23/10/2020
CENDERE
Gözden, gönülden ırak içerlek bir âlemde
Sorgularken hayatın soyut hudutlarını
Gölgelerin serpilip boyverdiği bir demde
Rüzgâr hışımla sürer, yağmur bulutlarını
Güneş sarı yüzünü çekiverir tenimden
Papatya vadisine bir kızıl akşam iner
Karıncalar telaşla koşadurur önümden
Canhıraş gecelerin kahrı üstüme siner
Ellerim ceplerimde, başım bir adım önde
Yürürüm bir meçhule iç sesimin ardından
Başlar duygularımda amansız bir seğirme
Tırmanırım zamanın mekânsız duvarından.
Yalnızlığın sancısı vurur şakaklarıma
Boşlukta gözlerimden süzülür harlı sular
Sarmaşıklar dolaşır birden ayaklarıma
Takatsiz bedenimi sarar sinsi pusular.
Girdabında gecenin bir halaskâr ararım
Tutunacak bir çitf el, boğmadan cendereler
Gökkubbenin altında sanki bir tek ben varım
Bir de suda yansıyan ışıksız pencereler...
Fısıltılar duyarım ötelerden, derinde.
Feryada mecâlim yok, olsa, duyulmaz sesim.
Hayaletler belirir gözümün çeperinde
Soludukça tutuşur boğazımda nefesim.
Hududa ramak kala gökler yarılır birden
Sürerim ben gizlice, ruhların izlerini.
Hep basamak basamak ulaştığım o yerden
Görürüm tüm hayatın kuytu dehlizlerini.
Dehlizler ki; melal, gam, tasa, kaygı ve efkâr
Mübtelâ olanlara her derdi âsân eder...
Kasvet, keder, ızdırap, hüzün, kahır, inkisâr
Tutuverip göğsünden yer ile yeksan eder.
a.R.a (Abdurrahman Akbaş)
18 Eylül 2020 / Ankara