EN GÜZEL ÖRNEK[1]
Peygamberlerin en önde gelen görevleri, Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini insanlara tebliğ etmek, sözlü ve uygulamalı olarak açıklamaktır. Bütün Peygamberler bu görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmişler ve ümmetlerine örnek olmuşlardır.
Kur’ân’da, değişik vesilelerle Peygamberlerin tebliğ görevlerini yerine getirdikleri vurgulanmış, Peygamberimiz hakkında;
وَدَاعِيا ً إِلَى اللَّهِ بِإِذ ْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرا
“Allah’ın izniyle bir dâvetçi ve nur saçan bir kandil” (Ahzâb, 33/46) benzetmesi yapılmıştır. Peygamberimiz (a.s.)’ın insanlık için model ve örnek olduğuna, insanlığın önünü, yolunu aydınlattığına bu ayetle işaret edilmektedir. Ayrıca Yüce Allah,
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
“Andolsun ki, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb, 33/21) buyurarak, Peygamberimizin her konuda örnek alınacak bir model olduğunu açık bir şekilde ifade etmiştir. İşte bu sebeple, ashâb-ı kiram onun hayatını titizlikle izlemiş, ilkelerini hem kendileri için örnek almış, hem de sonraki nesillere büyük bir gayret ve özenle nakletmiştir. Dolayısıyla Peygamberimizi örnek almak her müslüman için, öncelikli dinî bir görevdir. Yüce Allah,
وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَانَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ ِ
"Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neden sakındırdı ise ondan da geri durun, Allah'a karşı gelmekten sakının” (Haşr, 59/7) anlamındaki âyet ile Peygambere uymayı tekitli ve geniş anlamlı olarak emretmiştir.[2]
.و انك لعلى خلق عظيم “Sen büyük bir ahlak üzeresin”[3] ve
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiyâ, 21/107) anlamındaki âyetler ile de yüce Allah, Peygamberimizin kıyamete kadar bütün insanlara örnek alacağını vurgulamıştır.
O'nun tebliğ edip sözlü ve uygulamalı olarak açıkladığı ilkeler, sadece müslümanlar için değil, bütün insanlar için yol göstericidir. Çünkü o, insanları hidâyete ulaştırmak üzere gönderilmiş bir peygamberdir. Düşmanlarına karşı beddua ve lanet etmesini talep edenlere:
إنِّي لم ابعث لعانا و انما بعثت رَحْمَةً "Ben lanetçi olarak değil ancak rahmet peygamberi olarak gönderildim”[4] şeklinde cevap vermesi, bunun en açık delillerinden biridir. Bu, gerçek bir rahmettir ve bu rahmet umumidir.
Peygamberimiz bize her yönüyle örnektir. Çünkü o, güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir.
َ بُعِثْتُ لأُتَمِّمَ حُسْنَ الأَخْلاَقِ "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim”[5] anlamındaki sözü bu gerçeği ifade etmektedir. Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen ve hiç şüphesiz bu konuda en güzeli ortaya koyan, yaşayarak aleme örnek olan Peygamberin ahlakı ne idi? Bunun cevabını Hz. Aişe validemizden öğreniyoruz. Ona. Peygamber’in ahlakından sorulduğunda;
الست تقرأ القرآن قلت بلى قالت فإن خلق نبي الله القرآن
“Siz Kur’an’ı okumadınız mı? Evet okudum, dedim Allah'ın Peygamberinin ahlakı Kur’an idi”[6] diye cevap vermiştir. Hz. Aişe'nin bu cevabından anlıyoruz ki, Kur'an'ın emir ve yasaklarına uymak en güzel ahlaktır. Müslüman, âyet ve hadislerde yer alan hükümlere uyduğu zaman, Peygamberi kendine örnek edinmiş olur. Bu davranışı onun dünya ve ahrette kurtuluşuna vesile olacaktır. O zaman, hem dünyada güzel ahlakı ile övülmek, insanlar arasında hoş bir yere sahip olmak, hem de ahirette kurtulmak, cennette Cenab-ı Hakkın güzel kulları için hazırladığı nimetlere kavuşmak isteyen, başka bir ifade ile gerçek bir mümin olmak isteyen herkes Kur’an ahlakına uymalı, Kur’an ve sünnetin rehberliğinde bir hayat yaşamalı, bu yoldan asla ayrılmamalıdır.
İslâm bilginlerinden İbn Hazm: “Ahiret iyiliğini, düzgün yaşayışı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen kişi, Hz. Muhammed’i örnek alsın. Çünkü Rasûlüllah, bütün hayırlarda en ileridedir. Allah, onun ahlâkını övmüş, faziletleri en mükemmel şekliyle onda toplamış ve onu her türlü kusurlardan arındırmıştır”[7] diyerek bu önemli noktaya dikkat çekmektedir. Mutasavvıflardan Abdülkerim Ceylî de, “Ben nerede ve ne zaman İnsan-ı kamilden söz açmışsam bahsettiğim kişi Hz. Muhammed’dir. O varken bir başkasına insan-ı kamil diyemem”[8] derken, mübalağa etmiş değildir. Gerçekten Allah Resulü her bakımdan kamil bir insandır ve örnektir. Peygamberimiz (a.s.), 23 sene gibi kısa bir zamanda, tarihte eşine az rastlanır muazzam bir değişiklik meydana getirmiştir. Basit meseleler yüzünden bile birbirlerini kolayca öldürebilen, kız çocuklarını diri diri toprağa gömebilen bir kavimden, “asr-ı saâdet” yani, “mutluluk çağı” diye söz ettiren, karıncayı ezmekten bile sakınan örnek bir toplum oluşturmuştur.
Hz. Peygamber’in bu başarısında, onun yüce ahlakı, yaşadığı hayat, benimsediği ilkeler, tutum ve davranışları bütünüyle etkindir. Dolayısıyla, onun davranışlarının bir kısmını alıp diğerlerini göz ardı etmek mümkün değildir. Başka bir ifade ile o, her hali ile bize örnektir, örnek alınmalıdır. Gerçek bir mü’min olmak isteyen kimse, bu hususu böyle düşünmeli, böyle anlamalı ve onun sünnetine uymalıdır.
Hz. Peygamberin söz ve fiillerinde, hayatın her sahasıyla ilgili insanlığın takip edeceği örnekler vardır. Onun sünneti, yolundan gidenlerin hayatlarını sevgi, güzellik, huzur ve hayırla süsleyebilecekleri örneklerle doludur.[9]
Onun güzel ahlak hususunda örnek oluşu, kendisine peygamberlik vazifesi verilmeden önce başlamıştır. Zira, kırk yaşına kadar oturmuş kişiliği ve güzel ahlakı ile o toplumda dikkat çeken birisi olarak tanınmıştır. Eşi Hz. Hatice’nin, ilk defa vahyin geldiği gün, onu sakinleştirmek ve teselli etmek için söylediği şu sözler, onun kişiliğini tanımak ve güzel ahlakının unsurlarını görmek açısından oldukça önemlidir. “…Vallâhi, Allah seni utandırmaz. Çünkü sen, akrabalarına bakarsın, sözün doğrusunu söylersin, fakir ve muhtaçlara elinden gelen yardımı yapar, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafirlere ikram eder, onları ağırlarsın. Hak’tan gelen felaketler karşısında insanlara yardım edersin.”[10]
Onun ne nübüvvetten önce ne de sonraki hayatında, insanlarla olan ilişkilerinde hiçbir problem ve kınanacak herhangi bir ahlâkî kusuru olmamıştır.[11] O, Allah’ın himayesi ile şirke düşmemiş, toplumundaki yaygın içki, kumar, falcılık ve fuhuş gibi kötülüklere bulaşmamıştır.
Allah’ın gönderdiği son Peygamber olan, insanlık için örnek teşkil eden ve hayatı başından sonuna kadar tespit edilen bir zatın, geçmişinde en ufak bir lekenin bulunmaması çok anlamlıdır. Bu husus, kıyamete kadar gelecek insanların ona bakış açıları itibariyle son derece önemlidir. İnanan ve inanmayan herkes onun ahlâkının güzelliğini kabul etmiştir. Zira;
كَانَ نبي الله اَحْسَنَ النَّاسِ ْ خُلْقا
"Hz. Peygamber, ahlâk itibariyle insanların en güzeli idi"[12]
Peygamberimiz (a.s.), ümmetine güzel ahlâkın önemini her defasında anlatmış ve
إِنَّ مِنْ أَخْيَرِكُمْ أَحْسَنَكُمْ خُلُقًا “Mü’minlerin en mükemmel olanı, ahlâkı en güzel olanıdır”[13] buyurmuştur.
Mekke müşrikleri onu, atalarının dinini terk ettiği, şair, mecnun ve sihirbaz olduğu yönünde çok çeşitli iddiâ ve iftiralarla halkın gözünden düşürmeye çalışmışlar; onunla ve ona inanan insanlarla alaya almışlar, hakaret etmişler, zulmetmişler, ablukaya alıp açlığa mahkum etmişlerdir. Ancak, onda asla ahlâkî bir noksanlık bulamamışlar, bu sebeple de ona bir kusur isnat edememişlerdir. Peygamberi örnek alarak yaşamaya çalışan bizlerin de kendi çevremizde böyle bilinmemiz gerekir. İnsanlar sizi sevebilir veya sevmeyebilir. Ancak, eğer siz doğruysanız, hakiki bir mü’min olarak yaşamaya çalışıyorsanız, sizdeki güzellikleri de takdir edeceklerdir. İslam’ın diğer insanlara en güzel anlatımı da bu olsa gerektir.
Peygamberimizin her davranışı, başka bir ifade ile onun ahlakı bizim için en güzel örnektir. Onun güzel ahlakının bir kısmını anlatmaya çalışacağız.
DOĞRULUĞU
Peygamberimizin güzel ahlakı içerisinde en dikkat çekici olan hususlardan birisi onun “doğruluğu"dur. Peygamberimiz bir doğruluk timsali idi. Doğruluk, onun hayatının her safhasında var olan bir hasletti. Onun içi-dışı, özü-sözü birdi. O hem doğruluğu öğütlüyor hem de söylediklerini aynen uyguluyordu. Kendisinden nasihat isteyen Abdullah ibn es-Sakafî'ye قل امنت بالله فاستقم “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol”[14] buyurmuştur. Burada, doğruluğun Allah’a imandan sonra dile getirilmesi ve doğrulukla Allah’a iman arasında bağlantı kurulması dikkat çekicidir. Dünyanın gelmiş geçmiş en güvenilir insanı olan Peygamberimiz, kendisini doğruluk konusunda sık sık muhasebeye tabi tutmuş ve
شيبتنى سورة هود وسورة الو اقعة
“Beni Hûd ve Vâkıa sûreleri ihtiyarlattı”[15] demiştir. Çünkü Hûd sûresinde
وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ,فا سْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
“Seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı da gitmeyin zira o, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir” buyurulmuştur (Hûd 11/112). Bu ve benzeri âyetler onu derin düşüncelere sevk etmiş ve yormuştur. İsmet (günahsız olma) sıfatıyla muttasıf, doğruluğu cihanda herkes tarafından bilinen zatı bu emirler ne kadar düşündürmüşse bizi de en az onun kadar düşündürmeli ve etkilemeli değil midir?
Peygamberimiz, doğruluktan ayrılmadığı gibi, insanlara da daima doğru olmalarını telkin etmiştir. Hz. Peygamber dâvet ettiği dine, herkesten önce bütün samimiyetiyle kendisi bağlanmış ve bu dinin prensiplerini kendi hayatında uygulamıştır.[16] Günlerce oruç tutmuş, ayakları şişinceye kadar ibadet etmiştir.
قَدْ غَفِرَ لَكَ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأخَّرَ؟ قَالَ: أﻓﻼ أكُونُ عَبْدا شَكُوراًً
“Ey Allah’ın Resûlü! Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladığı halde yine bunu mu yapıyorsun?” diye soran sevgili eşi Aişe’ye "şükreden bir kul olmayayım mı?" cevabını vermiştir.[17]
O, kendini hiçbir zaman üstün ve muaf görmemiştir. Kur’ân’da bir çok defa, kendisine vahiy edilene uyması emredilmiştir. Zümer sûresinin 12. âyetinde yer alan,
وَاُمِرْتُ لِاَنْ اَكُونَ اَوَّلَ الْمُسْلِمينَ “Ben müslümanların ilki olmakla emrolundum” şeklindeki ifade, (Zümer,39/12) onun bir çok konuda olduğu gibi, ahlâk ve fazilette de öncü ve rehber olmasını emretmektedir.
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذيرًا () قُلْ مَا اَسَْلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِلَّا مَنْ شَاءَ اَنْ يَتَّخِذَ اِلى رَبِّه سَبيلًا
“(Ey Peygamberim!) Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. De ki: ‘Buna karşı sizden, Rabbine karşı doğru yol tutmayı dileyen kimseler olmanız dışında herhangi bir ücret istemiyorum” (Furkân, 25/56-57).
Mekke'nin ileri gelenleri, Hz. Peygamber’in sadece Allah’ın rızasını gözettiğini kavrayamamışlardı. Bu sebeple onu davasından vazgeçirebilmek için değişik teklifler sunarak onu yolundan çevirmek istediler. “Mal ve servet verelim, hepimizin zengini sen ol. Seni kendimize lider yapalım” gibi kendilerine göre cazip tekliflerde bulundular. Peygamberimiz, “Sizin söyledikleriniz bana gerekli değildir. Ben sizin ne malınızı, ne de makam ve mansıbınızı istiyorum. Allah beni size elçi olarak gönderdi, kitap indirdi. Size müjdeci ve korkutucu olmamı emretti. Ben de Rabbimin emrettiği görevi ifa ettim, nasihat ettim. Eğer kabul ederseniz, bu sizin dünya ve âhiretteki kazancınızdır. Eğer reddederseniz, Allah sizinle benim aramda hüküm verinceye kadar sabrederim”[18] demiştir.
Hz. Peygamber, maddeyi yalnızca bir araç olarak görmüş, onu gaye haline getirmemiştir. Asla lükse ve israfa yönelmemiş, dengeli ve sade bir hayat yaşamıştır
Kötülüklerin en fenası, bir insanın inanmadığı bir fikri savunması ve yapamayacağı bir şeyi söylemesidir.Yüce Allah,
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُون كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ أَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُون
“Ey îman edenler! Yapmayacağınız şeyi ne diye söylüyorsunuz? Yapmayacağınız bir şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir öfkeye sebep olur” buyurulmuştur (Sâf, 61/13). Peygamberimiz bu ilahî emri hayatında en güzel biçimde uygulamıştır.
GÜVENİLİR OLMASI
Peygamberimizin diğer önemli bir özelliği ise “güvenilir” olmasıdır. Güvenilirlik, başka bir deyişle emanet, bütün Peygamberlerin ortak niteliklerinden biridir. İman ile güvenilir kimse olmak arasında sıkı bir bağ bulunduğuna işaret eden Peygamberimiz (a.s.),
الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِه وَيَدِهِ وَالْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ عَلَى دِمَائِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların emin olduğu kimsedir. Mümin de diğer insanların canları ve malları hususunda kendisine güvendiği kimsedir”[19] buyurmuştur. Hz. Peygamber (a.s.), gençliğinden itibaren güvenilir, emanete riâyet eden ve iffetli bir kimse olarak tanınmış ve “el-emîn” diye anılmıştır.[20]
Mekkeliler kıymetli eşyasını ona teslim ediyorlardı. Hicret esnasında, müşriklerin kendisini öldürmek üzere evini çevreledikleri kritik anda bile o, yanındaki emanet eşyayı sahiplerine teslim etmek üzere Hz. Ali’yi görevlendirmiştir. Mekke’den Medine’ye son hicret edenlerin Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir olduğu hatırlanırsa teslim edilecek malların müşriklere ait olması ihtimali son derece büyüktür. Yani o kendisini öldürme planları yapanların mallarını teslim etmek için gayret göstermektedir. Canını kurtarma zamanı diyebileceğimiz zor şartlar altında bunun için gerekli organizeyi yapmak, bunu düşünebilmek ne kadar ulvi bir davranıştır! Dünya acaba böylesi bir insana bir kez daha şahit olmuş mudur? Tabii ki, müslümanım deyip de bunun tam tersi gayret ve faaliyetin içerisinde bulunan, bu davranışlarıyla da toplumu yaralayanların dikkatine bu hususu arz etmek isterim.
İslâm’ın süratle yayılmasında Hz. Peygamber’in güvenilir oluşunun büyük etkisi olmuştur. Şâyet O, davranışlarıyla güven vermeyen birisi olsaydı, elbette insanlar onun etrafında toplanmazlar ve ona destek vermezlerdi. Çünkü bütün insanların, beşeri ilişkilerinde karşısındakilerden beklediği şeylerin başında, güven duygusu gelmektedir. Müslümanların, söz ve davranışlarıyla toplumda güven telkin etmesinin ne kadar önemli olduğu da ortadadır.
AFFEDİCİ VE HOŞGÖRÜLÜ OLUŞU
Peygamberimizin önemli özelliği de onun “affedici ve hoşgörülü” olmasıdır. Hoşgörülü Hz. Peygamber’in en belirgin özelliklerinden biridir. Peygamberimiz (a.s.), insanların kusurlarını affetmede ve ayıplarını gizlemede en ön sıradadır. O, şahsı için asla kimsenin gönlünü kırmaz, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Ancak yapılan hata, Allah’ın bir emir veya yasağının ihlali ise, o zaman mutlaka uyarır, ancak kırıcı olmazdı. Hata eden şahıs bir topluluk içinde bulunuyorsa yanlışlığı isim vermeden düzeltirdi. Hz. Peygamber’in hoşgörüsü o kadar genişti ki, tahammül edilmesi çok zor hallerde bile, engin müsamahasını bozmamıştır. Şu olay, bunun güzel bir örneğidir: Bir gün bedevînin birisi gelip mescidin köşesine abdestini bozmuştu. Orada bulunan ashap, bedevînin üstüne yürümek isteyince, Peygamberimiz, onu serbest bırakmalarını söylemiş, sonra da yanına çağırarak, mescitte abdest bozmanın uygun bir davranış olmayacağını söylemiş, mescitlerin Allah’ı zikretme, namaz kılma ve Kur’ân okuma yerleri olması dolayısıyla temiz tutulmaları gerektiğini ona tatlı bir dille anlatmıştır. Sonra da bir kova ile su getirterek kirlenen yeri temizlettirmiştir.[21] Peygamberimizin mescidinin tabanı o zaman kum idi. O bu davranışıyla hoşgörüsünün nerelere kadar uzanabildiğini, başka bir ifade ile hoşgörüsünün boyutunu bize göstermiş, bir bakıma da insan kazanma metodu olarak tüm ümmetine bunu göstermiştir. Bu olayı günümüze getirelim ve nasıl bir tepki vereceğimizi bir düşünelim. Takva ehli müminlerin özellikleri sıralanırken, و العافين عن الناس “Onlar insanları affedicidirler…”(Âl-i İmrân, 3/134) âyetinde yer alan ve insanlar anlamına gelen “nâs” kelimesinin, imanlı-imansız şeklinde bir kayıtlanmaksızın mutlak kullanılması, affın kapsamı konusunda da bize bir fikir vermektedir.
O, bireyler arasında bir sevgi yumağı oluşturmak istemiş ve
وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ َﻻ تَدْخُلُوا الجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا،
“Allah’a yemin ederim ki, müslüman olmadıkça cennete giremezsiniz", sonra da insanın iliklerine kadar işleyen bir ifade ile,
وََﻻ تُؤْمِنُوا حَتّى تَحَابُّوا “Birbirinizi sevmedikçe de tam anlamıyla inanmış olmazsınız" buyurmuştur.[22] Konuyla ilgili başka önemli bir hadis de şöyledir:
مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِى تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ وَالْحُمَّى بِالسَّهَرِ
“Mü’minler birbirini sevmede, birbirine merhamet etmede ve her konuda yardımlaşmada bir beden gibidirler. Zira, vücudun herhangi bir organı hastalanınca, diğer organları da uykusuzluk ve acıyla bundan rahatsız olur, etkilenirler.”[23]
Hz. Peygamber’in getirdiği ilkeler, sadece sevgi ve merhamet boyutuyla kalmamış aynı zamanda hiç kimseye haksızlık yapmamayı ve müslümanların ihtiyaçlarını gidermeyi de içine almıştır. “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, zalime teslim de etmez. Kim, bir kardeşinin ihtiyacını gidermede yardımcı olursa, Allah da ihtiyaçlarını gidermekte ona yardımcı olur. Kim bir müslümanın üzüntüsünü giderirse, Allah da kıyamet günü onun üzüntüsünü giderir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter”[24] buyurarak yardımlaşma ve kaynaşma sağlamıştır.
Kur’ân’ın birçok ayetinde affedici olmak teşvik edilmiş ve insanları affedenlerin büyük ecir ve mükafata erişecekleri beyan edilmiştir.[25]Kur’ân’ın canlı örneği olan Hz. Peygamber de insanları affetmeyi kendisine şiâr edinmiştir. Hz. Aişe, Peygamberimizin iki önemli özelliğine dikkat çekerek şöyle söylemiştir: “Allah’ın Resûlü, iki şeyden birini seçmek durumunda kaldığında, günah olmadıkça kolay olanı seçerdi… bir de Allah’ın Resûlü, kendisiyle ilgili kötülüklerden dolayı asla intikam peşinde koşmadı. Fakat Allah’ın bir kanunu ihlal edilince, mutlaka bunun cezasını verirdi.”[26]
O, amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi affetmiş, kendilerini İslâm’a çağırmak üzere gittiği Taif’te, çok kötü muameleye maruz kalmasına rağmen onlara bedduâ etmemiş ve onları bağışlamıştır. Mekke’nin fethi gününde herkesi toplayıp, kendisine 21 sene boyunca zulüm, haksızlık, eza, cefa ve işkence eden kimselere: “Şimdi benden ne bekliyorsunuz?” diye sorunca, onlar yaptıklarından dolayı utançlarını gizleyememişlerdi. O büyük insan, Mekke halkına sükûnetle şöyle seslenmiştir: “Size hiçbir ceza yoktur, gidiniz, hepiniz serbestsiniz”. Bunun üzerine, Mekkeli bir lider olan Attab, beklenmeyen bu genel af karşısında o kadar şaşırmıştı ki, kendisini tutamayıp Hz. Peygamber’e yaklaşmış ve, “Ey Muhammmed! Ben Attab b. Esîd’im” demiş ve sonra da kelime-i şehadet getirerek müslüman olmuştur. Bunun üzerine Hz. Peygamber gülümseyerek; “Seni Mekke valisi olarak tayin ediyorum” demiştir. Böylece O, çok kısa bir süre öncesine kadar azılı düşmanı olan bir kimseyi, şehrin valisi olarak tayin etmiş ve fethedilen bölgeyi onlara emanet ederek Medine’ye dönmüştür.[27] Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber’in şahsında bütün müminlere;
خُذْ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَن الْجَاهلين
“(Ey Peygamberim!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir” buyurulmaktadır (A’râf, 7/199).
Affedebilmek, gerçekten alicenaplıktır, büyüklüktür. Haklı olduğunu bile bile, insan nefsine zor geldiği halde hakkından feragat her kişinin değil, er kişinin harcıdır. Bütün bu örnekler ve daha niceleri Hz. Peygamber’in ne derece af taraftarı olduğu konusunda bizlere fikir vermektedir.
ŞEFKAT VE MERHAMETİ
Peygamberimizin en önemli özelliklerinden biri de çok şefkatli ve merhametli olmasıdır. O, daima yumuşaklığı, şefkat ve merhameti kine, öfkeye ve sertliğe tercih etmiştir. Onun bu davranışı Kur'ân'da şöyle bildirilmektedir:
فبما بحمة من الله لنت لهم ولو كنت فظا غليظ القلب لانفضوا من حولك فاعف عنهم واستغفر لهم و شاورهم في الامر فاذا عزمت فتوكل على الله ان الله يحب المتوكلين
"Allah’ın rahmetinden dolayı ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever” (Âl-i İmran, 3/159).
Yumuşak huyluluk ve hoşgörü arasında bir bağlantı vardır. Zira, beşeri ilişkilerinde hoşgörülü olabilen kimseler, yumuşak huylu da olabilirler.
"من يحرم الرفق، يحرم الخير" “Yumuşak huydan yoksun olan, iyilikten de yoksun olur”[28] buyuran Peygamberimiz (a.s.), bu ahlâkî ölçüyü kendisine şiar edinmiştir. Hz. Enes’in anlattığı şu olay oldukça ilginçtir: “Rasûlullah ile beraber yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından yapılmış sert ve kalın yakalı bir elbise vardı. Çölde yaşayan bir Arap, yaklaşarak Hz. Peygamber’in elbisesinden kuvvetlice çekti. O kadar ki, elbisesinin yakası ensesinde iz bıraktı. Sonra şöyle dedi: “Ey Muhammed! Sende olan Allah malından (ganimetlerden) bana verilmesi için emret. Bunun üzerine Hz. Peygamber, o adama döndü, gülümsedi ve kendisine bir şey verilmesini emretti.”[29]İnsanlara örnek olma ve İslam dinini en güzel şekilde sunma gayreti içinde olan bizlerin de gerektiğinde bu müsamahayı gösterebilmesi çok önemlidir. Öfkelendiğinde bile yumuşak huylu olabilenleri, Peygamberimiz pehlivanlardan daha güçlü kabul ederek,
لَيْسَ الشَّدِيدُ بِالصُّرَعَةِ
"Pehlivan, güreşte insanları yenen kimse değildir" buyurmuştur. Ashabı,
قَالُوا فَالشَّدِيدُ أَيُّمَ هُوَ يَا رَسُولَ اللَّهِ
"Ey Allah'ın Elçisi! Öyle ise pehlivan kimdir?" diye sormuş, bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.),
قَالَ الَّذِى يَمْلِكُ نَفْسَهُ عِنْدَ الْغَضَبِ "Pehlivan, öfkelendiğinde kendine hakim olabilen kimsedir”[30] buyurmuştur.
MÜTEVAZİ OLUŞU
Peygamberimizin önemli bir özelliği de mütevâzî oluşudur. O, kendisini hiçbir zaman başkalarından üstün görmezdi. Bir meclise geldiği zaman ayağa kalkılmasından hoşlanmaz, toplum içinde baş köşeye oturmayı sevmez, boş bulduğu bir yere otururdu. Kendi eşyasını başkalarına taşıtmak istemez, hizmetçilerle yemek yemekten çekinmezdi. Evinde ailesine yardımcı olur; elbisesini yıkar, elbisesinin sökülen yerlerini diker ve koyunları sağardı. Kendisini halktan biri olarak görür ve krallar gibi aşırı saygı gösterilmesini tasvip etmezdi.[31] Konuşmak üzere gelen bir adam, titremeye başlayınca,
هَوِّنْ عَلَيْكَ فَإِنِّى لَسْتُ بِمَلِكٍ إِنَّمَا أَنَا ابْنُ امْرَأَةٍ تَأْكُلُ الْقَدِيدَ “
Arkadaş titreme! Ben kral değilim. Ben, Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum”[32] buyurmuştur. Mekke müşriklerinin bütün haksız tutumlarına ve onu öz yurdundan çıkarmaya kadar varan baskılarına rağmen, Mekke’nin fethinde büyüklük hissine kapılmamış, tevâzuundan başını öne eğmiştir.[33] Hz. Peygamber’in bu tavırları bütün müslümanlar için örnek teşkil etmelidir. Zira bu güzel davranış, fertler arasında sevgi ve saygı meydana getirdiği gibi, kişinin Allah katındaki derecesinin yükselmesine de sebeptir. Bu duruma dikkat çeken Peygamberimiz,
وَمَا تَوَاضَعَ أَحَدٌ لِلَّهِ إِلاَّ رَفَعَهُ اللَّهُ ٌ.
“Allah için tevazu gösteren kimsenin, Allah derecesini yükseltir” buyurmuştur. [34]
Samimi birer Müslüman olma gayreti ile yaşayan bizler, her yönümüzle Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya benzemeli, her hareket ve davranışımızda onu örnek almalıyız. Bu şekilde yaşanan bir hayat bize bu dünyada huzur ve saadet getirirken, ahrette de Allah’ın lütfünün bir gereği olarak hazırladığı Cennete girmemize vesile olacaktır. Sözlerimi Mevlana’nın şu güzel öğütleriyle bitirmek istiyorum:
Cömertlikte ve yardımda akarsu gibi ol, şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol, Hoş görmede deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün, Ya göründüğün gibi ol!
[1] Bu bölüm, Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından hazırlanmıştır,
[2] Keskin, Yusuf Ziya, Nebevî Hoşgörü, s. 17.İstanbul 1997.
[3] Kalem, 68/4.
[4] Müslim, Birr, 87. III, 2007.
[5] Muvatta, Husnü’l-Hulk,1, H. No: 8, II, 904.
[6] Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 18. I,514; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 2, III, 199.
[7] Çağrıcı, Mustafa, “Nebevî Öğretide İdeal Birey, Toplum ve Devlet”, Hz. Peygamber’in Hayatından Davranış Modelleri, s. 73. .3. Baskı, Ankara 2000,.
[8] Büyükkörükçü, Tahir, Mevlana ve Mesnevi Gözüyle Peygamber Efendimiz, , s. 8. Konya, tarihsiz..
[9] Fazlu’r- Rahman, Sîret Ansiklopedisi, III, 198,199. İstanbul 1990.
[10] Buhari, Bed’ül-Vahy, 3, I, 3; Müslim, İman, 252, I,141. Ahmed, VI, 223.
[11] Karacabey, Salih, “Hz. Peygamber’in İnsan İlişkilerine Verdiği Önem”,Diyanet İlmî Dergi, (Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) Özel Sayısı), , s. 102. Ankara, 2000 .
[12] Buhari, Edeb, 112, VII, 119; Müslim, Edeb, 30, II, 692, 30.Tirmizî, Birr, 69, IV, 368, 2015.
[13] Buhari, Edeb, 38, VII, 81; Tirmizî, Radâ, 11, III, 466, 1162; Ahmed, II, 250.
[14] Müslim, İman, 62, I, 65; Ahmed, III, 413, IV, 385.
[15] Tirmizî, Tefsir, 57, 3297, V, 402.
[16] Sarıçam, İbrahim, Hz. Peygamber’in Çağımıza Mesajları, Ankara 2000, s. 2.
[17] Buhari, Teheccüd, 6, II, 44; Müslim, Sıfâtu'l-Münafikîn, 79, III, 2171. Tirmizî, Salât 304, II, 268, 269.
[18] İbn Hişam, es- Sîretü’n-Nebeviyye, I, 295-296. İkinci, baskı, Mısır, 1955.
[19] Müslim, İman, 14, I, 65.
[20] İbn Hişam, I, 336; Sarıçam, s. 10.
[21] Buhari, Edeb, 35, VII, 80; Müslim, Taharet, 98. I, 236; Ebu Davud, Taharet, 137, I, 264.
[22] Müslim, İmân 93. , 74; Ebû Dâvud, Edeb 142.V, 378; Tirmizî, İsti'zân 1. V, 52.
[23] Müslim, Birr ,17, 66. III, 1999.
[24] Ebu Davud, Edeb, 46. V, 202.
[25] Bakara, 2/263; Âl-i İmran, 3/133,134; Şuarâ, 42/37,43; Nûr, 24/22; A’raf, 7/199;
[26] Buhari, Edeb, 80, VII, 101.
[27] Hamidullah, Muhammed, “Hem Rahmet ve Hem de Harp Peygamberi” (Tercüme Yusuf Ziya Kavakçı), Diyanet Dergisi (Peygamberimiz Özel Sayısı), . 93-94. Ankara, 1971.
[28] Müslim, Birr, 23. III, 2003.
[29] Buhari, Libas, 18,VII, 40, Humus, 19, IV, 60; Müslim, Zekat, 128, 1057, I, 730,731.
[30] Müslim, Birr , 30. III, 2014.
[31] Kâdî İyâz, Ebu’l-Fadl, eş-Şifâ bi Ta’rîfi Hukûki’l-Mustafâ, , 132-133. Beyrut, tarihsizb
[32] İbn Mâce, Et’ıme, 30. II,1101.
[33] Bûtî, M. Saîd Ramazan, Fıkhu’s-Sîre, s. 404-405. Onunucu baskı, Beyrut 1991,
[34] Müslim, Birr, 69. III, 2001; Tirmizî, Birr, 82. IV, 376; Muvattâ, Sadaka, 12, II, 1000.