Eşlerinizin Gönlünü Hoş Tutun
Hilal Ceylan Köksal
Peygamber Efendimiz, evinin üst katında bulunan meşrube diye adlandırılan küçük odada yalnızdı. Odada yatak olarak sadece bir hasır vardı. Onun üzerine uzanmıştı. Yanına girmek için izin isteyen Hz. Ömer, Rasulüllah’ın mübarek vücuduna çıkan hasır izlerini görünce duygulandı. Kendi de son derece mütevazı bir hayat yaşıyordu ama Rasulüllah’ı öyle görmeye dayanamadı. Diğer devlet başkanlarının refah içinde yaşadığını, Rasulüllah’ın daha iyilerine layık olduğunu söyleyecek oldu. Âlemlerin Efendisi, sözlerini onaylamadığını ifade ettiğinde odaya geliş sebebini hatırladı. (Buhari, Tefsir, 66.)
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hanımlarını boşadığı şayiası yayılmıştı Medine’de. Kızı Hafsa da Peygamberimiz’in eşiydi. Hanımlar, ele geçen ganimetlerden sonra bir miktar dünyalıkla rahatlamak istemişler, bu konuda da Peygamber Efendimiz’i zorlamışlardı anlaşılan. "Ben demiştim Ya Rasulallah" diyebildi. "Kızıma, Rasulüllah’ı kızdırırsan hâlin nice olur? Kendini başkalarıyla kıyaslama demiştim." Bu samimi cümleler, Âlemler Sultanını gülümsetince Hz. Ömer de ferahlamıştı. O gülümseyince dert keder kalmazdı kimsede. (Buhari, Nikah, 33, 36, 46; Megazi, 11.)
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kırgınlığı üzerine müminlerin annelerini derinden sarsan ayetler nazil oldu. Tek tek görüşleri alınacaktı. Rasulüllah (s.a.s.), iyice düşünmelerini istedi. Teklif şuydu; ya Rasulü Ekrem’i seçecekler, ya da istediği kadar dünya malı alarak ondan ayrılacaklardı.
Başarılı bir aile hayatı vardı onun. Eşlerine saygı duyar, haklarına riayet ederdi. Etrafındakilerin hayatlarını kolaylaştırmak temel prensiplerindendi. Sosyal ve siyasal statüsü sebebiyle kendini diğer insanlardan farklı bir yerde görmezdi. Gönül incitmez, kimsenin kusurunu yüzüne vurmazdı. Hanımları arasındaki anlaşmazlıkları hoşgörüyle karşılar, duygularını ifade etmelerini doğal bulurdu. Fakat aile fertlerinden hiçbirinin rencide edilmesine müsaade etmezdi. Yahudi bir aileden gelen Hz. Safiyye’nin devesi, bir sefer sırasında hastalanınca, diğer eşi Hz. Zeynep’ten ona bir deve vermesini istemişti. “Şu Yahudi kızına mı vereceğim?” diyen Hz. Zeynep’e iki ay kadar dargın kalmıştı.
O herkese kendini özel hissettirirdi. Bir gün Farisi komşusu, Rasulüllah’ı yemeğe davet etmek için evine gelmişti. Hz. Aişe de Efendimiz de açtı. Komşuya, "Eşimi de davet ediyor musun?" diye sormuştu Âlemler Efendisi. "Hayır" demişti adam. Bir daha sordu, yine aynı yanıtı aldı. Adam, eşini de davet edene kadar Peygamber Efendimiz, davete icabet etmemişti. Şimdi Hz. Aişe onu kime tercih edebilirdi? (Buhari, Tefsir, 242.)
Kadınlara kıymet verilmeyen bir toplumda Rasulüllah (s.a.s.), ısrarla kadınların haklarından bahseder, onların Allah’ın emaneti olduğunu söylerdi. Özellikle eşlerin gönüllerinin hoş tutulmasını isterdi. Son nefesinde dahi, kadınların haklarının korunmasını vasiyet etmişti. O toplumun erkekleri, kadınlara Rasulüllah korkusundan el ve dil uzatamadıklarını itiraf ediyorlardı. Hz. Ömer, bunu şöyle ifade ediyordu; “İslam öncesinde biz erkeklerin gözünde kadınların hiçbir değeri yoktu. Ne zaman ki İslam geldi ve Kur’an onlardan bahsetti, gördük ki onların da bizler üzerinde hakkı varmış…” (Buhari, Libas, 31; Tefsir, 66, 2.)
Rasulüllah’ın herkesi kendine bağlayan bir karakteri vardı. Onu Rabbi terbiye etmişti. Hanımlarının her biri kendisinden razıydı. Şimdi nasıl olur da onu dünyadaki herhangi bir şeye değişebilirlerdi? Rasulüllah’ın bu özellikleri sebebiyle aile fertlerinden hiçbiri, onsuz bir hayatı düşünememişti.
Hepsi tereddütsüz aynı seçimi yaptı. Ondan ayrılamazlardı.
Kaynak: Diyanet Aylık Dergi, Sayı: 259, Yıl: Temmuz 2012