Dr. Murat KALIÇ
AKIL MI DUYGU MU?
23/05/2023 Kendimiz ve çevremizle ilişki kurarken genelde iki temel noktadan hareket ederiz. Bunlar akıl ve duygudur. Bireydeki bu iki önemli potansiyelden biri açık ara önde olduğunda iletişim, etkileşim ve uyum problemleri neredeyse kaçınılmazdır. Eşya, kişi ve olaylara yaklaşırken ve(ya) hüküm ortaya koyarken sadece aklı devrede bulundurmak bireyi istenmedik neticelere götürebilir. Yaşam sahnesine yalnızca bu düzayak pencereden bakan kimselerde, esasında huzur mahalli olan kalp gündem dışı kalmıştır. Bundan dolayı, iktidarı elinde tutan aklın sonuç odaklı stratejik hamleleri bitmek bilmez. Kuşkusuz böyle bir dünyada açlık, sefalet, şiddet ve savaşların; kısacası kaosun sonu gelmez. Zira yegâne akıl, vicdanı örseleyip Rabbimizin bizlere en önemli ikramı olan merhameti yok edebilmektedir. Şifresi kırılamayan, çözümlenemeyen, dışarı sızdırmayan, kapalı kutu böyle bir kişi de tabiatıyla kimseyi dünyasına al(a)maz. Çevremizdeki söz konusu kişilerde mekanik bir yaşam algısı, uzun stratejik hedefler belirleme ve bunları hayata geçirme hırsı doğrudan gözlemlenebiliyor. Ayrıca sonu gelmeyen tedavisi güç bu sendroma, sekinet ve sükûnetten yoksunluk sebebiyle belirginleşmiş uzatmalı bir depresyon hâli de eklenebilir. Kalbin katılaştığı, gözün yaşarmayı unuttuğu bu anlayışta hemen hemen her konuda rasyonel gerekçelerin, makulleştirme çabalarının ardı arkası kesilmez. “Onlara, ‘Allah’ın size verdiği rızıktan başkaları için de harcayın’ dendiğinde, inkârcılar müminlere derler ki: ‘Dilese Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz! Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz.’ ” (Yâsîn, 36/47) ayeti, temas edilen bu durumun tipik yansımasıdır. Bu bağlamda, katı rasyonellik-din/dindarlık ilişkisinde de birtakım problemler yaşanabilir. Çünkü özü itibarıyla metafizik bir boyut olan din olgusunu devamlı surette saf aklın süzgecinden geçirmenin, her şeyi fizik âleme indirgeme gibi bir kısır döngüye dönüşme ihtimali yüksek gözüküyor. Aşırı rasyonel tutumu yaşamının ekvatoru olarak belirleyen kimseler her durumda faydacı, sağlamcı, soğukkanlı, sürekli merkezde olan/olmak isteyen, genelde kimseye güvenmeyen, kendine de yetmeyen bir portre çizmektedir. Her konuda şekil şartları tastamam yerine getirilmesine rağmen, hep bir şeyin eksikliğinin hissedildiği ve cevabının bir türlü bulunamadığı ruhu kabzedilmiş ortam ve durumlar bu kimselerden çok uzak değildir. Rasyonel paradigmanın en önemli çıktısı bireysellik olduğundan, bu kimselere göre öteki, gündem dışıdır. Dolayısıyla, sürekli karşıya bakan ama önünü göremeyen, empatiden yoksun bu tarz kimliklerin, diğer insanları birey değil; yığın olarak algıladıklarını söylemek isabet dışı bir yorum olmasa gerektir. İhtimam gösterilen her şey onlar için fonksiyonel ve yarayışlı olduğu müddetçe varlık gösterebilir. Aksi takdirde söz konusu unsurların varlık sahnesinden silinmesi işten bile değildir. Katı rasyonel bir tutum, tavır veya davranışın başat özelliği her zaman ait olduğu bünyede zahmetsizce yol almasıdır. Bu durum çoğu zaman karşı yakadan “netlik” olarak algılanabilse de tüm yönleriyle “işlenmemiş bir basitliğin dışavurumu” olarak da değerlendirilebilir. Hâl böyleyken aklın sarp kayalıklarında keşfe çıkan bir kişi, bulduğunu düşündüğü/zannettiği bir nesne ile belki de başka mahalleye ait muhkem bir özneyi yıkıyor olabilir. Ya da filin sadece hortumunu yakalamakla tescilli bir fil gurusu olduğu sanrısına kapılabilir. Diğer taraftan, yaşam olayları ile ilgili gözlem yaparken veya kanaat belirtirken aşırı duygu merkezli hareket edildiğinde bazı problemler ortaya çıkabiliyor. Sırf duygusal çerçeveden iç ve dış dünyaya bakan kimseler, yaptıkları değerlendirmelerde aklıselimden ziyade genellikle sıcak duyguları heybelerinden çıkarıyorlar. Çünkü bu onlar için oldukça kolay ve zahmetsizdir. Bunun sonucunda da maalesef uç duygularda yaşama hâli göze çarpıyor. Fanatiklik, şiddet, coşkulu sevgi ya da aşırı suskunluk bu hastalıklı durumun aynı bünyede gözlemlenen bilindik semptomlarıdır. Spesifik bir örnek olarak, kadın cinayetlerinde katilin hem eşini katledip hem de onu çok sevdiği için bu eylemi gerçekleştirdiğini söylemesi zikredilen durumun tipik çelişik göstergesidir. Olguları bir kenara bırakıp kişi, olay ve algılara yoğunlaşan aşırı duygusal kimseler, yaptıkları değerlendirmelerde hakikat yerine genelde kalplerinin ham sesini dinlemektedir. Bu da çoğu zaman asıl olanı ıskalayıp detaylarla ilgilenme, ehem-mühim dengesini kuramama problemini doğurabiliyor. Sabitelerin olmaması veya yerleşmemesinden ötürü kaygan bir zeminde yol alma ve nihayetindeki kişilik bozukluğu da bu sürece eşlik edebiliyor. Genellikle tepkisel davranışlar sergileyen bu tarz kimseler sık sık karar ve karargâh değiştirebilirler. Dolayısıyla olay, kişi ve ideolojilere çabuk ısınıp çabuk soğuyabilirler. Kalabalıkta yükselen coşkuları ve yalnızlıkta belirginleşen melankoli nöbetleri onları dengesizliğin sahiline savurabilmektedir. Hatta duygunun doruk noktaya ulaştığı zaman ve mekânlarda akıl, irade ve muhakemeden boşalan yeri doldurmak için bazı zararlı alışkanlıkları bile kendilerine yoldaş edinmek isteyebilirler. Kısaca, uç duygusal tepki ve kararlar bazen bireyin kendi trajik sonunu hazırlamaktadır. Nitekim “Firavun’a git! O hakikaten azdı. Ona de ki: ‘Arınmayı ve seni Rabbinin yoluna iletmemi ister misin? Böylece O’na saygılı davranırsın.’ Ve Musa ona en büyük mucizeyi gösterdi. O ise hemen yalanladı ve karşı çıktı. Sonra dönüp gitti.” (Nâziât, 79/17-22) ayetlerinde ifade edildiği üzere ani duygusal tepki ve kararlar, kritik noktada Firavun örneğinde olduğu gibi kişinin öz dünyasını karartabilmektedir. Söz konusu kimselerde eşya, insan ve olaylara harikuladelik atfetme üst seviyelerde gözlemlenen tipik bir ruh hâlidir. Zaman zaman saplantı düzeyine varabilen bu dramatik yaklaşımda; benliğinden vazgeçme, nesneleşip merkezdekini kutsama, kendini onunla tanımlama gibi pasif edilgenlikler kaçınılmazdır. Dolayısıyla böyle kimseler, bireyselliklerini önemsemeyip öykündüğü kişi, oluşum veya yapıda kendilerini gerçekleştirmek isterler. Tüm bu teşhis ve tespitler, hakikatin üstünün örtülmesini ve son tahlilde kandırılma/aldatılma problemini su yüzüne çıkarmaktadır. Bu da hiç kuşkusuz her türlü istismara kapı aralamaktadır. Öte yandan, bazen sözü edilen tablonun tam tersi de gözlemlenebilir. Nitekim dipten gelen debisi yüksek duygusal telkin ve motivasyonlarla kendini her şeyin üzerinde gören, sürekli alkışı arzulayıp megalomanca davranışlar sergileyen insanları da yaşadığımız toplumda görebilmek mümkündür. Bahse konu kimseler malumatı doğrudan alıp analize tabi tutmadan naklederler. İçinde bulundukları toplumun uygulamalarını bir üst değerinden imbiğinden geçirmeden olduğu gibi kabul edip çevresinin de bunu benimsemesini isterler. Zihinsel yaşamın anahtarları olan müzakere, tefekkür, tenkit, tartışma, ortak akıl vb. bu kimliğin kaybolmuş hükümsüz değerleri olarak ifade edilebilir. Hedefsizlik ve ilkesizlik ile uç verebilen bu durum da kişiyi gündelik yaşamaya itmekte ve maalesef gelecek inşasından mahrum bırakmaktadır. Aşırı duygusallık hâli, dini anlama ve yaşamada; dolayısıyla dindarlık tecrübesinde de bazı problemlere sebep olabilir. Nitekim sahih bilgi ve hikmetten yoksunlaşan bu anlayış, dini yaşantı ve kültürü sadece kalıplara hapsederek bireyi ideal dinsel deneyimden uzaklaştırabilir. Günümüzde bilginin yerine aşırı duygusal tutum, davranış ve reflekslerin kolayca yaşama tutunup hâkimiyet sürdüğü bariz ortamların başında sosyal medyanın geldiğini söylemek mümkündür. Her şeye ulaşmanın; dolayısıyla, olmanın ve(ya) ermenin oldukça kolaylaştığı bu vasatın en bonkör müşterileri sözü edilen aşırı duygusal kimselerdir. Bu ortamlarda genellikle gözlemlenen cehaletle harmanlanmış geçirgen olmayan keskin bir taassubun karar perdesi ise dogmatik köleliktir. Zaman zaman ötekini hoyratça çemberin dışına itme şeklinde tezahür eden bu durum kutuplaşmanın bütün şifrelerini çözmektedir. Bu noktada aşırı duygusal saiklerle harekete geçen kimseler dedikodu, kınama, alay, iftira, linç vb. savunma hamleleri ile defans hattını korumaya alabilir. Tüm bunlar şüphesiz, kişide ve son tahlilde toplumda asalet ve etkin bir duruşun mevzi kaybetmesine sebep olmaktadır. Bakışımlı olarak meseleye yaklaşmak gerekirse, akıl ve duygunun uç noktalarında gezinmek, bireyleri kendi gettolarına hapsedip müşterek cemiyet düşüncesinden ve biz şuurundan uzaklaştırır. Tepki verilmesi gereken konularda bile ortak bir ses duymak çoğu zaman güçleşir. Bu iki aşırı tutum analize tabi tutulduğunda, ikisinde de nefse teslim olmuş büyüklenmeci ve Makyavelist bir yaklaşımın varlığı söz konusudur. Ayrıca her ikisi de genellikle ailedeki yanlış eğitimin ya da eğitimsizliğin beklenen neticesidir. Yüce dinimiz İslam her şart ve durumda orta yolu benimsediği gibi kişi, durum, olay ve meselelere yaklaşımda da akıl ve duygu dengesini önemsemektedir. Nitekim İslam’daki en üst değer olan takva, Yaratıcının zat ve sıfatları ile bilinmesini ifade eden marifetullah, O’na layık kul olabilmenin bilgisine karşılık gelen mehafetullah ve O’na derinden ve devamlı bir sevgi beslemenin adı olan mehabbetullahın bileşkesidir. Bu da akıl ve duygunun eşgüdümlü kullanıldığında, insanın Yaratıcı ve doğal olarak dış dünya ile ideal ilişkiler kurabildiğini göstermektedir. Kuşkusuz tamamen bir kutba yaklaşmak veya o sınırlarda dolaşmak kişiyi aşırılığa sevk eder ve bünyedeki ideal dengeyi bozar. Zira uçta durmak ve(ya) yaşamak sürekli bir çabayı gerektirir ki, bu da insan fıtratına uygun değildir. Buradan hareketle esasında akıl ve duygu, motivasyonları farklı fakat birbirine yakın duygulanımları temsil eden, insan yaşamının tuzu biberi mesabesindeki ağlamak ile gülmek gibidir. Dolayısıyla, birbirinden ayrılmayan bu ikiz kardeşlerden yalnızca birini tercih etmek veya benimsemek insan için doğru, bütünleyici ve kucaklayıcı bir tavır olmayacaktır. Aksine bu yaklaşım, bireyi bilindik anayoldan, istikameti belli menzilden alıkoyacaktır. Çünkü bir şey akılla bilinip duyguyla yaşandığında tam ve anlamlı olur. Zaten bu denge noktalarından biri eksik olduğunda veya birine fazlaca yük bindiğinde, çevremizde olan biteni net gördüğümüz o istendik kuş bakışını gerçekleştiremeyiz. Unutmayalım ki hem akıl hem de duygu, zihinsel ve ruhsal dünyamızın taşıyıcı kolonlarıdır. O hâlde, ayakta ve hayatta kalmaya çalıştığımız yeryüzü yürüyüşümüzde, bu iki sağlam koltuk değneği her daim elimizin altında olmalıdır. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
ÇAD: SAKLI BİR İSLAM DİYARI - 07/03/2022 |
Afrika kıtasının tam ortasında yer alan, keşfedilmemiş bir ülke Çad Cumhuriyeti. Hakkında çok şey söylense de gelip görülmeden asla anlaşılamayacak ülkelerden birisi... |
GENÇLER ve SOSYAL MEDYA AHLAKI - 07/09/2021 |
Sanal âlemin ve bu mecradaki sosyal ağlarda gerçekleşen her türlü eylemin de gerçekliği tartışmasızdır. Dolayısıyla, gerçek yaşamda kendisine iyi veya kötü değeri atfedilen ne kadar davranış varsa, bunların hepsi sanal dünyada da aynı hükme tabidir. |
DİN İSTİSMARININ ANATOMİSİ - 17/09/2020 |
Dinî değerleri örseleyip vasıfsızlaştıran istismara karşı bilgi, hikmet ve marifeti kuşanıp agâh olmak bizi sabitkadem kılacak biricik reçetedir. Bu asil gayret, dinimizi korumakla mükellef olan bizler için önemli bir şuur ve sorumluluk dersidir. |
DİNSEL TARAFTARLIĞIN DOGMATİK İZDÜŞÜMÜ - 31/08/2020 |
Tek başına yaratılıp yine tek başına hesaba çekilecek insana yaraşan, yüce Mevla’nın bahşettiği akıl nimetiyle, Kur’an-sünnet bütünlüğünü merkeze alan bir anlayışı kuşanıp bilgi-duygu dengesini kurarak dinî metinleri anlama gayretine girişmesidir. |
İYİ BİR BAŞLANGIÇ - 28/04/2020 |
Her daim yaratma hâlinde olan yüce Allah’ın dünya ile yüzleştirdiği insan, esasen hayatta kaldığı her an yeni bir oluşa yeşil ışık yakmaktadır. Dolayısıyla yeni bir başlangıca imza atmak, yaşama daha sıkı sarılmak için tabii bir vazgeçilmezdir... |
CESARET EDİMİNİN VARLIK HARİTASI - 24/02/2020 |
Yeryüzünün en değerli sakini insan, her yönden öncelikle cesaret değerine muhtaçtır. Hayat, ölüm denilen vadesi bilinmeyen hakikatle mahdut olduğuna göre, bu faziletin önüne çıkan hiçbir çeldirici, insanı hakikat yolundan alıkoymamalıdır. |
KİFAYETSİZ MUHTERİSİN SUSMAYAN MERAKI: OLMAK YA DA ERMEK - 27/01/2020 |
Her şart ve durumda Allah için olmak ve O’na ermek, kişiyi mâsivâdan mâverâya, fenâdan bekâya ulaştıracak ve nihayetinde son gülen olarak bu dünyadan kazançlı çıkaracak yegâne stratejidir. |
BİLGECE FARKINDALIK - 16/01/2020 |
İnsanın kendiyle baş başa kalamadığı ve tükenmişlik girdabında vurgun yediği modern zamanın hengâmesinden kurtulabilmesi için bilgece farkındalık tecrübesiyle hem zaman hem de mekânca yükselmesi şarttır. |
DÜNYEVİLEŞME FENOMENİNİN DİNDARLIK BAĞLAMINDAKİ ANALİTİK ARKA PLANI (Vol. 3) - 02/01/2020 |
Modernite rüzgârının ayakları titrettiği dünyevileşme bozgununa karşı gösterilecek en somut hamle, insanı zevalden kemale erdiren Yüce Allah’la bağlantıyı her şart ve durumda en üst seviyede tutmaktır. |
Devamı |