Vatan Sevgisi ve İman - 30 Ağustos Zaferi
Vatan Sevgisi ve İman
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَحُبُّ الْوَطَنِ مِنَ الْاِيمَانِ
30 Ağustos Zaferinin yıldönümü münasebetiyle bu haftaki vaazımızda vatan sevgisinden, zaferleri kazandıran ruhtan, Şehitlik ve gaziliğin öneminden söz etmeye, bu yüce duyguları anlamaya, anlatmaya çalışacağız.
“-Vallahi sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlı, Allah katında en sevgili olanısın. Senden çıkarılmamış olsaydım çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmin beni, senden çıkarmamış olsaydı çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım” demiştir. Bunun üzerine yüce Allah Peygamber Efendimize şöyle vahyetmiştir:
اِنَّ الَّذٖى فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَادُّكَ اِلٰى مَعَادٍ
“Elbette o Kur’an’ın tebliğini üzerine farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere döndürecektir.” (Kasas, 85)
Vatan doğup büyünen ve üzerinde yaşanan toprak parçasıdır. Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Fakat alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Can verip can alınan, hayat parçasıdır.
Herkes vatanını sever. Bu duygu fıtrîdir, insanın içinde yaratılıştan vardır. Vatanını seven kimseye vatansever, vatanperver denir.
Bülbülü altın kafese koymuşlar “ah vatanım” demiş. Sormuşlar: Vatanın neresi? “Bir çalının dalı” demiş.
İnsanların bir vatana sahip olmaları kolay değildir. Sahip olduktan sonra onu korumak daha da zordur. Atalarımız vatanımızı korumak için tarih boyunca her türlü fedakarlığa katlanmışlar, binlerce şehit vermişlerdir. Adeta her karış toprağını şehit kanıyla sulamışlardır.
Merhum Mehmet Akif bir dörtlüğünde bu gerçeği şöyle ifade eder:
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Sen vatanına sahip olacaksın. Şairin dediği gibi:
Sahipsiz olan vatanın batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Şehitlik olmadan vatan olmaz. Evet, vatan bir toprak parçasıdır, ama her toprak parçası vatan değildir. Vatan, uğruna şehitlerin kan akıttıkları toprak parçasıdır. Toprak, eğer uğruna ölen varsa vatandır. sözü, ne güzel bir sözdür.
حُبُّ الْوَطَنِ مِنَ الْاِيمَانِ
“Vatan sevgisi imandandır”
Bugün sahip olduğumuz bu cennet vatan, kahraman atalarımızın her karışını kanları ile sulayarak bize emanet ettikleri topraklardır.
Vatan bizlere kolay emanet edilmedi. Nice canlar, nice haneler söndü. Analar bacılar yetimler… adı sanı duyulmamış şehitler ve gaziler…
Bugün cennet vatanımızın fetih gününü idrak ediyoruz. Zaferlerin gölgesinde nefesleniyoruz. Ağustos sıcağında kanını huzur için aktan şehitlerimizi, alın terini barış için döken gazilerimizi hatırlıyoruz.
26 Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’nun kapılarını İslâm’a açan Malazgirt Meydan Muharebesini, 30 Ağustos 1922 tarihinde Anadolu’nun kapılarını düşmanlara kapatan Başkomutanlık Meydan Muharebesini ve diğer zaferlerimizi hatırlarız.
Tarih geleceğe emin adımlarla yürüyenlerin tarihidir. tarih bir milletin geleceği, yarınlarıdır. Tarih ders ve ibret almak içindir. Tarih bizi başarılı kılan ruhu anlamaktır. Tarih bu vatan uğruna canını seve seve vermektir.
İslam coğrafyasının bugünlerde maruz kaldığı zulüm, zorbalık, haksızlık ve kötülükler, zaferlerimizi ve bu zaferlerin arkasındaki ruhu yeniden anlamaya olan ihtiyacımızı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Unutmayalım ki ecdadımıza bu yüksek ruhu kazandıran “din-i mübin-i İslâm” dır. Onlar i’la-yı kelimetullah uğruna yaşamışlardır. Allah adı en yüce olsun diye mücadele vermişlerdir. Yeryüzünde hak, hakikat, adalet, hukuk, ahlak, barış ve huzur egemen olsun diye çaba sarf etmişlerdir. İslâm’ın barış ve esenlik dini olduğunu bütün dünyaya göstermişlerdir. Mazlumların sığınağı, zalimlerin korkulu rüyası olmuşlardır. Din, iman, millet, vatan ve mukaddesat uğruna gerektiğinde candan ve canandan vazgeçmeyi göze almışlardır.
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ
“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Ali İmran 139)
وَاَطٖيعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رٖيحُكُمْ وَاصْبِرُوا اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ
“Allah’a ve Resûlüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider.” (Enfal 46)
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهٖ اِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِهٖ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Ali İmran 103)
Bedir’de, Malazgirt’te, Mekke’nin Fethinde, İstanbul’un Fethinde, Çanakkale Zaferinde, Kurtuluş Savaşında milli va manevi değerlerle bezenmiş bir ruh olgunluğu vardır. Bu ruh olgunluğuna bugün bizler çok muhtacız. Bu ruhu kaybedenler, birlik beraberliğini de kaybetmiş demektir.
Zaferin olmazsa olmaz şartı, hakiki iman, salih amel ve güzel ahlaktır. Bugünün Müslümanları en çok da bunlara muhtaçtır. Birlik ve beraberliğe, ilim ve irfana, fazilet ve erdeme muhtaçtır.
İstiklal şairimiz Akif bu ruhu en güzel şekliyle bizlere ifade ediyor:
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar
“Medeniyet”! dediğin tek dişi kalmış canavar?
Vatanı Korumak Dinimizin Emridir.
Ünlü şâir Mithat Cemal KUNTAY, bu gerçeği şöyle dile getirir.
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa; Vatandır.
Atalarımız dünyanın en güzel ve bereketli topraklarını vatan olarak seçmişler ve bize emanet etmişlerdir. Bu cennet vatanı yüzlerce yıl ecdadımız canları ve kanları pahasına korumuşlar ve binlerce âbide dikerek üzerinde bir medeniyet kurmuşlardır. Bu vatanın, bu millete ait olduğunu camileri, türbeleri, çeşmeleri, sarayları, mezar taşları, hanları ve hamamları ile adeta tescil etmişlerdir.
Vatan, bizim en kıymetli varlığımızdır. Bu bakımdan “anavatan” tabiri, bizim milletimiz arasında önem kazanmış ve ata sözlerimize kadar girmiştir.
Dünyada, namus ve şerefimizi koruyarak huzur ve güven içinde yaşamak, ancak bağımsız bir vatana sahip olmakla mümkündür.
Dini görevlerimizi gereği gibi yerine getirmemiz de yine vatan sayesinde mümkün olur. Bu sebeple Yüce dinimiz vatanın korunmasına büyük önem vermiş, vatan sevgisini imandan saymıştır.
Vatanı korumak hem dinî hem de milli bir görevdir.
İslam Dîni, hiçbir insanın ezilmesine ve baskı altına alınmasına izin vermez. Düşmanlara karşı çarpışmayı emretmesi de, tamamıyla temel hak ve hürriyetlere saldırıyı ortadan kaldırmayı, adaleti ve hakkaniyeti yeniden kurmayı hedeflemesindendir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
وَقَاتِلُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ الَّذٖينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَ
“Sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 2/190)
Buna göre vatanımızı korumak Rabbimizin emridir. Dinimiz zorunlu olduğu hallerde savaşmayı, sevabı çok bir ibadet olarak göstermiştir. Savaşta da kurallar koymuş, aşırılıkları kesinlikle yasaklamıştır. Çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve din adamlarına saldırıyı ve onları elleri silahlı olmadıkça öldürmemeyi emretmiştir.
Savaş, insanların yaşayışında arzu edilmeyen fakat millet hayatında bazen kaçınılması mümkün olmayan bir olaydır.
Savaş için hazırlıklı olmayan, gerektiğinde vatanı, istiklal ve hürriyeti için maddî-manevî bütün varlıklarını veremeyen milletler, tarih sahnesinden silinmeye veya esâret altında yaşamaya mahkumdur. Bu itibarla istiklal ve hürriyetimizi korumak için her bakımdan güçlü ve muhtemel bir düşman saldırısına karşı her an hazırlıklı olmaya mecburuz. Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهٖ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَرٖينَ مِنْ دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمْ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَیْءٍ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (ENFÂL 60)
Bu ayetteki “kuvvet” kavramı savaşta düşmana üstünlük sağlamaya yarayan her türlü silah, araç ve gereci içine alır. Top, tüfek, tank, cephane, uçak, gemi, yol, asker, kışla, depo, yiyecek, içecek, bilgi, fen, kültür, sanat, medeniyet, ekonomi, insan gücü gibi, maddi ve manevi her şey “kuvvet” kavramına dahildir. (Sabunî, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, I,511. Beyrut, 1981..)
Yeryüzünde şerefli bir millet olarak yaşayabilmek için bütün bunları tam ve eksiksiz bir şekilde hazırlamaya mecburuz. Dinen de bu konuda bütün gücümüzü kullanmakla yükümlüyüz.
Peygamberimiz (a.s.) de birçok hadislerinde vatan sevgisinin ve savunmasının önemli bir görev ve sevabı çok bir hareket olduğunu haber vermişlerdir.
لا تتمنوا لقاء العدو وا سا لوا الله العافية فاذا لقيتموهم فاصبروا يا ايها الناس
“Siz düşmanla karşılaşmayı dilemeyiniz; Allah’tan afiyet isteyiniz. Düşmanla karşılaştığınız zaman da sabır ve gücünüzle karşı koyunuz.”,( Müslim, Cihad, 20)
عيْنَانِ لا تَمسُّهُمَا النَّارُ : عيْنٌ بكَت مِنْ خَشْيةِ اللَّهِ وعيْنٌ باتَت تحْرُسُ في سبِيلِ اللَّهِ
“İki göze ateş dokunmayacaktır. Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri de Allah yolunda, gece vakti ( karakol) bekleyen (nöbet tutan) ve düşman gözleyen göz”( Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12. No: 1639. IV, 175)
رباط يوم و ليلة خير من صيام شهر و قيامه و ان مات جرى عليه عمله الذي كان يعمله و اجري عليه رزقه و امن الفتان
“Bir gün bir gece hudut boyunda nöbet tutmak, gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Vazife başında ölürse, yapmakta olduğu amelin sevabı ve rızkı devam eder ve kabir fitnesinden kurtulur.”( Müslim, İmâre, 163)
Vatan olmaksızın millet, millet olmaksızın da devlet olamaz. Bir milletin varlığı, vatanın varlığına, aynı zamanda hür ve bağımsız olmasına bağlıdır.
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا فٖى اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ
“Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!”
Bu cennet Vatanın birer evlatları olarak bizler vatanımızı korumak, vatanımıza namahrem eli değmemesi için askerlik yapmakla mükellefiz. Buda bizim hayatımızın en önemli zaman dilimidir. Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşımızda dile getirdiği üzere, Cennet Vatanımızı korumak hepimizin en başta gelen sorumluluğudur. Akif bu hususu ne güzel dile getirmiştir.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hâyasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Müslümanlar, Allah’ın yardımını celbedecek bir halet-i ruhiye içinde olmalıyız.
- Allah’ın yardımının gelmesi için gayret göstermeliyiz
- Tıpkı Resulullah Efendimizin örneklik ve rehberliğinde Mekke döneminde olduğu gibi müminler, nefislerimizi, kalplerimizi ve zihinlerimi terbiye etmeliyiz.
- İmanımızı güçlendirmeliyiz.
- İbadetlerimizi halisane yapmalıyız
- Ahlakımızı güzelleştirmeliyiz
- Ruhen ve bedenen zafere hazır olmalıyız
- Üstünlüğün ve zaferin Allahın yardımıyla olduğunu bilmeliyiz
- Sonrasında da Allah’a tevekkül edip neticeyi yine O’ndan beklemeliyiz
Yavrumuzu sevdiğimiz gibi vatanımızı seveceğiz
Anamızı-babamızı sevdiğimiz gibi vatanımızı seveceğiz
Eşimizi sevdiğimiz gibi vatanımızı seveceğiz
VATANINA İHANET ETMEYECEKSİN VE İHANET EDİLMESİNE FIRSAT VERMEYECEKSİN
Hz. ali şöyle söylemiştir:
“Şahsına fenalık yapanı affet. Fakat vatanınıza ve milletinize fenalık edeni asla affetmeyin.” (Bilal Eren, Güzel Sözler Antolojisi, 22)
Süleyman Nazif:
“Vatan sıhhate benzer, değeri kaybedilince anlaşılır” der.( Bilal Eren, Güzel Sözler Antolojisi, 306)
قَلَ اللّٰهُ تَعَالى لَاَنْتَقِمَنَّ مِنَ الظَّالِمِ فِى عَجِلِهِ وَ اٰجِلِهِ وَلاَ انْتَقِمَنَّ مِمَّنْ رَاٰى مَظْلُومًا فَقَدَرَ اَنْ يَنْصُرَهُ فَلَمْ يَنْصُرْهُ
Allah Teala buyurdu ki: “Ben muhakkak zalimden mazlumun intikamını alırım. Yine biz mazlumun haksızlığa uğradığını görüp te ona yardım etmeye gücü yettiği halde yardımını esirgeyen katı kalpli kimseden de mazlumun intikamını alırım. (Taberani)
Silahlı, ekonomik ve sözlü her türlü tehdit ve terörle bu millete ihanet edenler zannediyorlar mı ki yaptıklarıyla huzur içinde yaşayacaklar?
Bu fedakar ve vefakar millet canıyla, kanıyla bu ülkeyi kurmuştur. Birlik beraberliğini bozmak isteyenlere, İhanet edenlere mutlaka hesap soracaktır ve asla bunlara müsaade etmeyecektir. Buna tevessül edenler her daim hüsrana uğrayacaklardır.
وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَرٖيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنٖينَ
“Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Müminleri (bunlarla) müjdele.” (SAFF 13)
Necmettin Halil Onan bu toprakların güzelliğini Ne güzel ifade etmiş: “Dur yolcu!.. Bilmeden gelip bastığın Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver: Bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda İstiklâl uğrunda, namus yolunda Can veren Mehmed’in yattığı yerdir. Bu tümsek, koparken büyük zelzele Son vatan parçası geçerken ele Mehmed’in düşmanı boğduğu sele Mübarek kanını kattığı yerdir. Düşün ki: Haşrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek amansız, çetin Bir harbin sonunda bütün milletin Hürriyyet zevkini tattığı yerdir.”
اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ
وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فٖى دٖينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًا
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
“Allah’ın zaferi ve fetih geldiğinde ve de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O,tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 1-3)
Uğrunda can veren şehidini, Peygamberin kucak açıp beklediği bu mübarek vatan toprakları üzerinde tarihler devirdik, tarihler kurduk.
Türkü’yle, kürdü’yle, laz’ıyla çerkez’iyle… Sünnî’siyle, alevî’siyle… Aynı toprak , aynı bayrak uğrunda can cana olduk siperlerinde.
Kanlarımızı sebil ettik, fakat vatanın namusunu çiğnetmedik, bayrağı yere düşürmedik; minarelerden ezanı, camilerden Kur’an-ı dindirtmedik.
İşte şehitlerimiz kanlarını akıtarak bu cennet vatanı bize emanet etmişlerdir. Bize düşen de bu toprakları imar etmek, korumak ve bizden sonraki nesillere devretmektir. Bunun için tarihimizin derinliklerinden beslenen, milli manevi duygularla yetişen, bilgi ve birikimli, kültürlü vatanı ve milleti için çalışan, gerektiğinde en sevdiği varlık olan canını mukaddes değerler uğruna feda edebilecek nesiller yetiştirmeliyiz. Bunu yapmadığımız takdirde hem vatanımıza ve hem de şehitlerimize karışı görevlerimizi yapmamış ve onların ruhlarını incitmiş oluruz.
“Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber, Sana âğûşunu açmış, duruyor peygamber.” Mehmed Akif ERSOY
Bu vatan senin, bu devlet senin, bu millet senin, bu bayrak senin. Eğer sen sahip çıkarsan sen vatansız, devletsiz, milletsiz, bayraksız, Kur’an’sız, ezansız kalmayacaksın. Yüce Allah hiç kimseyi vatansız, devletsiz, milletsiz, bayraksız; Kur’an’sız ve ezansız bırakmasın.
Zafere ulaşmak isteyen kardeşim
Zafer, imandır. imanın iyice yerleşmesidir.
Zafer, ihlasla mücadele etmektir.
zafer Allah katındandır ve üstünlüğün tamamı Allah’ındır.
Zafer, Allah’ın dinine yardım etmekle mümkündür
Zafer, yenilmeyen güçlüye (Allah’a) dayanmaktır
Zafer sabırdan sonradır.
Dua, zaferi sağlayan silahların en önemlisidir.
Tarih boyunca bizlere zaferler kazandıran bütün büyüklerimizi, ecdadımızı, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve şükranla yâd ediyoruz.
Yüce Ecdadımızın bütün savaşlara başlarken ifade ettiği önemli bir söz, İslam Dininin vermiş olduğu manevi duygular ile geçmişten getirdiğimiz kültürümüzün özümsenerek birleştirilmesi neticesinde ortaya çıkan bir söz: “Ölürsem şehit, kalırsam Gazi” Yüce Ecdadımızın vatanının düşmana terk etmediği gibi bizlerde aynı şekilde vatanımızı çiğnetmeyeceğimizi şerefle ifade ediyoruz.
Şehid: Arapça “şehide” fiilinden türemiş bir isimdir. Mastarı, şehâdettir. Şehidin çoğulu, “şuhedâ” ve “eşhâd” olarak gelir. Sözlük anlamıyla “şehid”: “bildiğini söyleyen“, “kesin bir haberi getiren“, “bir yerde hazır bulunan“, “bir olaya şahit olan” ve “şahitlik eden” gibi anlamlara gelmektedir. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 267) Dinî bir terim olarak şehid ise; “Allah’ın rızasını kazanmak için O’nun yolunda savaşırken öldürülen müslüman” demektir.
Ona bu ismin verilmesinin sebebi,
- Cennetlik olduğuna şahitlik edilmiş olması veya
- Onun yüce allah’ın huzurunda yaşıyor bulunması yahut
- Ölümü sırasında meleklerin hazır bulunması yahut ta
- Ruhunun doğrudan doğruya daru’s-selâm’da (cennet’te) bulunması veya
- Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla mükâfatlandırılmış olmasıdır.(Turgay, Nureddin, ŞİA, “Şehid” Md.)
Şehadet: Hazır olma; kesin haber; insanın kat’i olarak bildiği bir şeyi, Yüce Allah’ın huzurunda olduğu kanaatiyle dosdoğru haber vermesi, şahitlik etme, tanıklık; açık belirti; şehîd olma, şehîdlik; yemin, bildiği şeyleri itiraf etme.
Şehid kelimesi -tekil olarak- Kur’an’da 35 yerde, “şehideyn” şeklinde ikil olarak bir yerde, “şüheda” şeklindeki çoğuluyla ise 20 yerde kullanılmıştır. Bu kullanımlardan tekil ve ikil olanların tamamı ile çoğul kullanımların 32 si sözlük anlamıyla şahit karşılığı olarak, üç tanesi ise, dini terim olan şehid anlamında kullanılmıştır.
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْجٖيلِ وَالْقُرْاٰنِ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِهٖ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذٖى بَايَعْتُمْ بِهٖ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (TEVBE 111)
Din mukaddes değerler ve vatan uğrunda canını feda eden müslüman, Allah katında peygamberlik mertebesinden sonra en büyük beşeri mertebe olan şehitlik mertebesini kazanırlar. İnsanın en fazla değer verdiği varlığı canıdır. İnsan canı tehlikeye girdiği zaman canı için her şeyinden vazgeçer. İnsan son derece önem verdiği canını Allah rızası için feda ettiği için Allah (cc) verdiği mükafatta o derece büyüktür.
لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً
“Mü’minlerden özür sahibi olanlar dışında oturanlarla, malları ve canları ile Allah yolunda savaşanlar bir olmaz. Allah malları ve canları ile savaşanları, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine cennet vaat etmiştir, ama savaşanları oturanlardan çok büyük ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa,95)
Allah’a ve O’nun Peygamberine imandan sonra, insanı en çok Allah’a yaklaştıran amel, hiç şüphe yok ki Allah yolunda savaşmaktır. Ebu Zerr gelen rivayete göre:
عن أبى ذر قال: قلت يا رسول الله أى العمل أفضل؟ قال: الإيمان بالله والجهاد فى سبيل الله.
Ebû Zer (r.a.) diyor ki. Peygamberimize: – Ey Allah’ın Resulü, hangi amel daha faziletlidir? diye sordum.
Peygamberimiz: – Allah’a iman etmek ve O’nun yolunda savaşmaktır, buyurdu. (Müslim, İman, 36)
Allah (cc) müslümanlara va’di cennettir. Şehidlerin kul hakları hariç bütün günahları Allah (cc) tarafından affedilmiştir.
Gazi ise Allah yolunda ve vatan uğrunda savaştığı ve şehid olmayı arzu ettiği halde, sağ kalan kimseye verilen isimdir. Gazi de şehid olmak ve bu mertebeye yükselmek için savaştığından dolayı o da şehidler derecesindedir. Hatta Peygamber efendimiz bu konu daha da geniş tutmuş ve şöyle buyurmuştur.
من سال الله الشهادة بصدق بلغه الله منازل الشهداء و ان مات على فراشه
“Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı can-u gönülden isterse, yatağında ölse bile, Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” (Müslim, İmare. 157. II, 1517)
Allah (cc) Kur’an- ı Kerimin’de şehidlerin zahiren bu dünyadan ayrılsada hakikatte ölmediğini bize bir çok ayet-i kerimesinde bildirmektedir.
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
“Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (BAKARA 154)
وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ قُتِلُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًا بَلْ اَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
فَرِحٖينَ بِمَا اٰتٰیهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذٖينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar”. (ÂLİ IMRÂN 169, 170)
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْجٖيكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَلٖيمٍ ﴿١٠﴾
تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَتُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١١﴾يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فٖى جَنَّاتِ عَدْنٍ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ ﴿١٢﴾
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur”. (SAFF 10-12)
Kul hakları hariç şehidin bütün hakları Allah tarafından affedilmektedir. Cibril (as) peygamberimize bildirdiğine göre kul hakkı şehidlikte bile affedilmemektedir. Şehidliğin kefaret olduğu günahlar ve hatalar Allah’a ait haklardır. Bu bizler için son derece ibret alınması gereken bir husustur. Bizlerin her halükarda bu dünyadan kul hakkı almadan gitmemizi gerektiğini gösteren çarpıcı bir misaldir. Allah (cc) şehidin borçlu olduğu kulu da razı ederek şehidini cennetine sokar.
قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ فِي الْجَنَّةِ قَالَ النَّبِيُّ فِي الْجَنَّةِ وَالشَّهِيدُ فِي الْجَنَّة
“Ey Allah’ın Peygamberi kimler cennettedir” diye Hz. Peygambere soruyorlar. Hz. Peygamber ise; “Peygamberler ve Şehidler cennettedir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 22278) buyurmuştur.
Şehidler şehid oldukları andan itibaren cennete gidip orayı görürüler. Diğer Mü’minler ise mahşer günü hesap verdikten sonra cennete girecek ve orayı görebileceklerdir. Bunu bilen ve şehidliğin günahlara kefaret olduğu müjdesini alan sahabilerde canlarını büyük-küçük yaşlı-genç demeden Allah yolunda savaşmışlardır. Öyleki Hz. Peygamberin sahabilerinden yatağında ölen çok azdır. İ’la-yı kelimetullah yani İslam dinini yaymak uğruna dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardır. İstanbulda 70 kusur sahabi medfundur. Bunlardan en meşhuru Hz. Peygambere ev sahipliği yapan Ebu Eyyüb el-Ensari’dir. 80 yaşını geçkin olduğu halde İstanbul’un fethine katılmış ve İstanbul surları önünde şehid olmuştur. Sahabe efendilerimiz İslamı yayma hususunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamışlardır. Çocuklar hatta kadınlar bile kendilerine düşen görevleri yerine getirmişlerdir.
Sevgili Efendimiz şehitliğin derecesiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
مَا أَحَدٌ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ يُحِبُّ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا وَلَهُ مَا عَلَى الْأَرْضِ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا الشَّهِيدُ يَتَمَنَّى أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا فَيُقْتَلَ عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنْ الْكَرَامَةِ
“Hiç kimse cennete girdikten sonra-bütün dünyaya sahip olsa bile- tekrar dünyaya dönmeyi istemez. Yalnız şehitler, gördükleri keramet (ve erdikleri nimetler) sebebiyle dünyaya dönüp on defa şehit olmayı arzu ederler.” (Buhari, Cihad, 5; Müslim, İmare, 29.)
Bizzat Efendimiz, bir defa değil birkaç defa şehit olmayı istemiş ve şöyle buyurmuştur:
والذى نفس محمد بيده لوددت أنى أغزو فى سبيل الله فاُقْتَلَ ثم أغزو فاُقْتَلَ ثم أغزو فاُقْتَلَ.
“Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmemi, sonra tekrar dirilip savaşarak tekrar öldürülmemi, yine dirilip savaşta öldürülmemi arzu ederim.” (Buhari, Cihad, 7; Müslim, İmare, 28)
Hazırlayan: İdris YAVUZYİĞİT