Diyanet Yeterlilik Sınavına Hazırlık Soruları 38
1:)Büyük günah işleyen kimsenin iman açısından durumu nedir?
Cevap: İslâmî esaslara eksiksiz olarak inandığı halde, çeşitli sebeplerle, şirk, küfür ve münafıklık dışındaki büyük günahlardan birini işleyen kimse, işlediği günahı helâl saymıyorsa mümindir. Ancak bu kimse için tövbe kapısı açıktır. fiartlarına uygun tövbe ederse, Allah bu kimsenin günahını bağışlar. “Günahına tövbe eden, günah işlememiş gibi olur.” Yüce Allah ahirette günahkâr mümini dilerse affeder, dilerse günahı ölçüsünde cezalandırır. Ve onu, cezasını çektikten sonra, cennetine koyar.
2:)Ecel nedir? Ömür kısalır ya da uzar mı?
Cevap:Ecel, kelime olarak mutlak vakit, bir şeyin müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu demektir. Dinî bir terim olarak ecel, insan ömrünün sonu anlamına gelmektedir.Ecel hayatın son bulması ve ölümün gerçekleştiği zamandır. Bu anlamı ile her canlı için tek bir ecel vardır. Bu ecel Allah’ın kaza ve takdiriyle olup, asla değişmez. Belirlenen ecel, vaktinden ne önce gelebilir ne de o vakitten sonraya kalabilir. Bu hususla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır. “…Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.”(Yunus,49);“Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”(Münâfikûn, 11)
3:) Ruh göçü (Reenkarnasyon) ve İslâm’daki yeri nedir?
Cevap: Tenasuh, reenkarnasyon, hulûl kavramlarıyla da ifade edilen ruh göçü, ruhların beden değiştirerek dünyaya tekrar tekrar gelmelerine inanmaktır. Ruh göçü inancı, Hindistan ve Çin’in büyük bir bölümü başta olmak üzere, dünyanın bazı bölgelerinde varlığını sürdürmektedir. Bu inanca sahip olanlara göre, ruhun bir defa dünyaya gelmesiyle, evreni tanıması mümkün değildir. Bunun için, bir beden ölünce ruhu, başka bir bedene geçer. Bu yeni bedende ruh öncekine oranla daha da olgunlaşır. Söz konusu intikal her ömrün sonunda başka bedende ve varlıkta gerçekleşebilir. Nitekim su, bulut ve gök gürültüsüne dönüşüyor. Yumurta kuş biçimine geliyor. Palamut, meşe ağacı oluyor. Odun ateş ve kül hâlini alıyor.
Tenasüh inancı İslâm’la bağdaşmaz. İslâm inancına göre ruh, ezelî olmayıp sonradan yaratılmıştır. O, bedenin tamamlayıcısıdır. Ölümle bedenden ayrılan ruh, tekrar başka bedenlerle dünyaya gelmeyecek, ahirette beden yeniden yaratılınca, ruh tekrar ona iade edilecektir.
Dolayısıyle dünyadaki ameline göre, mükâfat veya cezaya muhatap olacaktır. Kur’ân’da ruh göçünün olmadığı kesin olarak ifade edilmektedir: “Nihayet onlardan birine
ölüm gelince: ‘Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım’ der. Hayır! bu sadece onun söylediği boş bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.”(Mü’minûn, 99-100
4:) Melekler gaybı bilebilirler mi?
Cevap: Gayb bilgisi yalnız Allah’a mahsus olduğundan, melekler gaybı bilemezler. Ancak Allah onlara bildirebilir. Kur’an’da Allah’ın Hz. Adem’e varlıkların isimlerini öğrettiği, sonra da bunları meleklere göstererek isimlerini söylemelerini istediği, meleklerin de, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka, bizim hiçbir bilgimiz yoktur…” dedikleri bildirilmektedir. (Bakara, 31-32)
5:) Kur’an’da Yüce Allah, kendisiyle ilgili olarak bazen “biz” ifadesini kullanmaktadır. Bunun anlamı nedir?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ bazen, kendisiyle ilgili olarak “biz” ifadesini kullanması, O’nun azamet ve şanının yüceliğine işaret eder. Hemen bütün dillerde saygı ve yücelik ifadesi olarak bu tür ifade biçimine başvurulmaktadır.
Kur’an’da, Yüce Allah’ın zat ve sıfatlarından bahseden ayetlerde genellikle tekil zamir, fiillerinden bahsedildiğinde ise bazen tekil, bazen de çoğul zamir kullanılmıştır. Nitekim, “Sizi, Biz yarattık”(Vâkıa, 57),
“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık”(Kâf, 6),
“Andolsun, insanı Biz yarattık”(Kâf, 16),
“Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye
sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yarattı. Gökten de yağmur indirip, orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik” (Lokman, 10), “Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık” (İsrâ, 12) gibi, fiilleriyle ilgili ayetlerde, hem tekil, hem de çoğul zamir kullanılmıştır. Kendi zâtı ve uluhiyeti ile ilgili şu ayetlerde ise, tekil zamir kullanılmıştır: “fiüphe yok ki Ben, Rabbinim senin.” (Tâ-hâ, 12),“fiüphe yok ki Ben, Allah’ım, Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et.” (Tâ-hâ, 14) ,“O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır.” (Haşr, 22)
6:)İlham nedir? İlham ile amel edilebilir mi?
Cevap: İlhâm, Allah'ın doğrudan veya melek aracılığıyla iyilik telkin eden bilgileri insanın kalbine
ulaştırması, feyz yoluyla kalbe gelen özel bir anlam ve bilgi, kalbe konulan iyilik hissi, hayır duygusu demektir. Bir ayette, Allah'ın insan benliğine hem takvâyı hem de fücuru (kötülük duygusunu) ilham ettiği belirtilmektedir (fiems, 8).
İnsan kalbine bazı bilgilerin ilham edilmesi mümkün olmakla birlikte ,bunlar genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı teşkil etmez ve dinî konularda delil olarak kullanılamaz. Zira ilhama dayalı bilgiler kontrolü mümkün olmayan sübjektif bir nitelik taşır.
7:) Özürlü kime denir, nasıl abdest alır, özrü sebebiyle elbisesine bulaşan necasetin hükmü nedir?
Cevap: Dinmeyen burun kanaması, yaradan kan sızması, idrar tutamama, devamlı kusma, kadınların
hayız ve nifas dışındaki akıntısı gibi bedenî rahatsızlıklar, en az bir namaz vakti süresince devam
etmesi hâlinde, özür olarak kabul edilmiştir. Böyle olan kimseye de özürlü denir.
İslâm dini kolaylık dinidir; kişiye gücünün üstünde yük yüklemez. Özürlü sayılan kişilerin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için birtakım kolaylıklar getirmiştir. Özürlüler, her vakit için abdest alır ve mazeret teşkil eden rahatsızlığından başka abdest bozan bir hal meydana gelmedikçe, bu abdestle o vakit içerisinde dilediği gibi namaz kılar, Kur'an-ı Kerim okur ve diğer ibadetlerini yaparlar. Namaz vaktinin çıkmasıyla veya başka abdest bozan bir hâlin meydana gelmesiyle özürlü kimsenin abdesti bozulur.
Kişiyi özürlü kılan hal, bir namaz vakti boyunca hiç meydana gelmezse, özür ortadan kalkmış
olur ve o kimse özür sahibi olmaktan çıkar. Özürlü kimseden akan kan, irin, idrar gibi şeylerin çamaşıra bulaşması hâlinde, bundan kaçınılması mümkün değil ve temizlendiğinde tekrar
bulaşacaksa çamaşır yıkanmadan namaz kılınabilir. Fakat elbiseye tekrar bulaşmayacaksa, yıkanması gerekir.
8:) Defin ve cenazenin yıkanması konusunda yapılan vasiyet geçerli midir?
Cevap: Sağlığında kendisini belirli bir kimsenin yıkamasını, cenaze namazını kıldırmasını ve defnetmesini
yahut da belirli bir yere defnedilmesini vasiyet eden kişinin, bu vasiyeti bağlayıcı değildir. Ancak, ölünün yakınları, dilerlerse bu vasiyeti yerine getirebilirler.
9:)Cenaze geçerken ayağa kalkmanın dini hükmü nedir?
Cevap: Dinimize göre, ister Müslüman olsun, isterse kâfir, bütün insanlar saygıdeğerdir. Nitekim
Kur'an'da, "Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık." buyurulmaktadır (İsrâ, 70).
İnsana hayattayken saygı gösterilmesi gerektiği gibi, ölümünden sonra da saygı gösterilmesi gerekir. Hz. Peygamber, yanından geçen bir cenaze için ayağa kalkmış, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine, "o da bir nefis (insan) değil miydi?" buyurmuştur (Buhari, Cenaiz, 50; Nesâî, Cenâiz, 45-47; İbn Mâce, Cenaiz, 35).
Cenazeye şahit olan kişi, vefat edenin yakınlarına taziyede bulunup üzüntülerini paylaşmalı, onlara ve cenazeye saygılı davranmalı, ayrıca bundan ibret almalı ve tefekkür etmelidir. Ayağa kalkmak da bu ruh hâlinin bir ifadesidir. Sonuç olarak, cenaze için ayağa kalkmak, zaruri olmamakla birlikte, ölüye ve yakınlarına saygının ifadesi olarak güzel bir davranıştır.
10:)Namaz kılarken kaç rekât kıldığı konusunda tereddüt eden kimse ne yapmalıdır?
Cevap: Yapılan ibadet ve amellerin her türlü şüpheden uzak olması gerekir. Şüphe ve tereddütler amelin değerini düşürür ve kararsızlıklar meydana gelir. Buyüzden sözgelimi dört rekâtlı bir namazı üç rekâtmı, yoksa dört rekât mı kıldığında ilk defa şüpheeden kimsenin bu namazı yeniden kılması gerekir.Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden biri namazında kaç rek'ât kıldığı hususundaşüpheye düşerse namazı yeniden kılsın"(Zeylâî, Nas-bu'r-Râye, II, 173).
Namazda sürekli olarak şüpheye düşüp kaç rekât kıldığı hususunda kesin bir kanaate varamayankimse, kıldığına emin olduğu en az rekât sayısınıesas alarak namazına devam eder. Hz. Peygamber,"Sizden biri namazında şüphe ederse, üç mü dörtmü kıldığını bilemezse, şüpheyi bıraksın ve en az rekâtı esas alarak namazına devam etsin" buyurmuştur(Nesâî, “Sehv”, 24; İbn Mâce, “İkâme”, 132).
Buna göre dört rekâtlı bir namaza başlayan kimse, kıldığı rekâtın birinci rekât mı ikinci rekât mı olduğunda kuşkuya düşüp, bir tarafı tercih edemezse, kendisini birrekât kılmış sayar ve birinci sayılan rekâtın ikinci;üçüncü sayılan rekâtın da dördüncü rekât olma ihtimali bulunduğu için, her bir rekâtın sonunda ihtiyaten teşehhüt miktarı oturur, böylece dört oturuş yapmış olur ve sonunda sehiv secdesi yaparak namazını tamamlar