İNSAN HAKLARINA SAYGI VE İNSANLIĞA HİZMET
ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ عِندَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُواالرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ:
“İşte böyle. Kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse, bu Rabbinin katında kendi iyiliğinedir. (Haram olduğu) size okunanlar dışında kalan hayvanlar, size helal kılındı. O halde pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının.” (HACC SURESİ – 30. AYET)
İnsan müstesna bir yaratılışa sahip bulunan en şerefli varlıktır. O, yeryüzünün efendisi ve kâinatın kâşifidir. İnsanın taşıdığı bu yüksek değer, yaratılışındaki gizli fevkaladelikler ve kendisine yüklenen ulvi hizmetlerden kaynaklanmaktadır. O, imanla süslenmiş, akılla donatılmış, tefekkür melekesiyle teçhiz edilmiş ve Allah’a kulluk gibi yüce ve yüceltici vazifelerle mükellef tutulmuştur.
İnsan, iman esaslarına uygun bir yaşayış yolu takip edecek, aklını kullanacak, nereden gelip nereye gittiğini ve niçin bu âleme geldiğini düşünecek ve kendisine yüklenen vazifeleri zamanında ve eksiksiz yapacak olursa, en kâmil bir insan örneği ortaya çıkar.
İnsanlar arasında hak ve vazife mefhumlarının bilinip saygı görmesi, huzurlu bir cemiyetin doğmasına ve yaşamasına vesile teşkil etmektedir. Bir cemiyette hak tanınmaz ve haklar sahiplerine verilmeyecek olursa, insanların birbirlerine güvenleri kalmaz ve birbirlerinin kardeşi olması gereken insanlar, gözleri oyan ve cinayetler işleyen bir kurt haline gelir.
Bir toplum düşünün! Orada patron, işçinin hakkını zamanında ve tam olarak vermemekte, onu karın tokluğuna çalıştırma gayesi gütmekte; işçi, yaptığı işi sözleşme şartlarına uygun olarak yapmamakta, mal sahibini zarara uğratacak ihmal ve ihanet içinde bulunmaktadır.
Bir topluluk hayal edin! Büyüklerinde merhamet ve sevgi, küçüklerinde itaat ve saygı kalmamış; yanındaki komşusuna tuzak hazırlama hevesinin peşine takılmış; kardeş, öz kardeşinin ikbaline ve istikbaline engel olma gayreti içine girmiş olsun.
Bir büro tasarlayın! Oradaki amir, idaresi altındaki vazifelilere acımamakta, onlara mevzuat dışı işler yüklemekte; memur amirine karşı itaat göstermemekte ve millet işleri yüz üstü bırakılmaktadır.
Böyle bir cemiyetin fertleri arasında huzurun olacağını sanmak saflık olur. Zehirden şifa ummak gibi, muhal olan bir şeyi arzulamak, insanı hayal kırıklığına düşürür. Cezai müeyyideler, huzursuzluğu önleme bakımından alınmış bir tedbir ise de huzuru tesis için bir ÇARE değildir.
İslam dini, beşeri vazifeleri tespit etmiş, işçi ile patron, talebe ile hoca, evlat ile baba, karı ile koca, kardeşler ve komşular arasındaki hak ve vazifeleri bütün ayrıntılarıyla ve açık olarak göstermiş bulunmaktadır.
Allah tarafından ihsan edilen her nimet muhteremdir. Kimsenin ona göz dikmeye ve el uzatmaya hakkı yoktur. İnsan kendi mülkünde meşru hudutlar içerisinde dilediği gibi hareket edebilir. Hak ve hürriyetlerini elde etmeye çalışan bir fert, başkasının hak ve hürriyetinin hududunda kendi hürriyetinin son bulduğunu aklından çıkarmamalıdır. Hz Peygamber (SAV),insan haklarının nelerden ibaret olduğunu bütün teferruatıyla açıklamış ve şöyle buyurmuştur:
كل المسلم علىالمسلم حرام ماله وعرضه ودمه حسب امرئ من الشرأن يحقرأخاه المسلم.
“Her Müslüman’ın malı, ırzı ve kanı, diğer Müslüman üzerine haramdır. Bir kimsenin (din) kardeşini hor görmesi, şer olarak o kimseye yeter.”
Bir şahsın tahsil ve mevki itibarıyla üstün oluşu, kendini halktan üstün ve insanları kendinden aşağı görmesine ve onlara tahakküm etmeye kalkışmasına bir hak kazandırmaz. Bilgi ve belge üstünlüğü, tevdi edilecek vazifelerde tercih sebebidir, sevgi ve saygıda böyle bir sınıflandırma yapılamaz. Hz Âdem ve Hz Havva’dan meydana gelen ve çoğalan insanlar, yaratılış itibarıyla birbirine müsavi bulunmaktadırlar. İslam dininin tebliğ ettiği iman esaslarını kalbine yerleştiren ve bu inanç doğrultusunda hareket etmeyi şiar ve şuur haline getiren Müslümanlar, birbirlerinin din kardeşleridirler. İslami kardeşliğin kaynaştırdığı, sevgi ve saygıyla birbirlerine perçinlediği insanlar, din kardeşlerini hor göremez ve kendisini onlardan üstün sayamaz. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
ألناس سوآءكأسنان المشط وإنمايتفاضلون بالعبادةولاتصحبن أحدالايرىلك من الفضل مثل ماترىله.
“İnsanlar, tarak dişleri gibi müsavidirler. Ancak ibadetle birbirlerinden üstün olurlar. Kendisine layık gördüğün meziyet ve faziletin bir benzerini senin için reva görmeyen hiçbir kimseyle arkadaş olma.”
İslam dini beşeri münasebetleri en mükemmel bir şekilde kurup işler hale getirmiş, insanları bir kardeş olarak birbirlerine bağlamış, şarktaki Müslümanın inlemesine garptaki Müslüman’a kulak verdirmiş, onları keder ve sevinçte birbirlerine ortak kılmıştır. Bizi aldatan bizden değildir. Fermanıyla sermaye sahibini, işçinin alın teri kurumadan hakkını verin diyerek te çalışanı korumayı gaye edinmiştir. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
ليس المؤمن بالذىيشبع وجاره جآئع إلىجنبه.
“Komşusu açken karnını tıka basa doyurup yan gelip yatan, kâmil bir mümin değildir.”
Hadisteki “Mümin değildir.” hükmü, imanın aslını değil kemalini nefyetmektedir.
Yaratılışta eşit olan insanlar, iman ve İslam bağlarıyla kardeş olmuşlardır. İnançta ve kıvançta kardeşlik, nesep yoluyla olan kardeşlikten aşağı olmamak üzere dikkat ister. Zira bu husustaki ihmalkârlık, imanda kemale erememeyi tevlit eder. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:
لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
“Biriniz kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olamaz.”
Bir diğer hadis-i şerif te şöyledir:
“Hasetleşmeyin, almak istemediğiniz bir malın satışı sırasında fiyatını arttırmayın, birbirinize düşmanlık etmeyin, birbirinize darılıp ta arka çevirmeyin. Bazınız diğerinize satışta pazarlığı bozup kendi malınızı satmayın. Ey Allah’ın kulları! Kardeşçe davranışa sahip olun. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Muhtaç olduğu zaman ona yardımı kesmez ve onu hor görmez.”
Müslümanın üzerinde din kardeşinin hakkı geniş bir taban teşkil eder. Bu konuyu Hz Peygamber (SAV) şöyle izah eder:
حق المسلم علىالمسلم ست.قيل ماهن يارسول الله؟قال.إذالقيته فسلم عليهوإذادعاك فأجبه وإذااستنصحك فانصح له وإذاعطس فحمدالله فشمته وإذا مرض فعده وإذامات فاتبعه.
“Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır.” Ashap tarafından: “Onlar nelerdir ey Allah’ın Resulü?” diye soruldu. Hz Peygamber (SAV), şöyle buyurdu: “Onunla karşılaştığın zaman kendisine selam ver. Seni davet ettiği zaman icabet et. Senden nasihat istediği zaman ona öğütte bulunarak ona hayırhahlık yap. Aksırdığı zaman Allah’a hamd ederse ona YERHAMÜKALLAH de. Hastalandığında geçmiş olsun de. Cenazesi olduğu zaman vefat eden kimseyle ilgili işleri yapmak üzere ittiba ve iştirak et.”
İnsan haklarına bu derece önem veren dinimiz, insanın değerini ve onun mevkiinin yüceliğini ortaya koymuştur. İnsan yaratılmışların şerefçe en üstünü, ulvi duygulara ve faziletlere meyli bulunan bir varlıktır. Bu duygu, yüksek seciyeli insanda tutku ve aşk derecesine ulaşır. Süflileleşen insanlarda bile bu hislerin izlerine tesadüf etmek mümkündür. İnsan HAY’dır, fakat HAYVAN değildir. Bunu idrak, insanın en başta gelen vazifelerindendir. Bir şeye benzerliğin bulunması başka, o şeyin aynısı olma başkadır. Hz Ali (RA) şöyle buyurur: “Sen kendini küçük bir cisim sanıyorsun. Hâlbuki sende en büyük âlemin sırları düşürülmüştür.”
Mehmet Akif şöyle der:
“Haberdar olmamışsın kendi zatından da hala sen,
Muhakkar bir vücudum dersin ey insan, fakat bilsen;
Senin mahiyetin meleklerden de ulvidir,
Avalim sende pünhandır, cihanlar sende matvidir.”
İnsan, beşeriyete faydalı olduğu, vatanını ve milletini sevdiği müddetçe sevgiye ve maşeri vicdanda taht kurup övülmeye layık olur. Bu idrak seviyesine yükselemeyen insanlar, yaşarken fani, öldükten sonra hiç olup unutulmaya mahkûm kimselerdir.
İnsanlığa hizmet, belirli bir ücret karşılığında yapılan çalışma değildir. Hizmet, Allah’ın rızasından başka bir karşılık beklemeden sarf edilen mesai ve ortaya konulan faydalı bir iştir. Menfaat temini, meşru çizgiyi aşmadan yapılsa bile, ulvi duyguları asgariye düşürür. İnsan, içinde yaşadığı topluluğa ve mensubu bulunduğu aziz milletimize faydalı olduğu nispette ve yararlı işler gördüğü müddetçe, kâmil manada İNSAN vasfını kazanır.
Hayırlı insan; insanlığa hayırlı olan, dertlilerin ıstırabına çare arayan, ağlayan bahtsızların gözyaşlarını dindiren, insanları ve diğer canlıları koruyan kimsedir. İnsanı kâmil; maddi varlıklar karşısında irade ve idaresini sarsmayan, kalbiyle Hakk’a ve kalıbı ile halka yönelik bir faaliyet içinde olan “Hakk için halka hizmet” noktasından hareketle didinen insandır. Olgun bir mümin, hayır kapısının fatihi, her iyi işin önderi ve şer yollarının engelleyicisidir.
İnsanlar tıpkı madenler gibidir. Tasnif etmede ve değerlendirmede aralarında farklılıklar vardır. Kimi, bir demir gibi paslı vicdana, kimi de altın ve gümüş gibi temiz bir asalete sahiptir. İnsanlar arasında öyleleri vardır ki, din kardeşinin menfaatini, kendi arzularına tercih eder. O, nefsinin hevesleri peşinde maddenin esiri olmaz ve “Önce canan sonra can” fikrini, hayatının düsturu ve insana hizmet anlayışının değişmez bir prensibi olarak kabul eder.
Allah, bir ayetinde şöyle buyurur:
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ:
“Andolsun ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (TİN SURESİ – 4. AYET)
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ
“Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır.”
Bu hadisten şunu anlıyoruz: Allah’ın inayetine ve lütfüne erebilmemiz için önce kendimize düşen vazifeyi yapacak, yani din kardeşimiz olan bir müslümanın ihtiyacını karşılayacak ve onun kusurlarını kapatmaya çalışacağız ve daha sonra Allah’ın mükâfatını bekleyeceğiz. Zira şart edatına bağlı olarak vaat edilen mükâfat, kul tarafından yapılması şart koşulan işe bağlanmış bulunmaktadır.
Halka hizmet mevkiinde bulunan kimseler, vazifelerini yaparken çok dikkat etmeli ve Allah’a şükretmelidir. Zira böyle bir vazife, ilahi bir tensip ve Allah’ın vazifelendirmesi olmaktadır. İnsan unsuruna hizmet, şerefli bir vazifedir. Bu mükellefiyeti yerine getirenler de, Allah’ın lütfuna ve ilahi imtiyazına mahzar olan bahtiyarlardır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:
لاتحاسدواولاتناجشواولاتباغضواوىتدابرواولايبع بعضكم علىبيع بعض وكونواعبادالله إخوانا.ألمسلم أخواالمسلم لايظلمه ولايخذله ولايحقره.
“Allah’ın, insanların işlerini görmeye tahsis ettiği bir takım kulları vardır. Halk, bazı ihtiyaçlar için onlara iltica edercesine varıp işlerinin görülmesini talep ederler. Bu kimseler, Allah’ın azabından emin bulunanlardır.”
Halkın hizmetlerini omuzlayacak kimselerin merhametleri engin, hoş görüleri geniş, sabırları çok, hizmet anlayışları beşeriyeti kuşatacak kadar ihatalı olmalıdır. Zira bu hizmet, Allah rızası için yapılmakta ve failini dünya ve ahirette yüceltmektir. Bu noktayı dikkatten uzak tutmayan kimse, hiçbir şahsı hor görmemeli:
“Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü.” diyerek, nefsine sabrı ve fazileti telkin etmelidir.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
ألله فىعون المرءماكان فىعون أخيه.
“Kişi kardeşinin yardımına çalıştığı müddetçe Allah ta o kimsenin yardımcısıdır.”
Halka iyilik yapacak imkânlara sahip ve Allah’ın rızasına talip bulunan ve böylesine ulvi bir hizmeti yüklenen kimse, İslam’ın potasında erimeli ve Sünnet-i Muhammediye kalıplarında şekillenmeli; tevazuda toprak, vakarda su, kusurları örtmede gece ve güler yüzlülükte güneş gibi olmalıdır. Allah’ın bir kula ihsan ettiği nimeti ne kadar büyük olursa; halkın o kimseye yük olması da şiddetlenmiş olur. Kim bu ağırlıklara tahammül göstermeyecek olursa o nimet zevale yüz tutar. Dünya sebepler âlemidir. Birçok şeyin tahakkuk safhasına çıkması, şartlara ve sebeplere bağlanmıştır. Seven sevilir, halkı sevindiren, sevinç içinde yaşar.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
من لقي أخاه المسلم بمايحب ليسره بذالك سره الله عزوجل يوم القيامة.
“Kim bir Müslüman kardeşini memnun etmek için onu sevineceği bir şeyle karşılarsa, Allah buna karşılık olmak üzere kıyamet günü o kimseyi sevindirir.”
Bir başka hadis-i şerif şöyledir:
إن من موجبات المغفرةإدخالك السرور علىأخيك المسلم.
“Müslüman kardeşinin gönlüne sevinç koyman, mağfiret-i ilahiyi gerektirir.”
İnsanlara hizmet Allah’ın emirlerinden olduğuna göre, bir ibadettir. Halkı sevindirmek Allah’ın rızasına ulaşmaya bir vesiledir. Çünkü farz kılınmış ibadetlerden sonra Allah’a göre amellerin en sevimlisi, Müslüman’ın kalbinin içine sevinç koymaktır.
KAYNAK : KÜRSÜDEN MÜ’MİNLERE VAAZLAR MEHMET EMRE