Resûlullah zamanında bir adam, dalındayken satın aldığı meyveler hastalık nedeniyle ziyana uğrayınca zarar etmiş ve meyveleri almak için ödünç aldığı parayı ödeyememişti. Gün geçtikçe borçları daha da artmış, alacaklıları onu sıkıştırmaya başlamıştı. Durumu öğrenen Hz. Peygamber, ashâbına, “Ona bağışta bulunun.” dedi. Allah Resûlü'nün bu isteği üzerine ashâb, ellerinden geleni esirgemeyerek ona yardımda bulundular. Fakat elde edilen meblağ adamın borcunu ödemesine yetmedi. Bunun üzerine Resûlullah adamın alacaklılarına,
خُذُوا مَا وَجَدْتُمْ وَلَيْسَ لَكُمْ إِلاَّ ذَلِكَ
“Bulduğunuzu alın! Bundan başka yapabileceğiniz bir şey de yoktur!” dedi ve artık onun üzerine daha fazla gidilmesine engel oldu.1
İflas, kişinin yüklü miktarda borçlanması ve artık borçlarını ödeyemez hâle gelmesidir. Bu duruma düşen müflisin mal varlığının ve alacaklarının toplamı, borçlarını karşılamaya yetmemekte, kısacası bu kişi maddî bakımdan çökmektedir.
İslâm öncesi dönemde örnekleri görülen iflas sebebiyle Araplar, borçluyu zor duruma düşürecek kadar sıkıştırıyor, borcundan dolayı hür bir insanı bile satabiliyorlardı. İslâm'ın ilk zamanlarına kadar süregelen bu uygulama,
وَاِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلٰى مَيْسَرَةٍ وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
“Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.”2 âyetinin inmesi ile sona ermiştir.3
Kur'ân-ı Kerîm'de iflasla ilgili herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Hz. Peygamber'in bu konudaki açıklamaları ise hukukî ve ahlâkî açıdan olmak üzere iki grupta toplanabilir.
Resûlullah, hukukî bakımdan hem müflisi hem de alacaklıları korumaya yönelik bir tutum sergilemiş, öncelikle borçlunun imkânlarını göz önünde tutmuştur. İflas etmesine rağmen kişinin elinde malı varsa onun uygun bir şekilde alacaklılara paylaştırılmasını sağlamıştır.
Cömertliğiyle bilinen Muâz b. Cebel, kendisinden maddî yardım talebinde bulunan hiç kimseyi geri çevirmiyor, hatta bu yüzden bir başkasına borçlanmayı bile göze alıyordu. Fakat öyle bir duruma düştü ki, borcu dolayısıyla bütün malları ipotek altına alınacak hâle geldi. Durumunu Hz. Peygamber'e arz ederek kendisi için alacaklıları ile konuşmasını istedi.
Hz. Peygamber, onlarla konuştu ama haklarından vazgeçmediler. Sonra Muâz'ı yanına çağırdı ve onun mallarını satarak alacaklıları arasında paylaştırdı. Sonunda Muâz'ın hiçbir şeyi kalmamıştı.4
Muâz'ın borcuna karşılık değerli malı vardı ve onları satarak açığını kapatabilmişti. Ancak nakit olsun gayrimenkul olsun, elinde ne varsa tüketen bir müflis için bu mümkün değildir. Böyle durumlarda Hz. Peygamber, borcunu ödemeye gücü yetmeyen kimselere yardım edilmesini sağlamış,5 insanları şu sözleriyle buna teşvik etmiştir:
وَمَنْ يَسَّرَ عَلَى مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِ فِى الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ
“Kim darda kalmış (borçlu) bir kimseye kolaylık sağlarsa, Allah da ona dünyada ve âhirette kolaylık sağlar.”3
Kur'ân-ı Kerîm'de de Allah rızasından başka hiçbir karşılık beklemeden yapılan yardımlar ve verilen borçlar “karz-ı hasen”, yani güzel bir borç olarak nitelendirilmiş, bu davranışı sergileyenler de övülmüştür:
اِنَّ الْمُصَّدِّقينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَاَقْرَضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعَفُ لَهُمْ وَلَهُمْ اَجْرٌ كَريمٌ
“Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir ödünç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlar için değerli bir mükâfat vardır.”4
Câbir b. Abdullah'ın babası Abdullah b. Amr, Uhud Savaşı'nda şehit olmuştu. Ancak ödenmemiş bazı borçları vardı. Bir süre sonra alacaklıları, borçlarını ödemesi için oğlu Câbir'i sıkıştırdılar. Câbir, Hz. Peygamber'e gelip durumu anlattı. Hurma bahçesinden elde edeceği mahsulü babasının borcuna karşılık kabul etmeleri için onlarla konuşmasını istedi. Fakat Resûlullah da kendileriyle konuştuğu hâlde alacaklılar ikna olmadılar. Çünkü mahsul, onların alacaklarını karşılamaya yetmiyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, hurmalığı onlara vermekten vazgeçip Câbir'e, “Kuşluk vakti sana geleceğim ”dedi ve ayrıldı. Ertesi sabah kuşluk vakti olunca Câbir'in hurma bahçesine gitti. Bir yandan bahçede dolaşırken bir yandan da mahsulün bereketli olması için dua etti. Ve hasat zamanı hurmalar öyle bereketlendi ki, Câbir borçların tamamını ödedi. Hatta bir miktar hurma da kendisine kaldı.5
Resûlullah,
مَنْ أَنْظَرَ مُعْسِرًا أَوْ وَضَعَ عَنْهُ أَظَلَّهُ اللَّهُ فِى ظِلِّهِ
“Kim darda kalmış (borçlu) bir kimseye zaman tanırsa veya alacağını bağışlarsa, Allah onu kendi gölgesinde gölgelendirir”6 buyurarak, alacaklıları borçluya kolaylık gösterme hususunda teşvik etmiştir.
Bir gün Kâ'b b. Mâlik mescitte iken, kendisine borçlu olan İbn Ebî Hadred'den alacağını istemişti. Fakat konuşurken ikisinin de sesleri öyle yükselmişti ki Allah Resûlü odasından onları duydu ve odasının perdesini açıp, “Ey Kâ'b b. Mâlik!” diye seslendi. Kâ'b, “Buyur yâ Resûlallah!” dedi. Hz. Peygamber eliyle işaret ederek, ondan alacağının yarısından vazgeçmesini istedi. Kâ'b da hemen, “Tamam yâ Resûlallah!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber İbn Ebî Hadred'e, “Sen de kalk, kalan borcunu öde!” dedi.7
Allah Resûlü, müflisin durumunu dikkate almasının yanı sıra alacaklılara da herhangi bir haksızlık yapılmamasına özen göstermiştir. Öncelikle alacaklının bir hak sahibi olarak söz söyleme hakkının bulunduğunu belirtmiştir.11 Ayrıca Hz. Peygamber,
إِذَا أَفْلَسَ الرَّجُلُ فَوَجَدَ الرَّجُلُ مَتَاعَهُ بِعَيْنِهِ فَهُوَ أَحَقُّ بِهِ
“Bir kimse iflas eder de (borçlu olduğu) biri, kendi malını (onun yanında) olduğu gibi bulursa, bu malı almaya (başkasından) daha fazla hak sahibidir.”8 buyurmuştur.
Ancak müflis malın ücretinin bir kısmını ödemişse, malı satan bu kişi de öncelik söz konusu olmaksızın diğer alacaklılarla eşit konumdadır. Müflisin ölmesi durumunda ise malı satan kişi alacağının bir miktarını tahsil etmiş olsun ya da olmasın, yine diğer alacaklılarla eşit hâle gelmektedir.13 Böylece Hz. Peygamber, alacaklılar arasında adaletli bir dağıtım sağlamaya çalışmıştır.
Gerektiğinde alacaklıların talebi doğrultusunda Hz. Peygamber, iflas eden kimsenin haklarını kullanma yetkisini kaldırmış ya da kısıtlamıştır. Nitekim Muâz b. Cebel'in iflas etmesi nedeniyle kendisine başvurması olayında, alacaklılar haklarından vazgeçmediği için Muâz'ın malını kullanmasına engel olmuştur.14 Bu kısıtlama müflisin borcunu ödemeye yanaşmaması hâlinde de uygulanmıştır.
Örneğin Cüheyne kabilesinden Useyfia adında bir adam iflas etmiş, borcunu ödemeye de yanaşmamıştı. Durum Hz. Ömer'e intikal ettirilmişti. Bunun üzerine o, alacaklılara ertesi sabah gelmelerini, Useyfia'nın malını aralarında paylaştıracağını bildirmişti.15 Böylece Hz. Ömer, Useyfia'nın elindeki bütün malları alacaklılara dağıtarak16 onun borçlarını kapatmıştı.
Hz. Peygamber dönemindeki bazı nadir örneklerine işaret ettiğimiz iflas, ticarî ilişkilerin oldukça geliştiği ve aşırı tüketimin yaygınlaştığı günümüz şartlarında neredeyse olağan hâle gelmiştir. Ticaret her zaman risk almayı gerektiren bir iştir. Buna göre çok kâr elde etme hedefiyle girişilen büyük işlerin istenilen doğrultuda devam etmemesi çok büyük zararlara yol açmakta ve sahiplerini iflasa kadar götürmektedir. İflas kimi zaman bilinçsizce yapılan harcamalar, hırs, lüks ve keyif düşkünlüğü gibi bireysel sebeplerden, kimi zaman da doğal afetler, çatışmalar, borçlar gibi kişinin kendi dışında gelişen sebeplerden meydana gelmektedir.
Ne sebeple olursa olsun günümüzde mal varlığını yitirerek iflas eden kişiler, psikolojik olarak da yıkıma uğramakta, iflası her şeyin sonu gibi algılayarak hayata küsmekte, bu olayın etkisinden kurtulamayarak kendilerini hatta ailelerini heba edecek kadar ileri gitmektedirler. Hâlbuki bu dünyada her şeyle karşılaşabileceğinin bilincinde olan mümin, bu ve benzeri sıkıntılara karşı sabırlı olmalı, inancını yitirmeyip hayata daha sıkı sarılmalı ve borçlarını ödemeye çalışmalıdır. Bu durumu bir imtihan olarak görmeli ve gayret gösterdiği takdirde Allah'ın kendisine yardım edeceğine dair ümidini asla yitirmemelidir.
Zira Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de mal ve evlâdın aslında birer imtihan olduğunu17bildirmekte ve sabırlı olmayı tavsiye etmektedir:
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرينَ
“And olsun ki sizi biraz korku ve açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”9
Müslüman'a yakışan, sıkıntılı zamanlarında sabır gösterip Allah'tan ümidini kesmeyen Hz. Peygamber'i örnek alarak ve onun tavsiyelerine uyarak sabırla teselli bulmaktır. Allah Resûlü, nimetlere şükredildiği gibi sıkıntılara sabretmenin de mümin için bir hayır vesilesi olduğunu şu çarpıcı ifadelerle dile getirmiştir:
عَجَبًا لأَمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْسَ ذَاكَ لأَحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ
“Müminin durumu ne hoştur! Onun her işi hayırlıdır, onun bu hâli başka hiç kimsede yoktur. O, bir nimete nail olduğunda şükrederse, bu onun için hayır olur. Darlık ve sıkıntıya düştüğünde sabrederse, bu da onu için hayır olur.”10
Ayrıca mümin, elinde olanla yetinmeyi bilmeli, kendisini iflas gibi felâketlere sürükleyen mal hırsından uzak durmalıdır.
İflas gibi zor bir duruma düşen kişi için Müslüman toplum elinden geleni yapmalı, Hz. Peygamber'in ifadesiyle, “bir binanın birbirine destek olan tuğlaları gibi”20 dayanışma içerisinde olarak müflise maddî ve mânevî anlamda yardımcı olmalıdır.
Resûlullah, iflasın bir de ahlâkî boyutuna dikkatleri çekmiştir ki, bu yönü bizim için en az hukukî yönü kadar önem taşımaktadır. Çünkü her insan malını kaybedip maddî bir iflasın eşiğine gelmeyebilir. Oysa mânevî bir iflas ile dünyada biriktirdiği hayırları kaybetme tehlikesi herkes için geçerlidir. Bu kötü ihtimali ümmetine hatırlatmak isteyen Allah Resûlü, bir gün ashâbına, “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Elbette ki bu sorunun cevabı onlar için kolaydı. “Bize göre müflis parası ve malı olmayan kimsedir.” demişlerdi. Hâlbuki Hz. Peygamber bu soruyu, onların dikkatini farklı bir yöne çekmek için yöneltmişti. Zihinlerindeki müflis algısını değiştirecek ve bu kelimeye yepyeni bir anlam yükleyecekti. İflasın sadece bu hayatta değil öbür dünyada da başlarına gelebileceğini düşünmelerini sağlayacaktı. Ve sözlerine şöyle devam etti:
إِنَّ الْمُفْلِسَ مِنْ أُمَّتِى يَأْتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِصَلاَةٍ وَصِيَامٍ وَزَكَاةٍ وَيَأْتِى قَدْ شَتَمَ هَذَا وَقَذَفَ هَذَا وَأَكَلَ مَالَ هَذَا وَسَفَكَ دَمَ هَذَا وَضَرَبَ هَذَا فَيُعْطَى هَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ وَهَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ فَإِنْ فَنِيَتْ حَسَنَاتُهُ قَبْلَ أَنْ يُقْضَى مَا عَلَيْهِ أُخِذَ مِنْ خَطَايَاهُمْ فَطُرِحَتْ عَلَيْهِ ثُمَّ طُرِحَ فِى النَّارِ
“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla gelir. Aynı zamanda şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş bir hâlde gelir. Bunun üzerine iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.”11
Maddî iflas bir şekilde bu dünyada telâfi edilebilmektedir. Fakat hesap günündeki asıl iflasın çaresi yoktur. Her ne kadar ibadetlerini yerine getirerek bir birikim elde ettiğini sansa da ahlâkını güzelleştirmeyen ve eliyle ya da diliyle insanlara zarar veren kişi, iflastan kurtulamayacaktır. Çünkü üzerindeki kul hakları, sevaplarından daha çoktur. Kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtlar, yaptığı haksızlık ve zulümler karşısında mizanda çok hafif kalmaktadır. Bu nedenle Peygamberimiz (sav), üzerinde kul hakkı olanları, hak sahipleri ile dünyada iken helâlleşmeleri hususunda uyarmıştır. Nitekim helâlleşmedikleri takdirde âhirette, iyilikleri alınıp hakkını gasp ettikleri kişilere verilecektir. Sevapları yetmediğinde ise bu sefer haksızlığa uğrattıkları kimselerin günahları sırtlarına yüklenecektir.22
Dinin görünen kısmını oluşturan ibadetlerin ruhunu göz ardı ederek tamamen şekle önem vermek ve böylece İslâm'ı ibadetlerin şeklî boyutuna indirgemek doğru değildir. Bu tarz bir düşünce kişiyi yukarıdaki hadiste ifade edilen “müflis” konumuna düşürür. Kur'ân-ı Kerîm'de üstün bir ahlâk üzere olduğu vurgulanan Allah Resûlü23 ümmetini de güzel ahlâka teşvik etmiş ve Müslüman'ı,
الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
“diğer Müslümanların elinden ve dilinden selâmette olduğu (zarar görmediği) kimse”12 olarak tanımlamıştır. Bu nedenle Hz. Peygamber'in sünnetini özümsemiş bir Müslüman'ın, sövmek, iftira etmek, kan dökmek, dövmek, haksızlık ve zulmetmek gibi güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlar sergilemesi düşünülemez. İbadetler, bir anlamda imanın dışa yansımasıdır.
Allah Teâlâ'nın,
اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ
“Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”13 buyurduğu üzere, hakkıyla yerine getirilen ibadetler kişiyi kötülüklerden alıkoyar. Dolayısıyla kişi, ibadetine devam ettiği hâlde ahlâka aykırı davranışlar sergiliyorsa dinin özünü anlamamış, Allah'a kulluk görevlerini de yerli yerince yapmamış demektir.
İnsanoğlu, dünyada iflas etmekten korktuğundan daha fazla, kıyamet günü müflis olmaktan korkmalı ve kaçınmalıdır. Maddî anlamda iflasın getireceği sıkıntıları düşündüğü gibi, mânevî anlamda iflasın getireceği kalıcı elem ve azabı da düşünmelidir. Allah Teâlâ'nın kimseye zerre kadar haksızlık etmeyeceği26 o günde iflasa sürüklenmemek için dünyada iken hayatını tanzim etmeli, Müslüman olmanın bilinciyle yaşamalıdır. Zira gerçek müflis, kıyamet günü iflas edendir.27
1 Müslim, Müsâkât, 18
2 Bakara, 2/280.
3 Müslim, Zikir, 38.
4 Hadîd, 57/18.
5 Buhârî, İstikrâz, 8.
6 Müslim, Zühd, 74.
7 Buhârî, Salât, 83
8 Müslim, Müsâkât, 24.
9 Bakara, 2/155.
10 Müslim, Zühd, 64.
11 Müslim, Birr, 59.
12 Buhârî, Rikâk, 26
13 Ankebût, 29/45.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam