“Kulluğun özü” olarak nitelendirilen dua hakkında Yüce Rabbimiz,
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُوني اَسْتَجِبْ لَكُمْ
“Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.”[1] buyurarak müminin kendisine yönelmesine her an karşılık vereceğini hatırlatır.
Zira dua insanın varoluş nedenidir. Kul, duası sayesinde Allah katında değer kazanır. Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur:
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلاَ دُعَاؤُكُمْ
“(Resûlüm!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!”[2] Ancak Allah'ın, rahmetinin eseri olarak kullarına sunduğu öyle zaman ve mekânlar vardır ki, bunlar müminin dualarının kabulü ve günahlarından arınması için birer fırsattır.
Câhiliye döneminde insanları sapıklık içinde gören, putlara tapmanın boş ve bâtıl olduğunu düşünen Amr b. Abese, fıtratı bozulmamış, kalbinin sesini dinleyen, sağduyulu bir kimseydi. Amr, Mekke'de daha önce duyulmamış birtakım haberler veren bir şahsın varlığını işitmişti. Bu haber üzerine Mekke'ye gitti.2 İslâm davetinin gizliden gizliye yapıldığı, bi'setin ilk yılları idi.3
Mekke'de Allah Rasûlü'nü soran Amr'a, onu (sav) ancak Kâbe'nin yanında, gece görebileceği söylendi. Gece olduğunda Amr, Kâbe ile örtüsü arasında gizlenip Allah Rasûlü'nü beklemeye başladı. Gecenin bir vakti kulağına gelen ses, Kâbe'yi tavaf eden Hz. Peygamber'in sesi idi.4 Amr, Hz. Peygamber'in yanına gidip ona kim olduğu, Allah'tan ne mesaj getirdiği, risâletine kimlerin inandığı hakkında sorular sordu. Sevgili Peygamberimiz de ona kendisinin Allah'ın Nebîsi, getirdiği mesajın:
“Akrabaya yardım etmek, putlara tapmamak, sadece Allah'a kulluk etmek ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamak” olduğunu, (şimdiye kadar) kendisine inanan bir hür (Ebû Bekir) ve bir köle (Bilâl) bulunduğunu söyledi.
Amr b. Abese bu görüşmede Allah Rasûlü'ne tâbi olduğunu bildirmiş ve Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber ise ona, “Sen bugün bunu yapamazsın. Benim hâlimi ve ortalığın hâlini görmüyor musun? Şimdi ailene dön ve benim meydana çıktığımı duyduğunda hemen yanıma gel.” tavsiyesinde bulunmuştu.
Amr, Allah Rasûlü'nün bu sözüne uyarak ailesinin yanına döndü. Yıllar sonra Kutlu Nebî'nin hicret ettiğini duyunca Medine'ye gitti. Orada Hz. Peygamber ile görüştüğünde ona, “Beni tanıdınız mı?” diye sordu. Allah Rasûlü onunla Mekke'de görüştüklerini söyledi.
Soru sormaya meraklı bir tabiatı olan Amr b. Abese, ilkinde olduğu gibi bu görüşmesinde de Allah Rasûlü'ne namaz, abdest ve gusül hakkında sorular sormaya başladı.5 Sorduğu sorulardan biri de üzerinde önemle durulması gereken bir vakit olup olmadığı ile ilgiliydi: “Ey Allah'ın Rasûlü! Vakitler içerisinde Allah'a daha yakın olunacak bir an var mıdır? İbadet için tercih olunacak bir saat var mıdır?” sorusuna Rasûlullah (sav), “Evet” diye cevap verdi ve şöyle devam etti:
نَعَمْ إِنَّ أَقْرَبَ مَا يَكُونُ الرَّبُّ عَزَّ وَجَلَّ مِنَ الْعَبْدِ جَوْفُ اللَّيْلِ الآخِرِ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَكُونَ مِمَّنْ يَذْكُرُ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ فِى تِلْكَ السَّاعَةِ فَكُنْ فَإِنَّ الصَّلاَةَ مَحْضُورَةٌ مَشْهُودَةٌ إِلَى طُلُوعِ الشَّمْسِ
“Kulun, Allah'a en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. O saatlerde Allah'ı zikredenlerden olmak istersen ol. Çünkü güneş doğuncaya kadarki o vakitlerde kılınacak namaza melekler gelir ve özellikle şahitlik yaparlar.”[3]
Allah Rasûlü'nün Amr b. Abese'ye verdiği bu cevap, aslında Allah'ın kullarına rahmetinin ifadesidir. Onun (sav) bildirdiği gibi, Allah, kullarının kendisine yönelebilecekleri özel zamanlar bahşetmiştir.
İşte Allah Resûlü, Amr b. Abese'ye bu özel zamanlardan birini haber vermiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce Rabbimizin, (وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ) “Onlar (takva sahipleri) seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.”[4] âyeti ile haber verdiği seher vakti, Allah ile kulunun buluştuğu bu özel vakitlerdendir. Allah Resûlü bu vakti değerlendirmek üzere geceleri teheccüd namazı için kalkıp dua ederdi.10 Yüce Rabbimiz özellikle Sevgili Peygamberimize gece yarısı ibadetle meşgul olmasını tavsiye etmişti. Vahyin başladığı dönemlerde Cebrail, Efendimize gelmiş ve şu ayetleri getirmişti:
قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَليلًا ﴿2﴾ نِصْفَهُ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَليلًا ﴿3﴾ اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْتيلًا ﴿4﴾
“Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısında kalk. Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku.”[5]
Allah Resûlü'nün gece yaptığı dualarından birini Hz. Âişe şöyle anlatıyordu: “Bir gece Allah'ın Resûlü'nü yatakta bulamadım, onu elimle yoklayarak aramaya başladım. O sırada elim ayaklarının tabanlarına değdi. Ayaklarını dikmiş vaziyette secde hâlindeydi ve şöyle dua ediyordu.
اللَّهُمَّ أَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ وَبِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ لاَ أُحْصِى ثَنَاءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِكَ
“Allah'ım! Gazabından rızana, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana tüm övgüleri saysam yine de bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.”[6]
Sevgili Peygamberimiz ashâbını da bu vakitlerde ibadet ve duaya teşvik ederdi. Nitekim Câbir'in (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştu:
إِنَّ فِى اللَّيْلِ لَسَاعَةً لاَ يُوَافِقُهَا رَجُلٌ مُسْلِمٌ يَسْأَلُ اللَّهَ خَيْرًا مِنْ أَمْرِ الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ إِلاَّ أَعْطَاهُ إِيَّاهُ وَذَلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ
“Gerçekten gecede öyle bir an vardır ki Müslüman bir kimse o âna rastlar da Allah'tan dünya ve âhiret işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah kendisine verir. Bu, her gece (böyle)dir.”[7]
Bir başka sefer de Peygamber Efendimize, “Yâ Resûlallah, hangi dua daha çok kabule şayandır?” diye sorulmuş, Allah Resûlü,
جَوْفُ اللَّيْلِ الآخِرُ وَدُبُرَ الصَّلَوَاتِ الْمَكْتُوبَاتِ
“Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.”[8] diye cevap vermişti. Bu sözleriyle o, farz namazlardan sonra yapılan duaların önemine de dikkat çekiyordu. Farz namazlarını kaçırmayarak Allah'a itaatini ifade eden insana, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan bir müjde veriyordu. Sadece Allah emrettiği için O'nun huzurunda secdeye kapanıp boyun eğen ve sonrasında ellerini açıp isteklerini arz eden kulun duası, kabule şayan dualardandı.
Kutlu Nebî, müminleri vakti iyi değerlendirmeye teşvik etmek için zamanın da Allah Teâlâ'nın ayrı tecellilerine mazhar olduğunu bildirmiştir. Bir hadisinde o (sav), şöyle buyurmuştu:
يَنْزِلُ اللَّهُ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا كُلَّ لَيْلَةٍ حِينَ يَمْضِى ثُلُثُ اللَّيْلِ الأَوَّلُ فَيَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ أَنَا الْمَلِكُ مَنْ ذَا الَّذِى يَدْعُونِى فَأَسْتَجِيبَ لَهُ مَنْ ذَا الَّذِى يَسْأَلُنِى فَأُعْطِيَهُ مَنْ ذَا الَّذِى يَسْتَغْفِرُنِى فَأَغْفِرَ لَهُ فَلاَ يَزَالُ كَذَلِكَ حَتَّى يُضِىءَ الْفَجْرُ
“Allah her gece, gecenin ilk üçte biri geçtiğinde dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve 'Melik benim! Melik benim! Var mı bana dua eden, onun duasını kabul eyleyeyim? Var mı benden isteyen, istediğini vereyim? Var mı benden mağfiret dileyen, onu affedeyim?' buyurur. Ve bu hâl tanyeri ağarıncaya kadar böylece devam eder.”[9]
Allah'ın gece vaktinde dualara icabet etmesi, isteyene istediğini vermesi, tevbe ve istiğfar edeni bağışlaması, rahmet ve bereketinin bir tecellisi olarak yeryüzüne inmesi şeklinde bir benzetmeyle ifadelendirilmiştir.
Rivayetlerde gecenin yarısı, üçte biri, son kısmı şeklinde birbirinden farklı zaman dilimlerinin ifade edilmesi, faziletin bütün geceye şamil olduğu ve insanın durumuna göre hareket edebileceği bir genişliğin bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Gecenin fazileti ile ilgili bu rivayetleri, şu vb. âyetler de desteklemektedir
تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
“Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklarından uzak kalır.”[10]
Mukaddes zaman ve mekânları Allah'a yalvarmak için bir fırsat olarak görmek, her zaman var olagelmiştir. Hz. Âdem'den beri dinlerde zamanlar ve mekânlar bir görülmemiştir. Birbirinden hayırlı, faziletli, mukaddes zamanlar ve mekânlar vardır. Bu zaman ve mekânlar Allah'a yöneliş, yalvarış ve yakarış için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Zira mübarek zaman ve mekânlarda yapılan duaların kabul olma ümidi daha fazladır.
Allah Teâlâ, kullarına kendisinden bir rahmet olarak sunduğu özel zamanlardan kimisini Yüce Kelâmı'nda bizzat kendisi bildirmiştir.
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذي اُنْزِلَ فيهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِ
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur'an'ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır.”[11] âyeti, Ramazan'ın, senenin diğer aylarından farklı bir değeri olduğuna işaret eder.
Kadir gecesi ise bu aya önemini veren daha da kıymetli bir zaman dilimidir. Kur'an, bin aydan daha hayırlı olan bu gecede inmiştir.18 Kadir gecesini ve onun içinde bulunduğu ayı değerli kılan işte budur... Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz, Ramazan'ın son on gününde, başka hiçbir zaman olmadığı kadar, ibadet ve kulluk için çaba gösterirdi.19 “O gece nasıl dua edelim?” diye soran Hz. Âişe'ye, şu duayı öğretmişti.
اللَّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّى
“Allah'ım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet.”[12]
Dua, sevgililer sevgilisi Peygamberimizin bütün hayatını kapsıyordu. O (sav), dua ile yatar, dua ile kalkardı. Allah'ın yarattığı her şeye karşı nimet ve şükür içerisindeydi. Bu şükrünü asla gizlemezdi. Karşılaştığı tabiî olaylar karşısında bile dudaklarından dua eksik olmaz, her vesile ile Rabbine olan bağlılığını tazelerdi. Meselâ, hilâli gördüğü zaman şöyle derdi:
اللَّهُ أَكْبَرُ ، اللَّهُمَّ أَهِلَّهُ عَلَيْنَا بِالأَمْنِ وَالإِيمَانِ وَالسَّلاَمَةِ وَالإِسْلاَمِ وَالتَّوْفِيقِ لِمَا يُحِبُّ رَبُّنَا وَيَرْضَى ، رَبُّنَا وَرَبُّكَ اللَّهُ
“Allâhü ekber! Allah'ım! Onu biz güvendeyken, iman etmişken, selâmetteyken, İslâm üzereyken ve Rabbimizin sevdiği işlerde başarılı olduğumuz hâldeyken üzerimize doğur. (Ey Hilâl!) Bizim Rabbimiz de senin Rabbin de Allah'tır.”[13]
Sevgili Nebî özellikle sabah ve akşam vakitlerinde dua ederdi. Bu vakitlerde çoğunlukla o vakte uygun içerikte dualar eder ve âdeta duaları ile o vakitleri vesile kılarak tüm hayatı anlamlandırırdı. Meselâ, hayatın âdeta yeniden dirilişini ifade eden sabah vaktinde,
إِذَا أَصْبَحَ أَحَدُكُمْ فَلْيَقُلِ اللَّهُمَّ بِكَ أَصْبَحْنَا وَبِكَ أَمْسَيْنَا وَبِكَ نَحْيَا وَبِكَ نَمُوتُ وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ .
“Allah'ım! Senin kudretinle sabaha çıktık, senin kudretinle akşama gireriz. Senin kudretinle yaşar, senin kudretinle ölürüz... En son dönüşümüz sanadır.”[14] diye dua etmeyi tavsiye ederdi.
Akşam olunca da,
رَبِّ أَسْأَلُكَ خَيْرَ مَا فِى هَذِهِ اللَّيْلَةِ وَخَيْرَ مَا بَعْدَهَا وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا فِى هَذِهِ اللَّيْلَةِ وَشَرِّ مَا بَعْدَهَا
“Rabbim, bu gecede olanların ve sonrasında olacakların hayrını senden dilerim. Bu gecede olanların ve daha sonrasında olacakların şerrinden de sana sığınırım.[15] diye dua ederdi.
Başka bir rivayete göre de yatacağımız zaman,
بِاسْمِكَ رَبِّى وَضَعْتُ جَنْبِى وَبِكَ أَرْفَعُهُ فَإِنْ أَمْسَكْتَ نَفْسِى فَارْحَمْهَا وَإِنْ أَرْسَلْتَهَا فَاحْفَظْهَا بِمَا تَحْفَظُ بِهِ عِبَادَكَ الصَّالِحِينَ
“Yâ Rabbi! Senin adınla yatar ve senin adınla kalkarım. Eğer canımı alırsan ona rahmet et. Eğer onu serbest bırakırsan salih kullarını nasıl koruyorsan onu da öyle koru.” diye dua etmemizi istemişti.[16]
Her ânını dua ile süsleyen Sevgili Peygamberimiz, Allah ile kulu arasındaki bağın daha da güçlü olduğu özel zamanlarda yapılan duaya, kulluk ve ibadete daha da önem verir, bütün samimiyetiyle Rabbine yönelirdi. Söz gelimi, onun bildirdiğine göre, ezan ile kâmet arasındaki vakit, duaların geri çevrilmeyeceği vakitlerdendi.25 O (sav), Allah'ın dualara icabet saati olduğunu bildirirdi. Hatta bu vakitlerde söz ve isteklere dikkat etmeleri konusunda ashâbını uyarırdı. Zira bu vakitlerde, beddualar bile kabul olunabilirdi. Câbir b. Abdullah, Resûlullah'ın bu konuda şöyle buyurduğunu bildirmişti:
لاَ تَدْعُوا عَلَى أَنْفُسِكُمْ وَلاَ تَدْعُوا عَلَى أَوْلاَدِكُمْ وَلاَ تَدْعُوا عَلَى خَدَمِكُمْ وَلاَ تَدْعُوا عَلَى أَمْوَالِكُمْ لاَ تُوَافِقُوا مِنَ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى سَاعَةَ نَيْلٍ فِيهَا عَطَاءٌ فَيَسْتَجِيبَ لَكُمْ
“Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyiniz. Olur ki, Allah'tan istenilenlerin ihsan edildiği bir zamana rastlarsınız da Allah dilediğinizi kabul ediverir.”[17]
Sevgili Peygamberimizin kiminde müminlerin günahlarının bağışlanacağını müjdelediği,27 kiminde oruç tuttuğu28 bu özel vakitler, sonraları kültürümüzde kandil geceleri, üç aylar, mübarek gün ve geceler olarak kendilerine yer edinmişlerdir. Şâban ayının on beşinci gecesi, Efendimizin duaların kabul edileceği müjdesini verdiği bu zaman dilimlerindendir. Berât Kandili olarak bildiğimiz bu gecede dua ve ibadetlerin ne kadar faziletli olduğu, Allah Resûlü'nün şu ifadelerinden anlaşılmaktadır:
إِذَا كَانَتْ لَيْلَةُ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ فَقُومُوا لَيْلَهَا وَصُومُوا يَوْمَهَا . فَإِنَّ اللَّهَ يَنْزِلُ فِيهَا لِغُرُوبِ الشَّمْسِ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَقُولُ أَلاَ مِنْ مُسْتَغْفِرٍ فَأَغْفِرَ لَهُ أَلاَ مُسْتَرْزِقٌ فَأَرْزُقَهُ أَلاَ مُبْتَلًى فَأُعَافِيَهُ أَلاَ كَذَا أَلاَ كَذَا حَتَّى يَطْلُعَ الْفَجْرُ
“Şâban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (on beşinci günde) oruç tutun. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ dünyaya en yakın göğe inerek (rahmet nazarı ile bakarak) fecir oluncaya kadar, 'Benden mağfiret dileyen yok mu, onu bağışlayayım! Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım! Belaya duçar olan yok mu, ona afiyet vereyim! Şöyle olan yok mu? Böyle olan yok mu?' buyurur.”[18]
Peygamberimizin ifadesi ile üzerine güneş doğan en faziletli gün ise, cuma günüdür.30 Hz. Peygamber (sav) cuma günü duaların kabul olunacağı vakti şöyle haber verir:
فِيهِ سَاعَةٌ لاَ يُوَافِقُهَا عَبْدٌ مُسْلِمٌ وَهُوَ يُصَلِّى يَسْأَلُ اللَّهَ شَيْئًا إِلاَّ أَعْطَاهُ إِيَّاهُ
“Onda öyle bir an vardır ki şayet bir Müslüman namaz kılarken o âna rastlar da Allah'tan bir şey isterse Allah, ona dilediğini mutlaka verir.”[19]
Bu vakit gizli olmakla birlikte bir rivayete göre hutbe ile namaz arasındaki zaman dilimidir.32 Cuma günü yapılan duaların daha faziletli olduğu önceki peygamberlerce de bilinen bir durumdur. Örneğin kardeşleri Yusuf ile ilgili suçlarını itiraf ettikten sonra Hz. Yakub'un oğulları şöyle demişlerdi: “Ey babamız! Allah'tan suçlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten suçlu idik.” Hz. Yakub ise onlara, “Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim.” 33 diye cevap vermiş ve bağışlama dileğini cuma gecesine bırakmıştı.34
Dua ile zaman ve mekân arasında iki taraflı bir ilişkiden söz edilebilir. Duayı kabule şayan kılan mübarek zaman ve mekânlarla, dua ile anlam kazanan ve insanın ruhunun bütünleştiği zaman ve mekânlar... Kutlu Nebî duayla zaman ve mekânı âdeta ilmik ilmik dokurdu. İnancını zamana ve mekâna âdeta nakşederdi. Çünkü insan duayla zamana ve mekâna ruh verir. Allah Resûlü duaların kabul olduğu zaman dilimleri ile birlikte bazı özel mekânlarda yapılacak duaların da daha faziletli olduğunu bildirir.
Bu mekânlardan biri, şehirlerin anası, bütün müminleri bir araya toplayan ve hac ibadeti için seçilen mukaddes belde Mekke'dir. Kâbe, Arafat ve Mekke, tarih boyunca birçok peygambere şahitlik etmiş mukaddes mekânlardır.
Rivayete göre Arafat, Hz. Âdem ile Havva'nın buluştuğu ve birbirlerini tanıdığı yerdir.35 Hz. Âdem bu topraklarda Allah'a yalvarmış, kendisine namazları için kıble edineceği bir ev inşa etmek arzusuyla Allah'tan izin istemiştir.36 Allah, vahiy zincirinin en büyük halkalarından yani ulü'l-azm peygamberlerinden olan Hz. İbrâhim'e ise burada bir ev yapmasını emretmiş, Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil ile birlikte Allah'ın evi Kâbe'yi inşa etmiştir. Kâbe'nin yapımını bitirdikten sonra onlar, şöyle dua etmişlerdi:
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحيمُ ﴿128﴾ رَبَّنَا وَابْعَثْ فيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّيهِمْ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ ﴿129﴾
“Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan kıl. Soyumuzdan sana teslim olacak bir ümmet getir. Bize ibadet yollarını göster. Tevbemizi kabul buyur. Çünkü sen, tevbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın. Rabbimiz! İçlerinden kendilerine senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arındıran bir peygamber gönder. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[20]
Hz. İbrâhim çorak bir yer olan Mekke topraklarına eşi Hacer ve oğlu İsmâil'i bıraktığı zaman,
رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَدًا اٰمِنًا وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ
“Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah'a ve âhiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır.”[21] diye dua etmişti.
Nitekim Allah Resûlü, Hz. İbrâhim'in bu duası nedeniyle Mekke'nin yiyecek ve içeceklerinin bereketli olduğunu ikrar edecekti.39
Böylece Mekke, “ümmü'l-kurâ” (şehirlerin anası), “beled-i emîn” (güvenli belde) oldu.40 Âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olan Kâbe ise, Mekke'de insanlar için kurulan ilk ibadet evi oldu.41Peygamberimiz bu şehirde duaya bir başka özen gösteriyordu. O, duaların kabul olunduğu anlardan birinin de Kâbe'nin görüldüğü ilk an olduğunu bildirmişti.42
Mekke'nin fethinde Allah Resûlü ile birlikte Kâbe'ye giren Üsâme b. Zeyd (ra)43 onun, Kâbe'de Allah'a cân-ı gönülden dua edişini şöyle anlatmıştı: “Resûlullah (sav) ile birlikte Kâbe'ye girdim. Bilâl'e kapıyı kapatmasını emretti, o da kapıyı kapattı. Kâbe'nin içerisinde altı direk vardı. Kâbe'nin kapısına yakın iki direk arasına gelip oturdu. Allah'a hamdü senâ ettikten sonra, Allah'tan bir şeyler istedi, bağışlanma talebinde bulundu. Sonra kalktı, Kâbe'nin arka tarafına karşı dönerek yüzünü ve yanaklarını sürdü. Allah'a hamd ü senâ ettikten sonra yine dua edip, bir şeyler istedi, bağışlamasını diledi. Sonra dönüp Kâbe'nin her bir köşesini tekbir, tesbih, tehlil getirerek ve Allah'ı övüp dua ve istiğfar ederek selâmladı. Sonra çıktı ve Kâbe'ye dönerek iki rekât namaz kıldı ve dönüp, “İşte kıble, işte kıble.” buyurdu.44
Allah, temellerini Hz. İbrâhim'in attığı Kâbe'de, onun ismi ile anılan mekânı, Makâm-ı İbrâhîm'i, tüm Müslümanlara hediye etmiştir. Öyle ki, Kur'ân-ı Kerîm'de bu mekânı duagâh edinmemizi ve burada kendisine yalvarıp yakarmamızı istemiştir.45 Nitekim Sevgili Peygamberimiz Mekke'nin fethinde Kâbe'yi tavaf ettikten sonra, “Siz de Makâm-ı İbrâhîm'den kendinize bir namaz yeri edinin.” 46 âyetini okuyarak burada namaz kılmıştır.47
Mekke'de yer alan mübarek mekânlardan bir başkası ise, duaların kabul olduğu Arafat'tır. Peygamberimiz arefe günü Arafat'ta yapılan duaları, duaların en hayırlısı olarak müjdelemiş48 ve bu gün hakkında şöyle buyurmuştu:
مَا مِنْ يَوْمٍ أَكْثَرَ مِنْ أَنْ يُعْتِقَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِيهِ عَبْدًا مِنَ النَّارِ مِنْ يَوْمِ عَرَفَةَ وَإِنَّهُ لَيَدْنُو عَزَّ وَجَلَّ ثُمَّ يُبَاهِى بِهِمُ الْمَلاَئِكَةَ فَيَقُولُ مَا أَرَادَ هَؤُلاَءِ
“Allah Teâlâ'nın arefe günü insanları bağışladığından daha fazla bağışladığı bir gün yoktur. Allah Teâlâ şüphesiz arefe günü kullarına rahmetiyle yaklaşır, sonra meleklere karşı onlarla iftihar ederek; 'Bunlar ne diliyorlar?' diye sorar.”[22]
Böylece Hz. Peygamber, Müslümanları özellikle bu mübarek mekânlarda Rableri ile buluşmaya davet ediyordu. İbadet için buralara gidenlerden kimi zaman dua istiyordu. Bunlardan biri Hz. Ömer'di. Umre için izin isteyen Hz. Ömer'e olumlu yanıt veren Peygamberimiz ona, (يَا أُخَىَّ أَشْرِكْنَا فِى شَىْءٍ مِنْ دُعَائِكَ وَلاَ تَنْسَنَا ) “Kardeşim! Duana bizi de ortak et, bizi unutma.” demişti.[23]
Mekke'nin kutsal bir mekân olduğu ve burada yapılan duaların kabul olunacağı, Müşriklerin de kabul ettikleri bir gerçekti. Öyle ki, Allah Resûlü bir gün Ebû Cehil'in kendisine yaptığı işkenceye dayanamamış ve Rabbine, (اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ) “Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum.” diye beddua etmişti. Kureyşliler aleyhlerine yapılan bu bedduadan endişelenmişlerdi. İbn Mes'ûd, bunun gerekçesini, “Çünkü müşrikler bu şehirde yapılan duaların kabul olunacağına inanırlardı.” diyerek izah etmişti.51
Müslümanlar için bir diğer özel mekân ise Medine'dir. Hz. İbrâhim Mekke için dua ettiği gibi, Sevgili Peygamberimiz de Medine'nin bereketli olması için dua etmiştir. Ebû Hüreyre anlatıyor: “İnsanlar turfanda meyveyi gördüklerinde Resûlullah'a (sav) getirirlerdi. (Bir keresinde) o, meyveyi eline alınca, 'Allah'ım! Meyvelerimizi bize bereketlendir. Medine'mizde bize bolluk ver, bize bereketler ihsan eyle. Allah'ım! Şüphesiz ki İbrâhim senin kulun, halîlin ve peygamberindir. Ben de senin kulun ve peygamberinim. O Mekke için sana dua etti. Ben de Medine için sana dua ediyorum. Onun Mekke için senden talep ettiğinin benzerini ve bir misli fazlasını senden talep ediyorum.' buyurdu.”52 Böylece Medine de Mekke gibi bütün Müslümanlar için duaların kabul edildiği ve ibadetlerin daha faziletli sayıldığı bir mekân olarak kabul edildi.
Müslüman bireyin hayatına farklı bir anlam katan tüm bu zaman ve mekânların değeri, Yüce Yaratıcı ile insanlığın buluşmasına yaptıkları tanıklıkla ortaya çıkmıştır aslında. Kulun Rabbi ile buluşması olan dua ise, bu zaman ve mekânlarda yapıldığında farklı bir mahiyete bürünür. Duanın zaman ve mekân ile ilişkisi sayesinde mümin, varlıkla bütünleşir, tüm evrenle anlamlı ve derin bir bağ kurar. Dua eşliğinde her ilmiği samimiyet, huzur ve inanç ile örülen zaman ve mekân, mümine daha anlamlı bir hayat sunarak onu daima güvenli ve diri tutar. O hâlde mümin, Rabbi ile arasındaki bu bağı kuvvetlendirmek için kendisine bir fırsat olarak sunulan zaman ve mekânları değerlendirmeli ve bu sayede kulluk bilincini canlı tutmalıdır.
[1] Mü’min, 40/60.
[2] Furkân, 25/77.
[3] Nesâî, Mevâkît, 35.
[4] Zâriyât, 51/18.
[5] Müzzemmil, 73/2-4.
[6] Müslim, Salât, 222.
[7] Müslim, Müsâfirîn, 166.
[8] Tirmizî, Deavât, 79.
[9] Müslim, Müsâfirîn, 169.
[10] Secde, 32/16.
[11] Bakara, 2/185.
[12] Tirmizî, Deavât, 84.
[13] Dârimî, Savm, 3.
[14] Tirmizî, Deavât, 13.
[15] Müslim, Zikir, 75.
[16] Tirmizî, Deavât, 20.
[17] Ebû Dâvûd, Vitr, 27.
[18] İbn Mâce, İkâmet, 191.
[19] Müslim, Cum’a, 13.
[20] Bakara, 2/128-129.
[21] Bakara, 2/126.
[22] İbn Mâce, Menâsik, 56.
[23] İbn Mâce, Menâsik, 5.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam