13/11/2024
İnsanlık, aydınlanma ile büyük bir ivme yakalamış, bilim ve teknoloji alanında önemli aşamalar kat etmiş, yapay zekânın kullanıma sürülmesi ile de öngörülemez bir noktaya doğru evrilmiştir. Modern insanın bu başarısına karşın ahlaki alanda benzer bir gelişim gösteremediği ve insani değerler düzleminde iyi bir sınav veremediği hususunda neredeyse görüş birliği vardır. Yaşlı dünyamızın tecrübe ettiği varlık içinde yokluk, toplum içinde yalnızlık, savaş, göç, gözyaşı, zulüm gibi bunaltıcı durumlar, her geçen gün farklı boyutlarda kendini göstermeye devam etmektedir. Dolayısıyla bugün dünyanın gidişatı ve geleceği hususunda hiç de iç açıcı olmayan pek çok görüş ileri sürülmektedir.
Modern insan elde ettiği teknolojik imkanlarla kendini yetkin görmekte ve yine kullanıma sürdüğü yapay zeka ile de dinin dışında yeni bir anlam tecrübesine ulaşmış tavrı içindedir. Şöyle ki kartezyen bir bakış açısı ile hayatı dini alan ve din dışı alan şeklinde iki parçaya ayırmıştır. Hayatı bir bütün olarak tasavvur eden İslam dini ise dini alan, din dışı alan şeklinde bir ayırıma gitmez. "Eşyada asıl olan ibahadır" ilkesi ile İslam, hayatın tamamına yönelik kuşatıcı bir dil kullanır. İslam'ın din ve dünya anlayışı kutsal alan, kutsal dışı alan şeklinde parçacı bir yaklaşımı benimsemez. Tam aksine din ile dünya arasında kopmaz bir bağ kurar.
"Modern insan hayatı bütüncül kavrayamadı" söylemine sahip olan İslam âlemi de ne yazık ki üzerine düşeni tam anlamıyla yerine getirebilmiş değildir. İslam'ın, insanı varoluş amacı doğrultusunda belli yetkinliğe ulaştırma kapasitesi vardır. Gel gör ki Müslümanlar İslam'ın her yönü ile hayatı kuşatan güzelliğini yansıtabilecek bir kültür üretememişlerdir. Bu alanda ortaya konan sermayenin, insan kaynağının, üretim araçlarının, cemiyetlerin, vakıf-dernek türü yapıların ve hatta umudun iyi yönetilememesi, beklenen sonucu doğuramamıştır.
Sosyal ve ekonomik hayat başta olmak üzere yaşamın birçok alanında baş gösteren temsil sorunu, teknolojinin açığa çıkardığı ahlaki zafiyetler, bireysel ve kurumsal hatalar, Müslümanların kalesinde yeni gedikler açılmasını kaçınılmaz kılmıştır. İslam dinine yönelik yeni sorgulama kanallarının oluşması ve Müslümanlara yönelik olumsuz eleştiri alanlarının açılması sonucunu doğurmuştur. Bu manada iki tür din karşıtlığı dikkat çekmektedir. Biri, doğal din karşıtlığı ki bu İslam hakkında çok fazla önyargı taşımayan özellikle Batı toplumlarında görülen ilkesel duruşu ifade eden bir tür din karşıtlığıdır. Diğeri ise tepkisel din karşıtlığıdır ki daha ziyade halkın çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde görülmektedir. Haddizatında bu anlayış, farklı saiklerle oluşan ön yargı üzerinden dine değil sadece İslam'a karşı sergilenen bir karşıtlıktır. Şu bir gerçek ki söz konusu karşıtlığın ikincisi, birincisi ile kıyaslanmayacak kadar önyargılı, sığ ve pespayedir. Buna paralel olarak da içerde yaşanan ciddi bir kırılma ile İslam'a karşı ilgisizlik artmış, dinin ve dindar kesimin sözü değer kaybetmiştir. Bununla da kalmamış Müslüman toplum içinde çözülmeler baş göstermiştir. Sekülerleşme denilen şey de zaten dinin ve dindarların söylediklerinin dikkate alınmamasıdır. Bugün hala sıcaklığını koruyan bu sürecin anlaşılmasına yönelik daha ciddi analizler yapılması hayati önem taşımaktadır. Ne var ki konu ile doğrudan ilgili olan kesimler veya kurumlar yeterince meseleyi kavrayamamış olmalı ki tali meseleler etrafında enerji sarf etmeye devam edilmektedir.
Gelinen noktada modernitenin ürettiği seküler alanları esasında din dışı değil tamamen modern kutsal alanlar olarak nitelendirmek daha isabetli görünmektedir. Alışveriş merkezleri, futbol arenaları, eğlence merkezleri, büyük meydanlar, gökdelenler, her alanda üretilen modern enstrümanlar ve görkemli mabetler bütünüyle seküler hayatın kutsalları olarak görülebilir.
İslam dünyasında ise geleneksel dini anlayışlar ve kurumsal dini yapılar farklı biçimlerde tebarüz eden yorumlarla çeşitlilik kazanmıştır. Geleneksel kalıpların dışına taşan dini görünümlü ezoterik ve gizemli yapılar toplumda bolca görünür olmuştur. İnsanlığın geleceğini tehdit eden küresel gelişmeler bir yana bu yapılar daha kendi müntesiplerinin sorunlarına yönelik bir kültür oluşturma ve çözüm üretme kabiliyetine sahip değillerdir. Dini yapıların İslam dünyasını kasıp kavuran sorunlar karşısında büründüğü sessizlik can yakıcı türdendir. Bu yapıların içe dönük yıkıcı rekabeti, nicelik üzerine kurulmuş niteliksiz yığınlar görünümü ise kaygı verici boyutlara ulaşmıştır.
Pek tabii, burada dile getirdiğimiz temel sorun teolojik alanda yapılan çalışmalar veya tartışmalar değildir. Asıl mesele dünya ölçeğinde yaşanan insanlık krizine yönelik Müslümanların bir pozisyon alma ihtiyacı hissetmemeleridir. Temel hak ve özgürlükler alanında oluşan derin boşluğun İslam'ın hayata dair teklifleri ile doldurulamayışıdır. Mevcut dini yapıların İslam'ın kapasitesini temsil edebilecek durumda olmayışlarıdır. Olanca imkâna rağmen bugünün insanına hitap edecek dili tutturamaması sebebiyle söz ve ahlak üstünlüğünü kaybetmiş olmasıdır. Bu noksanlıktan dolayı oluşan boşluğu doldurmaya aday olan anlayış ise daha ziyade seküler yaşamın veya gizemli dini yapıların olduğu görülmektedir. Bu da hem seküler alanı beslemekte hem de gerçek dini yapılara paralel olarak vücut bulan benzeri sosyal yapıların mantar gibi çoğalması ve dolayısıyla yeni pazar ve istismar alanlarının oluşması sonucunu doğurmaktadır.
Başka bir mesele de sekülarizmin gündemdeki yerini koruduğu bir dönemde materyalizmin yorgun düşürdüğü insanın yeni bir sükûnet limanı arayışı içinde olmasıdır. Bu çerçevede son zamanlarda Avrupa toplumlarında hissedilir oranda İslam'a yöneliş olduğu gözlemlenmektedir. Filistin özelinde yaşanan haksızlıklara karşı fıtratın itirazı olarak da değerlendirilebilecek bu gelişmeyi İslam'ın dalga dalga geldiğine yormak mümkün müdür? Modernizmin tıkadığı hayatı, erdem ve fazilet ekseninde yeniden yorumlama ve derin kriz yaşayan insanlığa bütün kurumları ile yaşanabilir bir hayat sunma potansiyeli, elbette İslam'da vardır. Ancak, Müslümanlar insanlık için yaşanabilir, kapsayıcı ve ferahlatıcı yeni bir bakış ve özgün bir model oluşturma becerisini ortaya koyamadıkça Müslüman olanlara bakarak İslam'ın dalga dalga gelişinden söz etmenin mümkün olup olmadığını yeniden değerlendirmek gerekebilir. Mevcut duruma yönelik belki Müslümanların sayı olarak arttığını yani "99 kişiydik 100 kişi olduk" denilebileceğini söylemek mümkündür.
Tarihte eşine az rastlanır derin sorunların girdabında insan, devasa krizlere maruz kalmış, güven ve umuda hasret kalmış, gelecek kaygısı içinde bir çıkış peşindedir. İslam'ın erdemli insan ve faziletli toplum teklifini bugüne taşımak, insanlığın suya, havaya ihtiyacını karşılamak mesabesindedir. Bu noktada sorumluluğun en büyüğü, Müslüman aydınlarımızın omuzlarındadır. Zira onlar, İslam'ın hakikatlerini ve rahmet mesajlarını nebevî yöntemle bugüne taşıyabildiklerinde ve "şehrin diğer ucundan çıkıp gelen adam" misyonu ile hakkı beyan edebildiklerinde, insanlığın hasret duyduğu güvenin ve umudun adresi olabileceklerdir.
Peki, bunu yapacak aydınlarımız ne durumdadır. Görünen o ki tam olarak dünya ahiret dengesini tutturamamış, yoğun dini söylem odağında kaybolmuş, yeni bir şey üretmek şöyle dursun eskiyi tüketme hastalığından kurtulamamıştır. Modern zamanların krizlerine çözüm üretmesi gerekenler, geçmişin ilhamı ile bugünün idrakini uzlaştırmak ve gelecek vaadetmek yerine devleştirilen tarihin gölgesinde kaybolmuşlardır. Dolayısıyla buradan herkes için yaşanabilir, kapsayıcı ve ferahlatıcı yeni bir teklifin çıkacağı beklentisi, beyhude bir avuntu olarak kalacak gibidir.
Almanya/Mainz Bemuf İlahiyattan selamlar. 13.11.2024