Prof. Dr. Adem APAK
İnsanoğlu Allah’ın yarattığı mahlukat içerisinde en üstünü ve en şereflisidir. Bu yüzdendir ki, insan, Allah’ın, yeryüzündeki halifesi olarak kabul edilmiştir.(Bakara, 2/30). İnsan bu özelliğini dünyaya geldiği andan itibaren hak kazanır. Ancak yaratılış gayesine uygun olarak davranmazsa, en üstün olma hususiyetini kaybedip hayvanlardan aşağı bir mahluk haline de dönüşebilir. İnsanın, yaratılış gayesine göre yaşaması ve davranış sergileyebilmesi için de daha çocukluğu çağından itibaren eğitilmesi, hayata eğitim yoluyla hazır hale getirilmesi gerekir.
İnsanlar, tarihin ilk çağlarından beri kendi inanç ve düşünce sistemlerine göre nesiller yetiştirme, onları kendi gayeleri doğrultusunda hayata hazırlamayı istemişlerdir. Bu konuda görevlerini hakkıyla ifa edebildikleri zaman, geleceğe güvenle bakabilmişlerdir. Zira bugünün çocukları, geleceğin büyükleri olacak ve dünyanın sorumluluğu onlar tarafından taşınacaktır.
Dünya’da Allah’ın bize verdiği her şey bir emanettir. Sağlığımız, malımız, mülkümüz, makamımız vs. Bu emanetler içerisinde en önemlisi ise şüphesiz neslimiz, gözümüzün nuru çocuklarımızdır. Bu nedenle çocuklarının iyi şartlarda yaşaması ve onların hem bedeni hem de ruhi anlamda iyi yetişmesi için ana-babanın yapamayacağı fedakârlık yoktur. Çocuklarımızı bize emanet eden Allah her emanette olduğu gibi, onların bütün sorumluluğunu da bizlere yüklemiştir. Çocuklarımızı iyi insanlar olarak yetiştirmek sadece milli görevimiz değil, aynı zamanda ilahî bir vazifemizdir. Cenâb-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, kendinizi ve çocuklarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem azabından koruyunuz”. (Tahrîm, 66/6). Bu âyette nesillerin sorumluluğu ve onların Allah’ın emirleri doğrultusunda yetiştirilmesi anne-babanın üzerine yüklenmekte ve insanlardan çocuklarının dinin emirleri gereğince yetiştirmeleri beklenmektedir.
Anne babalar, çocuklarının her türlü ihtiyacını karşılamak zorundadırlar. Onları doyurmak, giydirmek, barındırmak, okutmak evlendirmek vs. Ancak insan sadece maddî bir varlık değildir, onun bir de manevî yönü vardır ve mutlaka bu yönü de dikkate alınmalıdır. Şu inkar edilemez bir gerçektir ki, tarihin başlangıcından beri insanlar manevî olandan, kutsaldan uzak yaşayamamışlardır. Bundan dolayı, çocuklar şayet manevî alanda doğru bir şekilde yetiştirilmezlerse, onlar bu ihtiyaçlarını yanlış cereyanlarda arayacaklar, hem ana-babasına hem de millete zararlı bir insan haline geleceklerdir.
Anne ve baba çocuğun biyolojik, psikolojik ve dinî sağlığını temin etmekle yükümlüdür. Bu üç husus, kişiliğin temel taşlarıdırlar. Fiziksel yönden ihtiyaçları sağlanmış bir çocuk, sağlam beden ve ruh sağlığına sahip olur. Ancak sadece bu husus, onun iyi bir insan olması için yeterli değildir. Ona verilecek güzel bir din eğitimi ve bununla birlikte manevî ahlak, onu bir fert olarak yönlendirecek, hayatının her alanında kendisine rehberlik yapacaktır. Bu sebepledir ki, bir çocuğuna iyi-kötü bir eğitim vermek ve onun istikbalini temin etmekle ana-babalar vazifelerini yapmış sayılmazlar. Yetişmekte olan nesillere dinî ve milli kıymetleri de öğretmek, dinden gelen örf ve an’aneleri de öğretmek gerekir. Bizler nasıl maddî ve manevî kazançlarımızı ecdadımızdan miras almışsak, bunları aynen ve geliştirerek bizden sonraki nesillere aktarmak mecburiyetindeyiz. Dinî kıymetleri ve ecdadının güzelliklerini gören genç nesiller, bu sayede diğer milletlerin hayranı olmaktan da kurtulacaklar, kendi kıymetlerine yöneleceklerdir. Yine yetişen nesle İslâm’ı, Hz. Peygamber’in (sav) örnek yaşayışını her yönüyle öğretmek, Kur’an’ın en yüce rehber Hz. Peygamber’in (sav) tek önder olduğunu onlara bildirmek vazifemiz olmalıdır. Şâyet bu şekilde davranırsak, hem geleceğimizi garanti altına almış hem de mesuliyetimizi yerine getirmiş oluruz.
Hz. Peygamber (sav), nesillerin din ile çok erken yaşlarda tanıştırılmasını ve onların küçük yaşta ibadete alıştırılmasını tavsiye etmektedir. “Çocuklarınıza yedi yaşından itibaren namazı emredin” (Riyazu’s-Sâlihîn terc., I, 338). hadisi, bu yaştan sonraki telkin ve tavsiyelerin pek anlam ifade etmeyeceğini, çocukların erken yaşlarda dini motiflere alıştırılması gerektiğini ortaya koymaktadır. “Ağaç yaş iken eğilir” sözü Hz. Peygamber’in (sav) bu tavsiyesinin atalarımız tarafından farklı şekilde ifade edilmesidir.
Çocuklarımıza sağlam bir manevî eğitim vermek, bu dünyada onların iyi birer insan olmaları ve hem bu dünyaları hem de ahiret hayatında mutululuğa ulaşmalarına sebep olmanın yanında, iyi nesiller yetiştiren anne-babanın öldükten sonra da amel defterinin işlenmesine neden olduğunu Hz. Peygamber (sav) şu hadis-i şerifiyle beyan etmektedir:
Bir insan öldüğü zaman, onun amel defteri kapanır. Yalnız sadaka-i cariyede yapan, yani Müslümanların hayrına kalıcı bir eser bırakanların, faydalı ilmi eser yazan alimlerin ve kendisine dua eden hayırlı bir evlat bırakanların amel defterleri ise yazılmaya devam eder. (Ebû Dâvûd, 80/1). Yani o hayırlı nesil yaşadıkça, baba ve annenin arkasından sevap haneleri işlemeye devam eder.
Anne ve baba dünya hayatında, çocukları için çalışır ve onların geleceklerini sağlama alma yolunda gayret sarfederler ve öldükleri zaman da bütün malları ve servetleri çocuklarına kalır. Her ebeveyn ölürken, çocuklarının dünya hayatında rahat yaşamaları için yeteri kadar mal bırakmak, yani gözleri arkada kalmadan gitmek hedefindedirler. Ancak onların geride bırakacakları en güzel miras mal ve mülkten daha fazla iyi bir terbiyedir. Nitekim Allah Rasûlü “Hiç bir ana-baba evladına güzel edep ve terbiyeden daha güzelini miras bırakmamıştır”. (Riyazu’s-Sâlihîn terc., V, 3) buyurarak bu gerçeği veciz bir şekilde ifade etmektedir.
Şu halde, Allah’ın bize en büyük emaneti olan çocuklarımızın maddî ihtiyaçları yanında manevî ihtiyaçlarını da karşılamaya onlara dinlerini, Allah’ını Peygamber’ini ve manevî değerlerini öğretmeye ve öğrendikleriye amel ettirmeye çalışmalıyız. Bu vazifeleri hakkıyla yerine getirmek, Allah ve Rasûlü’nün rızasını kazanmanın yanında geleceğimizin de teminatı olacaktır.
Kaynak: Kurav