HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE KUR’ÂN ÖĞRETİMİ
Prof. Dr. Adnan Demircan
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Hz. Peygamber, ilk vahyin gelişiyle birlikte kendisine yüklenen sorumluluğun idrakine varmasının ardından tebliğ sürecinin başladığı kabul edilirse Kur’ân öğretiminin nübüvvetin başlangıcıyla birlikte başlamış olduğunu söylemek mümkündür. Zira Hz. Peygamber, aldığı vahyi ve yaşadıklarını önce yakınlarıyla, daha sonra da arkadaşlarıyla paylaştı. Bu görüşmeler, aynı zamanda onun aldığı vahyi aktarma sürecinin de bir parçasıdır. Sonraki günlerde anlattıkları duyuldukça muhataplarının sayısı artmış; tebliğ görevi de aile çevresinin dışına taşmıştır.
Allah Elçisi (s.a.v.) Mekke’de tebliğe başladığında hemen olumlu bir ilgiyle karşılaştığını söylemek mümkün değildir. İslâm, ilk günlerde Hz. Peygamber’in ve ona inanan Hz. Ebû Bekir’in (ö. 13/634) arkadaşları arasında ilgi gördüyse de kısa süre sonra müşriklerin ileri gelenlerinin tepki ve hatta baskısıyla karşılaşıldığı bilinmektedir. Kur’ân’ın tebliğ edilmesi, aynı zamanda Kur’ân öğretiminin bir parçası olduğu için tepkiler muhatapların sayısını olumsuz yönde etkiliyordu.
Hz. Peygamber’e inananların sayısının az olması ve vahyin peyderpey nazil olması, öğretim sürecini kolaylaştıran etkenlerdendi. Ancak sayıları az olan Müslümanlar, özgürce dinlerini yaşayabilecek imkânı bulamadıkları için Kur’ân’ı öğrenmeleri, Hz. Peygamber’le görüşmeleri çerçevesinde mümkün olabiliyordu.
Vahyin zamana yayılarak nazil olması, öğretimini kolaylaştıran önemli biri etken olarak zikredilmelidir. Öte yandan nazil olan ayetlerin Müslümanların gündemiyle ilgili olduğu için öğrenilmesi oldukça kolaydı. İnen yeni ayetler, kısa sürede ezberlenip namazlarda ya da günlük konuşmalarda tekrar ediliyordu.
Allah Elçisi (s.a.v.), bir taraftan gelen vahyi tebliğ ederken, bir taraftan da yazdırıyordu. Mekke döneminde vahyin yazdırıldığına dair bilgilere sahip olmamıza rağmen bunun keyfiyeti hakkında elimizde yeterli bilgi olmadığını söylememiz yanlış olmaz.
Kur’ân’ın yazdırılması, öğretimiyle ilgili bir faaliyet değildi. Zira Kur’ân öğretimi için mutlaka yazılı belgeye de ihtiyaç yoktu. Nitekim Mekke’de okuma yazma bilenlerin sayısı az olduğu gibi bilgiyi yazılı metinler üzerinden öğrenme kültürü de mevcut değildi. Bununla birlikte Kur’ân’ın yazılma süreci öğretimin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Vahiy kâtipleri yazdıkları ayetleri pekiştirdikleri gibi bu ayetlerin muhafazası ve incelenmesi de Kur’ân metniyle kurulan başka bir ilişki boyutunu göstermektedir.
Kur’ân’ın nazil olduğu dönemde Araplar, şifahi kültür üzerinden öğrenmeyi gerçekleştiriyorlardı. Bu sebeple hem hafızaları güçlüydü, hem de zihinleri çok bilgiyle ve sorunlarla dağılmadığı için öğrendiklerini kısa sürede ezberliyorlardı. Kur’ân’ın ilk ayetleri kısa ve seçili olduğu için ezberlenmesi kolaydı.
Mekke’de Müslümanların sayısının az olması ve Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerin kısa olması hem ezberi hem de Kur’ân’ı öğretmeyi kolaylaştıran bir etkendi.
Mekke döneminde Kur’ân öğretimini iki aşamalı olarak düşünebiliriz: Birincisi Hz. Peygamber’in ihtida edenlere Kur’ân’ı öğretmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. İkincisi yeni Müslümanların öğrendiklerini çevrelerindeki insanlara ve özellikle de aile efradına okumaları suretiyle onları eğitmeleridir.
Hz. Peygamber, başta Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın (ö. 55/675) evinde bir araya geldiği Müslümanlara nazil olan ayetleri okuyor, onlar da Allah Elçisi’nden dinledikleri ayetleri ezberliyorlardı.
Kuşkusuz nüzul süreci devam ederken pasajlar halinde nazil olan ayetler ezberleniyor, ancak hangi ayetlerin hangi surelere yerleştirileceği Allah Elçisi tarafından Müslümanlara bildiriliyordu.
Hz. Peygamber, Mekkelilere tebliğde bulunduğunda Kur’ân-ı Kerim’den bölümler okuyarak onların dikkatini Allah’ın kelamına çekmeye ve gönüllerine Kur’ân ile girmeye çalışıyordu. Bu sebeple Kur’ân, etkili oluyordu. Müslüman olmayı reddeden müşrikler dahi Kur’ân’ın etkisinde kaldıklarını ihsas ettiriyorlardı.
Mekke döneminde nazil olan sureler genellikle kısa olduğu için pasajların yerlerini öğrenmek kolaydı. Medine döneminin sonlarına doğru ayetlerin yerleri konusunda Müslümanların zihinlerinde durumun artık netleştiğini söylemek mümkündür. Zira o zamana kadar her Müslüman Allah Elçisi’nden Kur’ân’ı defalarca dinlemiştir.
Hz. Peygamber, Kur’ân’ın öğretiminde önemli bir role sahip olmakla birlikte vahiyden bazı pasajları öğrenen her Müslüman potansiyel bir Kur’ân öğretmenidir. Hem ibadetlerinde okuduğu metinler, hem de başta aile efradına olmak üzere Kur’ân’ı okuduğu kişilerin öğrenmelerine aracılık etmektedir.
Müslümanların Mekke dışına çıktıkları ortamlarda da Kur’ân onların yegâne mihmandarı olduğu için öğrenimi üzerine hassasiyetle durulmuştur. Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar, hicretlerinden önce nazil olan vahyi öğrendikleri gibi burada uzun süre kalan Müslümanların sonradan nazil olan vahiyden haberdar olduklarını düşünmek yanlış olmaz. Nitekim Allah Elçisi Mekke’deyken ve daha sonra Medine’ye hicret ettikten sonra da zaman zaman Habeşistan’daki Müslümanlarla temaslarının devam ettiği bilinmektedir.
Tebliğin ilk yıllarında Kur’ân-ı Kerim, daha çok Mekke’de okunup ilahî mesaj duyurulmaya çalışılırken Mekke dışından gelenlere de okunmaktaydı. Erken dönemde Müslüman olan Ebû Zer el-Gıfârî’nin (ö. 32/653) kendi kabile mensuplarına öğrendiği Kur’ân metinlerini okuyarak tebliğde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber, Medine’ye hicret etmeden önce Birinci Akabe Biati’nden sonra Musʻab b. Umeyr’i (ö. 3/625) muallim ve tebliğci olarak gönderdi. Musʻab’ın buradaki faaliyetlerinin oldukça verimli olduğu, bir yıl sonra Mekke’ye giden Medineli Müslümanların sayısından anlaşılmaktadır. İkinci Akabe Biati’ne ikisi hanım olmak üzere yetmiş beş Müslüman katılmıştır ki, bunların İslâm’ı kabullerinde Musʻab b. Umeyr’in yanı sıra daha önce İslâm’a giren Medinelilerin tebliğ faaliyetine katılmalarının da etkisi olduğu açıktır. Kuşkusuz bu tebliğin en önemli kaynağı o güne kadar nazil olan ayetlerdi. Ayetler, hem tebliğin aracı hem de Müslümanlığı öğrenmenin temel dayanaklarıydı.
Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra Kur’ân-ı Kerim daha geniş bir kitleye hitap etmeye başladı. Böylece Medine’de daha sistemli bir şekilde Kur’ân’ı Kerim’i öğretmeye ihtiyaç duyuldu. Yukarıda da değinmeye çalıştığımız üzere İslâm yayıldıkça her yeni Müslüman hem Kur’ân öğrenecek bir muhatap, hem de Kur’ân’ı okuyan bir kimse oluyordu.
Çocuklara Kur’ân Öğretimi
Çocuklar ilk zamanlarda Kur’ân’ı tekrarlamak suretiyle öğreniyorlardı. Bunun için yazılı bir metne ihtiyaçları yoktu. Bir sureyi ya da bir şiiri birkaç defa dinleyen çocuğun onu kısa sürede ezberlemesi oldukça kolaydı. Nitekim çocuklar, şiirleri ve atasözlerini de büyüklerinden dinleyerek ezberliyorlardı.
Çocukların Kur’ân öğretiminin aile içerisinde başladığını ve kısa sürede ibadetlerini yapacak kadar Kur’ân’ı öğrendiklerini söyleyebiliriz. Okuma yazmanın ve dolayısıyla Kur’ân’ın öğretildiği ilk eğitim faaliyeti, küttâb dediğimiz temel eğitimin yapıldığı kurumların öncüsüdür.
Kur’ân Öğretiminin Yapıldığı Yerler
Kur’ân-ı Kerim birçok mekânda öğretiliyordu. Esasen bunun için özel bir mekâna da ihtiyaç yoktu. Ancak Kur’ân öğretiminin daha fazla yapıldığı mekânlar olduğu ifade edilmelidir.
Mescid-i Nebevî
Kuşkusuz Mescid-i Nebevî, Kur’ân öğretiminin yapıldığı en önemli mekândır. Hz. Peygamber, zamanının çoğunu burada geçiriyor, Kur’ân okuyarak muhataplarına dini anlatırken aynı zamanda Kur’ân’ın pratiğe dökülmüş hali olan uygulama ve görüşleri onların öğrenimini pekiştiriyor; böylece günümüze kadar devam eden sünnetin temelleri atılıyordu.
Mescid-i Nebevî Kur’ân öğretiminde daha sonraki dönemlerde de mescitlerin prototipi olarak örnek alınmıştır.
Suffe
Medine’de mescidin müştemilatı olan Suffe’de kalan Müslümanlar hem orada ibadetlerini yapıp Allah Resûlü’nü dinleme fırsatı buluyorlardı, hem de dini bilgileri alıyorlardı. Esasen kalacak yeri olmayan Müslümanların barınma ihtiyaçlarını karşılamak üzere inşa edilen Suffe, Kur’ân öğretiminin yapıldığı en önemli yerlerden biridir. Burada yetişen Müslümanlar İslâm’ı tebliğ görevini üstlenerek ilahî mesajın diğer insanlara ulaştırılmasında aktif rol oynamışlardır.
Hz. Peygamber, Suffe’de kalanların Kur’ân öğretimiyle bizzat ilgilenmiş; ayrıca bazı sahabîleri burada ders vermeleri hususunda görevlendirmiştir. Bunlardan biri, aynı zamanda vahiy kâtiplerinden biri olan Ubâde b. es-Sâmit’tir (ö. 34/654). O, Suffe’de bazı sahabîlere Kur’ân okumayı öğretiyordu. Burada verilen eğitimin karşılığı olarak herhangi bir ücret alınmıyordu.
Kur’ân’ı Öğretme Zeminleri
Din eğitiminde merkezi bir yere sahip olduğu için doğal olarak Müslümanların en fazla üzerinde durdukları ve öğrendikleri dinî metin Kur’ân-ı Kerim’di. Kur’ân, Hz. Peygamber döneminde Müslümanların hayatındaki merkezî rolü sebebiyle onların dinleriyle kurdukları temasın en önemli boyutunu oluşturuyordu. Allah Elçisi (s.a.v.), İslâm’ı tebliğ ederken Kur’ân üzerinden tebliğ ediyor; kendi konuşmaları ya da yaşadıkları bazı olaylar zaman zaman vahye konu olabiliyordu. Bu sebeple nüzul dönemi, Allah Elçisi’nin elçilik görevi sebebiyle ilişkili olduğu Müslüman ya da gayrimüslim bütün insanların Kur’ân’la temaslarının olduğu bir dönemdi.
Öte yandan henüz dinî ilimlere ait diğer metinler oluşmadığı için Kur’ân-ı Kerim tek başına Müslümanların muhatap oldukları bir metindi. Böylece Müslümanlar her gün dinî metin olarak Kur’ân-ı Kerim’le muhatap oluyorlar ve ihtiyaçlarını onun üzerinden karşılıyorlardı.
İbadet
Müslümanlar, nübüvvetin başladığı günlerden itibaren namaz kılmaya başladılar. Hz. Peygamber, namazlarını Müslümanlarla birlikte cemaatle kılıyor, güvenlik problemi yaşadıkları zamanlarda Mekke’nin etrafındaki vadilerde, kimseye görünmeden namazlarını eda ediyorlardı.
Namazda Kur’ân okunması, hem ezberlenmesini, hem de dinleyenlere duyurulmasını ve öğretilmesini sağlayan bir faaliyettir. Bilindiği gibi Mekke’de ilk zamanlar günde iki vakit namaz kılınırken Mekke döneminin sonlarına doğru beş vakit namaz kılınmaya başlanmıştır.
Kur’ân’ın günde beş defa namazda okunması ve Müslümanların gündelik hayatlarındaki ilişkilerinin temel belirleyicisi olması hızlı bir şekilde öğrenilmesini sağlayan etkenlerdendir.
Hem Hz. Peygamber, hem de Müslümanlar, farz namazların dışında nafile namazlarında da Kur’ân’dan pasajlar okuyorlardı.
Mekkelilerin baskılarının arttığı bir zamanda Hz. Ebû Bekir Habeşistan’a hicret etmek istemiş; ancak yolda karşılaştığı İbnü’d-Duğunne kendisini himaye edeceğini söyleyerek onu Habeşistan’a gitmekten vazgeçirmiştir. Ancak Hz. Ebû Bekir’in evinin içinde namaz kılmak üzere ayırdığı mescitte namaz kılarken Kur’ân okumasından rahatsızlık duyduklarını bildirdikleri İbnü’d-Duğunne, durumu Hz. Ebû Bekir’e iletmiş; o da İbnü’d-Duğunne’nin himayesinden çıkarak Allah’ın himayesine girdiğini ilan etmiştir (Buhârî, “Kefâle”, 4; “Menâkıbü’l-Ensâr”, 45).
Hitabet
Hz. Peygamber, hem özel sohbetlerinde hem de halka açık konuşmalarında Kur’ân-ı Kerim’den bölümler okuyor, böylece konuşmalarını muhataplarının Kur’ân’ı öğrenmeleri için kullanıyordu. Özellikle her hafta okunan Cuma hutbesi ile bayram hutbelerini burada zikretmek gerekir. Kur’ân, bu hutbelerin en önemli metnidir.
Sohbet
Allah Elçisi, arkadaşlarıyla gerek Mescid-i Nebevî’de, gerekse başka yerlerde yaptığı sohbetlerde Kur’ân’dan pasajlar okuyarak onlara Kur’ân’ı öğretiyordu. Ondan dinledikleri Kur’ân ayetleri, muhataplarının zihin dünyasına bütün bu faaliyetlerle nakşediliyordu.
Okuma Yazma Faaliyetleri
Hz. Peygamber, Medine döneminde Müslümanların okuma yazma öğrenmesi için özel çaba harcamıştır. Kur’ân’ın öğretildiği zeminlerden biri okuma yazma faaliyetidir. Okuma yazma öğretiminde Kur’ân da öğretilmiş oluyordu.
Hz. Peygamber’e Gelen Heyetlerin Eğitilmeleri
Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre önce Mekke fethinin ardından çevredeki Arap kabilelerinin ve uzaklarda bulunan Arapların gruplar halinde Medine’ye gelerek Müslüman olduklarını görüyoruz. Medine’ye gelen bu heyetlerin içerisinde yer alanlara ibadetlerini yapabilecekleri kadar Kur’ân metni, kısa sürede Hz. Peygamber’in talimatları doğrultusunda orada bulunan Müslümanlar tarafından öğretiliyordu.
Tebliğcilerin Faaliyetleri
Allah Resûlü’nün dini tebliğ etmek ve öğretmenlik yapmak amacıyla zaman zaman bazı sahabileri başka kabilelere veya bölgelere gönderdiğini de biliyoruz. Bütün bu faaliyetlerde Kur’ân-ı Kerim’in öğretilmesi ve aktarılmasının temel bir görev olduğu unutulmamalıdır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra dört halife döneminde Kur’ân-ı Kerim daha uzak diyarlara ulaştı.
Kur’ân’ın Hıfzı
Kur’ân-ı Kerim’in öğrenilmesinde ezberlemenin önemli olduğu muhakkaktır. Ancak ashâbın çoğu Kur’ân’ın muhtelif yerlerini ezberlemiş durumdaydı. Kur’ân’ın tamamını ezbere bilen sahabîlerin sayısı ise daha azdı. Okuma yazma bilip Kur’ân’ın bir kısmını ezberlemiş olanlara da kurrâ dendiği için Kur’ân’ın tamamını ezberleyenlerin sayısının çok fazla olduğu zannedilebilir. Ancak doğrusu Kur’ân’ın hem bazı sahabîler tarafından, hem de farklı kısımlarının birçok sahabî tarafından ezberlenmiş olduğudur.
İlk dönem kaynaklarında Hz. Peygamber döneminde Kur’ân’ın tamamını ezberlemiş olan sahabîlerin sayısı daha az iken muahhar kaynaklarda bunların sayısında bir artış olduğu müşahede edilmektedir.
Bazı sahabîlerin Kur’ân’ı öğrenme ve öğretme faaliyetlerinde isimlerinin öne çıkması, Allah Elçisi (s.a.v.) tarafından bu alanda görevlendirilmeleri, adlarına işaret etmesi ya da onun vefatından sonra da Kur’ân öğretimiyle ilgilenmeleri sebebiyledir.
Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu nakledilir: “Kur’ân’ı şu dört kişiden alın: Abdullah b. Mesûd, Sâlim, Muâz ve Übey b. Kaʻb” (Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 8).
Yukarıdaki rivayette Hz. Peygamber’in işaret ettiği isimlerin sözün söylendiği sıradaki ihtiyaçlar çerçevesinde ifade edilmiş olması muhtemeldir. Zira Allah Elçisi’nin (s.a.v.) vefatından sonra ortaya çıkan ihtiyaçlar çerçevesinde birçok sahabînin Kur’ân öğretiminde görev aldıkları bilinmektedir.
Bir başka rivayette şöyle denmektedir: Katâde, Enes b. Mâlik’e, “Hz. Peygamber döneminde Kur’ân’ın tamamını kimler ezberledi?” diye sorduğunu, Enes’in “Hepsi Ensâr’dan olan dört kişi: Übey b. Kaʻb, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Sâbit ve Ebû Zeyd” dediğini anlatır (Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 8).
Başka bir rivayette Enes b. Mâlik’in şöyle dediği nakledilir: Hz. Peygamber vefat ettiğinde Kur’ân’ı şu dört kişiden başka kimse ezberlememişti: Ebü’d-Derdâ, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Sâbit ve Ebû Zeyd.” (Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 8).
Abdullah b. Mesûd şöyle der: “Allah’a yemin olsun ki yetmiş küsur sureyi bizzat Hz. Peygamber’in ağzından aldım. Allah’a yemin olsun ki Allah Elçisi’nin ashabı onların en hayırlıları olmadığım halde onların Allah’ın kitabını en iyi bilenlerinden olduğumu bilirler.” (Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 8).
Hz. Peygamber Dönemi Sonrasında Kur’ân Öğretimi
Hz. Peygamber döneminden sonra İslâm yavaş yavaş diğer milletlerin arasında da yayıldı. Yeni müslüman olan insanlara Kur’ân’ı öğretecek kimselere ihtiyaç duyuluyordu. Hz. Ömer bazı sahabileri fethedilen yeni bölgelerde görevlendirerek Kur’ân öğretiminin sistemli bir şekilde yapılmasını sağladı.
Hz. Peygamber döneminde Arap kabilelerinin konuştukları ağızlara göre Kur’ân okumalarına izin verilmişti. Bazı küçük farklı telaffuzlar, o dönemde uygun görülmekle birlikte Hz. Osman döneminde Arap olmayan Müslümanların sayısının arttığı bir ortamda herkesin kabul edebileceği bir standart ağzın esas alınmasına karar verilmiş; böylece Kur’ân’ın nazil olduğu Kureyş ağzı esas alınarak çoğaltılan Mushaf nüshaları eyalet merkezlerine gönderilerek Kur’ân’ın okunuşunda bir standart oluşturulmuştur.
Hz. Osman’ın attığı bu adım sayesinde bundan sonra İslâm dünyasının her tarafında öğretilen Kur’ân-ı Kerim metni etrafında bir ittifak sağlanmış oldu. Daha önce Müslüman Arapların kendi ağızlarıyla Kur’ân’ı okumaları onların ağızlarını bilen insanlar tarafından fark edilebilirdi. Ancak sonradan Müslüman olan insanların çoğunun Arapçayı yeterince vukufiyetle bilmemelerinden dolayı telaffuz farklılığını doğru bir şekilde anlamaları pek mümkün değildi. Bunun için bir standartlaşmaya gidilmesi gerekmişti.
Dört halife döneminden itibaren çocuklara Kur’ân öğretiminin genellikle mescitlerin yanında kurulan eğitim kurumlarında verilmesine başlandı. Bu dönemde Kur’ân’ın okunup ezberlenmesinin yanında Kur’ân metninin ve diğer metinlerin yazılması da önemli bir eğitim faaliyeti olarak gerçekleştiriliyordu.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra yetiştirdiği sahabîlerin Kur’ân öğretiminde önemli rol üstlendikleri görülmektedir. Hz. Ömer, bu konuda yetkin olan sahabîleri eyalet merkezlerine göndererek Kur’ân öğretmelerini istemiştir. Kûfe’de ikamet eden Abdullah b. Mesûd’un Hz. Peygamber döneminde yetişen önemli isimlerden biri olduğu bilinmektedir.
Hz. Ömer, Ubâde b. Sâmit, Muâz b. Cebel (ö. 17/638) ve Ebü’d-Derdâ’yı (ö. 32/652 [?]) Şam bölgesine göndererek Kur’ân öğretimiyle meşgul olmalarını istemiştir. Kuşkusuz onların dışında başka sahabîler de Kur’ân öğretimiyle meşgul olmuşlarsa da onların çalışmalarını bu alanda yoğunlaştıklarını görüyoruz.
Sonuç
İslâm dininin temel metni olan Kur’ân-ı Kerim, tarih boyunca önemini muhafaza etmiş ve öğretilmesine ihtimam gösterilmiştir. Allah’ın Elçisi döneminde Kur’ân’ın merkezî yeri sonraki uygulamalarının temelini oluşturmuştur.
Hz. Peygamber dönemi Kur’ân öğretimi faaliyetlerinin Mekke’de başladığı, ancak Medine döneminde bu alandaki faaliyetlerin önemli gelişmeler kaydettiği müşahede edilmektedir. Nitekim Medine’de inşa edilen Mescid-i Nebevî, diğer faaliyetlerin yanı sıra Kur’ân öğretiminin merkezi olmuştur. Suffe ise daha yoğun eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü bir yer olarak dikkat çekmektedir.
Hz. Peygamber’i sosyal ilişkilerinde ve ibadet hayatında birçok zemini Kur’ân öğretiminin bir parçası olarak değerlendirdiğini söylemek yanlış olmaz. Namazlarından, hitabelerine, sohbetlerinden diplomatik ilişkilerine kadar birçok faaliyeti Kur’ân öğretiminin zemini olarak dikkat çekmektedir.
Kaynak: DİN ve HAYAT DERGİSİ Sayı: 31 Yıl: 2017