Bir gün Medine'de Nebî (sav) ashâbıyla otururken bir Yahudi çıkageldi ve “Ey Kâsım'ın babası! Arkadaşlarından biri yüzüme vurdu.” diyerek şikâyette bulundu. Bu kişi, “Allah fakirdir, ama biz zenginiz!” 1 diyerek, mecazî anlamda Allah'a güzel bir şekilde borç (karz-ı hasen) veren yani Allah rızası için malını harcayan kimseden söz eden âyetle1 alay ettiği için Hz. Ebû Bekir'in hışmına uğrayan Yahudi bilgini Finhâs'tan başkası değildi. Bu yüzden daha önce de Hz. Ebû Bekir'i Hz. Peygamber'e şikâyet etmişti.3
Finhâs'ın bu seferki şikâyeti yine Hz. Ebû Bekir'le ilgiliydi. Allah Resûlü, Finhâs'ın şikâyeti üzerine Hz. Ebû Bekir'i çağırttı ve “Sen bu Yahudi'ye vurdun mu?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir de ona vurduğunu itiraf etti.
Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî'nin anlattıklarına göre, ensardan bir adam çarşıdan geçerken bir Yahudi'nin satmaya çalıştığı malına hoşuna gitmeyen bir meblağ teklif edilince malını övmek için, “Musa'yı âlemlere üstün kılan Allah'a yemin olsun ki...” diyerek yemin ettiğini işitmişti. Bunun üzerine, “Ey alçak adam! Muhammed'den de mi üstün kıldı?” diye ona çıkışmış, o da “Muhammed'i âlemlere üstün kılan Allah'a yemin olsun ki...” demek suretiyle misillemede bulunmuştu.4
Tartışma kızışınca da sahâbî öfkesine hâkim olamayarak Finhâs'ın yüzüne bir tokat atmıştı. Finhâs, Müslümanlarla Yahudiler arasında yapılmış olan antlaşmaya göre devletin güvencesi (emanı) altında olduğu gerekçesiyle derhâl Peygamberimize (sav) giderek Medineli sahâbîyi dava etti. Neticede iki tarafı da dinleyen Allah Resûlü her ikisine de şu uyarıyı yaptı:
لاَ تُفَضِّلُوا بَيْنَ أَنْبِيَاءِ اللَّهِ
“Allah'ın peygamberlerini birbirlerine üstün tutmayın!”2
لاَ تُخَيِّرُونِى عَلَى مُوسَى
“Beni de Musa'dan üstün tutmayın!”3
Belli ki o, peygamberler arasında üstünlük yarışı yaptırılmasını istemiyordu.
Yüce Allah'ın seçtiği bütün peygamberler iman açısından ve getirdikleri ilâhî bildirinin evrensel özü ve esası bakımından eşittirler. Allah Teâlâ her ne kadar bazı elçilerine ilmî, manevî veya dünyevî mevkiler bakımından diğerlerinden daha fazla lütufta bulunmuşsa da peygamber olmak bakımından aralarında hiçbir fark yoktur. Kur'ân-ı Kerîm'e kulak veren bir mümin, bütün peygamberlerin Allah tarafından seçildiğine ve hepsinin üstün örnekler olduğuna inanır ve bu konuda peygamberler arasında fark gözetmez. Yüce Allah'ın,
كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ
“Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.”4 ve
وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ
“Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.”5 şeklinde tasvir ettiği müminlere yakışan,
لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ
“O'nun elçilerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız.”6 demektir.
Allah Resûlü (sav) de
لاَ يَقُولَنَّ أَحَدُكُمْ إِنِّى خَيْرٌ مِنْ يُونُسَ
“Hiçbiriniz sakın benim Yunus Peygamber'den hayırlı olduğumu söylemesin.”7 buyurmak suretiyle peygamberlerin birbirlerinin rakibi olarak algılanmasını istememiştir. Resûl-i Ekrem'in, kendisini, sabırsızlığı dolayısıyla balığın karnına düşen ve hakkında Allah Teâlâ'nın, “وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ” “Balık sahibi (Yunus) gibi olma! ”8 buyurduğu Yunus Peygamber'den üstün tutmaması son derede anlamlıdır.
Öte yandan Yüce Allah bazı peygamberlerini sadece dine davetle yükümlü kılmışken içlerinden seçtiği bazı resûllerine de sahifeler, kitap ve şeriat vermiştir. Hz. Nuh, Hz. İbrâhim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed gibi bazı peygamberlere de baskı ve sıkıntılara karşı gösterdikleri mücadelenin büyüklüğü nedeniyle “ulü'l-azm” sıfatı12 verilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk'ın Hz. Musa gibi kimi peygamberlerle konuştuğu,13 kimilerinin derecelerini yükselttiği, Hz. İsa'yı “Rûhu'l-Kudüs” ile desteklediği anlatılır ve peygamberlerden bazılarına çeşitli meziyetler bahşedildiği bildirilir.14 Aynı şeklide Allah Teâlâ,
وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيِّنَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُدَ زَبُورًا
“Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Dâvûd'a da Zebur'u verdik.”9 buyururken, âdeta, demircilik yaparak16 geçimini sağlamaya çalışan Hz. Dâvûd'a dilediğinde hükümdarlık ve hikmetin kapılarını açarak17 onu çok üstün bir konuma getirdiğini hatırlatmaktadır.
Hz. İbrâhim, Hz. İsa ve Hz. Musa gibi peygamberlerin tevhid mücadelelerinin anlatıldığı Bakara sûresinde de Yüce Allah, Hz. Muhammed'e (sav),
وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
“Şüphesiz sen, (Allah tarafından) gönderilmiş peygamberlerdensin.”10 buyurarak iltifatta bulunmuştur. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de anlatıldığına göre, Allah Teâlâ, vaktiyle bütün peygamberlerden ve dolayısıyla o peygamberlerin ümmetlerinden, kendilerine verileni tasdik eden bir peygamber geldiğinde, ona iman ve yardım etmeleri konusunda söz almıştır.19
İman ve getirdikleri ilâhî bildirinin özü ve esası bakımından eşit olan peygamberlerin dünya ve âhirete ilişkin bazı hususlarda kendilerine özgü birtakım hususiyetleri vardır. Bu çerçevede Resûlullah'ı (sav) diğer peygamberlerden ayıran bazı özellikler ve ayrıcalıklar olduğu da muhakkaktır. Hatta bu ayrıcalık tabiî olarak onun ümmeti için de geçerli olacaktır.20
Örneğin Câbir b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
أُعْطِيتُ خَمْسًا لَمْ يُعْطَهُنَّ أَحَدٌ مِنَ الأَنْبِيَاءِ قَبْلِى ، نُصِرْتُ بِالرُّعْبِ مَسِيرَةَ شَهْرٍ ، وَجُعِلَتْ لِىَ الأَرْضُ مَسْجِدًا وَطَهُورًا ، وَأَيُّمَا رَجُلٍ مِنْ أُمَّتِى أَدْرَكَتْهُ الصَّلاَةُ فَلْيُصَلِّ ، وَأُحِلَّتْ لِىَ الْغَنَائِمُ ، وَكَانَ النَّبِىُّ يُبْعَثُ إِلَى قَوْمِهِ خَاصَّةً ، وَبُعِثْتُ إِلَى النَّاسِ كَافَّةً ، وَأُعْطِيتُ الشَّفَاعَةَ
“Benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmeyen beş şey bana verilmiştir: Ben, düşmanımın içine bir aylık mesafeden korku salma yardımına mazhar oldum. Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı, onun için ümmetimden namaz vaktine kavuşan herkes (bulunduğu mekânda) namazını kılıversin. Ganimetler bana helâl kılındı. Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlığa gönderildim. Ve bana şefaat (etme hakkı) verildi.”11
Başka bir rivayette ise Allah'ın Resûlü, yukarıdakilere ilâve olarak,
فُضِّلْتُ عَلَى الأَنْبِيَاءِ بِسِتٍّ أُعْطِيتُ جَوَامِعَ الْكَلِمِ ... وَخُتِمَ بِىَ النَّبِيُّونَ
“Bana cevâmiu'l-kelim (az sözle çok mânâ ifade etme kabiliyeti) bahşedildi... Ve peygamberler benimle son buldu.” buyurmuştur.12
Rivayetlerden anlaşıldığına göre, Resûl-i Ekrem, Hendek Savaşı'nda olduğu gibi23 Allah tarafından düşmanın kalbine korku salma konusunda desteklenmiştir. Diğer semavî dinlerin mensupları ibadetlerini kendilerine özgü mekânlarda yaparlarken, Yüce Allah Hz. Peygamber'e ve ümmetine bir lütuf olarak temiz olan her yerde namaz kılma ve gerekli durumlarda teyemmüm etme imkânı tanımıştır. Müslüman olmayanlardan savaş yoluyla elde edilen ganimetleri ümmet-i Muhammed'in buna olan ihtiyacını bilen Allah Teâlâ,24 Müslümanlara helâl kılmıştır.25
Hz. Peygamber bütün insanlığa gönderilmiştir. Kimi âlimler, Hz. Nuh ve Hz. İbrâhim'in de bütün insanlığa gönderildiğini ifade etmişlerdir. Ayrıca belirli bir bölgeye veya topluma gönderilen peygamberlerin mesajlarında da Allah'ın birliği ve âhirete iman gibi evrensel ilkeler bulunduğu muhakkaktır.
Hz. Peygamber'e verilen “cevâmiu'l-kelim” özelliğini ise kimi âlimler az sözle çok mânâ ifade etme, veciz ve edebî konuşma kabiliyetinin, Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerde ortaya çıktığı şeklinde yorumlamışlardır.
Âlemlere rahmet olarak26 ve bütün insanları ve cinleri27 müjdelemek ve uyarmak üzere gönderilen bir peygamber28 olan Hz. Muhammed (sav), peygamberlerin son halkasını teşkil etmektedir.29
وَالأَنْبِيَاءُ إِخْوَةٌ لِعَلاَّتٍ ، أُمَّهَاتُهُمْ شَتَّى ، وَدِينُهُمْ وَاحِدٌ
“Bütün peygamberler babaları bir kardeştirler; anaları ayrı fakat dinleri birdir.”13 buyuran Allah Resûlü, kendi konumunu temsilî olarak şu şekilde izah etmiştir:
إِنَّ مَثَلِى وَمَثَلَ الأَنْبِيَاءِ مِنْ قَبْلِى كَمَثَلِ رَجُلٍ بَنَى بَيْتًا فَأَحْسَنَهُ وَأَجْمَلَهُ ، إِلاَّ مَوْضِعَ لَبِنَةٍ مِنْ زَاوِيَةٍ ، فَجَعَلَ النَّاسُ يَطُوفُونَ بِهِ وَيَعْجَبُونَ لَهُ ، وَيَقُولُونَ هَلاَّ وُضِعَتْ هَذِهِ اللَّبِنَةُ
“Benim ve benden önceki peygamberlerin durumu, bir ev inşa eden kimseye benzer. O kimse evi güzelce yapıp mükemmel hâle getirmiş fakat bir köşede sadece bir tuğla yeri boş kalmıştır. İnsanlar bu evi dolaşırlar, ona hayran olurlar ve şöyle derler: 'Keşke şu tuğla da yerine konulmuş olsaydı.'” Resûlullah sözlerine şöyle devam etmiştir:
فَأَنَا اللَّبِنَةُ ، وَأَنَا خَاتِمُ النَّبِيِّينَ
“İşte ben o tuğlayım. Ben peygamberlerin sonuncusuyum.”14
Bu rivayette Hz. Peygamber'in tarih boyunca devam eden peygamberlik müessesesine sahip çıkması ve ayrım yapmadan kendisini bu zincire eklemesi önemli ve örnek bir tavırdır.
Hz. Muhammed, ayrıca kendisine verilen Kur'an mucizesinin niteliğiyle de diğer peygamberlerden ayrılmaktadır. Aslında her peygambere, kendi dönemi ve bölgesinin gelişmişlik düzeyine paralel olarak oraya münhasır mucizeler verilmiş, onların vefatlarıyla birlikte bu mucizeler de doğal olarak son bulmuştur. Ancak Hz. Muhammed'e verilen Kur'an mucizesi onun vefatıyla birlikte yok olmamıştır; bilakis bugün olduğu gibi kıyamete kadar onun tek mucizesi olarak etkisini hep sürdürecektir. İşte bu yüzdendir ki Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
مَا مِنَ الأَنْبِيَاءِ نَبِىٌّ إِلاَّ أُعْطِىَ مَا مِثْلُهُ آمَنَ عَلَيْهِ الْبَشَرُ ، وَإِنَّمَا كَانَ الَّذِى أُوتِيتُ وَحْيًا أَوْحَاهُ اللَّهُ إِلَىَّ فَأَرْجُو أَنْ أَكُونَ أَكْثَرَهُمْ تَابِعًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Peygamberlere kendi dönemlerindeki insanların inandıkları mucizeler verilmiştir. Bana verilen mucize ise Allah'ın bana vahyettiği (Kur'ân-ı Kerîm)dir. Bunun için kıyamet gününde ben, en çok bağlısı bulunan peygamber olacağımı ümit ediyorum.”15
Diğer yandan Kur'ân-ı Kerîm, Allah Resûlü'nün bilgi kaynaklarının diğer insanlar gibi akıl ve beş duyuyla sınırlı olmadığının; bilakis ilâhî vahyin de onun bilgi kaynakları arasında bulunduğunun bir göstergesidir. Allah Resûlü'nün ilâhî vahyin muhatabı olması, onu diğer insanlardan ayrıcalıklı kılan en önemli hususiyettir.
Vahiy, Allah Resûlü'nün sıkıntılı anlarında ilâhî bir yardım olarak da tecelli etmiştir. Yüce Allah hicret esnasında Resûlullah'a görünmeyen askerlerle yardım etmiş,33 Hendek Savaşı'nda düşmana karşı rüzgâr ve görünmez ordular göndermiş34 ve kalplerine korku düşürmüştü.35 Bedir'de beş bin melekle müminleri desteklemişti.36
Perslere yenilen Bizanslıların çok kısa bir zaman sonra tekrar galip geleceği37 ve Mekke'nin fethedileceği haberleri de hep ilâhî vahiyle bildirilmişti.38 Ve ona, İsrâ ve Mi'rac gecesinde Rabbinin âyetlerinden en büyüğü gösterilmişti.39
Resûlullah'ın ayrıcalıkları elbette sadece olağanüstü hâllerle sınırlı değildi. Onun en ayrıcalıklı yanlarından biri de dünyadaki sade ve mütevazı yaşantısıydı. Yüce Allah, Kutlu Elçisi'nden dünya nimetleri ile kendi katındakiler arasında seçim yapmasını istediğinde o, Allah katındakileri tercih etmişti.40 Onun bir hükümdar peygamber değil kul peygamber olmayı istemesi aslında bundandı.41
Allah Resûlü'nün bütün bu özellikleri ve üstünlükleri ümmeti tarafından büyük bir ilgiye mazhar olmuş ve “Hasâisü'n-Nebî” (Peygamberin Ayrıcalıkları) ve “Delâilü'n-Nübüvve” (Peygamberliğin Delilleri) gibi başlıklar altında onun özelliklerini ve ayrıcalıklarını anlatan kıymetli ve zengin bir külliyat ortaya çıkmıştır. Ancak Hz. Peygamber'in büyüklüğünü ve üstünlüğünü, hoyrat câhiliye toplumunu her türlü ahlâkî ve manevî hastalıklardan arındırmasında ve değerlerini yitirmiş bir toplumu yüksek değerlere kavuşturmasında aramak isabetli bir yol olsa gerektir.
Diğer yandan önceki peygamberlerin kendi zamanlarındaki insanlara çeşitli olağanüstü ve meydan okuyucu mucizelerle tebliğde bulunmalarına rağmen Allah Resûlü'nün bütün mucize beklentilerini bir kenara bırakıp beşerî şartlarda Mekke ve Medine'de yirmi üç yıl gibi kısa bir sürede örnek bir İslâm toplumu oluşturması, belki de onun en büyük mucizesidir.
Yüce Allah, Hz. Peygamber'i insanlara tanıtırken “وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظِيمٍ” ayetinde onun “yüce bir ahlâk üzere olduğuna”16 vurgu yapmıştır. Bütün insanlığa gönderilmiş olan Hz. Muhammed'in sahip olduğu en önemli hususiyetlerden birisi işte bu üstün ahlâkıdır. Onu (sav), birlikte yaşadığı insanlardan ayrı kılan bu üstün yönlerden bazılarını, kendisini en iyi bilen ve tanıyan yakın arkadaşlarının diliyle şöyle özetleyebiliriz:
O, insanlar arasında günaha en uzak kimseydi.43
Onun kadar ailesine şefkatli kimse yoktu.44
O, insanların en iyisi, en yardımseveriydi.45
Ashâbı arasında ondan daha çok istişareye önem veren kimse yoktu.46
O, küçük dili görülecek kadar ağzını açarak gülmemişti. O, yalnız tebessüm ederdi.47
Ömrü boyunca ne hizmetini gören birini ne de bir hanımını incitecek bir davranışta bulunmuştu.48
Kısacası Peygamber Efendimiz (sav),
وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ أَحْسَنِ النَّاسِ خُلُقًا
“İnsanların ahlâkça en güzeliydi.”17
1 Bakara, 2/245.
2 Müslim, Fedâil, 159, hadis no: 6151.
3 Buhârî, Husûmât, 1, hadis no: 2411.
4 Bakara, 2/285.
5 Bakara, 2/4.
6 Bakara, 2/136, 285.
7 Buhârî, Enbiyâ, 35, 3412.
8 Kalem, 68/49.
9 İsrâ, 17/55.
10 Bakara, 2/252.
11 Buhârî, Salât, 56, hadis no: 438
12 Müslim, Mesâcid, 5, hadis no: 1167.
13 Buhârî, Enbiyâ, 48, hadis no: 3443.
14 Buhârî, Menâkıb, 18, hadis no: 3535.
15 Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1, hadis no: 4981.
16 Kalem, 68/4.
17 Tirmizî, Birr, 69, hadis no: 2015.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam