, ya Resûlallah” dedi.
Enes radýyallahu anh devamla þöyle dedi:
Amcamý þehid edilmiþ olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla kýlýç, süngü ve ok yarasý vardý. Müþrikler müsle yapmýþ, uzuvlarýný kesmiþlerdi. Bu sebeple onu kimse tanýyamadý. Sadece kýzkardeþi parmak uçlarýndan tanýdý.
Enes dedi ki, biz þu âyetin amcam ve amcam gibiler hakkýnda inmiþ olduðunu düþünmekteyiz:
“Mü’minler içinde öyle yiðit erkekler vardýr ki, Allah’a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpýþtý, þehid düþtü), kimi de sýrasýný bekliyor. Bunlar aslâ sözlerini deðiþtirmemiþlerdir” [Ahzâb sûresi (33), 23]. Buhârî, Cihâd 12; Müslim, Ýmâre 148
Açýklamalar
Enes Ýbni Nadr radýyallahu anh, Hz. Peygamber’in “Allah’ýn öyle kullarý vardýr ki, Allah adýna yemin etseler, Allah onlarýn yeminlerini yerine getirir” (Buhârî, Sulh 8; Cihâd 12; Müslim, Kasâme 24, Fezâilü’s-sahâbe, 225) diye tebrik ve takdir ettiði bir yiðit sahâbîdir. Bedir Savaþý’nda bulunamayýþý yüreðine dert olmuþtu. Onun için, iþtirâk edeceði ilk harpte, müþriklerin analarýndan emdikleri sütü burunlarýndan getireceði mânasýna gelen sözler söylemiþ, onlarla kahramanca savaþmaya and içmiþti. “Bu söylediklerimin doðruluðunu Allah teâlâ görecek ve âleme gösterecektir” diye de Allah’ý þâhit tutmuþtu.
Uhud Harbi esnasýnda o bu sözünü yerine getirmiþ, önce Resûlullah’ýn yakýn çevresinden ayrýlmayan sahâbîlerden olarak çarpýþmýþtý. Sonra da bozulan mücâhidlerin o durumuna üzülmüþ, “Bunlarýn yaptýklarýndan özür diliyorum” deyip ileri atýlmýþ, müþriklerle kýyasýya çarpýþmýþtýr. “Cennetin kokusunu Uhud’da alýyorum” diye þehitliðe koþtuðunu anlatmýþtýr. Onun bu ifâdesi mecâz da olabilir hakikat de... Burnuna gelen herhangi bir güzel kokuyu, cennet kokusu diye nitelemiþ de olabilir. “Þehitliðin sonu cennettir” anlamýnda da söylemiþ olabilir.
Hâsýlý Enes Ýbni Nadr radýyallahu anh nefisle öylesine bir mücâhede örneði vermiþtir ki, herkes onu takdir etmiþtir. Üzerindeki seksen küsur ok, mýzrak ve kýlýç yarasý onun nasýl bir cihad eri olduðunun delilidir. Müþriklerin onun organlarýný kesmiþ olmalarý, ondan yedikleri darbelerin aðýrlýðýný gösterir. Ona karþý duyduklarý hýncý ancak böyle tatmin etmiþ olmalýdýrlar.
Kýzkardeþinin, kendisini parmak uçlarýndan tanýyabilmesi, uðradýðý iþkencenin boyutlarýný göstermektedir. Ayrýca parmak uçlarýnýn ve parmak izinin, kiþilerin kimliklerinin belirlenmesinde ölçü olduðu da anlaþýlmaktadýr.
Hadisin râvisi Enes Ýbni Mâlik radýyallahu anh hazretleri, Ahzâb sûresi’nin 23. âyetinin Enes Ýbni Nadr gibi, verdikleri sözü canlarý pahasýna yerine getiren yiðitler hakkýnda nâzil olduðunu söylemekte, âyetteki övgüye böylesi müslümanlarýn lâyýk olduðunu belirlemektedir.
Bu olayda mücâhede, verdiði sözde caný pahasýna durmuþ olmak þeklinde tezâhür etmiþtir.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Güzel ve meþrû þeyleri vaadetmek câizdir. Nefsi, va’dinde durmaya zorlamak da mücâhededir.
2. Sahâbe-i kirâmýn þehitlik istemekteki samimiyeti herþeyin üstünde ve önünde gelmektedir.
3. Ahdine vefâ gösterenlerden Allah Teâlâ razý olur. Mü’minlere de verdikleri sözü yerine getirmek yakýþýr.
111- السادس عشر: عن أبي مسعود عُقْبَةَ بن عمروٍ الأنصاريِّ البدريِّ رضي اللَّهُ عنه قال: لمَّا نَزَلَتْ آيةُ الصَّدقَةِ كُنَّا نُحَامِلُ عَلَى ظُهُورِنا. فَجَاءَ رَجُلٌ فَتَصَدَّقَ بِشَيْءٍ كَثِيرٍ فَقَالُوا: مُراءٍ، وجاءَ رَجُلٌ آخَرُ فَتَصَدَّقَ بِصَاعٍ فقالُوا: إنَّ اللَّه لَغَنِيٌّ عَنْ صاعِ هَذَا، فَنَزَلَتْ {الَّذِينَ يَلْمِزُونَ المُطَّوِّعِينَ مِنَ المُؤْمِنِينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذِينَ لاَ يَجِدُونَ إلاَّ جُهْدَهُمْ} [التوبة 79] الآية. متفقٌ عليه.
«ونُحَامِلُ» بضم النون، وبالحاءِ المهملة: أَيْ يَحْمِلُ أَحَدُنَا على ظَهْرِهِ بِالأجْرَةِ، وَيَتَصَدَّقُ بها.
111. Ebû Mes’ûd Ukbe Ýbni Amr el-Ensârî el-Bedrî radýyallahu anh þöyle dedi:
Sadaka âyeti inince, biz sýrtýmýzla yük taþýyarak, (hammallýk yaparak) sadaka vermeye baþladýk. Derken bir adam geldi çokca sadaka verdi. Münâfýklar, “Gösteriþ yapýyor” dediler. Bir baþkasý geldi, bir ölçek hurma getirdi. Yine münâfýklar, “Allah’ýn, bunun bir ölçek hurmasýna ihtiyacý yoktur” dediler. Bunun üzerine, “Sadakalar hususunda gönülden veren mü’minleri çekiþtiren ve güçlerinin yettiðinden baþkasýný bulamayanlarla alay edenler yok mu, Allah onlarý maskaraya çevirmiþtir. Onlar için acý bir azab vardýr” [Tevbe sûresi (9), 79] âyeti indi. Buhârî, Zekât 10; Müslim, Zekât 72
Ebû Mes’ûd el-Ensârî diye meþhur olan Ukbe Ýbni Amr, genç yaþlarýnda Ýkinci Akabe bey’atine katýldýðý için bu nisbeyi aldýðýný söyleyenlerin yanýnda, onun Bedir’de ikâmet ettiðinden dolayý el-Ensârî nisbesini aldýðýný söyleyenler daha çoktur. Kendisinin Uhud ve daha sonraki harblere katýldýðý kesindir. 102 hadis rivayet etmiþtir. Rivayetleri Kütüb-i Sitte’de yer almaktadýr.
Kûfe’ye yerleþen Ukbe Ýbni Amr, Hz. Ali taraftarýydý. Hatta Hz. Ali, Sýffîn’e giderken Kûfe’de onu vekil býrakmýþtýr. Hicrî 40 yýlýndan sonra vefât etmiþtir. Allah ondan razý olsun.
Açýklamalar
“Onlarýn mallarýndan sadaka al” [Tevbe sûresi (9), 103] âyeti inince ve Hz. Peygamber de kendilerini sadaka vermeye teþvik edince, sadaka olarak verecek bir þeyi bulunmayan fakat her ilâhî emre sarýlmayý mücâhede olarak deðerlendiren sahâbîler, hammallýk, amelelik yapmaya ve kazandýklarýndan sadaka vermeye baþlamýþlardýr. Anlaþýldýðýna göre zenginiyle fakiriyle sahâbîler diðer ibadet ve emirlere olduðu gibi sadaka emrine de büyük bir heyecan, gayret ve özveri ile katýlmýþlardýr. Onlarýn bu heyecanlý mücâhedeleri, münâfýklar tarafýndan þevk kýrýcý sözlerle karþýlanmýþtýr.
Hadisin deðiþik rivâyetlerinden anlaþýldýðýna göre, çokca para getiren Abdurrahman Ýbni Avf hazretleridir. Servetinin yarýsý olan dört bin dirhemi tasadduk etmiþtir. Onun bu hareketi, münâfýklarca, gösteriþ ve riyâ olarak nitelendirilmiþ, bir sa’ yani bir ölçek hurma getiren Ebû Akil el-Ensârî de, “Allah bunun bir sa’ hurmasýna muhtaç deðildir” diye hafife alýnmýþ, alay konusu yapýlmýþtý. Oysa Ebû Akîl de o gün çalýþýp kazandýðý hurmalarýn yarýsýný getirmiþti. Aslýnda münâfýklarýn çekemedikleri, ashâb-ý kirâmýn zenginiyle fakiriyle mal veya kazançlarýnýn yüzde ellilik bölümünü tasadduk etmeleriydi. Bu iki örnekte sadaka olarak verilen miktar deðiþse de, sadaka verenlerin fedakârlýk oranlarý deðiþmiyordu. Yüzde elli oranýnda bir tasadduk gayreti... Herkes kendi çapýnda ama birbirine eþit oranda fedakârlýk yapýyordu. Mücâhede ayný ölçülerle yürütülüyordu. Ashâb-ý kirâmýn fazileti, üstünlüðü, biraz da bu noktalarda aranmalýdýr. Onlarýn bu faziletli hareketleriyle alay etmek isteyenler, meâlini, hadisin tercümesi içinde verdiðimiz Tevbe sûresi’nin 79. âyetiyle susturulmuþlardýr.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Yapýlan bir iyiliði, ne kadar az olursa olsun, küçük görmek doðru deðildir.
2. Allah Teâlâ’nýn emirlerine herkes gücü yettiðince uymaya çalýþmalý ve bu konuda kendilerini kýnayanlara aldýrýþ etmemelidir.
3. Mücâhede her türlü emre gücü ölçüsünde sarýlmakla gerçekleþir.
4. Ashâb-ý kirâm, emirleri yerine getirmede son derece gayretli idiler.
5. Sadaka vermek, az da olsa, ihmâl edilmemelidir. Buna küçükleri de alýþtýrmalýdýr. Çünkü sadaka cehennem ateþini söndürür. Toplumda gelir dengesizliði yüzünden çýkacak kargaþalarý önler.
211- السابَع عشر: عن سعيدِ بنِ عبدِ العزيزِ، عن رَبيعةَ بنِ يزيدَ، عن أَبِي إدريس الخَوْلاَنيِّ، عن أَبِي ذَرٍّ جُنْدُبِ بنِ جُنَادَةَ، رضي اللَّهُ عنه، عن النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فيما يَرْوِى عَنِ اللَّهِ تباركَ وتعالى أنه قال: «يا عِبَادِي إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِي وَجَعَلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّماً فَلاَ تَظالمُوا، يَا عِبَادِي كُلُّكُم ضَالٌّ إِلاَّ مَنْ هَدَيْتُهُ، فَاسْتَهْدُوني أهْدكُمْ، يَا عِبَادي كُلُّكُمْ جائعٌ إِلاَّ منْ أطعمتُه، فاسْتطْعموني أطعمْكم، يا عبادي كلكم عَارٍ إلاَّ مِنْ كَسَوْتُهُ فَاسْتَكْسُوني أكْسُكُمْ، يَا عِبَادِي إنَّكُمْ تُخْطِئُونَ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَأَنَا أغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً، فَاسْتَغْفِرُوني أغْفِرْ لَكُمْ، يَا عِبَادِي إِنَّكُمْ لَنْ تَبْلُغُوا ضُرِّي فَتَضُرُّوني، وَلَنْ تَبْلُغُوا نَفْعِي فَتَنْفَعُوني، يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أوَّلَكُمْ وآخِركُمْ، وَإنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ كَانُوا عَلَى أتقَى قلبِ رجلٍ واحدٍ منكم ما زادَ ذلكَ فِي مُلكي شيئاً، يا عِبَادِي لو أَنَّ أوَّلكم وآخرَكُم وإنسَكُم وجنكُمْ كَانوا عَلَى أفْجَرِ قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِنْ مُلْكِي شَيْئاً، يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِركُمْ وَإنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ، قَامُوا فِي صَعيدٍ وَاحدٍ، فَسألُوني فَأعْطَيْتُ كُلَّ إنْسانٍ مَسْألَتَهُ، مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِمَّا عِنْدِي إِلاَّ كَمَا َيَنْقُصُ المِخْيَطُ إِذَا أُدْخِلَ البَحْرَ، يَا عِبَادِي إنَّما هِيَ أعْمَالُكُمْ أُحْصِيهَا لَكُمْ، ثُمَّ أوَفِّيكُمْ إيَّاهَا، فَمَنْ وَجَدَ خَيْراً فَلْيَحْمِدِ اللَّه، وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذَلِكَ فَلاَ يَلُومَنَّ إلاَّ نَفْسَهُ». قَالَ سعيدٌ: كان أبو إدريس إذا حدَّثَ بهذا الحديث جَثَا عَلَى رُكبتيه. رواه مسلم. وروينا عن الإمام أحمد بن حنبل رحمه اللَّه قال: ليس لأهل الشام حديث أشرف من هذا الحديث.
112. Saîd Ýbni Abdülazîz’in Rebîa Ýbni Yezîd’den; Rebîa’nýn Ebû Ýdrîs el-Havlânî’den, onun Ebû Zer Cündeb Ýbni Cünâde radýyallahu anh’den; Ebû Zer’in Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den; onun da Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivayet ettiðine göre Allah Teâlâ þöyle buyurdu:
“Kullarým! Ben zulmetmeyi kendime haram kýldým. Onu sizin aranýzda da haram kýldým. Artýk birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarým! Benim hidâyet ettiklerim dýþýnda hepiniz sapýtmýþsýnýz. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doðruya ileteyim.
Kullarým! Benim doyurduklarým hariç, hepiniz açsýnýz. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayým.
Kullarým! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çýplaksýnýz. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarým! Siz gece-gündüz günah iþlemektesiniz, bütün günahlarý afveden de yalnýzca benim. Benden af dileyin ki sizi baðýþlayayým.
Kullarým! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarým! Evveliniz ahiriniz, insanýnýz cinleriniz, en müttaki bir kiþinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir þey arttýrmaz.
Kullarým! Evveliniz âhiriniz, insanýnýz cinleriniz, en günahkâr bir kiþinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir þey eksiltmez.
Kullarým! Evveliniz âhiriniz, insanýnýz cinleriniz bir yerde toplanýp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediðini versem, bu benim mülkümden ancak, iðne denize daldýrýlýp çýkarýldýðýnda denizden ne kadar eksiltebilirse iþte o kadar azaltýr. (Yani hiç bir þey eksiltmez.)
Kullarým! Ýþte sizin amelleriniz. Onlarý sizin için saklar, sonra onlarý size iâde ederim. Artýk kim bir hayýr bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayýrdan baþka bir þey bulursa öz nefsinden baþka kimseyi ayýplamasýn.”
Saîd Ýbni Abdülaziz dedi ki, Ebû Ýdris el-Havlânî bu hadisi rivâyet ettiði zaman dizleri üzerine çöküverdi. Müslim, Birr 55
Açýklamalar
Ahmed Ýbni Hanbel’in “Þamlýlarýn en saðlam rivayetidir” dediði bu hadîs-i kudsî, Cenâb-ý Hak ile kullarýnýn durumunu açýkca ortaya koymaktadýr. Hiçbir þekilde ve hiçbir konuda ilâhî takdir ve tasarrufun dýþýnda kalýnamayacaðý, herþeyin sadece Allah Teâlâ’nýn dileðine baðlý olduðu en kesin ifadelerle anlatýlmaktadýr. Bu sebeple Allah Teâlâ’nýn emirlerini yerine getirmek ve yasaklarýndan kaçýnmak hususunda tenbel davranmamak, nefsin arzularýna uymamak gerekmektedir. Böylesine bir konuma sahip olan bizlerin nasýl bir mücâhede vermesi lâzým geldiði artýk iyice anlaþýlmaktadýr. Ýmam Nevevî, bizleri bu noktada düþünmeye davet için bu kudsî hadisi konunun son hadisi olarak zikretmiþ olmalýdýr.
Bu noktayý aklýmýzdan çýkarmadan þimdi hadisdeki bazý hususlarýn kýsa açýklamalarýna geçelim:
Allah âdildir, zulmetmez. Zulmü sevmez, zulme razý olmaz. Kullarýna zulmetmeyeceðini bildirmiþtir. Kullarýnýn da biribirlerine zulmetmesini istemez. Bütün âlem O’nun mülküdür. Gerçekte Allah’tan baþka bir mâlik yoktur. Dolayýsýyla tecâvüz ve zulüm de söz konusu deðildir. Yani Allah Teâlâ zulümden münezzehtir. O, bu durumu “Zulmü kendime haram kýldým” diye ifade buyurmuþtur.
Hidâyet Allah’tandýr. O dilemedikçe kimse doðru yolu bulamaz. O halde beþ vakit namazda Fâtiha’yý okurken yaptýðýmýz gibi, “Bizi sýrât-ý müstakîme ilet” diye kendisinden hidâyet dilemek gerekmektedir.
Rýzýk, Allah’ýn takdiri iledir. O dilediðine rýzký bol bol verir, dilediðine de kýsar. Ayný iþi yapan, ayný emeði sarfeden insanlarýn kazançlarý farklý farklý olabilir. Kimi kazanýr, bereketini bulamaz, kiminin kazancý da bereketlenir. Yemek, içmek, giymek yani hayat, Allah’ýn lutfu sayesindedir. O dilemeyince, kimse hayatýný devam ettirecek imkânlarý bulamaz. Böyle olunca, insanca ve müslümanca bir yaþayýþ için O’ndan yiyecek ve giyecek istemek biz kullara düþen bir görev olmaktadýr.
Kul kusursuz olmaz. Her an hata yapmak bizim iþimizdir. Allah Teâlâ da -þirk hâriç- bütün kusurlarý baðýþlamaktadýr. Yani tövbe kapýsý daima açýktýr. O halde gece-gündüz demeden Allah’tan af ve maðfiret dilemeliyiz ki O’nun baðýþlamasýna muhatap olabilelim.
Hiçbir varlýðýn, Allah Teâlâ’ya zarar ve fayda vermesi mümkün deðildir. Bütün kullarýnýn sâlih ve iyi kul olmasýyla Allah Teâlâ’nýn saltanatýnda bir þey artmaz; tam tersine yaratýklarýn tamamýnýn günahkâr olmasýyla O’nun saltanatýndan zerrece bir þey eksilmez. Diðer bir söyleyiþle tüm iyilik, kötülük kavramlarý ve sonuçlarý sadece bizler için önemlidir; bizleri ilgilendirmektedir.
Allah Teâlâ’nýn ihsan deryasý sonsuz ve sýnýrsýzdýr. Bütün yaratýklar bir araya gelip kendisinden dilekte bulunsalar, Allah da hepsinin isteðini yerine getirse, koskoca bir okyanusa batýrýlýp çýkarýlan iðne o okyanustan hiçbir þey eksiltmediði gibi, bu da Allah’ýn mülkünden bir þey eksiltmez. Yani bizim O’na herhangi bir þekilde zarar verebilme imkânýmýz yoktur.
Allah Teâlâ, her birimizin amellerini kaydettirmektedir. Sonunda onlarý karþýmýza çýkaracaktýr. Orada iyilik ve hayýr çoksa, bundan ötürü Allah’a hamdetmemiz gerekmektedir. Aksi olursa, bunun suçlusu kendimizden baþkasý deðildir. “Kendim ettim, kendim buldum” demekten baþka yapacaðýmýz bir þey yoktur.
Bütün bu gerçekleri dile getiren hadisimiz, insanoðlunun dünyadaki yerini, durumunu ve nasýl davranmasý gerektiðini nasýl bir mücâhede ortamýnda olduðunu tam mânasýyla aydýnlatmaktadýr. Allah kendisine kul olma mücâhedesinde cümlemize yardýmcý olsun.
Hadisten Öðrendiklerimiz
1. Ýnsana, kulluðunu bilerek Allah Teâlâ’dan hidâyet, rýzýk, af ve maðfiret istemesi yaraþýr.
2. Nefisle mücâhede, ileride amellerimizin karþýmýza çýkarýlacaðý bilinci içinde yapýlmalýdýr.
3. Allah Teâlâ’nýn rahmeti her þeyi kuþatmýþtýr. Ondan yararlanmasýný bilmek gerekir.
Kaynak: Riyazüssalihin