İSLAMİYET İNSAN HAKLARINA BÜYÜK ÖNEM VERMİŞTİR
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (HUCURAT SURESİ – 13. AYET)
Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”
İnsanların doğuştan eşit olduklarını bildiren bu ayet, Ashap’tan Sabit b. Kays (RA) hakkında nazil olmuştur: Sabit, bir kere Hz Peygamber (SAV)’in meclisine gelmişti. Orada yanında oturmak istediği kişi kendisine yer göstermemişti. Buna içerleyen Sabit: “Ey filan kadının oğlu!” diyerek hakaret etti. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV): “Ey Sabit! Mecliste olanların yüzüne bak.” buyurdu. O da orada olanların tek tek yüzlerine baktı. Hz Peygamber (SAV): “Ne gördün?” buyurdu. Sabit: “Ak, kara, kırmızı çehreler gördüm.” deyince, Hz Peygamber (SAV): “Ey Sabit, sen bunları, bu siyahtır araptır, bu beyazdır acemdir diye birbirine üstün kılamazsın. İnsanlar dine bağlılıkları ve takvaları (Allah’tan korkmaları) ile faziletlidirler diyebilirsin.” buyurdu ve bu ayetler nazil oldu.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.”
Bir başka hadis te şöyledir:“İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir. Hiç kimsenin başkası üzerinde – Allah korkusu hariç – bir üstünlüğü yoktur.”
İslam dininin iki gayesi vardır. Birisi: Tek olan, eşi ve dengi olmayan Allah’a inanmak ve yalnız O’na ibadet etmek; diğeri de, Allah’ın bütün yaratıklarına iyi davranmaktır. İslam, bütün yaratıklara özellikle en üstün yaratık olan insan şefkat ve merhamet göstermeyi bir esas olarak kabul etmiştir. Bunun içindir ki, bu dini tebliğ etmek üzere gönderilen son peygamber Hz Peygamber (SAV)’i ilk tanıyan ve etrafında ilk toplananların çoğunluğu, hakları ellerinden alınmış toplum içinde hor ve hakir görülmüş insanlar oluşturmuştur. Bunlar, İslam dininin insanlar arasında ayrım yapmadığını görünce, hemen onu kabul edip Müslüman olmuşlardı. Nitekim Ebu Süfyan Müslüman olmadan önce ticaret maksadıyla Şam’a gitmişti. Rum Kayseri Hirakl onu davet etmiş ve Hz Peygamber (SAV)’le ilgili bazı sorular sormuştu. Bu sorulardan birisi de şöyleydi:
“Peygamber olduğunu söyleyen kimseye uyanlar genelde halkın ileri gelenleri mi yoksa zayıf olanları mı?” Ebu Süfyan bu soruya şu cevabı verdi: “Ona uyanlar halkın ileri gelenleri değil, halkın zayıf olanlarıdır.” Bunun üzerine Hirakl: “Peygamberlere ilk uyanlarda zaten onlardır.” dedi.
Toplumun zayıf kesiminin Müslümanlığı kabul edip Hz Peygamber (SAV)’in etrafında toplandıklarını gören ileri gelenler, rahatsız olmaya başlamışlardı. Onlar da Müslüman olmak istiyor, ancak yoksullarla birlikte olmayı bir türlü hazmedemiyorlardı. Bunun için Hz Peygamber (SAV)’e gelerek şu teklifte bulundular:
“Size uymak istiyoruz, ancak yoksullarla beraber aynı mecliste oturmak istemiyoruz. Bunun için bize yoksulların katılmayacağı bir meclis tahsis ediniz.” Onların Müslüman olmalarını arzu eden Hz Peygamber (SAV) de onların bu teklifleri üzerinde düşünüyordu ki, Allah Hz Peygamber (SAV)’e şu ayeti indirdi:
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِالدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطاً:
“Sabah akşam Rab’lerine O’nun rızasını dileyerek dua edenle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye değer verme.” (KEHF SURESİ – 28. AYET)
İşte inen bu ayetler, toplum fertleri arasında sosyal bir ayrım gözetmeden Allah’ın ayetlerini herkese okumasını, zenginleri kabul edip yoksulları ihmal etmemesini Hz Peygamber (SAV)’e emretmiştir.
Cehalet devrinin yetiştirdiği adamlardı bunlar. Onlara göre yoksullar ve köleler adam sayılmazdı. Onlarla nasıl bir mecliste beraber oturacaklar, sevişip kaynaşacaklardı? Bu olacak şey değildi. Onların bu anlayışta olduğunu gösteren bir başka örnek te şudur:
Hz Peygamber (SAV),Mekke’yi fethettiği zaman, Hz Bilal (RA)’a Kâbe’nin üzerine çıkarak ezan okumasını emretti. Hz Bilal (RA) bu emri alır almaz hemen Kâbe’nin üzerine çıkarak ezan okumaya başladı. Kureyş kabilesinin ileri gelenleri bunu hayretle seyrediyorlardı. Birisi Haris b. Hişam’a dönerek: “Görmüyor musun, bu siyah köle nereden çıktı?” dedi. Bunu bir türlü kabullenemiyorlardı. Nasıl olur da bir siyah köle Kâbe gibi mukaddes bir mekânın üzerine çıkardı? Kendisiyle bir kölenin eşit olamayacağını düşünüyordu. Hâlbuki Hz Bilal (RA), kendisine tevdi edilen bir görevi ifa ediyordu. Bunun fakirlikle ve kölelikle bir ilgisi yoktu. Bunda sadece ehliyet aranır. Bu görev, onu en iyi şekilde yapabilecek kimseye verilir. Hz Peygamber (SAV) de öyle yaptı. Sesi güzel ve bütün samimiyetiyle İslam’a inanmış ve her yönüyle güvenilir bulunan Hz Bilal (RA) seçmişti.
İslam dini insan haklarına büyük önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’e ve Hz Peygamber (SAV)’in sünnetine bakıldığı zaman insan haklarıyla ilgili emir ve tavsiyeler görülecektir.
İslam dini hakları iki kısma ayırıyor: Bunlardan birisi ve birincisi ALLAH HAKKI, diğeri de İNSAN HAKLARI dır. Hz Peygamber (SAV), insan haklarına çok önem verirdi. Müslüman’ın, insan hakkı olduğu halde Allah’ın huzuruna çıkmamasını daima öğütlerdi. Hatta o, namazını kıldırmak üzere bir cenazeye davet edildiği zaman, ölünün kul borcu olup olmadığını sorardı. Borcu olduğu kendisine bildirilince de, bunu karşılayacak bir şey bırakıp bırakmadığını öğrenmek isterdi. Borcu yoksa veya borcunu karşılayacak bir mal veya para bırakmışsa namazını kılar, borcunu karşılayacak bir şey bırakmadığı bildirilince kendisi bu cenazenin namazını kılmak istemezdi. Bunun sebebi, borçlu ölüp borcunu karşılayacak bir şey bırakmamış olan kimsenin cenaze namazının kılınmayacağı için değil, arkadaşlarından zengin olanların, Hz Peygamber (SAV) namazını kılmıyor diye acıyarak bıraktığı borcu ödemelerini teşvik etmek ve böylece onun, kul borcu ile Allah’ın huzuruna çıkmamasını sağlamaktı. Şu rivayet bunun çarpıcı bir örneğidir:
Seleme ibni Ekva (RA) anlatıyor: “Bir defasında Hz Peygamber (SAV)’le beraber oturuyorduk. Bir cenaze getirildi. Cenaze sahipleri: “Ey Allah’ın Resulü! Cenazemiz var, namazını kıldırır mısınız?” dediler. Hz Peygamber (SAV): “Ölünün üzerinde bir borç var mıdır?” diye sordu. Cenaze sahipleri: “Hayır, borcu yoktur.” dediler. Hz Peygamber (SAV): “Bir dünyalık bıraktı mı?” diye sordu. Onlar: “Hayır, bir şey bırakmadı.” dediler. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV) cenaze üzerine cenaze namazı kıldı.”
“Başka bir zaman bir başka cenaze getirilmişti. Cenaze sahipleri, cenazelerine namaz kıldırmasını Hz Peygamber (SAV)’den istediler. Hz Peygamber (SAV): “Ölünün üzerinde borç var mı?” diye sordu. Cenaze sahipleri: “Evet, var.” dediler. Hz Peygamber (SAV): “Bir dünyalık bıraktı mı?” diye sordu. Onlar: “Üç dinar bıraktı.” dediler. Hz Peygamber (SAV) bunun da cenaze namazını kıldı.”
“Başka bir zaman bir cenaze daha getirildi. Cenaze sahipleri, Hz Peygamber (SAV)’den cenazelerinin üzerine cenaze namazı kıldırmasını istediler. Hz Peygamber (SAV) yine sordu: “Ölü bir dünyalık bıraktı mı?” Cenaze sahipleri: “Hayır, bırakmadı.” dediler. Hz Peygamber (SAV) yine sordu: “Ölünün borcu var mı?” Cenaze sahipleri: “Evet, üç dinar borcu var.” dediler. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV): “Haydi, cenazenin namazını kılın.” buyurdu da kendileri kılmak istemedi. Bunun üzerine Ebu Katade adındaki sahabe: “Ey Allah’ın Resulü! Cenazenin namazını kılınız, borcu benim üzerimedir.” diyerek kefil oldu. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV) bu cenazenin de namazını kıldı.”
DAREKUTNİ’nin rivayetine göre Hz Ali (RA) diyor ki: “Bir cenaze, namazı kılınmak için getirildiğinde Hz Peygamber (SAV)’in âdeti, ölünün geçmiş hayatının hiçbir safhasından sormaz, yalnız borcu var mı diye sorardı.”
Ebu Hüreyre (RA) diyor ki: “Hz Peygamber (SAV)’in borçlunun cenaze namazını kılmaması İslam’ın ilk günlerinde olmuştur. Allah Hz Peygamber (SAV)’e fetihler nasip edip hazine zenginleşince, üzerinde kul borcu olup vefat edenlerin borçları Hz Peygamber (SAV) tarafından ödenip namazları kılınırdı. Hz Peygamber (SAV) bu konuda şöyle buyurur: “Ben, müminlere kendilerinden daha yakınım. Herhangi bir mümin ölürken borç bırakır ve onu ödeyecek bir mal veya para bırakmazsa onu ödemek bana aittir. Mal bırakırsa o da veresesinindir.”
Görülüyor ki, Hz Peygamber (SAV) bir müminin borçlu olarak Allah’ın huzuruna gitmesini istemiyor. Anlattığımız hadisler Hz Peygamber (SAV)’in bu konuda ne kadar hassas olduğunu gösteriyor.
Hz Peygamber (SAV)’in: “Ölünün borcu var mıdır?” diye sorduğu borç ödemek niyetiyle yapıp ta ödeyemeden ölen kimsenin borcudur. Yoksa hırsızlık, sahtekârlık, hile, haksızlık ve rüşvet gibi meşru olmayan yollarla üzerine aldığı kul borçları değildir. Bunlar, sadece bir borç değil, aynı zamanda suç ve günahtır. Allah’ın huzurunda hesap verilirken, kul hakları mutlaka sahiplerine ödenecek, suç olanlarına ayrıca ceza verilecektir. Hz Peygamber (SAV)’in şu uyarısı ne kadar düşündürücüdür:
“Kıyamet gününde mutlaka haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcü bile alınacaktır.”
Hz Peygamber (SAV)’in verdiği bu örnekten anlıyoruz ki, bu konuda hiç kimseye haksızlık yapılmayacak ve hiç kimsenin hakkı ört bas edilmeyecektir. Hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacak, bir gün mutlaka Allah’ın huzurunda sorgulanacaktır. Bu konuda Kur’an ayetlerinden başka pek çok hadisler de vardır. İşte bir tanesi:
Ebu Hüreyre (RA) anlatıyor: “Hz Peygamber (SAV): “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Orada bulunanlar: “Bize göre müflis, parası ve malı kalmayan kimsedir.” dediler. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Benim ümmetimden iflas etmiş olan o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz ve zekâtla (yani bu ibadetleri yapmış olarak) gelir. Fakat şuna sövmüş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş. Bundan dolayı onun iyiliklerinden, sözü geçenlerin her birine verilir. Üzerindeki kul hakları ödenmeden iyilikleri tükenirse hak sahiplerinin günahları o kimseye yükletilir, sonra o kimse cehenneme atılır. (İşte gerçekten iflas etmiş bu kimsedir.)”
Bu hadis, insan haklarının ne kadar önem taşıdığını, insan haklarına saygı duymayan kimsenin, kıyamet gününde kazanmış olduğu iyiliklerini kaybederek çok kötü durumlara düşeceğinin açık bir şekilde ifade etmektedir.
Bu konuda Hz Peygamber (SAV)’in başka bir uyarısı da şöyledir:
İbni Mes’ud El-Ensari anlatıyor: “Ben kamçı ile uşağımı dövüyordum. Arkamdan: “Ey Eba Mes’ud! Sen bil ki.” diye bir ses duydum. Öfkeli olduğum için bu sesin ne olduğunu anlayamadım. Bana yaklaşınca bir de baktım ki, Hz Peygamber (SAV): “Ey Eba Mes’ud! İyi bil ki, senin bu uşağa karşı gücünden, Allah’ın senin üzerindeki gücü daha büyüktür.” buyurdu. Ben de yaptığım suçu ortadan kaldırsın diye: “Bu köle Allah rızası için hürdür.” dedim ve köleyi azat ettim. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Eğer böyle yapmasaydın (köleyi azat etmeseydin) cehennem ateşi seni yakardı.”
Şimdi de insan haklarından bahsedelim. İnsan hakları deyince akla ilk gelen hayat hakkıdır. Diğer haklar bundan sonra gelir. Herkes yaşama hakkına sahiptir. İnsanı bu haktan ne kendisinin ne de bir başkasının mahrum etme yetkisi yoktur. Kur’an şöyle buyurur:
مَن قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعاً وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعاً:
“Her kim bir cinayet işlememiş, kimseyi öldürmemiş ve yeryüzünde fesat çıkarmamış olan bir kişiyi öldürürse, sanki bütün halkı öldürmüştür. Her kim de bir kimsenin yaşamasına sebep olursa bütün insanları ihya etmiş gibi olur.” (MAİDE SURESİ – 32. AYET)
Bu ayette yaşama hakkına vurgu yapılmıştır. Bu hakkı başkasına tanımayan kimse, sanki bütün insanlığı öldürmüştür.
Ebu Said (RA) anlatıyor: “Hz Peygamber (SAV), Veda Hutbesinde şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Bilmiş onunuz ki, günlerin en mukaddesi şu bayram gününüz, ayların en mukaddesi şu Zilhicce ayınız, şehirlerin en mukaddesi de şu Mekke şehrinizdir. Bilmiş olunuz ki, şu zilhicce ayınızda şu Mekke şehrinizde şu bayram gününüz nasıl mukaddes ise (Bayram gününde Mekke’de günah işlemek nasıl ağır bir suç ise) şüphesiz kanlarınız, mallarınız da size haramdır. (Yani birbirinizin kanını akıtmanız ve haksız yere birbirinizin malını yemeniz de her zaman ve her yerde büyük günahtır.)”
Bir başka hadiste Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:
“Şüphesiz dünyanın yok olması, Allah katında haksız yere bir Müslüman’ın öldürülmesinden daha ehvendir.”
Yaşama hakkı bir temel haktır. Bu hakkı insana Allah vermiş, O’ndan başka hiç kimsenin onu bu haktan mahrum etmeye hakkı ve yetkisi yoktur. Buna kalkışan kimse, yani başkasının hayatına son veren kimse büyük günah işlemiş ve Allah’ın azabını hak etmiş olur.
Kur’an şöyle buyurur:
وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِناًمُّتَعَمِّداً فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً:
“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (NİSA SURESİ – 93. AYET)
Esasen Kur’an-ı Kerim, yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldüremeyeceğini bildirmiştir. İnsan kıyamet günü kul hakkından sorgulanırken ilk hesabını vereceği adam öldürme günahıdır. Hz Peygamber (SAV), bu konuda şöyle buyurur:
“Kıyamet günü insanlar arasında ilk görülecek dava kan davasıdır.”
Bir insanın başkasını haksız yere öldürmesi büyük günah olduğu gibi kendi hayatına kıyması yani intihar etmesi de büyük günahtır. Çünkü hiç kimse kendi hayatıyla ilgili bir tasarrufta bulunmaya yetkili kılınmamıştır. Esasen dinimizin beş ana hedefi vardır. Bunlardan birisi de insanın kendi hayatını koruması uğrunda öldürülmesi halinde şehit olacağını, Hz Peygamber (SAV) haber vermiştir.
Hz Peygamber (SAV), kendi hayatlarına kıyanların ahirette görecekleri azabı şöyle haber veriyor:
“Her kim bir dağdan (yüksek bir yerden) kendisini aşağıya atarak öldürürse, cehennem ateşinde sonsuz ve devamlı olarak kendisini yüksekten aşağı bırakan (bir halde azap olunur.) Bir kimse de zehir içerek canına kıyarsa, zehiri elinde içer bir halde sonsuz ve devamlı bir halde cehennem ateşinde azap olunacaktır. Her kim de kendisini bir demir parçasıyla öldürürse, o da bıçağı elinde karnına vurarak sonsuz ve devamlı bir şekilde cehennemde azap olunacaktır.”
Herkesin mülk edinme hakkı vardır. Hiç kimse bir başkasının malına dokunmaya, malını elinden almaya yetkili değildir. Bunun için dinimiz hırsızlığı, yağmacılığı ve talanı yasaklamış, bu yolla elde edilecek malın helal olmayacağını bildirmiştir. Allah şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيماً:
“Ey müminler, aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret hali olması müstesna, mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile yemeyin ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size merhamet eder.” (NİSA SURESİ - 29. AYET)
İnanmış olan ve bir gün Allah’ın huzurunda hesap vereceği gerçeğini göz önünde bulunduran insan, hiç kimsenin malına haksız yere el uzatmaz. Tarlada, bağda ve bahçede komşularının sınırına tecavüz etmez. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kim haksız olarak başkasına ait yerden bir şey alırsa, kıyamet gününde hakkı olmadığı halde aldığı yer yedi kat yere batırılır.”
Kişilerin mülkiyetinde olan mal ve topraktan bir şey almak nasıl günah ise, kamuya ait mal ve topraktan bir şey almak ta aynı şekilde günahtır. Çünkü bunda topyekûn milletin ve tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı vardır.
Kadın hakları da önemli insan haklarındandır. Tarih boyunca kadınlar, haklarından mahrum edilmiş, hor ve hakir görülmüşlerdir. İslam’dan önce kadınlar insan sayılmıyor, bir eşya gibi alınıp satılıyorlardı. Hatta kız çocuklarını anne-babaları diri diri toprağa gömüyor, bundan hiçbir rahatsızlık duymuyorlardı. Kadını ilk defa toplum içindeki bu kötü durumdan kurtaran ve ona değer veren, mülkiyet hakkı tanıyan İslam dini olmuştur.
Hz Peygamber (SAV),Veda Hutbesinde, önemine binaen kadın haklarına da temas etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar, kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz onları Allah emaneti olarak aldınız ve onları Allah’ın kelimesi ile kendinize helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.”
Erkekler Allah’ın kulları olduğu gibi kadınlar da Allah’ın kullarıdır. Erkekler iyi iş yaptıklarında Allah onları mükâfatlandıracağı gibi, kadınlar da iyi şeyler yaptıklarında Allah onları da mükâfatlandıracaktır. Allah, kadın olsun erkek olsun kendinden korkan ve itaat edene değer verir. Kur’an şöyle buyuruyor:
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِّن ذَكَرٍأَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ:
“Erkek veya kadın, inanmış olarak kim iyi iş yaparsa, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız ve mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (NAHL SURESİ – 97. AYET)
Görüyoruz ki, Allah katında değer ölçüsü takvadır. O, güzel işe değer verir. Bu güzel işi kim yaparsa ister kadın ister erkek olsun onu, yaptıklarından daha güzel bir mükâfatla mükâfatlandıracaktır.
İslam’da din ve vicdan hürriyetinin de temel insan hakları arasında önemli bir yeri vardır. Kur’an:“Dinde zorlama yoktur.” buyurur. Dinde zorlama olmayınca, bir inancı, İslam da olsa insanlara zorla kabul ettirmek veya insanları inandıklarından vazgeçirmek doğru olmaz ve esasen bu, mümkün de değildir. Peygamberlerin görevlerinin sadece tebliğden ibaret olması, bunun en güzel ifadesidir. Allah, Kur’an’da şöyle buyurur:
وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لآمَنَ مَن فِي الأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعاً أَفَأَنتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُواْ مُؤْمِنِينَ:
“Ey Muhammed! Eğer rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (YUNUS SURESİ – 99. AYET) Başka bir ayet ise şöyledir:
فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ:لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ:
“Ey Muhammed! Öğüt ver, çünkü sen öğüt vericisin, onların üzerinde bir zorba değilsin.” (GAŞİYE SURESİ – 21/22. AYET)
Ayetler konuyu çok güzel ifade ediyor. Bir kimseye bir düşünceyi kabul ettirmenin veya düşüncesinden onu vazgeçirmenin ancak telkin ile olacağını bu ayetler ifade ediyor.
İşte dinimizin insan haklarına verdiği değer. Bunlara kulak vermeli, dinimizin emir ve tavsiyelerine uyarak üzerimize kul hakkı almamalıyız. Allah’tan, bizi razı olacağı davranışlara muvaffak kılmasını diliyoruz.
KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ