HİCRET İSLAM TARİHİNİN EN ÖNEMLİ OLAYIDIR
Bugünkü vaazımızda İslam Tarihinin en önemli olayı olan Hicretten bahsedeceğiz.
Hicret olayını, şu üç başlık altında özetlemek mümkündür:
1. Hicret ve Hicreti doğuran sebepler,
2. Hicretin safhaları,
3. Hicretin sonuç ve etkileri.
1. Hicret ve Hicreti Doğuran Sebepler:
Hicret, Efendimizin Mekke’den Medine’ye göç etmesidir. Efendimiz Mekke’de doğmuş ve İslam’ı tebliğ etmek üzere burada görevlendirilmişti. Doğup büyüdüğü Mekke halkı genelde müşrikti, putlara tapıyorlardı. Halbuki ibadet yalnız Allah’a yapılır. Çünkü yaratan O, yaşatan O, öldürecek ve sonra tekrar diriltecek olan Odur. Böyle olunca Ondan başkası ibadete müstahak değildir. Bunun için ilk insan ve ilk Peygamber olan Hz.Adem’den itibaren bütün Peygamberler ilk önce bir olan Allah’a inanmaya ve yalnız Ona ibadet etmeye çağırmışlardır. Efendimiz de öyle yapmış, önce en yakınlarına İslam’ı tebliğ etmiş, sonra da bunu herkese ulaşacak şekilde yaymıştı.
Efendimizin çağrısını duyanlar ona inanıyor ve etrafında toplanıyorlardı. Çünkü Efendimiz o toplumda el-Emin diye tanınmış, güzel ahlakıyla herkes tarafından sevilmişti. Yalan konuşmadığı ve kimseyi aldatmadığı herkesin ortak inancı idi. Onun için de söylediği dinleniyor ve herkese güven veriyordu. Müslümanların sayısı günden güne artıyor ve Allah’ın dini gönüllerde yer ediyordu. Ancak Mekke’de söz sahibi olan Kureyş Kabilesi ileri gelenleri, bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki etkinliklerini yitireceklerinden ve çıkarlarının sona ereceğinden korkuyorlar, bunun için de bu duruma engel olmak istiyorlardı. Hem Efendimize ve hem de ona inananlara amansız düşman kesilmişlerdi. Güçlü oldukları için müslümanlara her kötülüğü yapıyor, akıl almaz işkencelerde bulunuyor, bu dinden vazgeçmelerini istiyorlardı.
Mekke müşriklerinin yaptıkları dayanılmaz hale gelince Efendimiz, İslam güneşine başka ufuklar aramayı düşündü. Hac münasebetiyle Mekke’ye gelmiş olan Medinelilerden bazılarıyla, Akabe denilen yerde 621 ve 622 yıllarında iki defa toplantı yaptı. Onlara müslümanlığı anlattı ve müslüman olmalarını istedi. Onlar da müslümanlığı kabul ederek Medine’ye döndüler. Böylece İslam Medine’ye girmiş oldu. Orada da müslümanlar çoğalmaya başladı.
Efendimiz de Mekke’den Medine’ye göç etmek isteyenlere izin verdi ve şöyle buyurdu:[1]
أريتُ دار هجرتكم ذات نخلٍ بين لابِتَتين.
Efendimizin bu izin ve teşviki üzerine Medine’ye hicret başladı. Kısa zamanda pek çok kimse Hz. Ömer de dahil olmak üzere Medine’ye göç etti
Mekke’de Hz.Ebu Bekir, Hz.Ali ve Mekke’de müslüman oldukları için aileleri tarafından hapsedilmiş olanlarla köle ve cariyelerden başka kimse kalmamıştı.
Hz.Ebu Bekir de hicret etmek istemiş, Efendimiz kendisine:
-Acele etme, bana hicret için izin verileceğini umuyorum, diyerek, ona izin vermemişti. Hz.Ebu Bekir:
-Anam babam sana feda olsun, gerçekten bunu umuyor musun? diye sordu. Efendimiz:
-Evet, umuyorum, diye cevap verdi ve Hz.Ebu Bekir buna çok sevindi.[2]
Daru’n-Nedve’nin Korkunç Kararı
Mekke’de müslümanlardan kimsenin kalmadığını, hepsinin Medine’ye göç ettiğini gören Mekke ileri gelenleri telaşlanmaya başladılar. Hz.Muhammed de Medine’ye hicret eder, müslümanların başına geçerse kendileri için iyi olmayacağını, Şam ticaret yolu Medine’den geçtiği için kapanabileceğini düşündüler. Mekke’de hemen hemen yalnız kalan Efendimiz için bir şeyler düşünmeli dediler. Bu amaçla Kureyş ileri gelenleri Daru’n-Nedve denilen, önemli kararların alındığı yerde toplandılar. Toplantıya başta Ebu Cehil olmak üzere, Ebu Süfyan, Ebu’l-Buhteri, Utbe b. Rebia, Cübeyr b. Mutim, Nadr b. Haris, Ümeyye b. Halef, Hakim b. Hizam... gibi Mekke ileri gelenleri katıldılar. Toplantı son derece gizlilik içerisinde yapıldı. Toplantıda çeşitli görüşler ileri sürüldü, tartışıldı. Bir kısmı, Efendimizi bağlayıp, her tarafı kapalı bir yerde ölünceye kadar hapsedelim, dedi. Bu görüşlerden hiçbiri kabul görmedi.
Sonunda Ebu Cehil; Kureyş Kabilesinin bütün kollarından birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda Muhammed’e hücum edip öldürsünler. Kimin vurduğu belli olmasın. Böylece kanı bütün Kureyş kabilesine dağılmış olur. Haşimiler bütün Kureyş kollarına karşı çıkamayacaklarından kan davasına kalkışamazlar, çaresiz diyete razı olurlar. Bu iş de böylece kapanmış olur, dedi. Ebu Cehil’in bu teklifi kabul edildi. Bu işi yapacak kırk kişi seçilerek toplantıya son verildi. Bir an evvel bu kırk kişinin görevlerini yerine getirmeleri istendi.
O caniler ve beyinsizler, kendilerine doğru yolu göstermekten, dünya ve ahirette mutlu olmaları için, huzurunu kaçırırcasına, çaba harcamaktan başka bir şey yapmayan alemlere rahmet Sevgili Efendimizi öldürme kararını alırken bunu kendilerinden başka kimsenin bilmediğini sanıyorlardı. Halbuki yanılıyorlardı. Çünkü yerde ve gökler de olan her şeyi, hatta gözlerin hain bakışını ve sinelerin gizlediğini bilen Allah vardı. Nitekim Daru’n-Nedve’de alınan kararla ilgili Kuran’da şöyle buyuruluyor:[3]
وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ.
Allah onların kararını Cebrail aracılığıyla Efendimize bildiriyor ve Mekke’yi terk edip, Medine’ye hicret etmesini emrediyordu. Efendimiz bu emri alır almaz Hz.Ebu Bekir’in evine geldi. Hz.Ebu Bekir, Efendimizin geldiğini görünce:
-Vallahi önemli bir olay olmadıkça bu saatte, öğle vaktinde günün en sıcak saatinde evimize gelmek Efendimizin adeti değildi, dedi ve heyecanla Efendimizi karşıladı. Efendimiz:
-Yanında kim varsa dışarı çıkar, önemli bir şey görüşeceğim, buyurdu. Evde Hz.Aişe, kız kardeşi Esma ve annesi Ümmi Ruman vardı. Hz. Ebu Bekir:
-Yabancı yok, Ey Allah’ın Rasulü, dedi. Bunun üzerine Efendimiz:
-Medine’ye hicret için bana izin verildi, buyurdu. Hz.Ebu Bekir heyecanla sordu:
-Size arkadaşlık etme şerefine erecek miyim? Efendimiz daha önce vadettiği gibi:
-Evet, beraber olacağız, buyurdu.
Hz. Ebu Bekir bu habere çok sevindi. Dört aydan beri bugün için beslediği ikiz devesi vardı. Birisini hemen Efendimize teklif etti:
-Şu iki deveden birini buyurunuz alınız, dedi. Efendimiz Hz.Ebu Bekir’i şaşırtan bir şey söyledi. Bu en samimi dostunun bile minnet yükü altında kalmak istemediği içindi:
-Ancak bedelini ödeyerek alabilirim, buyurdu. Hz. Ebu Bekir:
-Anam babam size feda olsun, dedi ise de, Efendimiz sözünde ısrar etti. Hz.Ebu Bekir başka çaresi olmadığı için devenin bedelini kabule mecbur oldu.
Değerli Müminler! Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Yüce Efendimiz, en sevdiği dostu Hz.Ebu Bekir’in kendisi için hazırladığı deveye ücretini ödemeden binmeyeceğini söylemesi, bizim için önemli bir uyarıdır. Din uğruna, dindarlık uğruna geçimini başkalarına yükleyen kimseler bunu kulaklarına küpe etmelidirler. Dindarlıklarını başkalarına para ile satmamalıdırlar. İşte Efendimiz, işte Hz.Ebu Bekir.
1. Hicretin Safhaları
Hz.Aişe’nin ablası Esma seyahat için gerekli hazırlığı yapmaya başladı. Efendimiz Hz. Ali’yi çağırdı ve:
-Ben Medine’ye gidiyorum, sen bu gece benim yatağımda yat, örtünü üzerine al. Sabahleyin bu emanetleri sahiplerine ver ve sonra da hemen gel, buyurdular.
Mekke müşriklerini anlamak çok zor. Hem Efendimizi kendilerine düşman biliyor, hem de onu en güvenilir kişi bilerek kıymetli eşyalarını ve mücevherlerini ona emanet ediyorlardı. Kendi adamlarına güvenmiyorlardı. O Yüce Peygamber de emanete verdiği önemi burada gösteriyor. Böyle hem kendisi ve hem de müslümanlar için ölüm kalım savaşı verirken, yanındaki emanetleri sahiplerine vermek için Hz.Ali’yi Mekke’de bırakıyor, yatağına yatırıyordu.
Hz.Ali, durumun vehametini, yani Efendimizin yatağının bir ölüm yatağı olabileceğini bildiği halde, hiç tereddüt etmeden aldığı emri yerine getiriyordu. Akşam oldu. Katiller ve caniler evin etrafını sardılar. Efendimizin dışarı çıkmasını bekliyorlardı. Çünkü bir adamı evinin içinde öldürmek, Araplarda cinayetin en çirkini sayılırdı. Bunun için katiller bu geleneğe uyarak Efendimizi evinde değil, dışarı çıktıktan sonra öldürmek istiyorlardı. Efendimiz yerden bir avuç toprak aldı ve Yasin Suresinin başından, şu ayete kadar okudu:
وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدّاً وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدّاً فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ.
Sonra kendisini öldürmek için bekleyen silahlı kişilerin üzerine toprak saçtı ve gözlerinin önünde aralarından çıkıp gitti, onu göremediler. Evden çıkan Efendimiz, Kabe’yi ziyaret etti ve orada şu duygu dolu sözleri söyledi:[4]
والله إنكِ لَخيرُ أرضِ الله، وأحبُّ أرضِ الله إلى. والله لولا أنِّى اُخْرِجتُ منكِ ما خرجت.
Sevr Mağarası
Efendimiz ve Hz.Ebu Bekir Mekke’nin güneyinde bir buçuk saat mesafedeki Sevr dağına vardılar. Dağı tırmanarak zirvesindeki mağaraya gizlendiler.
Değerli Müminler! Bakınız burada da Efendimiz bize tedbir almadan, Allah’a tevekkül etmenin, Allah’ın emrettiği tevekkül olmayacağını öğretiyor. Medine’ye gidecekler. Medine ise Mekke’nin kuzeyinde bulunuyor. Ama bir tedbir olmak üzere Medine’ye ters istikamette bulunan Sevr dağına geliyor ve bir tedbir olmak üzere burada saklanıyorlar.
Efendimizin buradaki davranışları, onun Allah’a nasıl candan bağlı olduğunu gösteriyor. Öyle ise, tedbir almadan tevekkül etmek dinin emrettiği tevekkül değildir.
Eli silahlı caniler evi sarmış Efendimizin dışarı çıkmasını bekliyorlardı. Onlar bekleye dursunlar Efendimiz evden çıkıp gitmişti. Sabaha kadar beklediler. Dışarı çıkan olmayınca eve girdiler. Yatakta Hz.Ali’yi görünce şaşırdılar ve boşuna beklediklerini anladılar. Hz.Ali’yi alıp götürdüler ve bir süre sonra serbest bıraktılar. Mekke müşrikleri guruplar halinde, her tarafta Efendimizi aramaya koyuldular, bulamadılar. Bulana yüz deve vereceklerini ilan ettiler. Her tarafı arıyorlardı. Hatta bunlardan bir kısmı mağaranın ağzına kadar gelmiş, o kadar yaklaşmışlardı ki, adımlarının sesi içerden duyuluyordu. Hz.Ebu Bekir endişelenmeye başladı. Efendimize, kulağına eğilerek:
-Düşmanlar çok yaklaştı, o kadar ki, ayaklarının dibine bir baksalar bizi görecekler, dedi. Efendimiz ona şu cevabı verdi:
لا تحزن، إن الله معنا.
Hatta o sırada mağaranın kapısına kadar gelenlerden biri mağaranın içine girip aramak istemiş. Ümeyye b. Halef ona:
-Orada ne işin var, Aklını mı yitirdin? Baksana Muhammed doğmadan önce orada örümcekler ağ germiş, kuşlar yuva yapmış, dedi ve içeriye girmesine engel oldu. Mağaranın ağzına örümcekler ağ germiş bir çift güvercin yuva yapmıştı. İşte Tarih kitaplarının sözünü ettikleri mağara mucizeleri bunlardır.
Allah bir kulunu korumak istedikten sonra onun sebeplerini de yaratır. Konu ile ilgili Kuran’da şöyle buyuruluyor:[5]
إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجه الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ.
Efendimiz ve Hz.Ebu Bekir Sevr mağarasında üç gün, üç gece kaldılar. Hz.Ebu Bekir’in küçük oğlu Abdullah geceleri gelir, Mekke’de olup bitenleri onlara bildirir, şafak sökerken şehre dönerdi. Dördüncü gün olunca Kureyş’in kendilerini takip etme işinin gevşediğine inanarak mağaradan çıktılar. Bir gayr-ı müslim olan ve fakat güvenilir biri olan Abdullah b. Ureykıt’ı kendilerine yol göstermek üzere ücretle tuttular ve Medine’ye gitmek üzere çöllere daldılar.
Süraka’nın Atı Sürçüyor
Kureyş daha önce Efendimizi ölü veya diri yakalayana, yüz deve vereceğini ilan etmişti. Bu büyük bahşişi almak için kendine güvenen pek çok kimse Efendimizin peşine düştü. Bunlardan biri de Süraka b. Cuşum idi. Bu mükafata aldanarak Efendimizin izini takip etmiş, Efendimiz ve arkadaşı dinlenmek üzere konduğu yere varmış, hemen atını mahmuzlayarak ilerlemiş, fakat onlara yetişmeden atının ayağı sürçmüş, kendisi de yere yuvarlanmıştı. Süraka okunu alarak Arap adetine göre falına bakmış, fal fena çıkmıştı. Ancak yüz develik mükafat gözünün önüne gelince falı unutmuş, ilerlemeye karar vermiş, bu sefer de atının ayakları kuma iyice gömülmüştü. Süraka atından inerek tekrar falına bakmış, bu işte bir fevkaladelik olduğunu anlamıştı. Bunun üzerine Süraka, Efendimize doğru ilerlemiş, ona Kureyş’in ilan ettiği mükafatı haber vermiş ve kendisini affetmesi için yalvarmaya başlamıştı. Bu bir tesadüf değil, Cenab-ı Hakk’ın Efendimizi koruduğunun alametidir. Süraka İslam’ın parlak geleceğini de anlamış ve Efendimizden kendisine bir ferman verilmesini istemişti. Bu ferman da kendisine verilmişti. Süraka daha sonra müslüman olmuştur. Süraka fermanı alınca geri dönmüş, arkadan gelen takipçileri de geri çevirmiştir.
İşte görülüyor ki, Cenab-ı Hak bir şeyi murad ettiği zaman, onun sebebini de yaratıyor. Daha birkaç dakika önce Efendimizi yakalamak için koşan Süraka, şimdi buna engel oluyordu. Az önce kendisi takipçi olduğu halde, şimdi takipçileri geri çeviriyordu. Bir rivayete göre Ebu Cehil, sonraları Süraka’nın bu hareketiyle alay ederek onu ayıplamış, o da:
-Eğer atımın nasıl kuma batıp saplandığını görseydin, Muhammed’in peygamberliğini sen de tasdik eder, ona inanırdın, demiştir. Süraka geri döndükten sonra bu küçük kafile kızgın çöllerde yoluna devam etti. Bu yolculuğun ne kadar güç şartlar altında yapıldığını bugün anlamak mümkün değildir. Yiyecek yok, su yok, serinleyecekleri bir gölgelik yok. Her tarafı saran alev dalgaları çölü kasıp kavuruyor. Yedi gün yedi gece bu kızgın çöllerde, vadilere dalarak dağlara çıkarak yürüdüler.
Mekke’den Medine’ye giderken yolda şu ayet de nazil oldu:[6]
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ.
Mekke’ye, dönüşün müjdesi de böylece verilmiş oluyordu. Efendimizin Medine’ye gelmekte olduğunu haber alan Medineliler, onu heyecanla bekliyorlardı. Medine halkı her sabah şehir dışına çıkıyor, öğleye kadar Rahmet Peygamberinin gelişini gözlüyorlardı. Sonra da üzülerek şehre geri dönüyorlardı. Bir gün halk bekledikten sonra şehre dönerken bir kalenin tepesinde duran bir Yahudi kızı, uzaktan bir kafile gördü. Hemen halka haber gönderdi ve -Beklediğiniz misafir geliyor, dedi. Bu haber üzerine şehir baştan başa sevinç ile çalkalandı. Medineliler bayramlıklarını giyerek ve silahlarını kuşanarak bu aziz misafiri karşılamaya çıktılar.
Medine’ye bir saat mesafede Kuba adı verilen bir yer vardı. Medinelilerin bir çok aileleri burada yaşarlardı. Gülsüm b. Hedm’in başkanı olduğu Amr b. Avf ailesi buranın en tanınmış sakinlerindendi. Efendimiz buraya ulaştığı zaman bu aileler onu tekbirlerle karşıladılar. Kainatın Efendisini misafir etme şerefi onlara nasip oldu. Efendimizin Mekke’den hareketinden üç gün sonra Hz.Ali de Mekke’den ayrılmış ve Kuba’da Efendimize yetişerek o da bu aile tarafından misafir edilmişti. Zaten Ashab-ı Kiram’dan pek çoğu bu ailenin yanında misafir olarak bulunuyordu. Efendimiz Kuba’ya miladi 622 yılı, 20 Eylül Pazartesi günü ulaştı. Efendimiz burada ilk iş olarak Gülsüm b. Hedm’in hurmalarını kuruttuğu yerde bir mescid inşa etmiştir. Bu mescidin inşasında Efendimiz herkesle birlikte çalışmıştır. İslam’da ilk inşa edilen bu mescid hakkında Kuran’da şöyle buyurulmuştur:[7]
...لَمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ.
Efendimiz burada 14 gün kaldıktan sonra, bir Cuma günü Medine’ye hareket etti. Beni Salim mahallesinden geçerken Cuma vakti girdiği için burada Cuma namazını kıldı. İlk Cuma namazı, burada kılınan namazdır. Namazdan sonra Medine’ye doğru yola çıktı. Kuba’dan Medine’ye kadar halk yolların iki tarafına sıralanmışlardı. İçten gelen bir sevgi ile tezahürat yapıyorlardı. Medine, böyle bir güne ilk defa şahit olmuş oluyordu. Efendimiz geçerken, sağdan soldan, -Buyurun Ey Allah’ın Rasulü, işte evlerimiz, işte mallarımız, işte canlarımız, emrinize amade, diyerek davet ediyorlardı. Efendimiz bu samimi davetlere nezaketle karşılık veriyor, yoluna devam ediyordu.
Efendimiz tam şehre gireceği sırada kalabalık o dereceyi bulmuş ki, kadınlar damların üzerine çıkmışlardı. O gün hep birlikte şu şiiri söylüyorlardı:
-Dolunay veda dağının sırtlarından bize doğdu. Allah’a yalvaran bulundukça, bize de şükretmek düşer. Ey bize gönderilen Peygamber, sen, itaat olunan emirle geldin. Mini mini yavrular da şöyle diyorlardı:
-Biz Neccar oğullarının kızlarıyız. Muhammed’in komşuluğu ne hoş komşuluktur.
Herkes bu büyük misafiri kendi evinde ağırlamak istiyor, devesinin yularına sarılarak, -Buyurun, Ey Allah’ın Rasulü, diyordu. Efendimiz ise gülümseyerek:
-Deveyi kendi haline bırakınız, o memurdur, diyor, onların gönüllerini hoş ediyordu. Deve önce Beni Neccar’dan iki yetime ait bir arsaya çöktü ve hemen kalktı. Efendimiz daha sonra bu arsayı satın alarak burada mescidini inşa etmiştir. Deve ikinci defa çöktü ve boynunu uzatarak tatlı bir şekilde bağırdı. Bunun üzerine Efendimiz, -İnşallah konağımız burasıdır, diyerek devesinden indi. Burası Neccar oğullarından Halid b. Zeyd’in, yani İstanbul’da medfun bulunan Ebu Eyyub el-Ensari’nin evine en yakındı ve onun misafiri oldu. İşte Hicret Olayı.
3. Hicretin Sonuç ve Etkileri
Hicret, İslam Tarihinin en önemli olayıdır. İslam, Mekke şehri hudutları dışına hicretle taşmış ve bu güneş dünyaya Medine ufuklarından yayılmıştır. Kuran ayetlerinin bir kısmı Mekke’de, bazıları da Medine’de nazil olmuştur.
Bu büyük olaya ilk müslümanlar fazlaca önem verdikleri ve diğer olaylardan daha çok anılmaya değer buldukları için Hz.Ömer’in halifeliği zamanında onu tarih başı kabul etmişlerdir.
Hicret olayının milletimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan diliyorum. Allah, milletimiz ve memleketimizi her türlü felaket ve musibetlerden muhafaza buyursun. Amin.
[1] Buhari, Menakıb, 45.
[2] Buhari, Menakıb, 45.
[3] Enfal, 8/30.
[4] Tirmizi, Menasik, 103.
[5] Tevbe, 9/40.
[6] Kasas, 28/85.
[7] Tevbe, 9/108.
Kaynak: Lütfi Şentürk - Diyanet Aylık Dergi