Abdurrahman AKBAŞ
a.akbas25@hotmail.com
RU'YET-İ HİLÂL ile NİKÂH-TALÂK ARASINDAKİ İLGİNÇ BENZERLİK
27/10/2017 İlk bakışta "ru'yet-i hilal ile nikah-talak arasında nasıl bir ilişki olabilir ki?" diye düşünebilirsiniz. Esasen ikisi arasında büyük, mühim ve "çıplak" bir benzerlik var. Birisi (ru'yet-i hilâl), İslam'ın temel şartlarından biri olan oruç ibadetinin başlangıç ve bitişini tesbit için Hz. Peygamberin ortaya koyduğu ölçüyü ifade ederken; diğeri (nikah-talak), İslam toplumunun temeli olan aile kurumunun tesis ve ilga şartlarını tayin etmektedir. Toplumun en temel kurumu olan aileyi oluşturan nikah ve nihayetini ifade eden talak, özünde dünyevî bir antlaşmadır. Haddizatında evlilik, dünyevî bir olgudur. Aile yeryüzünün ilk ve en önemli kurumudur. İnsanî değerlerin yaşanabilmesi ve sonraki kuşaklara aktarılmasında aileden daha etkin ve önemli bir kurum olduğu söylenemez. Zaten taşıdığı öneme binaen aile, gelişigüzel değil; belli şartlar çerçevesinde gerçekleştirilen, her iki taraf için de hak ve ödevler yükleyen "nikâh" akdiyle tesis edilir. Nikah akdi için her toplum ve medeniyetin kendince şartları ve ölçüleri vardır. Bizim medeniyetimizin de... Bu önemli kurum, İslam nazarında toplumun ilmî, ahlakî ve dinî yapısının özetidir. Toplumun sıhhati bu kurumun sıhhatine balığıdır. İşte İslam nazarında nikâh, böylesine önemli bir kurumun mukavemetini tesis eden ve ciddiyetini tescil eden bir sözleşmedir. Günümüz Türkçe'sindeki karşılığı "evlilik" olan "nikâh" kavramı, Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde defalarca geçen dinî bir kavramdır. Allah Rasulü (sav) hayattayken Medine'deki nikâhları kendisi akdederdi. Fakat ne ayetlerde ne hadislerde ne de fıkıh kitaplarında bu nikâhtan "dinî nikah" ya da "imam nikahı" diye bahsedilmez. "Dinî nikah" veya "imam nikahı", 1926'da İsviçre Medeni Kanunu'nun kabul edilmesinden sonra ortaya çıkan kavramlardır. Devam eden süreçte din adamlarının da lokomotif olmasıyla bu ayrım günümüzde tam bir toplumsal soruna dönüşmüştür. Bugün aile hayatıyla ilgili muhatap olduğumuz sorunların kahir ekseriyetinin temelinde bu ayrım yatmaktadır. Evlilik sözleşmesinin dini literatürdeki meşru tek karşılığı "nikâh"tır. Önünde veya arkasında bir tamlayan olmadan kullanılır. Yani nikâh, nikâhtır. Nikâh bir sözleşmedir. Sözleşmelerde ise kayıt, önemli bir yaptırım aracıdır. Bu günlerde evlilik sözleşmesinin kayıt alıntına alınması hususunda yapılan yasal değişiklik (müftülere yetki verilmesi), bu ayrımın ortadan kaldırılması için önemli bir fırsat sunuyor bize. Artık bu fırsatı değerlendirerek öze/asla dönmeyi hızlandırmak din âlimlerinin ve onların oluşturduğu birliklerin/kurumların insiyatifindedir. Bu sebeple, ülkemizin en yetkin fetva ve irşad mercii olan Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, "ru'yet-i hilâl" konusunda gösterdiği ilmî dirayeti, nikah ve talak konusunda da görmek arzumuzdur. Buna gerçekten ihtiyaç var. Şükür ki artık elverişli ortam da var. Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, bu çerçevede bir sempozyum, çalıştay, vs. yaparak yeni toplumsal savrulmalara zemin oluşmadan sorunu mutedil bir çözüme taşıması elzemdir. Bu, aynı zamanda kuruluş kanununun temin ettiği yasal bir hak ve görevdir. Marjinal grupların ve hatta devlet/diyanet düşmanı birilerinin kara propaganda yaparak müftülerin gerçekleştireceği nikahın meşruiyetini de sorgulamasına fırsat vermeden. Toplumsal değişim bir süreç olayıdır. Yapılacak mütalaa sonucunda çıkacak kararı akşamdan sabaha herkesin kabullenmesi düşünülemez tabi. Zira nikâh konusunda oluşan bu çarpık algının yerleşmesi yaklaşık bir asır sürdü. Kaldırılması da zaman alacaktır. Küçük de olsa bir adım atmak gerek. Baharlar bir çiçekle gelir. Bu zor olabilir fakat imkansız da değildir. Ulaşılan bilgi ve tekniğin sağladığı imkanlara dayanarak oruç ayının başlangıcını ve bitişini tayin için hilali gözlemeye gerek kalmadığını kabul edebiliyoruz. Ne âlâ... Fakat imzalı bir kağıdın en güçlü vesika kabul edildiği günümüzde, en önemli toplumsal kurumunun kuruluş ve dağılışında dünyevî hiçbir bağlayıcılığı kalmayan tek bir sözü hâlâ yeterli görmek sorgulanası bir tutumdur. Hadis-i şerifte öyle geçiyor diye çıplak gözle "ru'yet" ısrarından ötürü Suudi Arabistan'ı, maksadı anlamamakla eleştiriyoruz. Peki biz, nikâh ve talakla ilgili hadis-i şeriflerdeki meksadı anladık da o sebeple mi temelsiz bu ayrımı teamül haline getirdik? Değil maalesef... Suudilerin "ru'yet" hususundaki hadislere yaklaşımı ile bizim nikah-talak hususundaki hadislere yaklaşımımız tam bir paralellik arz ediyor. Hiç bir farkımız yok. Sorumuzu yineleyelim: Nikah ve talak hakkındaki ayet ve hadislerin de ru'yet-i hilâl hususunda olduğu gibi makâsıd odaklı okunmasının önündeki engel nedir? Üstelik kayıt altına alınmayan nikah ve talak uygulamalarının yeni mağdurlar ve mazlumlar doğurmaması için buna fazlasıyla ihtiyaç varken. Resmî kayıt altına alınmayan sözleşmeler (nikah-talak), İslam'ın öngördüğü güçlü ve adilâne bir aile kurumunu nasıl tesis edebilir? Yaşadığımız son yüzyılın ailevî sorunlarını da göz önüne alarak nasları mekasıd çerçevesinde okumanın, şerî deliller bakımından mümkün ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Doğrusunu Allah bilir. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
KADİR GECESİ BİR BAŞLANGIÇTIR - 08/05/2021 |
Kadir Gecesi Bir Başlangıçtır |
NAMAZIN RUHU: ALLAH'I ANMAK - 25/05/2020 |
Namazla alakalı üzerinde önemle durulan husus, şeklinden ziyade anlam ve ruhuyla alakalıdır. Bu bağlamda namazın, insanın bireysel ve sosyal hayatındaki potansiyel etkisine ve anlamına işaret eden ayetler üzerinde tefekkür etmek elzemdir. |
NAMAZ BİR LÜTUFTUR - 21/05/2020 |
İslam’da ibadet denince akla ilk gelen, dış görünüşü itibariyle bir takım şekil, zikir ve kıraatten ibaret fakat gerçek mahiyeti, Yaratıcı kudret karşısında derin bir huşu ve içten bir münacat olan namaz ibadetidir. |
İLETİŞİM ÇAĞINDA BİLGİNİN YÖNETİMİ: DİJİTAL YAYINCILIK - 23/02/2020 |
Genç kuşakların ve özellikle ilk oyuncakları elektronik cihazlar olan günümüz çocuklarının hayat tasavvurları, istikametleri ve istikballeri, onların ellerinden düşürmedikleri akıllı cihazlarında yer alabilenler tarafından belirlenecektir.. |
İNSAN, ŞEYLERİN NESİ OLUR? - 04/01/2020 |
“İnsan nedir?” sorusuna dair en temel yargının, “İnsan şeydir.” önermesi olduğunu düşünüyorum. Bu önerme, her ne kadar ağyârını mâni olmasa da efrâdını câmi bir tanımdır. Zira insan, ontolojik bakımdan bir “şey”dir. |
ERDEMLİ HAYATIN SACAYAĞI ÜÇ ORGAN - 21/09/2019 |
İnsan bedeninde hayatî öneme sahip üç organ var ki bunlar, onun sadece yaşamasını değil, hayatının kalitesini de tayin eder. Birbirleriyle sıkı etkileşim içinde olan bu organlar, ancak birlikte sıhhatli olursa insanın sağlık ve izzetine vesile olur |
EN BÜYÜK GÜVENCE - 19/06/2019 |
Çocukluğumuzun güvencesi insanlar vardı hayatımızda. Şimdi büyüdük ve güvencesi olduk çocuklarımızın. Ne var ki büyüse de bir güvence arıyor insan. Hem güven kadar neye ihtiyaç duyurulur ki? |
KELİMELER ELE VERİR - 13/06/2019 |
Herhangi bir meramı anlatmak için kullanılan kelimelerin, muhatabı bilinçaltı gerçeklere ulaştıracak kodlar barındırdığı üzerinde bir tedebbür denemesi... Kelimelerimiz, kimliğimizdir. |
ÇOCUKLARIMI NASIL TERBİYE ETMELİYİM? - 08/06/2019 |
Çocuk terbiyesi, günümüzde her ne kadar eğitim-öğretim (talim-terbiye) misyonuyla okullara (öğretmenlere) yüklenmiş gibi görünse de bu iş aslen ebeveynin görevidir. İşte "Ne olmalıyım?" sorusuna İslamî perspektiften birkaç cevap: |
Devamı |