İslam Kardeşliği (Kimsesizlere Kimse, Muhacire Ensar Olmak) Allah’ın insanlar için seçtiği son din olan İslam, bireysel hayatta birçok devrim gerçekleştirmiştir. Bunların başında hiç şüphesiz tevhid inancı gelmektedir. Tevhid inancı, bireysel bir devrim olmasının yanında sonuçları itibariyle toplumsal bir devrimdir de. Zira bu inanç, ileri derecede dünyevileşen cahiliye toplumundan kopardığı insanları ümmet bilinciyle bir araya getirmiştir.
Müminler Tek Vücut Gibidir İslam’ın, bütün aidiyetleri saf dışı bırakarak Allah’a ve Hz. Peygamber’e (sav) iman eden herkesi (tevhid inancı etrafında) yekvücut haline getiren en önemli ilkelerinden bir şu ayette açıklanmıştır: “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat Suresi, 10) Bu emr-i İlahî, insanların biyolojik kardeşliğinden daha güçlü bir bağ ile birbirlerine kenetleneceğini ortaya koymaktadır. İslam’ın gerçekleştirdiği en önemli sosyal devrimlerden birisi hiç şüphesiz din kardeşliğidir. Bu; Irk, renk, dil, makam, mevki, şan, şöhret vb. ayrımı yapmaksızın inananları tek bir amaçta birleştiren bir ilkedir. Bu; Tek olan Allah’a ve O’nun bütün elçilerine ve getirdiklerine iman etmişlerin oluşturacağı muazzam bir birlikteliktir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” (Nesâî, Zekât 66)
Din Kardeşliğinin Zirvesi: Asr-ı Saadette Ensar ve Muhacirler İslam kardeşliği, iyi günde de kötü günde de her müminin sığınma ihtiyacı duyacağı bir limandır. İslam kardeşliği, Müslümanların yaşadıkları yerde maruz kalacakları zulüm ve baskılar karşısında ayakta kalmalarını sağlayacak, dirençlerini artıracak en önemli dayanaktır. İslam kardeşliği, dayanışmanın, yardımlaşmanın birlik ve bütünlük içerisinde yaşamanın adıdır. Bunun en güzel örneğini Şehirlerin anası olan Mekke’yi ve bütün hatıralarını arkalarında bırakarak Yesrib’e hicret eden Mekkeli muhacirler ile onları bağırlarına basan Yesribli Müminler göstermiştir. Hicret, yürek sızlatan tezahürleri bakımından son derece elim bir durum olarak görünse de İslam acısından takdir edilmiş, tasvip edilmiş ve tavsiye edilmiş bir çıkış yoludur. Allah Taala, Yüce Kitabımız Kur’ân’da, İslâm tarihinin ilk muhacirlerinin çıktıkları kutsal yolculuklarını makbul gördüğünü ifade ederek nice mükâfatlar vaat etmiştir. Gerektiği zaman bu yolu tercih eden insanlar için Allah Taala şöyle buyuruyor: “Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülen veya ölenlere, Allah elbette güzel bir rızık verecektir. Rızık verenlerin en hayırlısı yalnız Allah’tır. O onları hoşnut olacakları bir yere koyacaktır. Şüphesiz Allah bilendir, halîmdir.” (Hac Suresi, 58–59) Onların bu hicretleri, Allah’a yapılan bir yolculuk olarak isimlendirilmiş ve onlara her iki cihanda da üstün dereceler, yüce makamlar mükâfat olarak vaat edilmiştir.
Hicretle Pekişen Kardeşlik Böyle bir kardeşliğin ne manaya geldiğini anlamak için bu kardeşliğin ilan edildiği dönemi iyi anlamak gerekir. Bundan 14 asır önce Müşriklerin baskılarından ve işkencelerinden bunalan müminler, her şeylerini arkalarında bırakıp muhacir olarak Yesrib’e geldiklerinde, sadece Allah rızası için kapılarını onlara açan Yesribli müminlerden eşsiz bir kardeşlik örneği görmüşlerdir. Hicretten birkaç ay sonra sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), karakter ve mizaçları bakımından birbirlerine uygun 45 Muhacir ve 45 Ensarı bir araya getirerek birbirlerinin kardeşi olduklarını ilan etti. Bu kardeşlik, sadece maddi paylaşımı gerektiren bir kardeşlik değildi. Bir araya gelerek adeta yeni bir aile oluşturuyorlardı. Aynı evde yaşıyorlar, birlikte çalışıyorlar ve birlikte yiyorlardı. Sahip oldukları her şeyi ikiye bölüyorlardı. Muhacirlerle her şeylerini paylaşan hatta onları kendilerine tercih eden Medineliler, işte bu paylaşım ve dayanışma örneği ile Yesrib’i Medine’ye, (eşsiz İslam Medeniyeti’nin merkezine) dönüştürmüşlerdir. Allah Taala, Medineli müminlerin bu civanmertliklerinden Kur’an-ı Kerim’de övgüyle bahsederek şöyle buyurmaktadır: وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr Suresi, 9). İşte Mekkeli Muhacirler, doğup büyüdükleri vatanlarını, mallarını ve sevdiklerini arkalarında bırakmanın acısını bu şekilde dindirmişlerdir. Diğer taraftan Hz. Peygamberin (sav) ahlak eğitiminden geçen muhacirler, ensarları olan Medineli müminlere yük olmamak adına imkânları ölçüsünde onların işlerinde birer yardımcıları olmuşlardır. Hiç şüphesiz bu, insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir dayanışma ve yardımlaşma örneğidir. Onlar; inandıkları gibi yaşayanların en parlak numuneleri, kendilerine tabi olanlara hidayet yolunu aralayan öncüler ve bu yolun nurlu kandilleridir. Onlar, tam anlamıyla Allah’ın istediği gibi kardeş oldular. Çünkü onlar, böyle bir kardeşlik ve dayanışmadan başka seçeneklerinin olmadığını çok iyi biliyorlardı. Çünkü tek rehberleri olan Hz. Peygamber, لا يُؤْمِنُ أَحدُكُمْ حتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Müslim, İman 7) buyuruyor ve bu dayanışmayı, mümin olmanın olmazsa olmaz bir şartı olarak emrediyordu. Kardeşlik duygusu içerisinde yardımlaşma ve dayanışma, Allah’a ve ahiret gününe inanmanın da en belirgin tezahürüdür. Zira Allah Taala’nın şu ayeti kerime’de, İslam’ın tevhid ilkesinin hemen ardından iyilik ve paylaşmayı emrediyor olması calib-i dikkattir: " وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا" “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez. Bunlar cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa Suresi 36-37)
Ashab-ı Kiram’ı, sahip oldukları her şeyi tereddütsüz paylaşmaya sevk eden bu ilahî mesajlara kulak vermek zorundayız. Zira Kur’an-ı Kerim’in daha birçok ayetinde, rızık olarak verdiği şeylerden yoksullara, ihtiyaç sahiplerine, yetimlere vs. harcanması emir ve teşvik edilmektedir. İşte o ayetlerden bazıları:
وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ “Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” (Bakara Suresi, 197)
يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْ مَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ “Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.” (Bakara Suresi, 215)
وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Maide Suresi, 2) "فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ" “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir.” (Zilzal Suresi, 7)
وَأَنْفِقُوا مِنْ مَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُن مِّنَ الصَّالِحِينَ وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْسًا إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Munafikun Suresi, 10-11)
Günümüzde Muhacir ve Ensar Olmak Adlarını tarihe altın harflerle yazdıran ashab-ı güzinin bu muhteşem dayanışması sadece tarihten bir kıssa olarak kalmamalı. Onların hayatındaki bu göz kamaştıran numuneler artarak dünyanın son gününe kadar devam etmeli. Zira açlık ve yoksulluk o güne mahsus kalmadı. Zulüm sadece o gün yapılmadı ve hicret sadece o gün yaşanmadı. Arif Nihat Asya’nın ifadesiyle: Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet … Bugün de zulme maruz kalan, izzeti ve namusu hiçe sayılan, kutsalı ve kutsiyeti çiğnenen nice muhacir müminler var. Dinini yaşamasına mani olunduğu, haysiyet ve onurunun yok edildiği, malına el uzatıldığı, değerlerine dil uzatıldığı için doğup büyüdüğü vatanını ardında bırakarak gözyaşları içerisinde Medine’sini arayan milyonlarca Müslüman var. Ailesinden, sevdiklerinden, alışkanlıklarından uzaklaşarak “muhacir” konumuna düşen nice masum insanlar var. Dahası, bugün sadece Müslüman gibi yaşamak istedikleri için meydanlarında Müslümanların kurşuna dizildiği bir Mısır var. İslâm’ı temsil ettikleri için darağaçlarına çekilen müminlerin imdat eli beklediği bir Doğu Türkistan var. Kendi evinde, kendi vatanında hapis hayatı yaşatılan ümmetin yetimi bir Filistin var. Zulme dur demek istedikleri için her gün binlerce müslümanın hunharca katledildiği bir Suriye var. Tahammül edilemez zulümlerin yaşandığı coğrafyalarda hala hayatta kalabilen ve beldesinde onurları ayaklar altına alınmasın diye hicret edenler veya zorla yurtlarından sökülüp atılanlar var. Bütün bu Müslümanların, o ilk muhacirlere vaat edilen büyük mükâfatlardan nasiplenmeyeceklerini kim söyleyebilir? Ya bunlara kol kanat geren, evini/ülkesini açan, barınmalarını sağlayan ve onların onurlarını, namuslarını ve iffetlerini muhafaza edenlerin, asr-ı saadetteki ilk ensar nesline verilen müjdelerden nasiplenmeyeceklerini kim söyleyebilir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ....... “İnanıp hicret eden; canları ve mallarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındırıp yardım edenler; işte bunlar birbirlerinin velileridirler…” (Enfal Suresi, 72)
وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ “Hicret edenlerle (onlara yardım edenlerden) öncülük kazananlar ile güzel davranmada onlara uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da ondan hoşnut olmuşlardır. Allah onlara, içlerinde temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe Suresi, 100) Görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerim, Ensar ve Muhacir olarak isimlendirilen bu iki kesimi birbirlerinin velileri olarak İlan etmektedir. Hatta bu iki kitleyi birbirinin mütemmim cüzü olarak görmektedir. Muhacirin olduğu yerde ensar olacak müminler yoksa orada iyilikten bahsedilebilir mi. Nitekim Allah Taala Kur'ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” (Al-i İmran Suresi, 92) "وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُو الْفَضْلُ الْكَبِيرُ" “Onlardan Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur." (Fatır Suresi, 32) Çünkü, dinimiz iyilik ve hayırda yarışmayı, Allah yolunda harcamayı ve kimsesiz, fakir ve düşkünlere yardım elini uzatmayı emrediyor. Bunlar, Kur’ân-ı Kerim’in en çok üzerinde durduğu ve teşvik ettiği hususlardır. 21. Yüzyılın başından beri Allah bizi, aziz milletimizi büyük imtihanlarla karşılaştırdı. Bunlardan birisi de kapımıza kadar gelen din kardeşlerimizin ensarı olma imtihanı oldu. Allah'a hamdolsun bu sorumluluğu hem devlet hem de millet olarak şerefle omuzladık. Bugün ülkemizde birçok muhaciri/mülteciyi barındırmaktayız. Dünyanın değişik yerlerinde baskı görenler ülkemize, onun onurlu, vakur ve merhametli halkına ve onların temsil ettiği devasa geçmişe ve tarihe sığınıyor. Bu da bize ensar konumuna yükseltiyor. Bu çerçevede sevgili Peygamberimizin (sav) şu hadis-i şerifleri bizim için hayat ölçüsü olmalı:
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir müslümanın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.” (Buhari, Mezalim, 3)
وعن أَبي هريرة رضي اللَّه عنهُ ، عن النبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « مَنْ نَفَّسَ عَنْ مُؤْمِنٍ كُرْبةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيا ، نَفَّسَ اللَّهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيامَةِ ، وَمَنْ يَسَّرَ عَلىَ مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللَّهُ عَليْهِ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرةِ ، وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِماً سَترَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْياَ وَالآخِرَةِ ، وَاللَّهُ فِي عَوْنِ العَبْدِ ماَ كانَ العَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ ، وَمَنْ سَلَكَ طَرِيقاً يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْماً سَهَّلَ اللَّهُ لَهُ بِهِ طَرِيقاً إلىَ الجَنَّةِ . وَماَ اجْتَمَعَ قَوْمٌ فِي بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِ اللَّهِ تَعالَى ، يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ ، وَيَتَداَرَسُونَهُ بَيْنَهُمْ إلاَّ نَزَلَتْ عَلَيْهِمُ السَّكِينَةُ ، وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ ، وَحَفَّتْهُمُ المَلائِكَةُ ، وَذَكَرَهُمُ اللَّهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ . وَمنْ بَطَّأَ بِهِ عَمَلُهُ لَمْ يُسْرِعْ بِهِ نَسَبُهُ » “Bir kimse, bir mü’minden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde o mü’minin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık gösterir. Bir kimse, bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve âhiretteki ayıplarını örter. Mü’min kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır. Bir kimse ilim elde etmek için bir yola girerse, Allah da ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir cemaat, Allah Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında müzakere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekinet iner ve kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar, Allah Teâlâ da onları kendi nezdinde bulunanların arasında anar. Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçirmez.” (Müslim, Zikr, 38)
Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki hiç şüphesiz; Müminlerin ensarı olnanların, ensarı Allah olur. Heyecanı hala yüreklerimizde olan 15 Temmuz Zaferi de bunun en açık tezahürüdür. Hazırlıklar yaptılar, tuzaklar kurdular; silahlar, tanklar ve uçaklarla geldiler ama iman dolu göğüslerde küle döndü ateşleri. O gün, o büyük belayı bertaraf eden aziz milletimizin en büyük gücü hiç şüphesiz fiili duasıydı. Çünkü milletimiz o güne kadar milyonlarca muhacire ensar olarak milyonların duasına mazhar olmuştu... Muhacirlere ensar olanları Hz. Peygamber insanlığın yüz akı olarak değerlendiriyor ve onlar hakkında şöyle diyor: “Ensarı sevenlerin mükâfatı Allah tarafından sevilmektir. Ensardan nefret edenlerin cezası ise Allah’ın buğzuna uğramaktır” (Buhari, Menakib, 4) “Dünyanın en değerli ve makbul insanları ensardır. Allah’ım sen onları ve nesillerini koru!” (Müslim, Fezailu’s-Sahabe, 172–180) “Hazer kıl! Kırma kalbin, kimsenin cânını incitme! Esîr-i gurbet-i nâlân olan insanı incitme! Tarîk-i ışkdabîçâre-i hicrânı incitme! Sabır kıl her belâya, Hâneyi Rahman’ı incitme! Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme! Günahkâr olma, Fahr-i Âlem-i Zî-Şânı incitme!” Bir mümine ensar olmak islamın ve imanın saygınlığını muhafaza etmek demektir. O yüzden muhacirlere/mültecilere yardım etmek, onlardan fazla bizim ihtiyacımızdır. Ensar olmaya, sorumluluk almaya ve dünya imtihanını böylelikle kazanmaya onlardan çok bizim ihtiyacımız var. Ülkemiz son zamanlarda sadece İslâm âlemin muhtelif yerlerinde zulme maruz kalan, kan ve gözyaşı ile boğuşan insanların sığınağı olmadı. Dinimiz de, bize sığınanların Müslüman olmasına bakmamamızı, mazlumun dininin ve ırkının sorgulanamayacağını, onları himaye etmemizi bizden istemektedir. Nitekim yüce Rabbimiz Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır: وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ۟ “Ey Muhammed, eğer müşriklerden biri sana sığınmak isterse, onu himayene al ki, Allah’ın sözünü dinlesin. Sonra onu güvende olacağı yere ulaştır. Çünkü onlar bilmeyen bir topluluktur.” (Tevbe, Suresi, 6) Biz şuna inanıyoruz ki, bugün İslam dünyasında yaşanan çalkantılar, Müslümanların kardeşliğini daha da pekiştirecek, bizi birbirimize daha da kenetleyecektir. Rabbim bütün şehitlerimize rahmet eylesin. Yaralanan kardeşlerimize acil şifalar versin. Yakınları ve milletimize sabırlar ihsan eylesin. Rabbim bizlere de, yaşanan tüm hadiselerden ibret almayı nasip eylesin. Yaşadığımız her türlü sıkıntıyı birlik ve beraberliğe tahvil etmeye muvaffak eylesin. Cumanız mübarek olsun. Allah’a emanet olun.
Abdurrahman AKBAŞ |
8532 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |