• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Abdurrahman AKBAŞ
a.akbas25@hotmail.com
KAŞ YAPAYIM DERKEN...
11/09/2017

Kaş yapayım derken çıkardığınız gözlerden haberiniz var mı?

Bir kaç yıldır her geçen gün daha da sertleşerek hatta çirkefleşerek devam eden bir tartışma var. Tartışmanın tarafları Kur'ancılar(!) ve Hadisçiler(!)... Her kimse bunlar? Açtıkları yolda kazananlar var elbet, fakat kaybeden hep müslümanlar...

Aslında bazı zayıf (veya mevzu) hadisler üzerinden başlatılan bu tartışma, körüklenerek geldiği noktada Kur'an-Sünnet ayrımına dönüştürüldü. Bu çatışma, zaten derdi bin olan İslam âlemi için tam bir fecaat arz etmeye başladı.

Reyting uğruna görsel medyada ve egosunu tatmin etme adına sosyal medyada ayağa düşürülen bu tartışma ne gerçekleri ortaya çıkarıyor ne de günümüz müslümanlarının herhangi bir derdine derman oluyor.

O halde kelli felli hocaların eliyle yürütülen bu işle neye hizmet ediliyor?

Bu bir yana asıl merakım şu:

Bu ayrışmanın/ayrıştırmanın finansörü kim? Bu tefrika ateşini tutuşturan kıvılcımlar hangi ocaklardan/odaklardan sıçradı? Bu proje kimin?

Birileri İslam âlemi için sun'î (sanal) gündemler oluşturarak, müslümanları kutuplaştırıp ötekileştirerek ne yapmak istiyor?

Bir an için her iki tarafın savunucularının da iyi niyetli olduklarını düşünelim. 

Bu durumda hadis merkezli hareket edenler, hadisler olmadan Kur'an'ın ve İslam'ın anlaşılamayacağını savunmaktalar. Hadislerin sıhhati konusunu irdeleyenlerin de İslam dışı mihrakların sözcülüğünü yaptığını iddia etmekteler. Bu ön kabulün ve hadisler elden gidiyor endişesinin onları iyice hırçınlaştırdığını söylemek mümkün. Fakat bu tartışmalarda (kendi ifadeleriyle) "hakkı izhar etme" yerine haklılıklarını ispat etmeye çalışmaları meseleyi daha da çözümsüzleştirmiyor mu? Sırf zanna dayalı bir endişeden dolayı zayıf hatta uydurma hadisleri bile tevil ederek çoğu defa Kur'an'a muhalefet ettiklerinin farkında değiller mi?

Öte yandan hadisleri reddedenler ise, salt Kur'an merkezli hareket ederek hadislerin güvenilir olmadığını iddia etmekteler. Gerekçeleri ise, Kur'an'ın indirildiği anda yazılmış olduğu ve hadislerin sonradan tedvin edildiğidir. İyi de Kur'an'ın indiği anda yazıldığını bize bildiren de hadisler değil midir? Hadisleri büsbütün reddederek aslında bindikleri dalı kestiklerinin farkında değiller mi?

Din dilimizi bu çatışmacı üsluptan ne zaman kurtaracağız? Kökleri tarihin derinliklerindeki beyhude tartışmalardan ne zaman sıyrılıp da ümmetin kanayan yaralarına derman arayacağız? Sırf birilerine tepki olsun diye değil de asr-ı saadette olduğu gibi sağduyu ile fikir üretmeye yeniden nasıl döneceğiz? Birbirimizle çatışmadan İslam'ı anlamayı, yaşamayı ve yaşatmayı ne zaman başaracağız?

En önemlisi, dini konuların mahremiyet sınırlarını ne zaman idrak edeceğiz? Çünkü hoca/âlim kisvesiyle en mahrem meseleler hakkında uluorta yapılan tartışmaların halk/avam nezdinde ne denli kırılmalara sebep olduğuna bizzat şahit oldum.

Bir gün görevim gereği girdiğim bir mekânda orta yaş üzeri bir amcayı yirmili yaşlardaki bir gençle tartışırken buldum. Tartışmada sesler yükselmiş, gözler dönmüş ve adeta kılıçlar çekilmişti. 

Hacı amca, beni görür görmez sözünü kuvvetlendirecek bir yardımcı bulmuş edasıyla tartıştığı genci işaret ederek

- "Hocam şuna bir şeyler söyle! Bu zındık hadisleri kabul etmediğini söylüyor. Sünneti inkâr ediyor. Kafir oldu." diye haykırdı.. 

Ben de 

- "Hele bir sakin olun" diyerek gence yöneldim ve gerçeği kendinden duymak için "Hacı amcanın söyledikleri doğru mu? Hadisleri kabul etmiyor musun?" diye sordum. 

Genç, kendinden emin bir şekilde

- "Evet" dedi.

Bunun üzerine gençle aramızdaki diyalog hacı amcanın saldırgan bir şekilde söze girip onu ortamdan uzaklaştırmasına kadar şöyle devam etti:

- Sevgili kardeşim tam olarak neyi kabul etmiyorsun?

- Hadisleri kabul etmiyorum. Hiçbiri doğru değil hepsi sonradan uydurulmuş.

- Bunu nereden çıkarıyorsun?

- Çünkü hadisler Peygamberimizden çok sonra yazılmış, hepsi uydurma sözlerdir. Hiç birini kabul etmiyorum.

- Peki, neye inanıyorsun ya da İslam'ın kaynağı olarak neyi kabul ediyorsun?

- Kur'an'a inanıyorum. Kur'an'ı kabul ediyorum.

- Neden?

- Çünkü o indirildiği anda yazılmış ve hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiş.

- Amennâ.... Fakat indiği anda yazıldığını sen nereden biliyorsun? 

- ......!!! (Derin bir sessizlik)

Sakin bir şekilde devam eden diyaloğumuzdaki bu kısa suskunluğu fırsat bilen hacı amca (maalesef) tekrar araya girip genci azarlayarak ortamdan uzaklaştırdı. Ve maalesef genç kardeşimiz, belki de yeniden düşünmesini sağlayıp kendisini taassuptan kurtaracak şu soruyu duymadı: 

- Kur'an'ın indiği dönemde yazıldığını bize haber veren de hadisler değil midir? Sen bu kadar kesin ifadelerle ve toptancı bir anlayışla bütün hadisleri inkâr ve reddederek aslında savunduğun Kur'an'ın sıhhatini sorgulamış olmuyor musun? Hatta dayandığın kaynağın gerçekliğini reddetmiş olmuyor musun?

..... 

Belli ki bu genç kardeşimiz okuyarak, anlayarak ve kavrayarak değil; birilerinin telkin ve dayatmasıyla Kur'an ve Hadis anlayışı oluşturmuş kendisine. Savunduğu fikirlerin kendisine ait olmadığı kesin. Tâbi olduğu hatta intisap ettiği hocaların (genellikle iyi niyetle açıkladığı) yorumlarını hüküm zannederek onları sorgulanamaz ve değişmez hakikat olarak kabul etmesidir.

Öte yandan babasından miras kalan geleneksel din anlayışına dört elle sarılan fakat genci ikna edecek ilmi gücü kendisinde bulamayınca şiddete yönelen hacı amcaya ne demeli?!

Şimdi soralım:

Bu tartışmalarla, bu dışlamalarla ve özellikle isim vererek kişileri tezyif ve tahkir etmekle İslam adına veya müslümanlar lehine hangi menfaat elde edilmiştir?

Müslümanların hangi sorununa çözüm üretilmiştir? 

Yahu nedir bu dinin müslümanlardan çektiği? 

Sünnet, Kur'an'ın uygulaması; Kur'an ise, sünnetin ta kendisi değil midir? 

Yaşadığım bu küçük hadiseden kendimce şu sonuçları çıkardım:

• Dinin en temel konularında bile yeterince bilgisi bulunmayan insanların önünde (TV, Sosyal Medya vs.) mahrem sayılacak konuların çatışmacı bir üslupla tartışılması, dinleyicilerin fikir ve ruh dünyasında çok büyük tahribata sebep olmakta.

• Anlama duyularını kapatıp sadece anlatma duyularıyla yapılan münazaraların, hakikati ortaya çıkarması şöyle dursun, kısır bir çekişmeden öteye geçmediği aşikâr.

• Hakkı ortaya koymak yerine sadece haklılıklarını ispata odaklanmış din âlimlerinin(!) bu tartışmaları, müslümanları kutuplaştırmaktan başka bir işe yaradığını söylemek zor.

• Medya reytinglerine alet edilen bu münazaralar, fikirlerin değil, kategorize edilmiş kişilerin üzerinden yürütüldüğü için hemen horoz dövüşüne evriliyor. Çünkü görsel medya genellikle çatışmadan beslenir.

• Her iki tarafın takipçileri (müntesipleri), sosyal medya vasıtasıyla bu çatışmayı daha da büyüterek kutuplaşmayı derinleştirebiliyor.

• Özellikle bu tür kısır tartışmaların iğfal ettiği gençler, meselelere intisap şuuruyla yaklaşarak farklı fikir ve yorumlara hepten kapılarını kapatabiliyor.  Dahası, kendisinden farklı düşünen dostlarıyla bile selamı kesebiliyor. 

• Esasen buradaki en temel sorunlardan birisi de tarafların kendilerinden son derece emin olmasıdır. Fikirlerini din zannetmeleri ve onların sorgulanmasına bile tahammül edememeleridir. Her birinin sadece kendi fikir ve iddialarının hak olduğunu savunup karşı tarafı da dini tahrif etmeye çalışmakla suçlamasıdır.

Üstelik her iki taraf da cihad ettiğini zannederek.  

Oysa her zaman bir ihtimal daha vardır...

 



2714 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

KADİR GECESİ BİR BAŞLANGIÇTIR - 08/05/2021
Kadir Gecesi Bir Başlangıçtır
NAMAZIN RUHU: ALLAH'I ANMAK - 25/05/2020
Namazla alakalı üzerinde önemle durulan husus, şeklinden ziyade anlam ve ruhuyla alakalıdır. Bu bağlamda namazın, insanın bireysel ve sosyal hayatındaki potansiyel etkisine ve anlamına işaret eden ayetler üzerinde tefekkür etmek elzemdir.
NAMAZ BİR LÜTUFTUR - 21/05/2020
İslam’da ibadet denince akla ilk gelen, dış görünüşü itibariyle bir takım şekil, zikir ve kıraatten ibaret fakat gerçek mahiyeti, Yaratıcı kudret karşısında derin bir huşu ve içten bir münacat olan namaz ibadetidir.
İLETİŞİM ÇAĞINDA BİLGİNİN YÖNETİMİ: DİJİTAL YAYINCILIK - 23/02/2020
Genç kuşakların ve özellikle ilk oyuncakları elektronik cihazlar olan günümüz çocuklarının hayat tasavvurları, istikametleri ve istikballeri, onların ellerinden düşürmedikleri akıllı cihazlarında yer alabilenler tarafından belirlenecektir..
İNSAN, ŞEYLERİN NESİ OLUR? - 04/01/2020
“İnsan nedir?” sorusuna dair en temel yargının, “İnsan şeydir.” önermesi olduğunu düşünüyorum. Bu önerme, her ne kadar ağyârını mâni olmasa da efrâdını câmi bir tanımdır. Zira insan, ontolojik bakımdan bir “şey”dir.
ERDEMLİ HAYATIN SACAYAĞI ÜÇ ORGAN - 21/09/2019
İnsan bedeninde hayatî öneme sahip üç organ var ki bunlar, onun sadece yaşamasını değil, hayatının kalitesini de tayin eder. Birbirleriyle sıkı etkileşim içinde olan bu organlar, ancak birlikte sıhhatli olursa insanın sağlık ve izzetine vesile olur
EN BÜYÜK GÜVENCE - 19/06/2019
Çocukluğumuzun güvencesi insanlar vardı hayatımızda. Şimdi büyüdük ve güvencesi olduk çocuklarımızın. Ne var ki büyüse de bir güvence arıyor insan. Hem güven kadar neye ihtiyaç duyurulur ki?
KELİMELER ELE VERİR - 13/06/2019
Herhangi bir meramı anlatmak için kullanılan kelimelerin, muhatabı bilinçaltı gerçeklere ulaştıracak kodlar barındırdığı üzerinde bir tedebbür denemesi... Kelimelerimiz, kimliğimizdir.
ÇOCUKLARIMI NASIL TERBİYE ETMELİYİM? - 08/06/2019
Çocuk terbiyesi, günümüzde her ne kadar eğitim-öğretim (talim-terbiye) misyonuyla okullara (öğretmenlere) yüklenmiş gibi görünse de bu iş aslen ebeveynin görevidir. İşte "Ne olmalıyım?" sorusuna İslamî perspektiften birkaç cevap:
 Devamı
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam1190
Toplam Ziyaret5020205
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI