Ömer b. Ebû Seleme, hicretin ikinci yılında doğmuş nasipli bir çocuktu. Çünkü henüz bulûğ çağına gelmeden önce, annesi Ümmü Seleme'nin Hz. Peygamber ile evlenmesiyle, Resûlullah'ın hâne-i saadetine katılmıştı. Rahmet Elçisi'nin himayesinde, onun verdiği terbiye ile yetişmişti.1
Bir gün Allah Resûlü küçük Ömer'in yemekte elini tabağın her tarafında gezdirdiğini görünce ona yumuşak bir edayla,
يَا غُلاَمُ سَمِّ اللَّهَ ، وَكُلْ بِيَمِينِكَ وَكُلْ مِمَّا يَلِيكَ
“Evlâdım! Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye.”1 uyarısında bulundu.
Üç kısa cümle ile Ömer'e yemek âdâbını öğreten Allah Resûlü'nün bu uyarısı, ömür boyu onun yemek yiyiş tarzını şekillendirmişti. Aslında bu uyarısı ile o (sav), yemek yerken Müslümanların uygulaması gereken en önemli üç sünneti belirlemişti.
Yeme içme, başta insan olmak üzere her canlının hayatını sürdürebilmesi için zorunlu bir ihtiyaçtır. Hayatın tamamını geniş anlamda ibadet olarak gören Peygamberimiz, yeme içme ile ilgili ortaya koyduğu birçok âdâb ve sünnetiyle, yeme içmeyi daha anlamlı bir hâle dönüştürmüştür.
Maddî ve manevî her türlü temizliğin imandan sayıldığı3 dinimizde, yemek öncesinde ellerin, yemek sonrasında da hem ellerin hem de ağzın temizlenmesi hususunda Hz. Peygamber'in gösterdiği hassasiyet, beden sağlığı açısından dikkate değerdir. Zira Kutlu Nebî bunu, henüz sofralarda çatal, bıçak, kaşık gibi araç gereçlerin bulunmadığı, yemeklerin parmaklarla yendiği bir sosyal yapıda öğretmektedir.
O yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasını “yemeğin bereketi” olarak ifade etmiştir.4 Allah Resûlü, temizlik ve sağlık açısından da çok önemli olan bu âdâbı bütün Müslümanlara benimsetmek amacıyla ateşte pişen (yağlı) yemeklerden sonra abdest alınmasını istemişti.5 Fakat müminler arasında söz konusu temizlik alışkanlığı yerleştikten sonra ateşte pişen yemeklerin ardından abdest alma uygulamasını bıraktığı rivayet edilmiştir.6
Bu sosyal yapıda Hz. Peygamber'in de yemeğini parmaklarıyla yemesinde ve yemek sonrasında temizlik amacıyla parmaklarını yalamasında şaşılacak bir durum olmasa gerektir.7 Ancak burada dikkatten kaçırılmaması gereken esas nokta, Hz. Peygamber'in yemekten önce ellerini, sonra da elleri ve ağzını yıkamış olmasıdır.
Hatta Kutlu Nebî, elinde yemek artığı ve kokusu varken onu yıkamadan yatan kimseleri uyarmış, bunun neticesinde meydana gelebilecek muhtemel maddî-manevî sıkıntılara dikkat çekmiştir.8 Tüm bunlar ortaya koymaktadır ki yemekten önce ve sonra eller temiz görünse bile yıkanmalıdır.
Hz. Peygamber, ellerini yıkadıktan sonra yer sofrasına oturur ve besmele çekerek yemeğine başlardı. Peygamber Efendimiz, yenen her yiyeceğin Yüce Allah'ın bir nimeti, lütfu ve ihsanı olduğu bilinci ile daima şükür hâli içinde olmuştur. Bu nedenle de her işe başlarken olduğu gibi yemekten önce de hep “besmele” çekerek Allah'ı anmış ve;
إِذَا دَخَلَ الرَّجُلُ بَيْتَهُ فَذَكَرَ اللَّهَ عِنْدَ دُخُولِهِ وَعِنْدَ طَعَامِهِ قَالَ الشَّيْطَانُ لاَ مَبِيتَ لَكُمْ وَلاَ عَشَاءَ . وَإِذَا دَخَلَ فَلَمْ يَذْكُرِ اللَّهَ عِنْدَ دُخُولِهِ قَالَ الشَّيْطَانُ أَدْرَكْتُمُ الْمَبِيتَ . وَإِذَا لَمْ يَذْكُرِ اللَّهَ عِنْدَ طَعَامِهِ قَالَ أَدْرَكْتُمُ الْمَبِيتَ وَالْعَشَاءَ
“Bir kimse evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse şeytan, arkadaşlarına, 'Burada sizin için barınak da yok, yiyecek de yok!' der. Eğer o kimse evine girerken besmele çekmezse şeytan, 'Barınacak yeri buldunuz.' der. Yemek yerken besmele çekmezse, 'Hem kalacak yer hem de yiyecek buldunuz.' der.”2 buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz, etrafındakilere de besmeleyi tavsiye etmiştir. Besmeleyi, verdiği nimetler karşılığında Yüce Yaratıcı'ya peşinen yapılan bir teşekkür olarak gören Allah Resûlü, besmelesiz yenen yemeklerde bereket olmayacağını belirtmiştir. Yemeğe başlarken unutulması hâlinde, hatırlandığı anda besmele çekilmesinin gerekli olduğunu bildirmiştir:
إِذَا أَكَلَ أَحَدُكُمْ طَعَامًا فَلْيَقُلْ بِسْمِ اللَّهِ فَإِنْ نَسِىَ فِى أَوَّلِهِ فَلْيَقُلْ بِسْمِ اللَّهِ فِى أَوَّلِهِ وَآخِرِهِ
“Biriniz yemek yiyeceği zaman, 'Bismillâh (Allah'ın adıyla)' desin. Eğer yemeğin başında besmele çekmeyi unutursa, 'Bismillâhi fî evvelihî ve âhirihî. (Başında da sonunda da Allah'ın adıyla)' desin.”3
Hz. Peygamber (sav) yemeklerde olduğu gibi içeceklerde de besmele çekmeyi ashâbına öğütlemiştir.
لَا تَشْرَبُوا وَاحِدًا كَشُرْبِ الْبَعِيرِ وَلَكِنِ اشْرَبُوا مَثْنَى وَثُلاَثَ وَسَمُّوا إِذَا أَنْتُمْ شَرِبْتُمْ وَاحْمَدُوا إِذَا أَنْتُمْ رَفَعْتُمْ
“Suyu, develerin içişi gibi bir nefeste içmeyin; iki veya üç nefeste için, içerken besmele çekin. İçtikten sonra da Allah'a hamdedin.”4 buyurmuş ve ayrıca su kabının içine solumayı yasaklamıştır.12
Resûlullah, yerken ve içerken sağ elini kullanır ve şöyle derdi:
إِذَا أَكَلَ أَحَدُكُمْ فَلْيَأْكُلْ بِيَمِينِهِ وَإِذَا شَرِبَ فَلْيَشْرَبْ بِيَمِينِهِ فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَأْكُلُ بِشِمَالِهِ وَيَشْرَبُ بِشِمَالِهِ
“Biriniz yemek yiyeceği zaman sağ eliyle yesin; bir şey içtiği zaman da sağ eliyle içsin! Çünkü şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer.”5
Tüm bunlardan yeme ve içmede sağ elin tercih edilmesinin sünnet olduğu anlaşılmaktadır. Hatta sağ eli kullanmak, Müslümanlar için ayırıcı bir vasıf sayılarak tavsiye edilmiş, yabancılara özenme ya da kibir ve gösteriş amacıyla sol eli kullanmak ise hoş karşılanmamaktır. Kuşkusuz bu tercihte sol elin tuvalet temizliği gibi kirli işlere ayrılmasının da etkisi vardır.
Yemek yerken sol elini kullanan bir kişiye Peygamberimizin, “Sağ elinle ye.” diyerek özel uyarıda bulunması14 konunun önemini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak herhangi bir özürden dolayı sol elini kullanmak durumunda kalanların bu yasağın dışında değerlendirilecekleri açıktır.
Hz. Peygamber'in yemek yediği sofrası, deriden yapılmış mütevazı bir yer sofrası idi.15 Sofrası gibi onun sofraya oturuş şekli de mütevazı idi. O, keyfine düşkün birinin yaptığı gibi sırtını bir şeye dayayarak sofraya gerile gerile oturmazdı.16 Nitekim Hz. Peygamber'in diz üstü oturmuş bir vaziyette yemek yediğini gören bir bedevî, şaşırarak, “Bu oturuş da neyin nesi?!” diye sorunca o,
إِنَّ اللَّهَ جَعَلَنِى عَبْدًا كَرِيمًا وَلَمْ يَجْعَلْنِى جَبَّارًا عَنِيدًا
“Allah beni kerim bir kul eyledi, zorba ve inatçı biri yapmadı!”6 diye cevap vermişti.
O, bu davranışıyla dönemin hükümdarları ve bir kısım aşiret reislerinin debdebeli ve tantanalı oturuş biçimlerinden farklı davranmayı tercih etmişti. Buna göre onun yemek yeme âdâbında esas olan gurur, lüks, şaşaa gibi olumsuz tavırlar değildi. Aksine tevazu, kanaat, sadelik, temizlik ve helâllik gibi değerler ön plana çıkarılmalıydı.
Hz. Peygamber yemekten sonra sofradan hemen kalkılmamasını, diğerlerinin yemeklerini bitirmelerini beklemeyi tavsiye ederek şöyle buyurmuştur:
إِذَا وُضِعَتِ الْمَائِدَةُ فَلاَ يَقُومُ رَجُلٌ حَتَّى تُرْفَعَ الْمَائِدَةُ وَلاَ يَرْفَعُ يَدَهُ وَإِنْ شَبِعَ حَتَّى يَفْرُغَ الْقَوْمُ وَلْيُعْذِرْ فَإِنَّ الرَّجُلَ يُخْجِلُ جَلِيسَهُ فَيَقْبِضُ يَدَهُ وَعَسَى أَنْ يَكُونَ لَهُ فِى الطَّعَامِ حَاجَةٌ
“Sofra kurulduğu zaman, sofra kaldırılmadıkça kimse kalkmasın. Kişi doysa bile sofradakiler yemeyi bırakmadıkça o da elini çekmesin, kendisine fazla gelse de yemeye devam etsin. Çünkü kişi (yemeyi bırakmakla) yanında oturan kimseyi utandırır ve bu kimse, ihtiyacı olduğu hâlde yemeyi bırakabilir.”7
Efendimizin bu tavsiyesi, henüz doymamış olan kimselerin yemeğe devam etmelerini kolaylaştırmayı ve utanarak yemekten erken kalkmalarını önlemeye yönelik bir tedbirdir.
Allah Resûlü ayakta bir şey yemeyi ve içmeyi de uygun görmezdi.19 Ancak günlük koşuşturma içinde yürürken bazen bir şey yemek veya içmek durumunda kaldığı da olurdu.20 Bu, şu anlama gelmektedir: İslâm'ın yemek yeme âdâbı genel ilkeleri itibariyle belirlenmiş olsa da belirli şartlarda İslâm'ın ruhuna ters düşmemek kaydıyla bu ilkelerin dışına da çıkılabilir.
Bu noktadan hareketle Resûlullah'ın mutfak kültüründe üzerinde durduğu en önemli hususların, araçlar değil amaçlar olduğu unutulmamalıdır. Bu amaçların başında ise yiyecek ve içeceklerin temiz ve helâl olması, insan sağlığına azami riayet edilmesi, israftan kaçınılması ve Allah'a şükretme olduğu söylenebilir.
Hz. Peygamber'in en yakın arkadaşlarından Hz. Ömer, Resûlullah'ın açlıktan bütün gün kıvranıp karnını doyuracak kötü bir hurma bile bulamadığı anlarına şahit olmuştu.21 Hatta çoğunlukla arpa ekmeği yemiş olan Hz. Peygamber ve ailesi,22 yeri gelmiş akşam yemeği bulamayıp peş peşe birkaç geceyi aç olarak geçirmişti.23
Hz. Peygamber ve ashâbının aşırı açlık çektikleri günlerin sayısı da az değildi.24 Zaman zaman açlık taş olup karınlarına oturuyordu.25 Eşi Hz. Âişe, Hz. Peygamber'in hâne-i saadetlerinde uzun süre ocakta ateş yanmadığını, bu süre içinde sadece kuru hurma ve su ile beslendiklerini, bir de ensardan sadık bir komşularının kendilerine süt ikram ettiğini ve bunu içtiklerini anlatmaktaydı.26
Yine bir seferinde Peygamber (sav) yemeğe oturmuş, önüne kuru ekmek getirilmesi üzerine, “Katık olacak bir şey yok mu?” diye sormuştu. “Hayır, sirkeden başka bir şey yok.” cevabını alınca, “فَإِنَّ الْخَلَّ نِعْمَ الأُدُمُ” “Sirke ne güzel katıktır.”8 buyurarak yemeye başlamıştı.
Anlaşıldığı kadarıyla Hz. Peygamber'in bu yaşantısı, “bir lokma bir hırka” şeklinde özetlenen hayat felsefesini benimsediğinden değil, hem o günün şartlarında yiyecek bulmada yaşanan sıkıntılardan hem de eline geçeni öncelikle yoksul ashâbına dağıtmasından kaynaklanmaktaydı.
Tevazuu şiar edinen Allah Resûlü, önüne konan bir yemekte asla kusur bulmaz, canı çekerse yer, hoşlanmazsa yemezdi.28 Yemeğin hiçbir şekilde israf edilmesini istemez, tabakta kalanların bitirilmesini ister, bir lokmanın bile zayi olmamasına dikkat ederdi.29
Peygamber Efendimizin de sevmediği için yemediği birtakım yiyecekler vardı. Bu yiyecekler daha çok Resûlullah'ın kendi yöresinde pek bilinmeyen ve dolayısıyla alışık olmadığı yiyeceklerdir. Bu yiyecekleri sevmemesi, öncelikle onun bireysel tercihi olmakla birlikte aynı zamanda içinde yaşadığı kültürün mutfak zevkiyle de yakından ilgilidir.
Nitekim Peygamber Efendimizin eşlerinden Meymûne validemizin evinde yaşanan şu hadise Efendimizin kendi bölgesinde bulunmayan bir yiyeceğe karşı tavrını bize açık bir şekilde göstermektedir:
“Allah'ın Kılıcı” lakabı ile anılan Hâlid b. Velîd ve Abdullah b. Abbâs, Peygamber Efendimiz ile birlikte Meymûne validemizin yanına gitmişlerdi.30 Aynı zamanda Hâlid b. Velîd ve Abdullah b. Abbâs'ın teyzesi olan Meymûne validemiz, hemen onlara ikram etmek üzere yiyecek bir şeyler hazırladı.31
Efendimiz önüne gelen yiyeceğe tam uzanmıştı ki orada bulunan bir kadın, bu yiyeceğin ne olduğunu Efendimize söyledi. Nitekim Efendimize bir yiyecek ikram edildiğinde, öncelikle bu yiyeceğin ne olduğu konusunda bilgi verilirdi.
Meymûne validemizin Peygamber Efendimize ikram ettiği yiyecek, Meymûne'nin kız kardeşi Hufeyde'nin Necid'den getirdiği kebap yapılmış kelerden (bir tür kertenkeleden) oluşuyordu.32 Keler eti olduğu söylenince Peygamberimiz hemen yemekten elini çekti. Bunun üzerine Hâlid b. Velîd, “Bu (keler) haram mıdır yâ Resûlallah?” diye sordu. Resûlullah,
لاَ وَلَكِنَّهُ لَمْ يَكُنْ بِأَرْضِ قَوْمِى فَأَجِدُنِى أَعَافُهُ
“Hayır, fakat o bizim oralarda bulunmaz. Bundan dolayı ben ondan hoşlanmıyorum. Siz yiyin.” buyurdu.9
Efendimizin bu sözleri üzerine Hâlid b. Velîd keleri kendi önüne çekip yemeğe başladı. Bu esnada da Peygamber Efendimiz de onu seyrediyordu.34 Orada bulunan diğer kimseler de kelerden yedi. Fakat Meymûne validemiz, “Ben ancak Resûlullah'ın yediği yiyeceklerden yerim.” diyerek kelerden yemedi.35
Hz. Peygamber'in keleri yememesi, onun böyle bir eti hiç tatmamış olması, ona karşı herhangi bir istek duymaması gibi tamamen kendi damak zevkiyle, midesi ve iştahı ile ilgili bir durumdur. Kendisi yememesine rağmen oradakilere müsaade etmesi, kesin olarak yenilmesinin mubah olduğunu ve bunun insanların zevklerine bırakıldığını ortaya koymaktadır.
Nitekim Efendimizin başka bir rivayette, “Ben keleri yemem fakat haram da kılmam.” buyurması da bunu göstermektedir.36 Diğer taraftan Meymûne validemizin tavrı ise böyle bir yemeği beğenip beğenmemekten ziyade, Hz. Peygamber ile aynı doğrultuda hareket etmiş olmayı arzulamasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Resûl-i Ekrem'in keler eti yememesinin tamamen kişisel bir seçim olduğunu anlayan sahâbîler arasında keler etini sevenlerin yanında sevmeyenler de bulunmaktaydı.
Neyin yenilip neyin yenilmeyeceğinin tespitine ilişkin temel esasları dinî hükümler belirlerken yiyecekler arasında tercih yapılmasında kültürel ve bireysel tercihler ön plana çıkmaktadır. Peygamber Efendimizin koyunun kol kısmını sevdiği,37 kabak yemekten hoşlandığı,38 buna karşın çekirge yemekten hoşlanmadığı rivayet edilmektedir.39
Bu noktada bazı sahâbîlerin sırf Hz. Peygamber seviyor diye bazı yiyecekleri yemeleri, bazılarını da sırf o sevmiyor diye terk etmeleri dinî bir zorunluluktan değil, Resûlullah'a olan sevgi ve bağlılıklarından kaynaklanmaktadır. Nitekim Enes b. Mâlik'in Hz. Peygamber sevdiği için kabak yemeğini sevmesi,40 Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin de Hz. Peygamber sevmediği için içerisinde sarımsak bulunan yemeği yememesi bu duruma örnek gösterilebilir.41
Bir gün Hz. Peygamber'e içinde (soğan, sarımsak gibi) sebze bulunan bir tabak getirilmiş, tabaktan hoşlanmadığı bir koku alınca bunun ne olduğunu sormuştur. Bunun üzerine tabakta bulunan sebzelerin neler olduğu kendisine söylendiğinde, yanında bulunan sahâbîlerden birine işarette bulunarak, “(Bu sebzeleri) şu zâta götürünüz.” buyurmuştur. Fakat o sahâbî de Hz. Peygamber (sav) yemediği için bunlardan yemek istememiştir. Bunun üzerine Efendimiz,
كُلْ فَإِنِّى أُنَاجِى مَنْ لاَ تُنَاجِى
“Sen ye, zira ben senin konuşmadığın kimselerle konuşuyorum.”10 buyurarak kendisinin farklı kişilerle muhatap olmasından dolayı rahatsız edici olmamak için yemediği veya hoşlanmadığı yiyeceklerin de yenilebileceğini bildirmiştir.
Peygamber Efendimizin yemek konusundaki tutumunda dikkati çeken hususlardan birisi de hangi amaçla olursa olsun bir kimsenin, helâl olan bir yiyeceği kendisine haram kılma yetkisinin olmadığıdır. Nitekim
يَٓا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
“Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah'ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.”11 âyeti, şehevî arzularından kurtularak daha fazla ibadet etmek amacıyla kendisine et yemeyi yasaklayan bir sahâbî hakkında inmiştir.44
Buna göre, daha fazla ibadet etmek için bile olsa sağlık açısından bir sorun teşkil etmediği sürece Allah'ın verdiği nimetlerden faydalanmak konusunda herhangi bir kısıtlama yoluna gitmek doğru değildir.
Bir defasında Resûlullah da benzer bir konudan dolayı ilâhî uyarıya muhatap olmuştu. Hanımı Zeyneb bnt. Cahş'ın yanında “meğâfîr” denilen kokulu bir ağaç özünden yapılan bal şerbetini içmiş ve bu yüzden de yanında biraz fazla kalmıştı. Bu durumu kıskanan Hz. Âişe ve Hz. Hafsa aralarında anlaşarak, Peygamberimizi gördüklerinde, “Senden meğâfîr kokusu geliyor!” demişler, Hz. Peygamber de bir daha bal şerbetini içmeyeceğini söylemişti. Bunun üzerine Yüce Allah indirdiği şu âyetle Resûlü'nü uyarmıştı:
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَ
“Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi kendine niçin haram ediyorsun?”12
Kutlu Nebî'nin bazı yemekleri daha çok sevdiği ve onlar hakkında övücü ifadeler kullandığı da göze çarpmaktadır. Hz. Peygamber'in bu tavrı, yemeğin tadı, lezzeti ve besin değeri gibi özellikleri yanında, Allah'ın verdiği her nimetin aslında övgüye ve şükre lâyık olduğunu göstermeye yöneliktir.
Bu anlamda tirit,46 et yemeği,47 hurma,48 sirke49 gibi yiyecekler Hz. Peygamber'in övgüsüne mazhar olmuştur. Oysa Arap toplumunun yaşadığı coğrafyada bilinmediği için Hz. Peygamber'in adından hiç bahsetmediği binlerce yiyecek türü için de aslında benzer şeyler söylenebilir. Zira Yüce Allah'ın yarattığı her bir meyve, sebze, yiyecek ve içeceğin kendine has güzellikleri olduğunda şüphe yoktur.
Yemeğe Allah'ın adını anarak başlayan Hz. Peygamber, yemekten sonra da şu ifadelerle Allah'a hamdederdi:
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى أَطْعَمَنَا وَسَقَانَا وَجَعَلَنَا مُسْلِمِينَ
(Bizi yediren, bizi içiren ve bizim Müslüman yapan Allah'a hamdolsun.)13
Şu şekilde dua ettiği de olurdu:
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ كَثِيرًا طَيِّبًا مُبَارَكًا فِيهِ ، غَيْرَ مَكْفِىٍّ ، وَلاَ مُوَدَّعٍ وَلاَ مُسْتَغْنًى عَنْهُ ، رَبَّنَا
(Güzel ve bereket dilekleriyle dolu, ama bir o kadar yetersiz olan ve dilimizden düşürmediğimiz, vazgeçemediğimiz tüm övgülerle sana çokça hamdediyoruz ey Rabbimiz!)14
Bazen de şöyle dua ediyordu:
أَفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ وَأَكَلَ طَعَامَكُمُ الْأَبْرَارُ وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلاَئِكَةُ
(Oruçlular sizin yanınızda iftar etsinler, iyiler sizin yemeklerinizden yesinler, melekler de size selâm ve dua etsinler.)15
Yine kişinin yemekten sonra söylediğinde günahlarının bağışlanacağını bildirdiği dualardan birisi de şu şekildeydi:
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى أَطْعَمَنِى هَذَا الطَّعَامَ وَرَزَقَنِيهِ مِنْ غَيْرِ حَوْلٍ مِنِّى وَلاَ قُوَّةٍ
(Beni yediren, ben güç ve kuvvet sarf etmediğim hâlde, bana bu rızkı veren Allah'a hamdolsun.)16
Görüldüğü gibi bu dualar, Allah'a şükür içermektedir. Bu sebeple uzunca dua yapılmasa bile en azından “Elhamdülillâh” diyerek verdiği nimetlerden dolayı Yüce Yaratıcı'ya şükredip minnettar olmak gerekir. Allah Resûlü de bu durumu şöyle bildirmiştir:
إِنَّ اللَّهَ لَيَرْضَى عَنِ الْعَبْدِ أَنْ يَأْكُلَ الأَكْلَةَ فَيَحْمَدَهُ عَلَيْهَا أَوْ يَشْرَبَ الشَّرْبَةَ فَيَحْمَدَهُ عَلَيْهَا
“Kulun, yemeğini yedikten sonra veya içeceği şeyi içtikten sonra O'na hamdetmesi, Allah'ın hoşuna gider.”17
1 Buhârî, Et’ıme, 2, hadis no: 5376.
2 Müslim, Eşribe, 103, hadis no: 5262.
3 Tirmizî, Et’ıme, 47, hadis no: 1858.
4 Tirmizî, Eşribe, 13, hadis no: 1885.
5 Müslim, Eşribe, 105, hadis no: 5265.
6 Ebû Dâvûd, Et’ıme, 17, hadis no: 3773.
7 İbn Mâce, Et’ıme, 21, hadis no: 3295.
8 Müslim, Eşribe, 167, 166, hadis no: 5352, 5353.
9 Müslim, Sayd, 43, hadis no: 5034.
10 Buhârî, Ezân, 160, hadis no: 855.
11 Mâide, 5/87.
12 Tahrîm, 66/1
13 Ebû Dâvûd, Et’ıme, 52, hadis no: 3850.
14 Buhârî, Et’ıme, 54, hadis no: 5458.
15 Ebû Dâvûd, Et’ıme, 54, hadis no: 3854.
16 Ebû Dâvûd, Libâs, 1, hadis no: 4023.
17 Müslim, Zikir, 89, hadis no: 6932.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam