Hicretin dokuzuncu senesi Receb ayında, sıcağın dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir mevsimde Allah Resûlü ashâbıyla birlikte savaş için bütün hazırlıklarını tamamlayıp yola koyulmuş ve nihayet Tebük'e varmıştı. Peygamberimiz ashâbına, “Kâ'b ne yaptı?” diye sordu. Selimeoğullarından birisi Resûlullah'a, “Yâ Resûlallah! Kâ'b'ı (kıymetli) iki hırkası(ndan dolayı duyduğu gururu) ve kibri (Medine'de) alıkoydu!” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Muâz b. Cebel itiraz edip Hz. Peygamber'e (sav), “Vallahi Yâ Resûlallah, biz Kâ'b hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz.” diyerek Kâ'b b. Mâlik'i savundu. Resûlullah ise Muâz'ın bu itirazına susarak karşılık verdi.
Allah Resûlü ile birlikte birçok gazveye katılan Kâ'b b. Mâlik, Tebük Savaşı'ndan geri kalan seksen küsür kişiden biriydi. Diğer bütün gazvelerin aksine Resûlullah bu defa, uzak ve tehlikeli bir yolculukta çok kuvvetli bir düşmanla karşılaşacak olan Müslümanların, ona göre hazırlanmalarını istediği için, gidilecek yönü Müslümanlara açıklamıştı. Müslümanların savaşa hazırlanacak vakitleri vardı. Buna rağmen Kâ'b b. Mâlik, bir türlü savaşa katılamamıştı.
Resûlullah ile Müslümanlar gazâ hazırlığı ile meşgul olduğu sırada Kâ'b b. Mâlik de onlarla beraber yol hazırlığı için sabahleyin evden çıkıp dolaşıyor, ancak hiçbir iş görmeden akşamüzeri evine dönüyordu. “(Daha hazırlanmaya vaktim ve) gücüm var.” diyerek günlerini geçiriyordu.
Nihayet herkes gerçekten hazırlanıp bir sabah Resûlullah ile Müslümanlar sefere çıktıklarında, Kâ'b'ın henüz hiçbir hazırlığı yoktu ortada. Bu sefer de, “Onun (ordunun) ardından bir iki günde hazırlanır, sonra onlara yetişirim.” diyerek yine kendini avuttu Kâ'b. Bundan sonraki birkaç gün de hiç farklı geçmemişti. Sabahları hazırlık için evden ayrılıyor, akşam eve hiçbir hazırlık yapmadan bomboş dönüyordu. Neticede ordu epey yol almış, Kâ'b'ın onlara yetişme ihtimali kalmamıştı.
Tebük Gazâsı'ndan başka, Resûlullah'ın yaptığı gazvelerin hiçbirisinden geri kalmayan Kâ'b b. Mâlik'in ilk pişmanlıkları işte bu günlerde başlamıştı. Zira daha önce hiçbir zaman bu kadar güçlü ve kuvvetli olmamıştı.
Buna rağmen sırf ihmali nedeniyle Resûlullah'ı ve Müslüman kardeşlerini bu zorlu mücadelede yalnız bırakmıştı. Kendisi gibi güçlü, kuvvetli ve imanı sağlam diğer bütün Müslümanlar savaşa gitmiş, geriye ise münafık olarak bilinen ya da güçsüzlüğünden dolayı mazeretli olan kişiler kalmıştı. Zaten Kâ'b'ı da en çok bu üzüyordu. Resûlullah gazâ için şehirden ayrıldığında Kâ'b b. Mâlik, insanların içine çıkıp kendisi ile beraber sadece münafık ve güçsüzlerin kaldığını gördüğünde, pişmanlığı daha da derinleşiyordu.
Döndüğünde bu durumu Allah Resûlü'ne nasıl izah edebilirdi ki? Savaşa gitmesini engelleyecek hiçbir mazereti yoktu. O güne kadar maddî durumu hiç bu kadar iyi olmamıştı. Ordunun Medine'ye doğru geri dönmekte olduğu haberini aldığında, düşünceleri daha da artmış, hüzün ve kedere boğulmuştu. Çevresinde görüşlerine değer verilen kimselere, içinde bulunduğu bu zor durumdan nasıl kurtulabileceğini soruyordu. Öyle ki bir ara Resûlullah'ı, bir yalanla atlatabileceğini bile düşünmüştü.
Zira konuşma kabiliyeti son derece iyi olan Kâ'b, dilese Resûlullah'ın kızgınlığını, söyleyeceği bir yalanla çok rahat dindirebilirdi. Ancak vicdanına gömdüğü hatası âhirette karşısına çıkmayacak mıydı? Doğruyu söylediğinde belki Hz. Peygamber'in öfkesine uğrayacaktı ama en azından Allah'ın affına mazhar olmayı umuyordu.
Ka'b, Hz. Peygamber ve ordusu Medine'ye dönünceye kadar zaten içi içini yemiş, işlediği kabahatin yükünden bir an önce kurtulmak için can atar olmuştu. Resûlullah'ın Medine'ye yaklaştığını duyduğunda ise bu düşünceleri bir yana bırakıp, içinde yalan bulunan bir özürle asla bu kabahatten temize çıkamayacağını anlamıştı. Allah Resûlü'ne her şeyi doğru bir biçimde anlatmaya karar verdi.
Öyle de yaptı Kâ'b b. Mâlik. Bir sabah vakti Medine'ye dönen Allah Resûlü, mescitte iki rekât namaz kılıp insanlarla sohbet etmeye başlamıştı. Sefere katılamayıp da geride kalanlar özürlerini beyan ettikten sonra Kâ'b, Resûlullah'ın huzuruna çıkıp selâm verdi. Allah Resûlü ise öfkeli bir eda ile ona gülümsedi ve savaşa neden katılmadığını sordu. O da her şeyi olduğu gibi anlattı.
Asıl sıkıntı bundan sonra başlayacaktı. Peygamberimiz Kâ'b'a, hakkında hüküm verilinceye kadar beklemesini söyledi. Mürâre b. Rabî' ve Hilâl b. Ümeyye de Kâ'b b. Mâlik ile aynı durumdaydı. Hepsi için bitmek tükenmek bilmeyen, sıkıntılı geçecek ve elli gün sürecek tecrit hayatı başlamıştı. Peygamberimiz, bu üç şahısla konuşulmaması talimatını verdi. Kırkıncı günden itibaren bu üç kişinin kendi hanımlarıyla görüşmelerini de yasakladı.
Savaşa gitmeyip geride kalan bu üç kişinin pişmanlığı ise her geçen gün daha da katlanıyordu. Kimi evine kapanıp gözyaşları içinde bağışlanma diliyor, kimi ise Resûlullah'tan güzel bir haber almanın umuduyla insanların arasında dolaşıyor, kimseyle konuşamadan tekrar evine dönüyordu.
Nihayet ellinci günün sabahı, tevbelerinin kabul edildiğine dair büyük müjdeyi aldılar. Tevbeleri çokça kabul eden Yüce Allah'ın haklarındaki beyanı şöyleydi:
{لَقَدْ تَابَ اللهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالأَنْصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَءُوفٌ رَحِيمٌ} [117]
“Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerin ve ensarın tevbelerini kabul etti. Evet, onların tevbelerini kabul etti. Şüphesiz O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.
{وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ وَظَنُّوا أَنْ لاَ مَلْجَأَ مِنَ اللهِ إِلاَّ إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا إِنَّ اللهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ} [118]
Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet edendir.
{يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ} [119]
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.”[1]
Böylece Kâ'b b. Mâlik ve onun durumunda olan diğer iki arkadaşı, tevbelerine Kur'an'la şahitlik edilen ve Allah'ın mağfiretinden daha dünyadayken haberdar olan kutlu sahâbîler olmuşlardı. İşledikleri kusurdan dolayı duydukları pişmanlık göstermelik değildi.
Bütün kalpleri ile pişmanlığı hissetmişler ve tekrar aynı hataya düşmemek için azmetmişlerdi. Onlar aslında Rablerine verecekleri hesabı düşünüyorlardı. Belki çevrelerindeki herkesi kusurlu olmadıklarına inandırabilirlerdi. Ancak her şeyden haberdar olduğuna inandıkları Rablerini nasıl kandıracaklardı? Hesap günü O'nun karşısına aynı günahlarla nasıl çıkacaklardı? İşte tüm bunları düşündükleri içindi bu kadar pişman olmaları. Allah Teâlâ da onların bu samimiyetinden dolayı onlarla birlikte bütün Müslümanlara, günahlardan kurtulmanın yegâne yolunun tevbe etmek olduğunu bildirmişti.
Kâ'b b. Mâlik ve arkadaşlarının tevbesi gibi içten ve samimi olarak yapılan tevbe, hem bir ibadettir hem de kaybedilmiş değerleri yeniden kazanma vasıtasıdır. Dinî inanç ve yaşayışı yeniden ihya etmenin ve Allah ile bozulan ilişkileri onarmanın yoludur.
Yüce Allah, insanoğlunu diğer varlıklardan farklı bir yapıda var etmiş; hem iyiye hem de kötüye yönelebilecek bir potansiyelde yaratmıştır.3 En güzel surette yaratılan insan4 kötüye yöneldiğinde hayvanlardan da aşağı bir dereceye düşebilmektedir.5
İnsandan istenen, daima iyiye yönelmesi; Allah ve Resûlü'nün emir ve yasakları doğrultusunda bir hayat sürmek suretiyle dünya ve âhiret saadetine erişmesidir. Ne var ki insan, zaafları6 ile ve çevresel etkilerle, bilerek veya bilmeyerek zaman zaman günaha sürüklenir. Yüce Allah'ın kullarına lütfettiği “tevbe-istiğfar”, bu durumdan kurtulmak için bir “rahmet kapısı”dır.
Tevbenin özünde pişmanlık vardır. Hakiki bir tevbe için nefsin kendisi ile hesaplaşması, mücadele etmesi gerekir. Zaten Allah Resûlü'nün ifadesi ile günah, insanın içini tırmalayan ve başkalarının haberdar olmasını istemediği şeydir.7 Yani her an pişmanlık duyabileceği bir iştir. Pişmanlık ise tevbenin ilk şartıdır. Resûlullah (sav) bir hadisinde, (النَّدَمُ تَوْبَةٌ) “(Günahtan) pişmanlık duymak, tevbedir.”[2] derken, bu gerçeği ifade eder.
Bir diğer hadisinde ise,
التَّوْبَةُ مِنْ الذَّنْبِ أَنْ يَتُوبَ مِنْهُ ثُمَّ لَا يَعُودَ فِيهِ
“Günahtan tevbe etmek, günahı terk edip bir daha ona dönmemektir.”[3]
buyurmuştur. Bu iki ifadeyi birleştirdiğimizde, “işlenen günahtan pişmanlık duyarak bir daha o günaha dönmemek” şeklinde bir tevbe tanımı ortaya çıkmaktadır. Ardından istiğfar etmek, yani, Allah'tan, affetmesini istemek gelmelidir ki, tevbe tamamlanmış olsun. O hâlde bu tanıma istiğfarı da ekleyip, “tevbe-istiğfar, kulun, işlediği günahtan pişmanlık duyarak bir daha o günaha dönmemesi ve Allah'tan kendisini affetmesini istemesidir.” diyebiliriz. Zaten tevbe, genellikle istiğfar ile birlikte telaffuz edilerek âdeta onunla özdeşleşmiştir.10
Hata işleyen bir insanın tevbe etmek amacıyla aracısız olarak doğrudan doğruya Rabbine yönelmesinde herhangi bir engel veya ön şart bulunmamaktadır. Bununla beraber her şeyin kendine göre bir usul, âdâb ve şekli vardır. Bir işten, ancak doğru yollarla yapıldığı takdirde sonuç alınabilir. Yegâne rehberimiz olan Peygamberimiz, tevbenin âdâbını öğretmek maksadıyla şöyle buyurmuştur:
مَا مِنْ عَبْدٍ يُذْنِبُ ذَنْبًا فَيُحْسِنُ الطُّهُورَ ثُمَّ يَقُومُ فَيُصَلِّى رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ يَسْتَغْفِرُ اللَّهَ إِلاَّ غَفَرَ اللَّهُ لَهُ
“Bir kimse bir günah işler de ardından güzelce abdest alır sonra kalkıp iki rekât namaz kılar ve Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah onu mutlaka bağışlar.”[4] Sonra da, söylediğini teyit maksadıyla şu âyeti okumuştur:
{وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ}
“Ve onlar ki çirkin bir iş yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen bağışlanma dilerler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki!”[5]
Allah Resûlü böylece tevbenin dil ucuyla söylenen bir iki kelime ile geçiştirilmemesi gerektiğini ve onun bilinçli bir eylem olduğunu anlatır. Bununla birlikte tevbe ve istiğfar söz konusu olduğunda, bu işi samimi olarak yapmak12 ve Allah'ın “Tevvâb”, “Afüv”, “Gafûr” yani tevbeleri çok kabul eden, çok affedici ve çok bağışlayıcı13 sıfatlarına sahip olduğunda tereddüt etmemek önemlidir. Tevbeyi tamamlayan unsurlardan biri de, günahın derhâl terk edilmesi ve bir daha ona dönülmemesidir.14 Kişi eğer tüm pişmanlığına rağmen, terk etmeyerek günahına devam ederse, onun bu hâlinin tevbe değil, sadece anlık bir pişmanlık olduğu anlaşılır.
Hâlbuki ciddiyetle ve gerçek bir pişmanlık içinde yapılan tevbe, günahların affedilmesini sağlar. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:
يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ يَا عِبَادِي كُلُّكُمْ مُذْنِبٌ إِلَّا مَنْ عَافَيْتُ فَاسْتَغْفِرُونِي أَغْفِرْ لَكُمْ وَمَنْ عَلِمَ أَنِّي أَقْدِرُ عَلَى الْمَغْفِرَةِ فَاسْتَغْفَرَنِي بِقُدْرَتِي غَفَرْتُ لَهُ وَلَا أُبَالِ
“İzzet ve celâl sahibi Allah buyurur ki: 'Ey kullarım! Benim affettiklerim dışındakiler günahkâr (kalır). Benden bağışlanma dileyin, sizi bağışlayayım. Kim benim affediciliğimi bilir ve af dilerse onu affederim, (hatasını) önemsemem...'”[6]
Kur'ân-ı Kerîm'de de, Hz. Âdem'in, hatasını anladıktan sonra Rabbine pişmanlığını ve bağışlanma dileğini nasıl dile getirdiği anlatılır. Buna göre Yüce Allah, Hz. Âdem'e,
{وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلاَ مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ} [19] {فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْآتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلاَّ أَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ} [20]
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” buyurduğu hâlde şeytan onlara, “Rabbiniz size bu ağacı ancak melek olmayasınız ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.” diyerek vesvese vermiş ve onları kandırarak yasağa sürüklemişti.[7]
Hz. Âdem'in bu hatası hakkında Allah şöyle buyurmuştu:
وَعَصٰى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰى
“Âdem Rabbine asi oldu ve yolunu şaşırdı.”[8] Sonra Allah onlara,
وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبينٌ
“Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.[9]
Hz. Âdem ve eşi Havva işledikleri kabahati anlayıp hemen Rablerine yöneldiler ve ondan bağışlanma dilediler. Onlar Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiğine göre Rablerine şöyle dua ediyorlardı:
قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرينَ
“Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[10]
Sonunda tevbeleri kabul eden Allah, onları da bağışlamış ve tevbelerini kabul etmişti.20
Yüce Allah, tevbeleri kabul edeceğini belirtirken21 kulları arasında bir ayırım ve istisna yapmamıştır. Kabule şayan olan tevbe açıklanırken22 de günahkârlar arasında bir ayrıma gidilmemiş, tevbelerinin kabul edileceği vaad edilmiştir. Nitekim bir rivayette anlatılan bir kıssa bu konuda oldukça etkileyici bir örnektir.
Doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam, pişmanlık içerisinde tevbe etmek üzere yeryüzünün en bilgili insanını sorar ve kendisine gösterilen rahibin yanına gider. Ama rahip ona affedilmesinin mümkün olmadığını söyleyince öfke içinde onu da öldürür. Yüz insanın canına kıymış olarak yine âlim birisine danışma ihtiyacı hisseder. Kendisine tavsiye edilen bir ilim adamının yanına geldiğinde o, affının elbette mümkün olduğunu söyleyerek, “Seninle tevben arasına kim girebilir ki?” der.
Sonra da adama o diyarı terk ederek Allah'a kulluk eden iyi insanların olduğu bir yere gitmesini öğütler. Tevbe eden ve yeni bir başlangıç için yola çıkan adam, arzu ettiği yere ulaşamadan yolda ölür. Öldüğü yer ulaşmak istediği sâlih insanlara daha yakın olduğu için onlardan sayılır ve rahmet meleklerinin eşliğinde Rabbinin affına nail olur.23
Allah'ın affetmeyeceği bir günah ve günahının büyüklüğü sebebiyle tevbe kapısı yüzüne kapanacak bir günahkâr yoktur. Zira Allah'ın af ve mağfireti çok geniş ve büyüktür.24 İnsan onur ve haysiyetini yok edici suçlar olarak bilinen zina ve hırsızlık, bütün kötülüklerin anası sayılan içki gibi suçları işleyenler için de tevbe kapısı açıktır.25
İnsanın bütün güzel amellerini âhirette boşa çıkaracak kadar büyük bir suç olan irtidattan yani dinden dönmeden dolayı yapılacak bir tevbeninbile kabul edileceği âyetle bildirilmiştir.26 Günahların en kötüsü olarak vasıflandırılan şirk suçundan dahi insan tevbe eder ve imana dönerse elbette bu da kabul edilecektir. Yeter ki son nefesini küfür üzere vermesin.27
Kur'an'da bir taraftan,
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا
“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”[11]
buyrulurken, diğer taraftan da,
{وَالَّذِينَ لاَ يَدْعُونَ مَعَ اللهِ إِلَهًا آخَرَ وَلاَ يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ وَلاَ يَزْنُونَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَامًا} [68] {يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَانًا} [69] {إِلاَّ مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحًا فَأُولَئِكَ يُبَدِّلُ اللهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللهُ غَفُورًا رَحِيمًا} [70]
“Onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü azabı kat kat artırılır ve o azapta horlanmış olarak devamlı kalır. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar müstesna... Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”[12] buyrularak, tevbe edenler bundan istisna edilmişlerdir.
Bu itibarla âyet ve hadislerdeki bazı günahların affedilmeyeceğine dair ifadelerin30 sakındırma bağlamında oldukları anlaşılmaktadır. Öyleyse bu gibi âyet ve hadislerden anlamamız gereken, hatalarımız ne kadar çok olursa olsun, tevbe-istiğfar etmemiz gerektiği ve tevbenin önüne kimsenin geçemeyeceğidir.
Ne var ki, başkalarının haklarına tecavüz edenler bundan tevbe ettiklerinde, önce o kişilere haklarını iade etmek suretiyle helâllik almalıdırlar. Çünkü burada kul hakkı söz konusudur ve onu affetme yetkisini Allah ancak hak sahibine vermiştir.31Bunun dışında tevbelerin kabul edileceği bildirilmiştir. Nitekim Allah (cc),
وَاِذَا جَاءَكَ الَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ
“Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki, sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra da ardından tevbe edip kendini düzeltirse, (bilsin ki) Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”[13] buyurarak, günah işleyenleri ümitsizliğe düşmekten kurtarmaktadır.
Ümitsizlik bir yana, işlediği bir günahın peşinden tevbe ile hemen Yaratıcısını hatırlayan kimse,33 bu vesileyle imanını kuvvetlendirme gayretine girer. Öyle ki bu sayede insan, daha çok günah işlemekten kurtulur ve bu yeni ruhla Rabbine daha fazla bağlanıp yakınlaşarak O'nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmaya daha bir gayret gösterir.
Diğer taraftan günah işlememiş olduğumuz zaman bile tevbe-istiğfar etmemiz, hayatın sıkıntıları ve kederleri için bir ferahlık sağlar; Allah bu sayede hiç beklemediğimiz bir yerden bizi rızıklandırır.34 Fakat bir günah işlediği hâlde tevbe etmeyenleri âhiret nimetlerinden mahrum bırakır.35
Kul, tevbe ile günahlarından arınarak âdeta aslî ve fıtrî temizliğine geri dönmüş olur. Zira Peygamber Efendimiz,
التَّائِبُ مِنَ الذَّنْبِ كَمَنْ لاَ ذَنْبَ لَهُ
“Günahtan tevbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.”[14] buyurmuştur.
Peygamberimiz, tevbe sayesinde vicdanın nasıl arındığını şu güzel benzetme ile anlatır:
إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا أَخْطَأَ خَطِيئَةً نُكِتَتْ فِى قَلْبِهِ نُكْتَةٌ سَوْدَاءُ فَإِذَا هُوَ نَزَعَ وَاسْتَغْفَرَ وَتَابَ سُقِلَ قَلْبُهُ وَإِنْ عَادَ زِيدَ فِيهَا حَتَّى تَعْلُوَ قَلْبَهُ وَهُوَ الرَّانُ الَّذِى ذَكَرَ اللَّهُ ( كَلاَّ بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (
“Kul bir hata işlerse kalbine siyah bir nokta konulur. Şayet o, (günahtan) vazgeçer, bağışlanma diler, tevbe ed(ip Allah'a dön)erse kalbi arınır. Eğer (bunları yapmaz günah ve hataya) geri dönerse (siyah nokta) artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. Allah'ın, 'Yaptıkları yüzünden kalpleri pas tutmuştur.'[15] diye anlattığı pas işte budur.”[16]
Bu bağlamda Yüce Allah tarafından geçmiş-gelecek bütün günahları affedildiği hâlde39Allah Resûlü'nün günlük yaşantısında Rabbine çokça tevbe etmesi40 ne kadar da manidardır. Tevbe, Allah Resûlü için Rabbi ile iletişim kurma vesilesidir. Zira Allah çok tevbe edenleri sever.41
Sevgili Peygamberimizin anlattığına göre,
لَلَّهُ أَشَدُّ فَرَحًا بِتَوْبَةِ أَحَدِكُمْ مِنْ أَحَدِكُمْ بِضَالَّتِهِ إِذَا وَجَدَهَا
“Allah, kulunun tevbe etmesine, çok önemli bir yitiğini kaybedip ondan ümidini kestiği bir anda karşısında bulan birinin sevindiğinden daha çok sevinmektedir”[17]
Yüce Allah insanın özgür iradesi ile hatasından dönüp, kendisinden bağışlanma dilemesinden memnun olmaktadır. Zaten insanı Allah katında değerli kılan da O'na niyazı,43 O'ndan yardım ve bağışlanma istemesi değil midir? Allah Resûlü,
لَوْلاَ أَنَّكُمْ تُذْنِبُونَ لَخَلَقَ اللَّهُ خَلْقًا يُذْنِبُونَ يَغْفِرُ لَهُمْ
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah başkalarını yaratır, onlar günah işler (ve tevbe eder) Allah da onları affederdi.”[18] buyururken bu soruya cevap verir âdeta.
Böylece insanı, günahlardan berî olan ve her an Allah'a kulluk hâlinde bulunan meleklerden farklı bir konumda değerlendirir. O hâlde, Resûl-i Ekrem'i örnek alan Müslümanlar, kalbî ve ruhî arınmalarını gerçekleştirmek üzere Allah Resûlü'nün tavsiye ettiği gibi45 tevbe ve istiğfarda bulunmalıdır.
Günahlardan kurtuluş vesilesi olan tevbe ve istiğfarı, Rableri ile aralarındaki bağı kuvvetlendirmek için fırsata dönüştürmeyi bilmeli ve bu fırsatı değerlendirmek için zaman kollamalıdır.
Unutulmamalıdır ki tevbe etmenin insan hayatındaki rolü pek büyüktür. Zira insan, tevbe sayesinde Allah'a yönelip imanını kuvvetlendirerek yeniden hayata bağlanır ve ümidini, yaşama isteğini devam ettirir. Tevbe vasıtasıyla, toplum içinde, Allah ve Resûlü'nün istediği şekilde hareket eden kimselerle birlikte mutlu olarak güven içinde yaşar. Yine tevbe, insanın herkesin hakkını gözeten ve kendi hak ettiğine razı olan, haksızlığa uğramalarına sebep olduğu kimselere haklarını iade edip onlarla helâlleşerek onların dostluğunu kazanan bir kişi hâline gelmesini sağlar.
Tevbe etmek için belli bir zaman ve mekân şart koşulmamakla birlikte Kur'ân-ı Kerîm'de seher vakitlerinde tevbe edenler övülmüşlerdir.46 Peygamber Efendimiz, Allah'ın (cc), kullarını affetmek için gece dünya semasına tecelli edeceğini şöyle haber verir:
“Yüce Rabbimiz, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve şöyle buyurur: Bana dua eden yok mu ki, duasını kabul edeyim! Benden bir şey isteyen yok mu ki, ona dilediğini vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu ki, onu bağışlayayım!”[19]
Bu özel vakitlerin dışında her an günaha düşme riski ile karşı karşıya olan insandan, işlediği günahın farkına varmasıyla birlikte hemen tevbe etmesi beklenir. Zira tevbelerin kabul edilmeyeceği bir an vardır; bu da kişinin ölümünün gelip çattığı,47 canın boğaza geldiği andır.48 Ölümün ne zaman gelip çatacağı ise belli değildir. Diğer taraftan Hz. Peygamber'in bildirdiğine göre, güneşin batıdan doğduğu yani dünyanın sonunun geldiği kıyamet günü iyice yaklaştığında, “tevbe kapısı” artık tamamen kapanmış olacaktır.49
Tevbe-istiğfar ederken insan istediği ifadeleri seçebilir; yeter ki, içten ve samimi olsun. Ancak pişmanlık ve af dileği en güzel sözcüklerle dile getirilmek isteniyorsa, o zaman Sevgili Peygamberimizin ifadelerine bakmak gerekir. İşte O'nun dilinden “seyyidü'l-istiğfar” yani tevbe-istiğfarın en güzeli:
اللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّى لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ خَلَقْتَنِى وَأَنَا عَبْدُكَ وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ وَأَبُوءُ إِلَيْكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَىَّ وَأَعْتَرِفُ بِذُنُوبِى فَاغْفِرْ لِى ذُنُوبِى إِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ
“Allah'ım, benim Rabbim sensin, senden başka ilâh yok. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Ben gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim ve senin vaadine de güveniyorum. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Bana olan nimetini itiraf ediyorum. Günahlarımı da itiraf ediyorum. Günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak hiç kimse yoktur.”[20]
[1] Tevbe, 9/117-119.
[2] İbn Hanbel, I, 423.
[3] İbn Hanbel, I, 446.
[4] Ebû Dâvûd, Vitr, 26.
[5] Âl-i İmrân, 3/135.
[6] İbn Hanbel, V, 152.
[7] A’râf, 7/19-20.
[8] Tâ-Hâ, 20/121.
[9] A’râf, 7/22.
[10] A’râf, 7/23.
[11] Nisâ, 4/93.
[12] Furkân, 25/68-70.
[13] En’âm, 6/54.
[14] İbn Mâce, Zühd, 30.
[15] Mutaffifîn, 83/14.
[16] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83
[17] Müslim, Tevbe, 2.
[18] Müslim, Tevbe, 9.
[19] Buhârî, Deavât, 14
[20] Tirmizî, Deavât, 15.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam