Bütün varlıklarını Mekke'de bırakıp Hz. Peygamber'le beraber Medine'ye hicret eden bazı fakir Müslümanlar Hz. Peygamber'in yanına gelip ona dertlerini anlatmaya başladılar:
ذَهَبَ أَهْلُ الدُّثُورِ مِنَ الأَمْوَالِ بِالدَّرَجَاتِ الْعُلاَ وَالنَّعِيمِ الْمُقِيمِ ، يُصَلُّونَ كَمَا نُصَلِّى ، وَيَصُومُونَ كَمَا نَصُومُ ، وَلَهُمْ فَضْلٌ مِنْ أَمْوَالٍ يَحُجُّونَ بِهَا ، وَيَعْتَمِرُونَ ، وَيُجَاهِدُونَ ، وَيَتَصَدَّقُونَ
“Yâ Resûlallah! Zenginler cennetin en yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler! Çünkü bizim namaz kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyor, bizim oruç tuttuğumuz gibi onlar da oruç tutuyorlar. Fazla malları olduğu için bir de onlar hac ve umre yapıyor, cihad ediyor ve sadaka veriyorlar; bizim ise sadaka verebileceğimiz malımız yok.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
أَلاَ أُحَدِّثُكُمْ بِأَمْرٍ إِنْ أَخَذْتُمْ بِهِ أَدْرَكْتُمْ مَنْ سَبَقَكُمْ وَلَمْ يُدْرِكْكُمْ أَحَدٌ بَعْدَكُمْ ، وَكُنْتُمْ خَيْرَ مَنْ أَنْتُمْ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِ ، إِلاَّ مَنْ عَمِلَ مِثْلَهُ تُسَبِّحُونَ وَتَحْمَدُونَ ، وَتُكَبِّرُونَ خَلْفَ كُلِّ صَلاَةٍ ثَلاَثًا وَثَلاَثِينَ
“Size bir şey haber vereyim mi? Dediğimi yaptığınız takdirde sizi sevapta geçenlere yetişirsiniz, sizden sonrakilerden kimse de size yetişemez ve içinde bulunduğunuz toplulukta en hayırlı topluluk olursunuz. Ancak onlar da sizin yaptığınız bu tesbihleri yaparlarsa size yetişebilirler. Her namazın peşinden otuz üç kez tesbih (sübhânellâh), otuz üç kez tahmîd (elhamdülillâh) ve otuz üç kere tekbir (Allâhü ekber) getirirsiniz.”[1]
Bir başka hadisinde ise Rasûlullah (sav) bu tesbihleri saydıktan sonra,
فَتِلْكَ تِسْعَةٌ وَتِسْعُونَ وَقَالَ تَمَامَ الْمِائَةِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ غُفِرَتْ خَطَايَاهُ وَإِنْ كَانَتْ مِثْلَ زَبَدِ الْبَحْرِ
“Kim (sayıları) doksan dokuz eden bu tesbihleri, 'Lâ ilâhe illâllâhü vahdehü lâ şerîke leh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.' diyerek yüze tamamlarsa, günahları denizin köpükleri kadar da olsa bağışlanır.”[2] diyerek bütün müminleri müjdelemiştir.
Yine bir gün Hz. Peygamber, ashâbıyla beraber otururken onlara şöyle bir soru yöneltmişti:
أَيَعْجِزُ أَحَدُكُمْ أَنْ يَكْسِبَ كُلَّ يَوْمٍ أَلْفَ حَسَنَةٍ
“Sizden herhangi biriniz, her gün bin sevap kazanmaktan âciz mi?” Orada oturan sahâbîlerden biri merakla sordu:
كَيْفَ يَكْسِبُ أَحَدُنَا أَلْفَ حَسَنَةٍ
“Bizden biri bin sevabı nasıl kazanabilir?” Hz. Peygamber cevap verdi:
يُسَبِّحُ مِائَةَ تَسْبِيحَةٍ فَيُكْتَبُ لَهُ أَلْفُ حَسَنَةٍ أَوْ يُحَطُّ عَنْهُ أَلْفُ خَطِيئَةٍ
“(Allah'ı) yüz kere tesbih eder (sübhânellâh der) ve kendisine bin sevap yazılır veya bin günahı silinir.”[3]
Zikir, sürekli Allah'ı hatırında tutmak ve devamlı Yüce Yaratan'ın gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır. Zikir, Allah'ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, tesbih ve ibadet gibi söz ve fiillerdir. Zikir, Allah'ın varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin delili olan pek çok konuyu düşünmek, tefekkür etmektir.
Allah'ı zikretmek, inanan kalbin gıdası, derdinin şifası ve kurtuluş vesilesidir.4 Allah'ın en güzel isimlerini zikretmek,5 O'nun ismini, azametinin farkına vararak tekrar tekrar dillendirmek, gönüle ve zihne yerleştirmektir. Zikir, Mümin kalplerin neşesi, ıstıraplı gönüllerin huzur kaynağıdır;
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
“Bilin ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzur bulur.”[4] âyetinde buyrulduğu gibi, mânevî huzura açılan kapının anahtarıdır.
O yüce kelimeleri söylemek, benliğinin derinliklerinde hissederek Rabbi zikretmek bütün ibadetlerin özü ve aslıdır. Zaten İslâm'ın direği ve müminin mi'racı namazdan maksat da Allah'ı zikirdir, O'nu hatırlamak, O'nu anmaktır.
فَاعْبُدْني وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْري
“...O hâlde (yalnız) bana ibadet et; beni anmak için namaz kıl.” 7
اُتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلاَةَ إِنَّ الصَّلاَةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَذِكْرُ اللهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“(Resûlüm!) Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” 8 âyetleri de bunun açık göstergeleridir.
Sabah akşam Allah'ı zikrediyor olmak için9 sadece Allah'ı zihinde tutmak ve dil ile zikir cümlelerini tekrarlamak yeterli değildir. Hz. Peygamber'in,
مَنْ أَطَاعَ اللهَ فَقَدْ ذَكَرَ اللهَ
“Allah'a itaat eden Allah'ı zikretmiş olur.”[5] gerçeğinden hareketle Kur'an ve sünnete uygun bir hayat sürmedikçe, dinin vecibelerini yerine getirip, yasaklarından kaçınarak Rabbin ismini gönle nakşetmedikçe zikir kemale ermez.
Zikir çeşit çeşittir. Lisan ve kalp ile olduğu gibi beden ile de zikir yapılır. Hepsi birlikte olursa dilimizde O, kalbimizde O, bütün azalarımızda sadece O olursa işte zikir o zaman kemal bulur, ruha zevk olur, Rabbe dostluğa açılan kapı hâline gelir. Yüce Allah'ı güzel isimleri ile anmak O'na hamdetmek, tesbihte bulunmak, Kur'an okumak ve dua etmek dilin zikridir. Kur'an'da,
يَا اَيُّهَا الَّذينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَثيرًا ﴿41﴾ وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَصيلًا ﴿42﴾
“Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah akşam tesbih edin.”[6] buyuran Yüce Allah, zikir ile tesbihi aynı âyette zikretmiştir.
Yüce Allah'ı tesbih, (sübhânellâh) tekbir (Allâhü ekber), tahmîd (Elhamdülillâh) ve tehlil (Lâ ilâhe illâllâh), zikir lafızlarının en derin mânâlı ve değerli olanlarıdır. Tesbih ise, Allah'ı, yüceliğine yakışmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar/tanrılar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan hem söz ile hem de gönülden tenzih etmek, uzak tutmaktır. İşte bu anlamda göklerdeki ve yerdeki her şey, eşsiz güç ve kudret sahibi olan Allah'ı tesbih eder ve O'nun şanını yüceltir.12
İnanan insan da,
فَاذْكُرُوني اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لي وَلَا تَكْفُرُونِ
“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.”[7] buyuran Rabbini tesbih ederek bu zincirin bir halkası olur. Hatta sadece dili ile zikretmekle kalmaz, Yüce Allah'ı gönülden anarak ve devamlı O'nu aklında tutarak tefekkür ederse kalbi ile de zikretmiş olur.
Rabbine teslim olan insan, gizlice yalvararak ve korkarak, sesini yükseltmeden sabah akşam Allah'ı zikretmek suretiyle gafillerden olmamaya çalışır.14
Mümin, Rabbini, ister tek başına isterse bir toplulukla beraber zikreder. Nitekim Peygamber Efendimiz de Allah'ın zikredildiği meclisleri ve zikir ehlinin yanında bulunmayı ister ve ashâbına bu tür toplulukların faziletini şu sözlerle anlatır:
لأَنْ أَقْعُدَ مَعَ قَوْمٍ يَذْكُرُونَ اللَّهَ تَعَالَى مِنْ صَلاَةِ الْغَدَاةِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ أَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ أَنْ أُعْتِقَ أَرْبَعَةً مِنْ وَلَدِ إِسْمَاعِيلَ وَلأَنْ أَقْعُدَ مَعَ قَوْمٍ يَذْكُرُونَ اللَّهَ مِنْ صَلاَةِ الْعَصْرِ إِلَى أَنْ تَغْرُبَ الشَّمْسُ أَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ أَنْ أُعْتِقَ أَرْبَعَةً
“Allah'ı zikreden bir toplulukla sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmayı, İsmâiloğulları'ndan dört kişiyi kölelikten kurtarmaktan daha çok severim. Yine Allah'ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batıncaya kadar beraber oturmayı da dört kişiyi kölelikten kurtarmaktan daha çok severim.”[8]
Ebû Saîd el-Hudrî ve Ebû Hüreyre'nin beraber işittikleri bir hadiste ise Hz. Peygamber,
لاَ يَقْعُدُ قَوْمٌ يَذْكُرُونَ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ إِلاَّ حَفَّتْهُمُ الْمَلاَئِكَةُ وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ وَنَزَلَتْ عَلَيْهِمُ السَّكِينَةُ وَذَكَرَهُمُ اللَّهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ
“Allah'ı zikir için oturanları, melekler kuşatır, onları rahmet kaplar, üzerlerine mânevî bir huzur (sekînet) iner ve Allah, yanındaki (melek)lere onlardan bahseder.” 16 buyurmuştur.
Ebû Hüreyre'nin naklettiği bir haberde Allah Resûlü, bu tür toplulukların bulunduğu mekânları “cennet bahçeleri” olarak nitelendirmiş ve şöyle demiştir:
إِذَا مَرَرْتُمْ بِرِيَاضِ الْجَنَّةِ فَارْتَعُوا
“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman nimetlerinden yararlanın.”
Bunun üzerine,
يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا رِيَاضُ الْجَنَّةِ
“Yâ Resûlallah, cennet bahçeleri nedir?” diye sordum.
Hz. Peygamber, (الْمَسَاجِدُ)“Mescitler!” diye cevap verdi.
“(Peki, o hâlde)
وَمَا الرَّتْعُ يَا رَسُولَ اللَّهِ
er-Rat'u (yani) nimetlerinden yararlanmak nasıl olacak Yâ Resûlallah?” dedim. Peygamber (sav),
سُبْحَانَ اللَّهِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ وَلاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَاللَّهُ أَكْبَرُ
“Sübhânellâhi ve'l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illâllâhü vallâhü ekber” diyerek cevap verdi.[9]
Bir kudsî hadiste de,
هُمُ الْجُلَسَاءُ لاَ يَشْقَى بِهِمْ جَلِيسُهُمْ
“(Zikir meclislerinde) bulunanlar öyle kimselerdir ki onlarla birlikte oturanlar kötü kimseler olamaz.”[10] buyrulmuştur.
Sadece Rabbin rızasını gözeten Müslüman, bütün benliğiyle yapar zikri.19 İbadetlerin özü ve amacı olan bu en büyük ibadeti yaparken de, Peygamberini takip eder ve onu örnek alır. Çünkü o, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için en güzel örnektir.20 Bu nedenle zikir, Rahmet Elçisi'nin ashâbına öğrettiği gibi yapılmalı ve zikrederken Allah Resûlü'nün hayatında görülmeyen, dolayısıyla bid'at sayılacak tavır ve yaklaşımlar sergilenmemelidir.
Rahmet Elçisi (sav) Allah'ı zikrederken özlü ve mânâ bakımından kapsamlı lafızlar seçer ve Rabbine bunlarla seslenirdi. Ayrıca o, hikmet dolu bu zikir ifadelerini ashâbına da öğretirdi. Bir gün sabah namazını kıldığında namaz kıldığı yerde zikirle meşgul olan Cüveyriye validemizin yanından ayrıldı. Kuşluk vaktinden sonra döndüğünde Hz. Cüveyriye'nin hâlâ oturuyor olduğunu gören Peygamberimiz,
مَا زِلْتِ عَلَى الْحَالِ الَّتِى فَارَقْتُكِ عَلَيْهَا
“Seni bıraktığımdan beri hâlâ aynı şeyi mi yapıyorsun?” diye sordu. Hz. Cüveyriye, “Evet.” cevabını verince Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
لَقَدْ قُلْتُ بَعْدَكِ أَرْبَعَ كَلِمَاتٍ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ لَوْ وُزِنَتْ بِمَا قُلْتِ مُنْذُ الْيَوْمِ لَوَزَنَتْهُنَّ سُبْحَانَ اللَّهِ وَبِحَمْدِهِ عَدَدَ خَلْقِهِ وَرِضَا نَفْسِهِ وَزِنَةَ عَرْشِهِ وَمِدَادَ كَلِمَاتِهِ
“Yanından ayrıldıktan sonra üç defa (şu) dört cümleyi söyledim. Bunlar senin gün boyunca söylediğin (zikirler)le tartılacak olsa, (sevap bakımından) onlara eşit olur: 'Sübhânellâhi ve bi-hamdihî adede halkıhî ve rıdâ nefsihî ve zinete arşihî ve midâde kelimâtih.' (Mahlûkatı sayısınca, kendisinin hoşnut olacağı kadar, arşının ağırlığınca ve bitip tükenmeyen kelimeleri adedince ben Allah'ı ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O'na hamdederim.)”[11]
Hz. Peygamber, kendisinin ve önceki bütün nebîlerin dile getirdikleri arasında en değerli sözün,
أَفْضَلُ الدُّعَاءِ دُعَاءُ يَوْمِ عَرَفَةَ وَأَفْضَلُ مَا قُلْتُ أَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِى لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ
“Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh.” (Allah'tan başka ilâh yoktur, O, yalnızdır (tektir), O'nun hiçbir şekilde ortağı yoktur.) cümlesi olduğunu belirtmiştir.22
Bir başka hadisinde de Rahmet Elçisi (sav), şöyle buyurmuştur.
مَنْ قَالَ فِى يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةٍ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ كَانَ لَهُ عَدْلَ عَشْرِ رِقَابٍ وَكُتِبَتْ لَهُ مِائَةُ حَسَنَةٍ وَمُحِىَ عَنْهُ مِائَةُ سَيِّئَةٍ وَكُنَّ لَهُ حِرْزًا مِنَ الشَّيْطَانِ سَائِرَ يَوْمِهِ إِلَى اللَّيْلِ وَلَمْ يَأْتِ أَحَدٌ بِأَفْضَلَ مِمَّا أَتَى بِهِ إِلاَّ مَنْ قَالَ أَكْثَرَ
“Kim bir günde yüz defa 'Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.' (Allah'tan başka ilâh yoktur, O, yalnızdır (tektir) O'nun hiçbir şekilde ortağı yoktur, mülk (hâkimiyet) O'nundur ve hamd O'nundur. O, her şeye kadirdir.) derse o kimse için on köleyi azat etmiş kadar sevap vardır. Ona yüz sevap yazılır, yüz günahı da silinir. Bu zikir o kimse için geceye kadar şeytana karşı bir korunak olur. Hiç kimse de onun yaptığı bu zikirden daha faziletli bir zikir yapamaz. Ancak bu zikri ondan fazla söyleyen kimse müstesna.” 23
Hz. Peygamber,
كَلِمَتَانِ خَفِيفَتَانِ عَلَى اللِّسَانِ ، ثَقِيلَتَانِ فِى الْمِيزَانِ ، حَبِيبَتَانِ إِلَى الرَّحْمَنِ سُبْحَانَ اللَّهِ وَبِحَمْدِهِ ، سُبْحَانَ اللَّهِ الْعَظِيمِ
“Sübhânellâhi ve bi-hamdihî, sübhânellâhi'l-azîm.” tesbihini ise, “söylenmesi kolay, mizanda ağır ve Rahmân'ın sevdiği sözler” olarak nitelemiştir.24
Bir gün Ebû Hüreyre fidan dikerken Peygamber Efendimiz yanına gelmiş ve “Ebû Hüreyre, o diktiğin nedir?” diye sormuştu. Ebû Hüreyre, “Kendim için bir fidan dikiyorum.” deyince Hz. Peygamber, “Senin için daha hayırlı bir fidan göstereyim mi?” buyurmuştu. Ebû Hüreyre'nin, “Göster Yâ Resûlallah!” cevabı üzerine Resûl-i Ekrem ona şu müjdeyi vermişti:
قُلْ سُبْحَانَ اللَّهِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ وَلاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَاللَّهُ أَكْبَرُ يُغْرَسْ لَكَ بِكُلِّ وَاحِدَةٍ شَجَرَةٌ فِى الْجَنَّةِ
“Sübhânellâhi ve'l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhü vallâhü ekber.' (Allah'ı bütün noksanlıklardan tenzih ederim, hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilâh yoktur ve Allah en büyük olandır.) de. Böyle söylersen her kelimeye karşılık cennette senin için bir ağaç dikilir.”[12]
Ashâbına zikir ifadelerini öğreterek onlar için cennetin yolunu kolaylaştıran Rahmet Elçisi, eşi Hz. Âişe'nin de belirttiği üzere, “Allah'ı sürekli zikrederdi.”26 Günlük hayatta zikir için her fırsatı değerlendirir, elbisesini giyerken,27 devesine binerken,28 bir yokuş inişinde veya çıkışında,29yatağına yatarken ve uykudan kalkarken,30 tuvalet ihtiyacını gidermeden önce31 ve giderdikten sonra,32 evden dışarıya adım atarken,33 kısacası her durumda dua eder, Allah'ı anardı.
Zikir, gün boyunca onun (sav) dilinde, gönlünde ve zihninde idi. Yemeğe başlarken besmele çekmeyi ısrarla ister,34 sonunda da mutlaka hamd ü senâda bulunur, şükrederdi.35 Kelimenin tam anlamıyla Allah'ı zikrederek yatar, yine Kur'an âyetleriyle O'nu zikrederek kalkardı. Yatarken nasıl Felâk ve Nâs sûrelerini okuyor ise,36 gece namaz için uyandığında da Âl-i İmrân sûresinin son on âyetini (190.-200. âyetler arasını) okuyarak yatağından kalkardı.37
Peygamber Efendimizin zikir konusundaki hassasiyeti elbette Rabbimizin zikre verdiği değerden kaynaklanmaktaydı. Allah Resûlü, “Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin. O'nu sabah akşam tesbih edin!”38 isteğinin en sadık uygulayıcısı idi. O, bu hâliyle ashâbına örneklik ederken aynı zamanda onları daimî bir zikir hâline de teşvik ederdi. Abdullah b. Büsr'ün anlattığına göre, Allah Resûlü'nün yanına çöl halkından biri gelerek, “Yâ Resûlallah! İslâm'ın hükümleri bana ağır geldi (yapamıyorum). Bana (sevabı çok, yapması kolay) bir şey söyle de ona sımsıkı yapışayım.” deyince, Resûlullah (sav) ona şu tavsiyede bulunmuştu:
لاَ يَزَالُ لِسَانُكَ رَطْبًا مِنْ ذِكْرِ اللَّهِ
“Dilin sürekli Allah'ın zikriyle ıslansın (meşgul olsun)!”[13]
Yüce Yaratan'ı bir an olsun aklından çıkarmayan Sevgili Peygamberimiz, zikir ile ziynetlenmek için günün en kıymetli zamanının seher vakitleri olduğunu söylemiş ve ashâb-ı kirâmdan Amr b. Abese'nin şahsında bütün ümmetine bu zaman dilimini değerlendirmelerini öğütlemişti:
أَقْرَبُ مَا يَكُونُ الرَّبُّ مِنَ الْعَبْدِ فِى جَوْفِ اللَّيْلِ الآخِرِ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَكُونَ مِمَّنْ يَذْكُرُ اللَّهَ فِى تِلْكَ السَّاعَةِ فَكُنْ
“Rabbin kuluna en yakın olduğu vakit gecenin son yarısıdır. Eğer o vakitte Allah'ı zikredenlerden olabilirsen ol!”[14]
Peygamber Efendimizin güne zikirle başlamayı ganimet olarak adlandırması ise dikkat çekicidir. Hz. Peygamber (sav), içlerinde Abdullah b. Ömer'in de bulunduğu küçük bir askerî birliği Necd tarafına göndermişti. Bu birlik çok miktarda ganimet elde edip kısa sürede de döndüler. Onlara kişi başına on iki deve düşmüş, hatta müfrezede olmayan bir kimse hayretle, “Bu müfrezeden daha çabuk ve daha çok ganimetle gelen bir başka müfreze görmedik.” demişti. Bu söz üzerine Resûlullah (sav),
أَلاَ أَدُلُّكُمْ عَلَى قَوْمٍ أَفْضَلُ غَنِيمَةً وَأَسْرَعُ رَجْعَةً قَوْمٌ شَهِدُوا صَلاَةَ الصُّبْحِ ثُمَّ جَلَسُوا يَذْكُرُونَ اللَّهَ حَتَّى طَلَعَتْ عَلَيْهِمُ الشَّمْسُ فَأُولَئِكَ أَسْرَعُ رَجْعَةً وَأَفْضَلُ غَنِيمَةً
“Bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eden bir topluluğu size bildireyim mi? Sabah namazını kılıp güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikreden bir topluluk, (bu müfrezeden) daha hızlı ve daha çok ganimet elde eder.”[15]
Kur'an, âlemin yaratılışındaki mucizeyi gören sağduyu sahibi müminlerin ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken yani her durumda Rablerini andıklarını belirtir.42 Nitekim bir kudsî hadiste de Yüce Allah'ın,
إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَقُولُ إِنَّ عَبْدِى كُلَّ عَبْدِى الَّذِى يَذْكُرُنِى وَهُوَ مُلاَقٍ قِرْنَهُ
“Benim gerçek kulum, (savaş meydanında) çarpışırken bile beni anandır.”[16] buyurduğu nakledilmiştir.
Zikrin kıymetini böylesine idrak etmiş bir kişi, çarşı pazar yerleri gibi insanların çoğunlukla gaflet içinde bulundukları mekânlar da dâhil olmak üzere hiçbir yerde Allah'ı unutmaz ve Resûl-i Ekrem'in şu tavsiyesine kulak verir:
مَنْ دَخَلَ السُّوقَ فَقَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكُ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ كَتَبَ اللَّهُ لَهُ أَلْفَ أَلْفِ حَسَنَةٍ وَمَحَا عَنْهُ أَلْفَ أَلْفِ سَيِّئَةٍ وَرَفَعَ لَهُ أَلْفَ أَلْفِ دَرَجَةٍ
“Her kim çarşıya girdiğinde, 'Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâ yemût bi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr.' (Allah'tan başka ilâh yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur ve hamd O'na aittir. Hayatı da, ölümü de O verir. O ise diridir, asla ölmez. Hayırlar O'nun elindedir. O her şeye kadirdir.) derse Allah Teâlâ onun için bir milyon iyilik yazar, bir milyon kötülüğünü siler ve onu bir milyon derece yükseltir.”[17]
Bizi en güzel şekilde yaratıp başta akıl olmak üzere her türlü nimet ile donatan Rabbimizi zikretmemek yani O'nu unutmak ise nankörlüktür, en masum ifadeyle gaflettir. Yüce Rabbimiz bir âyette,
يَا اَيُّهَا الَّذينَ اٰمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ وَلَا اَوْلَادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَاُولٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”[18] diye seslenerek dünya meşguliyetlerinin aldatıcı rolüne işaret etmiştir. Ayrıca şeytanın, insanı Allah'ı anmaktan alıkoymak istediği46 ve Allah'ı az zikretmenin münafıkların bir özelliği olduğu47 konusunda Kur'an uyarılarda bulunmuştur.
Allah Resûlü (sav) de bir hadisinde,
مَنْ قَعَدَ مَقْعَدًا لَمْ يَذْكُرِ اللَّهَ فِيهِ كَانَتْ عَلَيْهِ مِنَ اللَّهِ تِرَةً وَمَنِ اضْطَجَعَ مَضْجَعًا لاَ يَذْكُرُ اللَّهَ فِيهِ كَانَتْ عَلَيْهِ مِنَ اللَّهِ تِرَةً
“Kim bir mecliste oturur da orada Allah'ı anmazsa, o kişi Allah'a karşı sorumluluğunu tam olarak yerine getirmemiş olur. Kim de bir yerde yatar da orada Allah'ı anmazsa (bu hâlinden dolayı) Allah'a karşı sorumluluğunu tam olarak yerine getirmemiş olur.”[19] buyurmuştur.
İnsanın olgun bir mümin olup ahlâken güzelleşebilmesi daima Allah'ı anmasına ve O'nun kendisini her yerde ve her zaman gördüğü şuuru ile yaşayabilmesine bağlıdır. Kalbi Allah'ın zikriyle dolu müminin sevgisi göklerde ve yerdeki tüm gönüllere yerleşir. Allah Teâlâ zikreden kulunu kendisi sevdiği gibi, bütün yarattıklarına da sevdirir ve kendine dost edinir. Kul, dudağını kımıldatıp Yüce Yaratan'ı her andığında, O, kuluyla beraber olur.49 Bu bir kudsî hadiste şöyle ifade edilir:
يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى وَأَنَا مَعَهُ حِينَ يَذْكُرُنِى إِنْ ذَكَرَنِى فِى نَفْسِهِ ذَكَرْتُهُ فِى نَفْسِى وَإِنْ ذَكَرَنِى فِى مَلإٍ ذَكَرْتُهُ فِى مَلإٍ هُمْ خَيْرٌ مِنْهُمْ وَإِنْ تَقَرَّبَ مِنِّى شِبْرًا تَقَرَّبْتُ إِلَيْهِ ذِرَاعًا وَإِنْ تَقَرَّبَ إِلَىَّ ذِرَاعًا تَقَرَّبْتُ مِنْهُ بَاعًا وَإِنْ أَتَانِى يَمْشِى أَتَيْتُهُ هَرْوَلَةً
“Yüce Allah buyuruyor ki: Kulum beni nasıl düşünüyorsa ben öyleyim. O beni anarken ben onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.”[20]
Her hâl ve şartta Allah'ı zikretmekle sorumlu olan mümini Allah'ın zikrinden alıkoyacak hiçbir sebep olamaz, olmamalıdır. Çünkü zikirsiz bir hayat inanan bir insan için ölümdür, hayatın anlamını yitirmesi demektir. Yine onun belirttiğine göre,
مَثَلُ الَّذِى يَذْكُرُ رَبَّهُ وَالَّذِى لاَ يَذْكُرُ مَثَلُ الْحَىِّ وَالْمَيِّتِ
“Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.”[21]
Mümin, rahatlık, bolluk, sıhhat ve afiyet zamanlarında olduğu gibi, sıkıntı, hastalık, musibet ve felâket zamanlarında da Rabbini anmalı, O'ndan yardım istemeli ve gaflete düşüp O'nu unutmamalıdır.
Zikir ruhun gıdasıdır; derdin devası, gönlün şifasıdır. Kalpleri doyuran, ruhları yatıştıran, gönülleri coşturan bir ibadettir. Zikir, kula farkındalık, uyanıklık ve şuur kazandırır; onu gafletten, vesveseden ve kuruntudan korur. İnsan zikir sayesinde takvaya erer; yoksulluktan kanaat zenginliğine, yalnızlıktan ebedî dostluğa mazhar olur. Allah'ın rahmetini, bağışlamasını, rızasını ve muhabbetini kazanmak istiyorsa eğer, bir kul için zikir hayatının vazgeçilmez parçası olmalıdır.
[1] Buhârî, Ezân, 155.
[2] Müslim, Mesâcid, 146.
[3] Müslim, Zikir, 37.
[4] Ra’d, 13/28.
[5] Beyhakî, Şuabü’l-îmân, I, 452.
[6] Ahzâb, 33/41-42.
[7] Bakara, 2/152.
[8] Ebû Dâvûd, İlim, 13.
[9] Tirmizî, Deavât, 82.
[10] Buhârî, Deavât, 66.
[11] Müslim, Zikir, 79.
[12] İbn Mâce, Edeb, 56.
[13] Tirmizî, Deavât, 4.
[14] Tirmizî, Deavât, 118.
[15] Tirmizî, Deavât, 108.
[16] Tirmizî, Deavât, 118.
[17] Tirmizî, Deavât, 36.
[18] Münâfikûn, 63/9.
[19] Ebû Dâvûd, Edeb, 25.
[20] Müslim, Zikir, 2.
[21] Buhârî, Deavât, 66.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam