Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayında, Allah Resûlü ve binlerce sahâbîsi Mekke'nin fethi için yola çıktıklarında oruçlu idiler. Mekke yakınlarındaki Kürâu'l-Ğamîm mevkiine vardıklarında vakit ikindiyi geçmişti. Hz. Peygamber, yorgun ve bitap düşen ashâbının oruçtan dolayı hayli zorlandığını fark etti.
Arkadaşlarından bir tas su istedi ve getirilen bu suyu herkesin gözü önünde içti. Allah Resûlü'nün orucunu bozduğunu görenlerden bazıları derhâl oruçlarını bozdu, bazıları ise oruçlarına devam ederek bozmadılar. Bunu duyan Allah'ın Elçisi,
أُولَئِكَ الْعُصَاةُ أُولَئِكَ الْعُصَاةُ
“Onlar sözüme karşı geliyorlar, onlar sözüme karşı geliyorlar!” diyerek oruç tutmaya devam edenlerin bu tutumundan hoşlanmadığını bildirdi.[1]
Yolculuk hâli, başlı başına bir meşakkattir. Hemen her yolculuğun kendine göre birtakım riskleri, sıkıntıları ve güçlükleri vardır. Kişi eşinden, işinden, evinden uzak kalarak, zihnen ve bedenen yorulur.
Nitekim Peygamber Efendimiz,
السَّفَرُ قِطْعَةٌ مِنَ الْعَذَابِ ، يَمْنَعُ أَحَدَكُمْ نَوْمَهُ وَطَعَامَهُ وَشَرَابَهُ
“Yolculuk, uykunuzu ve yeme-içmenizi engelleyen bir çeşit azaptır.”[2] buyurarak yolculuğun sıkıntısını tarif etmiştir. Durum böyle olunca kişi, bir an önce evine, yurduna, ailesine sağ salim kavuşma çabası içinde hisseder kendini.
Kur'ân-ı Kerîm'de savaş ve hastalık gibi yolculuğun da sıkıntılı olduğuna işaret edilmiş ve bu durumlar için özel hükümlere işaret edilmiştir. Savaş esnasında kılınan namaz için olduğu gibi, yolculukta kılınan namaz için de kolaylık sağlanmıştır.
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذينَ كَفَرُوا
“Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur.”[3] âyeti her ne kadar savaş amacıyla sefere çıkılması hâlinde namazın kısaltılabileceğine işaret ediyorsa da, Peygamber Efendimizin uygulamalarından, bu âyetin diğer yolculuklarda namazların kısaltılmasını da kapsadığı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla hem savaş esnasında kılınan korku namazları hem de yolculukta kılınan namazlar için farklı kolaylıklar sağlanmıştır.
وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعيدًا طَيِّبًا
“Eğer hasta veya yolculukta iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse ya da hanımlarla cinsel ilişkiye girip de su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin.”[4] âyetinde yolculuğa çıkan insanların su bulamama gibi sıkıntılarla karşı karşıya kaldıklarında teyemmüm ederek namazlarını eda edebileceklerine işaret edilmektedir.
Aynı şekilde,
فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَريضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ وَعَلَى الَّذينَ يُطيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكينٍ
“Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyen ise bir yoksul doyumu fidye verir.”[5] âyetinde oruç konusunda hasta ve yolcu için özel kolaylık sağlandığı bildirilmiştir. Kulları için zorluğu değil daima kolaylığı isteyen Yüce Allah,6 sıkıntılı anlarında kullarına böyle kolaylıklar sağlamıştır.
Resûlullah'ın yaptığı yolculuklara bakıldığında, risâlet öncesinde ticaret; sonrasında ise hicret, cihad, umre ve hac yapmak için sefere çıktığı, seferin sıkıntılarını yaşayarak yolculuk esnasında yapılan ibadetlerle ilgili kolaylaştırıcı hükümleri uyguladığı ve bunları ashâbına da öğrettiği görülmektedir.
Bu hükümlerden biri hafif ve yumuşak deriden yapılan ve ayakları topuklarla birlikte örten bir çeşit ayakkabı olan mestler üzerine yapılan meshin süresi ile ilgilidir. Hz. Peygamber (sav),
الْمَسْحُ عَلَى الْخُفَّيْنِ لِلْمُسَافِرِ ثَلاَثَةُ أَيَّامٍ وَلِلْمُقِيمِ يَوْمٌ وَلَيْلَةٌ
“Mestler üzerine mesh süresi, yolcu için üç gün üç gece, mukim içinse bir gün bir gecedir.” buyurmuştur.[6]
Tâbiîn âlimlerinden Şureyh b. Hâni bir gün Hz. Âişe'ye gelerek yolculukta mest üzerine meshetme meselesini sorar. Hz. Âişe de ona, “Ali b. Ebû Tâlib'e git ve ona sor. Çünkü o Resûlullah (sav) ile birlikte sefere çıkıyordu.” der. Bunun üzerine Şureyh, Hz. Ali'ye gider ve Allah Resûlü'nün nasıl meshettiğini sorar. Hz. Ali, Resûlullah'ın (sav) yolcunun üç gün üç gece, mukim olanın da bir gün bir gece meshedebileceğini belirlediğini anlatır.8
Yine sahâbeden Huzeyme b. Sâbit'in, “Resûlullah (sav), '(Yolculukta) mestlere üç gün mesh edin.' buyurdu. Eğer bu sürenin daha fazla olmasını isteseydik onu artıracaktı.”9 ifadeleri, Allah Resûlü'nün her zaman, özellikle de seferde sıkıntıları gidermeye yönelik bir tutum sergilediğinin bir diğer işaretidir.
Hz. Peygamber'in yolculukta ashâbına öğrettiği önemli kolaylıklardan biri de namazların kısaltılarak ve cem edilerek kılınabileceğidir. Hicretin dokuzuncu senesiydi. Müslümanlara karşı savaşmak üzere Dımaşk'ta kırk bin kişilik bir ordu hazırlanmıştı. Böyle bir askerî harekât hazırlığını öğrenen Allah'ın Resûlü genel seferberlik ilân etti. Hazırlanan ordu Tebük'e doğru yola çıkmıştı. Gidilecek yer uzak, havalar ise sıcak ve kuraktı. Zorlu bir yolculuğa çıkılmıştı.10 Kur'ân-ı Kerîm bu yolculuğu (سَاعَةِ الْعُسْرَةِ) (güçlük zamanı) diye nitelemişti.11
Bu yolculuk esnasında Resûl-i Ekrem mola verip hareket edeceği zaman öğle vakti henüz girmemişse öğleyi ikindi vaktine kadar geciktirmiş ve ikisini bir arada kılmıştı. Öğle vakti girdikten sonra hareket edecekse, ikindiyi öne alarak ikisini bir arada kılmış, sonra hareket etmişti. Akşamdan önce hareket edeceği zaman akşam namazını geciktirmiş, akşamı yatsı ile birlikte kılmış; şayet akşamdan sonra hareket edecekse yatsı namazını öne almış, yatsıyı akşam ile birlikte kılmıştı.12
Peygamber Efendimiz cem uygulamasını “öğle ile ikindi” ve “akşam ile yatsı” namazlarını birleştirmek suretiyle yapıyordu.13 O, yolculukta varacağı yere acele gitmesi gerektiği zamanlarda da,14 düşman takibi ve korkusu gibi acele etmesini gerektiren bir durum bulunmadığı seferlerde de öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı cem ederek kılardı.15
Nitekim onun bu tutumuna şahit olan Abdullah b. Ömer gibi sahâbîler de böyle yapardı.16 Enes b. Mâlik Peygamber Efendimizin yolculuktaki namazı nasıl cem ettiğini şöyle anlatıyordu: “Hz. Peygamber (sav), öğle vakti girmeden sefere çıkacağı zaman öğle namazını ikindi vaktine kadar erteler, sonra iki namazı beraber kılardı. Öğle vaktinden sonra yola çıktığında ise namazını kılar yola öyle çıkardı.”17
Sevgili Peygamberimiz işlerin daima dengeli yürümesinden yana idi. İbadetleri ihmal etmeden bunların günlük hayatın akışı içindeki konumunu belirliyordu.
Saîd b. Cübeyr, İbn Abbâs'a, Hz. Peygamber'in Tebük Seferi'nde namazı neden cem ettiğini sorduğunda, “Ümmetini meşakkate sokmamak istediği için” cevabını almıştı.18 Böylece Allah Resûlü'nün sefere çıkan ashâbını karşılaşabilecekleri sıkıntılardan kurtarmak ve kolaylık sağlamak amacıyla namazları cem ettiği anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber'in seferde bizzat uygulayarak ashâbına gösterdiği kolaylıklardan biri de namazın kısaltılmasıdır. Hz. Âişe'den rivayet edilen,
فَرَضَ اللَّهُ الصَّلاَةَ حِينَ فَرَضَهَا رَكْعَتَيْنِ رَكْعَتَيْنِ فِى الْحَضَرِ وَالسَّفَرِ ، فَأُقِرَّتْ صَلاَةُ السَّفَرِ ، وَزِيدَ فِى صَلاَةِ الْحَضَرِ
“Allah, namazı farz kıldığı zaman, hazarda (barış durumunda ve yerleşik iken) ve seferde ikişer rekât olarak farz kılmıştı. Sonra sefer namazları oldukları gibi bırakıldı da hazar namazları artırıldı.”[7] hadisinden de anlaşıldığı gibi seferîliğin sıkıntısı göz önünde bulundurularak namazların rekât sayısında kolaylık sağlanmıştır.
İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav), Mekke'den Medine'ye yola çıkar ve âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başka hiçbir şeyden korkusu olmadığı hâlde namazlarını ikişer rekât olarak kılardı.20 O, bu kısaltmanın Yüce Allah'ın müminlere bir ikramı olduğunu söylerdi.
Ya'lâ b. Ümeyye, Ömer b. Hattâb'a, “Allah Teâlâ,
'Yeryüzünde sefere çıktığınızda, kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur.' 21 buyuruyor. Halbuki insanlar şimdi güven içindedirler. (O hâlde niçin seferde namazları kısa kılıyoruz?)” diye sormuştu. Hz. Ömer ona şöyle cevap verdi:
“Bu senin şaştığın şeye vaktiyle ben de şaşmıştım da onu Allah'ın Resûlü'ne sormuştum. O da,
صَدَقَةٌ تَصَدَّقَ اللَّهُ بِهَا عَلَيْكُمْ فَاقْبَلُوا صَدَقَتَهُ
'Bu, Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Allah'ın sadakasını kabul ediniz.'[8] buyurmuştu.”
Aynı soru Abdullah b. Ömer'e sorulunca o da, “Resûlullah (sav) bize peygamber olarak geldiğinde bizler dalâlette idik. O bize her şeyi öğretti; seferde namazı iki rekât kılmamız da bu öğretilenler arasındaydı.”23 cevabını vermişti.
Nitekim Mekke'nin fethi sonrası orada on sekiz gece kalan Hz. Peygamber, namazları ikişer rekât olarak kıldırmış ve (arkasına dönüp cemaate),
يَا أَهْلَ الْبَلَدِ صَلُّوا أَرْبَعًا فَإِنَّا قَوْمٌ سَفْرٌ
“Ey Mekkeliler! Siz namaz(lar)ı dörder (rekât olarak) kılın. Biz (Medineliler) seferîyiz.” buyurmuştu.[9]
Bu uygulamasıyla Allah Resûlü, yerleşik olanların, seferî olanın ardında namaz kıldığı zaman namazları nasıl tamamlayacağını da ashâbına öğretmiş oluyordu.
Hz. Ömer'in torunlarından Hafs b. Âsım şunları anlatmaktadır: “Biz yolculukta (amcam Abdullah) İbn Ömer'in beraberindeydik. İbn Ömer bize namaz kıldırdı. Farzdan sonra (sünnet kılmadan) beraber çıkıp gittik. İbn Ömer dönüşünde cemaatin bir kısmının (kalkıp) namaza durduklarını görünce, 'Bunlar ne yapıyorlar?' diye sordu. Ben de, 'Sünnet kılıyorlar.' dedim.
İbn Ömer 'Eğer ben (yolculukta) sünnet kılacak olsaydım farzımı tam kılardım! Ey kardeşimin oğlu! Ben Resûlullah (sav) ile beraber bulundum. Vefat edinceye kadar yolculukta iki rekât farzın dışında (sünnet namaz) kılmadı. Sonra Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte bulundum. Onlar da yolculukta iki rekâttan fazla kılmadılar. Bu zâtlar vefat edinceye kadar durum böyleydi.' dedi.”25
Diğer yandan Hz. Peygamber yolculuğa ait olmak üzere “bineği üzerinde iken deve yönünü hangi tarafa çevirirse çevirsin namazı kılardı.”26 şeklinde gelen rivayetlerden, Allah Resûlü'nün farz namazlarını yolculuğa ara verip dinlendiği zaman, nafile namazlarını da bineği üzerinde iken kıldığını anlıyoruz.
Câbir b. Abdullah'ın anlattığı üzere, Peygamberimizin farz olan bir namazı kılmak istediğinde bineğinden inip kıbleye yönelmesi27 de bu durumu teyit etmektedir.
Allah Resûlü aynı hikmetlerden ötürü yolcunun cuma namazı kılmayabileceğini belirtiyordu.28 Bununla beraber önemine binaen yolculukta da ezan, kâmet ve cemaatin ihmal edilmemesini istiyordu. Nitekim,
إِذَا سَافَرْتُمَا فَأَذِّنَا وَأَقِيمَا وَلْيَؤُمَّكُمَا أَكْبَرُكُمَا
“Bir yolculuğa çıktığınızda ezan okuyun ve kâmet getirin, en büyüğünüz de size imam olsun!” buyurmuştu.[10]
Allah Resûlü'nün seferlerinin bir kısmı Ramazan'da gerçekleşmişti. “Oruç, sayılı günlerdir. Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyen ise bir yoksul doyumu fidye verir.” 30 âyetinde yolcu ve hastaların yolculuk esnasında oruç tutamayabileceklerine işaret edilmektedir.
Hz. Peygamber'in Ramazan ayında yaptığı yolculuklarda oruç tuttuğu gibi tutmadığı da olurdu.31 Bir gün yanına Hamza b. Amr el-Eslemî gelmiş, yolculukta oruç tutabilecek güçte olduğunu söylemişti.32 Allah'ın Elçisi ona,
إِنْ شِئْتَ أَنْ تَصُومَ فَصُمْ وَإِنْ شِئْتَ أَنْ تُفْطِرَ فَأَفْطِرْ
“Tutmak istersen tut, tutmak istemezsen tutma.” buyurdu.[11]
Diğer bir rivayete göre ise,
هِىَ رُخْصَةٌ مِنَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَمَنْ أَخَذَ بِهَا فَحَسَنٌ وَمَنْ أَحَبَّ أَنْ يَصُومَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ
“Yolculuk esnasında oruç tutmamak, Allah tarafından verilmiş bir ruhsattır. Kim bu ruhsatı kullanırsa iyi yapmış olur. Kim de oruç tutmak isterse ona hiçbir günah yoktur.” demişti.[12]
Allah Resûlü'nün tavrını bilen sahâbîler kendi özel durumlarına göre oruç ibadetini ifa ediyorlardı. Durumu müsait olan, sağlığı elveren oruç tutuyor, müsait olmayan ise sonradan tutmak üzere orucunu erteliyordu.
Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî (ra), “Biz Ramazan ayında Allah'ın Resûlü ile birlikte yolculuğa çıkardık. Kimimiz oruç tutar, kimimiz tutmazdı. Fakat ne oruç tutan tutmayanı ne de tutmayan tutanı ayıplardı.” demişti.35
Diğer yandan inananları ibadete teşvik eden Hz. Peygamber, ashâbın bu konudaki hevesini bilse de yolculuğun ibadeti zorlaştırdığı hâllerde kolaylığı seçmeyi emrediyordu. Nitekim bir yolculuk esnasında sahâbeden biri oruçlu olduğu için fenalaşınca,
لَيْسَ مِنَ الْبِرِّ أَنْ تَصُومُوا فِى السَّفَرِ
“Seferde oruç tutmak iyilik değildir.” buyurmuştu.36
Peygamber Efendimizin zorlu hac yolculuğu için de tavsiyeleri vardı. Yol güvenliği konusunda sıkıntılar bulunması ve hac ibadetinin çok meşakkatli olması sebebiyle özellikle kadınlara yolculuk âdâbıyla ilgili tavsiyelerde bulunan Hz. Peygamber,
لاَ يَخْلُوَنَّ رَجُلٌ بِامْرَأَةٍ ، وَلاَ تُسَافِرَنَّ امْرَأَةٌ إِلاَّ وَمَعَهَا مَحْرَمٌ
“Hiçbir erkek yabancı bir kadınla yalnız kalmasın. Hiçbir kadın da beraberinde mahremi (kendisine nikâh düşmeyen yakını) bulunmaksızın sakın yolculuk etmesin.” buyurmuştu.
Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak, “Yâ Resûlallah! Ben şöyle şöyle bir gazveye katılacaktım. Eşim de hac yapmak üzere yola çıkmaya niyetlendi. Bu durumda (ne yapayım)?” deyince Peygamberimiz,
اذْهَبْ فَحُجَّ مَعَ امْرَأَتِكَ
“Sen de eşinle beraber hacca git.”[13] şeklinde cevap vermişti.
Çünkü hac yolculuğu başlı başına bir sıkıntı olduğu gibi, mukaddes topraklarda yaşanan aşırı izdiham ve meşakkat özellikle yalnız başlarına gelecek hanımların çeşitli sıkıntılara maruz kalmalarına neden olabilmekteydi.
Dolayısıyla kadınların mahremleri ile hac seferine çıkmalarının istenmesi, daha güvenli ve daha kolay hac yapmalarını temin etmeye yönelik bir tedbir idi.
Nitekim Resûlullah'ın (sav) uygulamalarını yakından bilen Hz. Ömer, yaptığı son haccında Hz. Peygamber'in eşlerine izin verip beraberlerinde de Osman b. Affân ile Abdurrahman b. Avf'ı göndermişti.38
Bu durum Peygamber Efendimizin, hanımların hacca gitme âdâbı ile ilgili tavsiyelerinin güvenilir kişilerin refakati ile onlara yardımcı olunmasını amaçladığını göstermektedir.
Hz. Peygamber'in,
لَوْ يَعْلَمُ النَّاسُ مَا فِى الْوَحْدَةِ مَا أَعْلَمُ مَا سَارَ رَاكِبٌ بِلَيْلٍ وَحْدَهُ
“İnsanlar tek başına yolculuk yapma(nın tehlikeleri) konusunda benim bildiğimi bilselerdi hiç kimse binitiyle tek başına gece yolculuğuna çıkmazdı.”[14] buyururken aynı şekilde erkeklerin de tek başlarına sefere çıkmamaları yönünde tavsiyede bulunduğu görülmektedir.
Buradan da konunun yol güvenliği ve o günün şartları ile ilgili olduğu; can, mal ve iffet emniyeti olduğu takdirde kadının mahremi olmadan, erkeklerin de tek başlarına sefere çıkmalarında bir sakınca olmayacağı anlaşılmaktadır.
Nitekim Peygamber Efendimizin,
وَاللَّهِ لَيَتِمَّنَّ هَذَا الأَمْرُ ، حَتَّى يَسِيرَ الرَّاكِبُ مِنْ صَنْعَاءَ إِلَى حَضْرَمَوْتَ لاَ يَخَافُ إِلاَّ اللَّهَ وَالذِّئْبَ عَلَى غَنَمِهِ ، وَلَكِنَّكُمْ تَسْتَعْجِلُونَ
“İslâm dini muhakkak surette kemale erecektir. Hatta bir kimse bineği üzerinde tek başına San'a'dan Hadramevt'e kadar (selâmetle) gidecek de Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacaktır.”[15] hadisi ve bu anlamda gün gelip bir kadının Hire kentinden yola çıkarak yalnız başına Kâbe'yi ziyaret edebileceğini belirten diğer hadisler41 bunu teyit etmektedir.
Kaynaklarımızdaki bazı hadislerden yolculuk konusunda tanınan bu kolaylıkları uygulayıp uygulamama hususunda insanların muhayyer oldukları da anlaşılmaktadır.
Hz. Âişe, Peygamber Efendimizle beraber çıktığı umre seferini şöyle anlatır: “Mekke'ye varınca, 'Anam babam sana feda olsun Ey Allah'ın Resûlü! Sen namazları kısalttın, ikişer rekât kıldın, ben ise kısaltmadan dört rekât kıldım. Sen iftar ettin, ben ise oruç tutmaya devam ettim.' dedim. Peygamber (sav) bana, 'İyi yaptın.' dedi ve yaptığımdan dolayı beni ayıplamadı.”42
Fakih sahâbîlerden Ebû Saîd el-Hudrî de benzer hâdiseyi şöyle anlatmaktadır: “Bir gün iki sahâbî beraber yolculuğa çıkmıştı. Namaz vakti geldiğinde abdest alacak suları yoktu. Temiz toprakla teyemmüm aldılar. Ardından namaz kıldılar. Fakat namaz vakti çıkmadan önce su buldular. Birisi abdestini tazeleyerek yeniden namaz kıldı, öbürü ise namazını iade etmedi.
Sonra Peygamber'e (sav) gelip durumu anlattılar, Allah'ın Elçisi, iade etmeyene,
أَصَبْتَ السُّنَّةَ وَأَجْزَأَتْكَ صَلاَتُكَ
'Sünnete uydun ve kıldığın namaz yeterlidir.' dedi. Abdest alıp namazını iade edene ise,
لَكَ الأَجْرُ مَرَّتَيْنِ
'Senin sevabın iki kattır.' buyurdu.”43
Allah Resûlü, seferden döndüğünde Allah'a şükür amacıyla iki rekât namaz kılıyordu. Kuşluk vakti yoldan döndüğü zaman (doğru) mescide girer ve oturmadan önce iki rekât namaz kılardı.44
Nitekim Câbir b. Abdullah diyor ki, “Ben bir seferde Peygamber'in beraberinde bulundum. Medine'ye geldiğimiz zaman Peygamber (sav) bana,
ادْخُلِ الْمَسْجِدَ فَصَلِّ رَكْعَتَيْنِ
'Mescide gir de iki rekât namaz kıl.' buyurdu.”45
Böylece Efendimiz seferin sıkıntılarından kurtularak evine selâmetle vardığında Allah'a şükretmenin güzel bir haslet olduğunu ashâbına öğretiyordu.
İslâm, Allah ile kul arasındaki ilişkiye son derece önem veren bir dindir. Hem yolculuktaki sıkıntı ve meşakkatler dikkate alınarak tanınan kolaylık ve ruhsatlar hem de bütün zorluklara rağmen namazın kısaltılarak veya birleştirilerek kılınmasına verilen önem, Yüce Allah'ın kullarına olan sevgisinin ve onları mânevî huzurunda istemesinin bir ifadesidir.
Fakih sahâbîlerden İbn Abbâs'ın rivayet ettiği, “Allah, namazı Peygamberinizin (sav) dilinden hazarda (barışta ve yerleşik hâlde iken) dört, seferde iki, korku zamanında da bir rekât olarak farz kıldı.”46 hadisi, müminlere gösterilen merhamet ve ikramı en güzel şekilde ifade etmektedir.
Yolculuk, hastalık, savaş gibi sıkıntılı zamanlarda ibadet etmenin kolaylaştırılması bir yandan insanların ibadete devamını sağlayıp iştiyaklarının kırılmamasını temin ettiği gibi diğer yandan da gönüllerinin rahata ermesini sağlamaktadır.
İslâm dininin, hükümlerini zaman ve coğrafî şartları da dikkate alarak herkesi kucaklayacak şekilde vazetmesi, evrenselliğinin bir gereğidir. Bugün gayet konforlu ve rahat yapılan yolculuklar olduğu gibi; imkânsızlık sebebiyle ya da iklim ve coğrafyanın zorluklarından dolayı ağır şartlarda yapılan yolculuklar da vardır.
Şurası bir gerçektir ki, yolculuktaki ruhsatları kullanmanın sebep ve hikmeti meşakkatten ziyade bizâtihi yolculuktur. Belli mesafedeki bir yolculuğa niyetlenen herkes bu ruhsatlardan yararlanma hakkına sahiptir.
Peygamber Efendimizin bizzat uygulamalarında görüldüğü üzere, dört rekâtlı farz namazların ikişer rekât olarak kılınması, iki namazın birleştirilerek bir vakitte kılınması, nafile namazları binek üzerinde kılmanın ve suyun bulunamaması hâlinde teyemmümün caiz olması, cuma namazının terk edilebilmesi, mestler üzerine mesh müddetinin üç güne kadar uzatılması, Ramazan orucunun kaza edilmek üzere sonraya bırakılmasına izin verilmesi gibi pek çok husus, ibadetlerin uygulanışında yolculara tanınan ruhsatlardır.
Dileyen bu ruhsatları değil de azimeti uygulayabilir yani ibadetleri hazardaki (mukîm iken) hâlleriyle yerine getirmeyi tercih edebilir. Ancak tanınan bu kolaylıkların “Allah'ın bir ikramı” olduğunu unutmamak gerekir.
[1] Müslim, Sıyâm, 90.
[2] Buhârî, Cihâd, 127
[3] Nisâ, 4/101.
[4] Mâide, 5/6.
[5] Bakara, 2/184.
[6] Ebû Dâvûd, Tahâret, 60.
[7] Buhârî, Salât, 1.
[8] Müslim, Müsâfirîn, 4.
[9] Ebû Dâvûd, Sefer, 10.
[10] Nesâî, Ezân, 7.
[11] Nesâî, Sıyâm, 56.
[12] Nesâî, Sıyâm, 57.
[13] Buhârî, Cihâd, 140.
[14] Buhârî, Cihâd, 135.
[15] Buhârî, İkrâh, 1.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam