İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle derdi:
“اللَّهُمَّ! لَكَ أَسْلَمْتُ، وَبِكَ آمَنْتُ، وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ، وَإِلَيْكَ أَنَبْتُ، وَبِكَ خَاصَمْتُ، اللَّهُمَّ! إِنِّى أَعُوذُ بِعِزَّتِكَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ أَنْ تُضِلَّنِى، أَنْتَ الْحَيُّ الَّذِى لاَ يَمُوتُ، وَالْجِنُّ وَالإِنْسُ يَمُوتونَ.”
“Allah'ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim ve sana yöneldim. Senin yardımınla mücadele (gücü elde) ettim. Allah'ım! Beni saptırmaman için senin yüceliğine sığınıyorum. Zira senden başka ilâh yoktur. Sen ölmeyecek olan dirisin, cinler ve insanlar ise ölümlüdürler.”
(Müslim, Zikir, 67)
******
Hz. Âişe anlatıyor:
يَا رَسُولَ اللَّهِ! إِنَّ الْكُهَّانَ كَانُوا يُحَدِّثُونَنَا بِالشَّىْءِ فَنَجِدُهُ حَقًّا،
“Yâ Resûlallah! Kâhinler bize bir şeyler söylerdi de dedikleri gerçek çıkardı.” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
قَالَ: “تِلْكَ الْكَلِمَةُ الْحَقُّ، يَخْطَفُهَا الْجِنِّيُّ فَيَقْذِفُهَا فِى أُذُنِ وَلِيِّهِ، وَيَزِيدُ فِيهَا مِائَةَ كَذْبَةٍ.”
“Bu doğru olan sözü bir cin elde eder ve dostunun kulağına fısıldar. O da buna yüz yalan katar!”
(Müslim, Selâm, 122)
******
عَنْ عَائِشَةَ، انَّهَا كَانَتْ تُؤْتَى بِالصِّبْيَانِ إِذَا وُلِدُوا، فَتَدْعُو لَهُمْ بِالْبَرَكَةِ. فَاُتِيَتْ بِصَبِيِّ، فَذَهَبَتْ تَضَعُ وِسَادَتَهُ، فَإِذَا تَحْتَ رَاْسِهِ مُوسَى فَسَالَتْهُمْ عَنِ الْمُوسَى ؟ فَقَالُوا: نَجْعَلُهَا مِنَ الْجِنِّ. فَاخَذَتِ الْمُوسى فَرَمَتْ بِهَا، وَنَهَتْهُمْ عَنْهَا وَقَالَتْ: إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) كَانَ يَكْرَهُ الطِّيَرَةَ وَيُبْغِضُهَا. وَكَانَتْ عَائِشَةُ تَنْهَى عَنْهَا.
Hz. Âişe'den nakledildiğine göre, çocuklar doğduğu zaman kendisine getirilir, bereket için onlara dua ederdi. Bir gün bu maksatla yeni doğan bir çocuk getirildi. Hz. Âişe çocuğu yatağına yatırırken yastığının altında bir ustura gördü. Oradakilere bunun ne olduğunu sordu. Onlar da, “Çocuğu cinlerden korumak için onu koyuyoruz.” dediler. Bunun üzerine Hz. Âişe usturayı alıp attı ve “Allah'ın Resûlü (sav) uğursuzluk düşüncesini çirkin görür ve bundan nefret ederdi.” diyerek bu davranışı yasakladı.
(Buhârî, el-Edebü'l-müfred , 314)
******
عَنْ يَحْيَى بْنِ جَعْدَةَ قَالَ:كَانَ خَالِدُ بْنُ الْوَلِيدِ يَفْزَعُ مِنَ اللَّيْلِ حَتَّى يَخْرُجَ وَمَعَهُ سَيْفُهُ، فَخُشِيَ عَلَيْهِ أَنْ يُصِيبَ أَحَدًا، فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَقَالَ: “إِنَّ جِبْرِيلَ قَالَ لِي: إِنَّ عِفْرِيتًا مِنَ الْجِنِّ يَكِيدُكَ، فَقُلْ:
Yahyâ b. Ca'de'nin naklettiğine göre, Hâlid b. Velîd, geceleri kılıcını yanına alarak dışarı çıkacak kadar korkar hâle gelmişti. Bu durumda birisine zarar verebileceğinden endişe edilince, Hz. Peygamber'e (sav) gelerek, yaşadığı durumdan şikâyetini arz etti. Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Cebrail bana demişti ki, 'Cinlerden bir ifrit senin için tuzak kurmaya çalışıyor, (bu yüzden) şöyle dua et:
أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللَّهِ التَّامَّةِ الَّتِي لاَ يُجَاوِزُهنَّ بَرٌّ وَلاَ فَاجِرٌ مِنْ شَرِّ مَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا، وَمِنْ شَرِّ مَا ذَرَأَ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا، وَمِنْ شَرِّ فِتَنِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ، وَمِنْ شَرِّ كُلِّ طَارِقٍ إِلاَّ طَارِقًا يَطْرُقُ بِخَيْرٍ يَا رَحْمَنُ.”
Gökten inen ve yerden yükselen kötülüklerin şerrinden, yeryüzünde yerleşen (yaşayan) ve yerin altından çıkan şeylerin şerrinden, gece ve gündüzün fitnelerinin şerrinden, hayırlı olanların dışında her türlü aniden ortaya çıkan durumdan, Allah'a ve hiçbir iyinin ve kötünün ulaşamayacağı Allah'ın yüce kelimelerine (sonsuz iradesine ve hükmüne) sığınırım, Ey Rahmân!”
(İbn Ebû Şeybe, Musannef , Tıb, 28; Abdürrezzâk, Musannef , XI, 35)
Yüce Allah yirmi âyette ya cinlere insanlarla birlikte hitap etmiştir.11 Buna göre tıpkı insanlar gibi cinlerin de hayırlıları-şerlileri; inançlıları-inançsızları; iyi olanları-kötü olanları vardır.12 Onlar da, Allah'ın buyruklarına itaat veya isyan etme eğilimindedirler13 ve her fâni gibi ölümlüdürler.
Kur'an'da, cin ve insan topluluklarına nice uyarıcı peygamber gön derildiği hatırlatılmakta15 bazı peygamberlerin cinlerle irtibatları anlatılmaktadır. Allah (cc), Hz. Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordular topladığını,16 cinlerden bir kısmını çeşitli işlerde istihdam ettiğini,17onlardan bir ifritin (cinlerin en güçlü, kurnaz veya en azgın türü) Sebe' Melikesi'nin tahtı için Hz. Süleyman'a, “Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getirebilirim, bunu yapmaya gücüm yeter ve ben güvenilir biriyim.” dediğini bildirmektedir.18
Cinlere gönderilen peygamberlerin melek mi, insan mı yoksa cin mi olduğu tartışılmışsa da, cinlerin kendi içlerinden olma ihtimali yüksektir. Ancak Hz. Peygamber (sav) hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak gönderilmiş ve bu yüzden de kültürümüzde kendisine “Resûlü's-sekaleyn” yani “iki topluluğun da peygamberi” denilmiştir.
Kur'an'da belirtildiği üzere dumansız, alevli bir ateşten yaratılan cinler,19 latif, görünmez varlıklardır. Bununla birlikte onların ateşle karışık bir tabiata sahip olmaları dikkate alınarak karbon asidinden; dumansız ateşten yaratıldıkları göz önüne alınarak canlılığını ruhtan alan ve ezelde var edilen ışınlardan, ufolardan veya enerjiden; yahut bazı hadislerde hastalıkların sebebi gibi gösterilmeleri düşünülerek mikroplardan ibaret oldukları tarzında birtakım görüşler ileri sürülmüşse de, bunlar teori olmaktan öteye geçmemiştir.20
Beş duyu ile algılanamaz olmaları, gerek geçmişte gerekse günümüzde cinler hakkında birbirinden farklı tasavvurların gelişmesine sebep olmuştur. Arapça c-n-n kökünden türeyen ve örtmek, gizlemek anlamına gelen “cin” kelimesi, câhiliye dönemi Arap dilinde sadece ruhanî varlıklar olan cinleri değil, melekleri, şeytanları, kabirdeki ölüleri ve hatta evlerin temellerinde yaşayan yılanları ifade etmekteydi.21 Câhiliye Arapları, kimi zaman putların içinde de cin olduğuna ve bunların kâhinlere gökte neler olup bittiğini haber verdiğine inanmaktaydı.22
Şairlik, kâhinlik ve arrâflık gibi mesleklerin çok etkili olduğu câhiliye döneminde her şairin özel bir cini olduğuna ve ona ilham verdiğine inanılırdı. Bugün bile “ilham perisi” gibi bir tabirde izleri görülen bu inanışa dayanarak müşrikler, Hz. Peygamber'in de cinden ilham alan bir şair olduğunu ileri sürmüşler ve kendisine “şair, kâhin, mecnûn ve büyücü” diyerek iftira etmişlerdi.24
Kur'an, cinlerin semanın üst katlarına çıkarak Allah'tan bilgi aldıkları/çaldıkları, dolayısıyla gaybî bilgilere muttali oldukları yolundaki yanlış inancı şiddetle reddetmiştir.
Saffat, 6. Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.
7. Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk.
8. Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.
9. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır.
10. Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.
Yüce Allah, gaybı yani akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilmesi imkânsız olan varlık alanını kendisinden başka kimsenin bilemeyeceğini,26 ancak elçilerinden dilediğini seçerek ona gaybını bildireceğini haber vermiştir.27Dolayısıyla cinler, gaybı bilme konusunda insanlardan farklı değildir. Bilgileri sadece görüp öğrendikleri şeylerle sınırlı olup, meydana gelen olaylardan kendilerine gizli kalan hususları ve geleceği bilmeleri mümkün değildir. Nitekim emrinde çalışan cinler Hz. Süleyman'ın vefatını bilememişlerdi: “Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman'ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.”[1]
Şu hâlde, kâhin, falcı, cinci, bakıcı, medyum diye anılan kimselerin cinlerden geleceğe dair haber aldıklarını ileri sürmeleri sadece bir iddiadan ibarettir ve bu yüzden Hz. Peygamber, kâhine veya medyuma gitmeyi de, onların sözlerini tasdik etmeyi de yasaklamıştır.29
Cinlerin yılan şekline girebildiklerine dair İslâm öncesi din ve kültürlerde mevcut olan inanış, câhiliye Araplarında da vardı. Onlar da yılanları cin/şeytan sanırlar,35 büyük bir yılan öldürdükleri zaman cinlerin intikam almasından korkarlardı.36 Hz. Peygamber (sav) cinlere dair bu bâtıl inancı da reddetmiştir.37
Cinlerle ilgili bir diğer husus da, cin ile İblis ya da genel olarak cin ile şeytan arasındaki ilişkidir. Yüce Allah, Hz. Âdem'e secde etmelerini istediği zaman cinlerden olan İblis hariç bütün melekler derhâl saygı ile eğilmişken, İblis bu emre uymamıştır.38 Bazı âyetlerde39 ve rivayetlerde, cinlerden “şeytanlar” olarak söz edilmesi bu yüzden olmalıdır. İblis bir cindir ama bütün cinler İblis gibi kendilerini kötülüğe adamış varlıklar değildir.
Cinlerin ilk insandan beri varlıklarını sürdüren bir toplum olmaları, doğal olarak tarih boyunca hemen her inanç ve kültürde yer almalarına, dolayısıyla da haklarında eski-yeni birçok inanışın gelişmesine sebep olmuştur. Cin konusundaki bâtıl inanış ve hurafelerin, bunlara dayalı olarak gerçekleştirilen cin çağırma ve cin çıkarma gibi asılsız uygulamaların dinimiz tarafından onaylanması mümkün değildir.
İslâm âlimleri cinlerin insanları çarpıp felç etmeye, akıllarını giderip delirtmeye, bedenlerine girip birtakım hastalıklara sebep olmaya güçlerinin olmadığını söylemişlerdir.41
Nitekim Peygamberimizin ifadesiyle, bütün varlık âlemi bir kimseye kötülük yapmak için elbirliği etse, Allah takdir etmedikçe bunu gerçekleştirmeleri mümkün değildir.42
Kötü niyetli, şeytan özellikli cinlerin insanları saptırmaya ve başlarını derde sokmaya çalışacakları açıktır. Ancak konu ile ilgili âyetlere dikkatle bakılırsa, aynı durumun insanların kötüleri için de geçerli olduğu görülecektir. Zira gerek insanların gönlüne vesvese veren, gerekse onları saptıran şeytanlar, cinlerden olabildikleri gibi, insanlardan da olabilmektedir.43Nitekim bir gün Peygamberimiz, “Ey Ebû Zer! İnsan ve cin şeytanlarının şerrinden Allah'a sığın!” deyince Ebû Zer, “İnsanların da şeytanı olur mu?” demiş, Efendimiz de “Evet” cevabını vermiştir.44
Resûl-i Ekrem kemik ve tezekle tuvalette taharetlenmeyi yasaklarken, “Çünkü bunlar cin kardeşlerinizin yiyeceğidir.”45 buyurduğuna göre, onların iyi olanlarını din kardeşi bilmek gerekir.
Diğer taraftan Sevgili Peygamberimiz, kötü cinlerin/şeytanların insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden kurtulmak ve onları tesirsiz hâle getirmek için Allah'a sığınmamızı öğütlemekte, Felâk ve Nâs sûrelerini, ayrıca Âyetü'l-kürsî'yi okumamızı tavsiye etmektedir.46