Dr. Kenan ORAL
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
“Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.”
(A’lâ, 87/14-15)
Yüce Yaratan’a ibadet etmek, O’na kulluk etmek ve niyazda bulunmak denilince namaz, ilk akla gelen ibadettir. Zira namazın Arap dilindeki karşılığı olan “salat”a sözlükler dua edip bağışlanma dileme, yalvarma ile rükû ve secdede bulunma manasını yüklerler.
Bilinç yüklü bir kulluk vazifesidir namaz. Kalpten başlayıp dilde kıraat ve dua, bedende kıyam, rükû ve secdeyle kendini gösterir. Bu nedenle “tekbirle başlayıp, selamla sona eren, belli hareketlerin yapılması ve sözlerin telaffuzundan ibaret bedenî bir ibadet” şeklindeki tanım, namazın görünen yüzünü ifade eder sadece.
Son asrın önemli müfessirlerinden merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın yaptığı tarif ise işte bu eksik yönü tamamlar: “Peygamberimizin uyguladığı şekilde yerine getirilen, kalp, dil ve bedenle birlikte yapılan bir ibadettir. (Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, 1/190-191.)
Gerçek manasıyla namaz insanın ruhu, zihni ve bedeniyle ihlas içerisinde Allah’ı anması ve övmesidir. O’nu zikretmesi, O’na tesbihte bulunması, sadece O’na sığınması ve yönelmesidir. Huzur-i İlahi’de kulluk bilincinin idrakine vararak hazır durmasıdır. Mümin, namazı kılarken bedeniyle Rabbinin önünde eğilir, O’nun yüceliği karşısındaki acziyetini fark eder; kalbiyle huşû/derin bir saygı duyar Allah Teâlâ’ya.
Namaz ruh ve bedenden oluşan insana benzer. Kıyam, rükû, secde ve teşehhüt gibi hareketler dışarıdan bakanın gördüğü bir beden mesabesindedir. Bu esnada Müslümanın Allah’a karşı bütün kalbiyle hissettiği içten saygı, itaat ve huşu ise namazın ruhudur. İkisi de birbirine bağlıdır. Ne ruhsuz beden, ne de bedensiz ruh bu kulluk vazifesinin hakkını verebilir.
Peygamberimizin duasından (Müslim, Zikir, 73/6906.) ilham alarak, “Allah’ım bizi huşu dolu kalple namaz kılan kullarından eyle!” diyerek yakaralım Rabbimize.
Kulun, Rabbi ile iletişim ve yakınlaşmasının eşsiz ve özel bir yoludur namaz. Allah Resulü (s.a.s.), namaz kılarken Allah ile kul arasında oluşan bağı ve iletişimi iki kişi arasındaki gizli, özel bir konuşmaya ve muhabbete benzetir. Bu nedenle namaz kılınırken geçirilen vakte daha çok kıymet verir namazın künhüne varan gönül erleri. Öyle ki o bereket dolu anlarda halis mümin, kendini Rabbine adar, dünya ve dünyalıkları geride bırakır.
Namazın diğer ibadetler arasındaki yerini ve önemini en güzel Hz. Peygamber’in şu hadisi anlatır: “Dinin başı İslam (Kelime-i şehadet getirerek Allah’a teslim olmak), direği namaz, zirvesi ise Allah yolunda mücadeledir.” (Tirmizi, İman, 8/2616; İbn Hanbel, 5/231, no: 22366.) Bu hadiste namaz, Araplar arasında yaygın olarak kullanılan ve bilinen bir çadırın direğine benzetilerek anlatılır. Burada çadır İslam dininin bütününü temsil eder. Bu destek, yani namaz sayesinde o çadır ayakta durabilir. Aksi hâlde çadır, yere serilen bir bez parçasından ibarettir. Dolayısıyla İslam binası namazla kuvvet kazanır, olgunlaşır ve ayakta durur. Bu salih amel, insanı küfrün karanlıkları ile şirk girdabına düşmekten koruyan bir perde ve arada duran koruyucu bir barikattır aynı zamanda.
Taşıdığı bu üstün özellikler nedeniyle olsa gerek tüm peygamberlerin yerine getirdiği ortak ibadet olmuştur namaz. Kulluğun merkezinde yerini almıştır. Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya, Hz. İsa’dan Hz. Zekeriya’ya, Allah’ın mesajını taşıyan tüm elçiler namazla çıkmıştır Rablerinin huzuruna.
Kıyamet gününde Allah’ın, kulları hesaba çekip soracağı ilk kulluk vazifesi namazdır. Kıyametin dehşetli ortamında bizi korkudan emin kılıp kurtuluşa ulaşmamamıza vesile olacak nur da odur. Yüce Allah şöyle buyurur: “Arınan ve Rabbinin adını anıpnamaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.” (A’lâ, 87/14-15.)
Cennetin anahtarını şuurlu kılınan bir namazla elde edebileceğimiz müjdesini Efendimiz şöyle muştular:
“Kim, rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine uyarak beş vakit namazı kılmaya devam eder ve bu namazların Allah katından gelen gerçek bir emir olduğuna inanırsa cennete girer.” (İbn Hanbel, 4/266, no: 18535.)
İnsanın kıymetini takdir edemediği, değerini anlayamadığı iki nimetten biridir vakit. (Buhari, Rikak, 1/6412.) Müslüman, gece ve gündüzün belirli vakitlerinde kılınması istenen namazları yerine getirmekle zaman bilinci ve zamanı yönetme becerisi kazanır. Dünyanın aldatıcı meşgaleleri arasında Rabbini hatırlar, namaz aralarında işlediği günahlar için bağışlanma fırsatı elde eder.
Gönlü Rabbine bağlı kulun, bütün hayatını kuşatır namaz. O, tatlı uykusundan uyanıp sabahın secdesini ederek güne başlar. Gece ve gündüz meleklerinin birlikte şahitlik ettiği bu kıymetli vakitte. (İsrâ, 17/78; Buhari, Ezan, 31/648.)
Güneş tepe noktasını geçince, işine dört elle sarılan Müslümanın yorgunluğunu atma, Rabbini ve nimetlerini hatırlama vakti gelir. Güneş tüm sıcaklığıyla vururken öğlen namazıyla madden ve manen serinler, rahatlar.
Güneşin etkisini azaltıp havanın biraz serinlemesiyle telaş ve koşuşturma içerisinde çalıştığı vakitlere özel bir vurgu vardır Kur’an’da.
“Namazlara ve orta (ikindi) namaza devam edin. Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.” (Bakara, 2/238; Tirmizi, Salat, 19/181.)
Bu ayetle ikindinin bereketinden mahrum kalınmaması, dünya telaşına kapılıp Allah’ın unutulmaması hatırlatılır insana. Efendimizin bu namaz için verdiği benzetme insanı dehşete düşürecek tarzdaydı: “İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ailesini ve malını yitirmiş gibidir.” (Buhari, Mevakitü’s-salat, 14/552; Müslim, Mesacid, 200/1417.)
Gün bitip insanların yavaş yavaş evlerine dönmeye hazırlandığı vakti bereketlendirme fırsatı akşam namazıyla yakalanır.
Günün yorgunluğunun atılma ve dinlenme vaktinde bu ümmet için bir üstünlük vesilesi kılınmıştır yatsı namazı. Mükâfatı eşsiz bu namaz, zamanı bereketlendirmek bir yana Müslümanın imanını ortaya koyup onda nifaktan eser bulunmadığına şahitlik eder. (Müslim, Mesacid, 252/1482.) Hz. Peygamber’in, “insanlar ondaki sevabı bilselerdi sürünerek de olsa kılmak için camiye gelirlerdi.” dediği vakittir o. (Buhari, Ezan, 9/615; Müslim, Salat, 129/981)
Yatsıdan sonra kılınan üç rekâtlı vitir namazı, Allah Resulü’nün kızıl develerden daha hayırlı bir ibadettir muştusuyla karşılar bizi. (Ebu Davud, Tefrîu ebvâbi’l-vitr, 1/1418.) Kızıl devenin o dönemdeki Araplar için eşsiz değerdeki bir varlık olduğu bilinince bu benzetmenin kıymeti daha da iyi anlaşılır.
Müminin bütün günü Allah’ın zikriyle bereketlenir. Böylece âlemleri yaratana yaklaşır, günahlardan arınır, O’nun rızasına ulaşır, cennetine kavuşur.
İnsanlığın Hz. Adem’den beri var olan ibadet yeri Kâbe’dir. Allah’a teslim olanların birliğinin, aynı ufka baktığının, aynı hedefe yöneldiğinin sembolüdür Beytullah. Aslında yüzü ve bütün bedeniyle Kâbe’ye yönelmek, gönlünü, kalbini ve zihnini Allah’a vermek, yöneltmektir. Hz. Peygamber’in buyurduğu gibi: “Sizden biri kıbleye yöneldiğinde, Yüce Rabbi’ne yönelmiştir” (Ebu Davud, Salât, 22/480.)
Kalbi imanla dolu kişi, her gün kıldığı beş vakit namazında diğer inanan kardeşleriyle o cihete yönelerek herkese şu mesajı haykırır: Biz müminler biriz, duygumuz bir, kimliğimiz bir, gücümüz bir, hedefimiz bir, ruhumuz tektir. Biz aynı binanın biri diğerine sımsıkı tutunan taşlarıyız.
Sadece aynı ufka bakmaz müminler birliğini ve diriliğini göstermek için. Haftanın en hayırlı gününde bir araya gelir, birliktelik ruhu içerisinde kaynaşır. Bu kutlu gün cemaat ile kılınan Cuma namazıyla şenlenir, bereketlenir ve değerlenir.
Bir gün değil her gün bir araya gelir Allah’ın evlerinde müminler. Bu yolda attığı her iki adımdan biriyle sevap kazanırken, diğeriyle günahları silinir. (Nesâî, Mesâcid, 14/706.) Cemaat olur mümin kardeşiyle. Omuz omuza verir hak yolunda, saf saf dizilir. Aralarına fitne ve bozgunculuk tohumu ekemez kimse. Kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla kardeşlik ve dayanışma ruhu olgunlaşır. İman dolu gönüller kenetlenir, “ben” değil “biz” bilinci kalplere nakış nakış dokunur. Bu diriltici ve ümmet yapan ruhundan olsa gerek “cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi kat daha faziletlidir.” (Buhari, Ezan, 30/645.)
Namaz, dünyanın türlü meşgaleleri arasında boğulan insanı huzura kavuşturur. Bir üzüntüyle ve sıkıntıyla karşılaştığında ona güç verir. Zor zamanlarda her türlü kederi gideren Rabbine onunla sığınır, yakınlaşır.
Gönül, dil ve bedenle kılınan namaz, kin, haset, hayâsızlık ve fenalık gibi manevi kirlere bulaşmaktan korur insanı. Nefsinin ilham ettiklerinin esaretinden kurtarır. Dünya hayatının süfli ve aşağılık durumlarına karşı bir zırhtır, bir kalkandır, takva numunesidir. Yüce Allah, Kur’an’da bu hususu şöyle ortaya koyar: “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebût, 29/45.) Namaz, günde beş kere yıkandığı bir nehirdir Müslümanın. Bu nehir onun üzerinde ne manevi kir bırakır ne de maddi.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Büyük günah işlenmedikçe beş vakit namaz ve iki cuma, aralarındaki günahlara kefarettir.” (Müslim, Taharet, 14/550.) Hakkıyla kılınan namaz günah kirlerini temizler ve yaratılışın amacını her daim hatırlatır mümine. Müslümanı ahlaki açıdan olgunlaştırır, onu erdemli bir birey haline getirir. Bu kulluk vazifesini huşu ile devamlı ve bilinçli bir şekilde yerine getiren müminde ne nankörlükten eser kalır ne de cimrilikten.
İnsan namaz sayesinde, olgun bir mümine; güzel ahlakı karakter haline gelen bir insan-ı kâmile; iffet ve dürüstlüğüyle, tıpkı rehberi gibi emin bir şahsiyete; İslam’ın gözde ve şuurlu bir temsilcisine ve mübelliğine dönüşür.
Dua ile:
“Rabbim! Beni ve neslimi namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.” (İbrahim, 14/40.)
Kaynak: Diyanet Aylık Dergi