10/07/2020
"Çakalın biri boya küpüne düştü, ben dedi yücelerin tavusu oldum. Çakallar, hadi öt dediler öyleyse." (Rumi)
Cehalet, "bilgisizlik" yahut "okuma-yazma bilmemek" ten ibaret değildir. İnsanı yaradılış amacından, insani değerlerden saptıran her şey Cahiliyedir. Cahiliye kavramı esas itibariyle Araplar'ın İslâm'dan önceki durumlarını ifade etmekle birlikte Hz. Peygamber Cahiliye'yi geçmişte kalan bir dönem olarak görmemiş, aksine bunun her fırsatta tekrar ortaya çıkabileceğini düşünmüş ve bu yönde uyarılarda bulunmuştur. Bir zamanlar düşman iki kabile iken İslam ile müşerref olduktan sonra iman bağı ile birbirine bağlanmış olan Evs ve Hazrec'ten bazı kimseler dostane bir şekilde sohbet ettikleri sırada Müslümanların birlik ve beraberliğini kıskanan bir yahudi, iki kabilenin eski rekabetlerini hatırlatan bazı şiirlerle onları tahrik etmişti. Tarafların silâha sarılarak dövüşmek üzere harekete geçtiklerini öğrenen Hz. Peygamber kendilerine şöyle hitap etti: "Ey Müslümanlar, Allah'tan korkun! Ben aranızda bulunuyorken, Allah sizi İslâm'a kavuşturmuş, onunla müşerref kılmış, Cahiliye zihniyetinden kurtarmış, küfürden uzaklaştırmış ve sizi birbirinize dost kılmışken nasıl oluyor da yine Cahiliye davasıyla birbirinize düşebiliyorsunuz!"
Batı uygarlığı modern cahiliyenin bir örneğidir. Batı, bilgiyi iman ve ahlâktan ayırdı. Ortaçağda ilme ve ilerlemeye düşmanlık besleyen Avrupa, bu karanlıktan kurtuldum derken, daha koyu bir karanlığa düştü. Bilgiyi bencil arzuları uğruna kullanmanın, onunla güçlenerek diğer insanları köleleştirmenin, sömürmenin karanlığı ve Cahiliyesi..
Bilim, batı dünyasında uzun bir zaman doğmalarını dayatan kilise ile zor ve ağır problemler yaşadı. İlmi alanda çalışmalar yapmış bazı kişilerin inanca ve dine karşı cephe almalarına, kilisenin bu tavrı sebep olmuştur. Oysa ilahî bir dinin, bedihî ve kesin olan bilgi ile sorun yaşamaması gerekir. Zira peygamberlerin yaydığı ilahî vahiy, ilmi, düşünceyi daima teşvik etmiş, insanlık tarihindeki ilmî faaliyetlerin kaynağı ve koruyucusu olmuştur.
Avrupa Orta Çağı hariç, tarihin hiçbir döneminde ilim ile din arasında bir çatışma olmamıştır. Özellikle İslam dünyasında böyle bir şey yaşanmamıştır. İslam, her zaman ilmi teşvik etmiş, ilmî faaliyeti desteklemiştir. Müslümanlar, Avrupa'nın karanlık içinde yüzdüğü dönemlerde ilim ve araştırmaya çok önemli katkılar sağlamışlardır.
Batıda din ile bilimin farklı şeyler olduğu, birinin diğeriyle uyuşmadığı tartışmalarına kilisenin doğmaları sebep olmuştur. Bozulmuş Hıristiyanlık için verilen bu hüküm, İslam için de geçerli kılınmak istendi. Bizdeki bazı Batı hayranları ‘din ilerlemeye engeldir' safsatasını tekrarlayıp durdular.
Batıda inanç ve ahlâki değerlerden mahrum bir ortamda gelişen bilim, kısa sürede teknolojik ilerlemeyi doğurdu ve sanayi devrimini ortaya çıkardı. Sanayi devrimini gerçekleştiren ve teknolojik güç ile donanan Batı, gözlerini doğuya ve özellikle İslam dünyasına çevirdi.
Müslümanlar, Batı'dan gelen bu yeni tehlikeye karşı hazırlıklı değillerdi. İslam dünyası öteden beri batı üzerinde kurduğu askeri üstünlüğün verdiği güven ile batıdaki olup biten bu yeni değişimlere karşı uzun süre kayıtsız kaldı.
Bu kayıtsızlık gerilemeyi, peşinden de askeri, ekonomik ve siyasi alandaki yenilgileri sonuç verdi. Birbirini takip eden yenilgiler tehlikeli sonuçlar doğurdu. Şüphesiz bu tehlikeli sonuçların en tahripkar olanı batıyı körü körüne taklit etmek oldu. Yenilmişlik ve zayıflık psikolojisi, batıya ve batılı olana karşı bir kompleks oluşturdu. Bu kompleks çok geçmeden iflah olmaz bir hayranlığa, hatta tapıcılığa evrildi. Celladına aşık olma veya Stockholm Sendrumu gibi bir şey.
Cezaevi günlerinde ünlü Rus yazar Dostoyevski ezilen toplumların mübtela olduğu bu duyguya benzer bir olaya tanıklık eder. Dostoyevski, Çar'a suikast planlamaktan Sibirya'da ölüme mahkum edilir. Kurşuna dizilmeden beş dakika önce affedilir ve sürgüne gönderilir. Hapis cezasını bitirdikten sonra, anılarını kaleme aldığı "Ölüler Evinden Anılar" adlı kitabı yazar. Kitapta, hapishanedeki hayatından önce insanları tanıdığını sandığını ama yanıldığını belirtir. Yazar, ‘kara halk' olarak tanımladığı bu kitleyle karşılaştıktan sonra insanları çözümlemeye ve kendi iç dünyasının derinliklerine inmeye başlar.
Dostoyevski hapishanedeki bir köpeğin, yanından geçen her mahkum tarafından tekmelendiğini gözlemler. Köpek mahkumlardan kaçmadığı gibi yanına bir mahkum yaklaştığında eğilerek tekmelenme pozisyonu almaktadır. Dostoyevski bir gün köpeğin yanına yaklaşıp başını okşar. Köpek şaşkın şaşkın ona bakarak hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlamaya başlar. O günden sonra köpek Dostoyevski'yi her gördüğünde ondan kaçar.
Dostoyevski'nin köpekte tesbit ettiği bu psikolojk durum insanlar ve toplumlar için de geçerlidir. Bizdeki batı hayranlarının da ruhları köleleştirilmiştir. İslam'ın şefkat elinden kaçıp batılıların tekmeleri önünde pozisyon alırlar. Bunlar dostlarına ve düşmanlarına nasıl davranacaklarını bilmezler. Bazen can düşmanlarını kahraman ilan edip taparken, kendileri için iyilik düşünen dostlarından kaçar ve nefret ederler. Bu psikoloji genellikle yenilgiye uğramış toplumların yönetici elit tabakasında rastlanan bir haldir. Ünlü bilgin İbn-i Haldun da asırlar öncesinden zayıf toplumların güçlü olanları taklit ettikleri ve onlara karşı hayranlık hisleriyle doldukları gerçeğini ifade etmiştir.
Avrupa uygarlığının sahip olduğu güç, maddi ve hiç bir ahlâki ilkeye boyun eğmeyen vahşi bir güçtür. Bu gücün insanlık ve doğa için yıkım oluşturacağı belliydi. Ahlâki değerlerden soyutlanmış bir güç felaketten başka bir şey değildir. Daha ilk dönemlerde bu gidişatın insanlığa bir hayır getirmeyeceğini anlayanlar da vardı. Ünlü Fransız filozofu Rousseau bunlardan biridir.
Fransız filozof Jean-Jackues Rousseau (1712-1778), Dijon Akademisi'nin 1749'da açtığı bir yarışmada sorduğu ‘Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlâkın düzelmesine yardım etmiş midir?' Şeklindeki soruya ‘hayır' diye cevap vermiş ve konu hakkında yazdığı uzun makalesini ‘bilim ve sanatları icat eden şeytandır' diyerek noktalamıştır.
Bilim, sanat ve teknolojinin, insan hayatı ve doğa üzerindeki olumsuzluklarına değinen Rousseau'nın bu eleştirilerini konu alan yazısı 1750'de Dijon akademisi tarafından birinciliğe layık görülmüştür. Aslında Rousseau, bilime karşı değildir; o sadece bilimi sorumsuzca kullanmanın doğuracağı olumsuz sonuçlara dikkat çekmek istemiştir. Aradan geçen onca zamanda insanlık bilimsel gelişmelerin ve ondan mütevellit teknolojinin esiri durumuna düştü. Rousseau bugünleri görseydi kim bilir daha neler diyecekti.
Avrupa bilgiyi keşfedip buldu, ama onu yanlış amaçlar için kullandığı için olumlu sonuçlar elde edemedi. Bilgiyi yanlış kullanmanın doğurduğu kötü sonuçlar, bilgisizliğin doğurduğu olumsuz sonuçlardan çok daha beter oldu.
Bilgi iman ve ahlâk ile bir bütün oluşturmalı ki insana hem refah hem de saadet kaynağı olabilsin. Ahlâk olmadan ne bilgi ne de kuru inanç bir fayda sağlamaz. Ahlâki yozlaşmanın doğurduğu derin boşluk bugün Avrupa'yı sarsmaktadır. Avrupalı bir düşünür şöyle diyor: ‘Avrupa bugün yorgun...' Gezin, soluk soluğa insanlar göreceksiniz. Hiç birinin yaşadığı anla ilgisi yok. Hepsi de adı bilinmeyen bir hayal peşinde. Homeros, Dante, Shakespare ...Bu şımarık zekâları doyurmuyor.' (Quient)
Batıdaki hayat, teknolojide sürekli yenilikler icat etmek için dönen deli bir çarktır. Birçok kişi artık bu anlamsız gidişin bir değer ifade etmediğini hissediyor. Çoğu insan bu baş döndüren hayat hızı karşısında bunalıyor. Kimileri feryat edip ağlıyor. Kimi de ‘Durdurun şu dünyayı inecek var.' deyip canına kıyıyor.
Batıda egemen olan slogan şudur: Fazla tüketmek için fazla üretin ve fazla tüketin ki fazla üretesiniz. Hiçbir hedefi ve gayesi olmayan aptalcasına bir koşuşturma...
Teknolojideki bu sürekli değişimin ne sonuçlar doğuracağı kimsenin umurunda olmuyor. Bu zaman ayarlı bombanın ne zaman patlayacağı belli değil. İnsan yaşadığı dünyayı kendi elleriyle yıktığının farkında olmuyor. Doğanın dengesinin bozulması, küresel ısınma kimsenin umurunda mı?
Batı'nın göz kamaştıran maddi ilerlemesi insanlığa mutluluk sağlayamadı. Aşağıya alıntıladığımız paragraflar bu modern Cahiliyenin sağduyulu bazı batılılar tarafından da fark edildiğini gösteriyor:
"Eğer sahip olmak, maddi açıdan zenginleşmek mutlu kılsaydı, bütün Batı toplumlarının buna ulaşmış olmaları gerekirdi. Ama kazanmak, sahip olmak ve daha fazla tüketmek, gerçekte kendine ve çevresine yabancılaşmış insanların korkularını ve bunalımlarını gizlemekte kullandıkları bir araçtır. Sistemin (makine) işleyebilmesi için silik, kişiliksiz ve uyumlu ‘klişe' tipler gereklidir. Toplumsal yapı, bu ihtiyacını giderebilecek tipte insanlar üretir. Sonra da onların bu kendilerine yabancılaşmış, korkak ve bunaltılı ruh hallerini yalancı bir tatmine yöneltir. Çok tüketmek ve tüketilen malların marka değişiklikleri ile kişilikleri farklılaştırmak, aldatıcı bir doyum ve mutluluk görüntüsü verir. Ama içten içe, herkes mutsuz, korkak ve acı içindedir."
(Erich From)
"Yaşamımızı geçirme biçimimize bir bakalım. Bir iş yeridir bu dünya. Ne sınırsız bir telaş! Hemen hemen her gece lokomotif sesiyle uyanıyorum. Bu ses düşlerimi bozuyor. Hiç huzur yok. İnsanları bir kez dahi olsun iş yapmazken görmek ne görkemli bir şey olurdu. Çalışma, çalışma, çalışma. Düşüncelerimi toparlayabileceğim boş bir zaman bulamıyorum; hepsi çoğunlukla dolarlara, sentlere bölünmüş. Tarlada bir an durup dinlendiğimi gören bir İrlandalı, o arada kazandığım ücreti hesapladığımı sandı. Bir adam çocukluğunda pencereden yuvarlanıp yaşam boyu felçli kalmışsa, ya da Kızılderililer yüzünden aklını kaçırmışsa insanlar onun için her şeyden çok eli ayağı tutmadığı için iş yapamayacağı için üzülür!
Sanırım, şiire, felsefeye, yaşamın ta kendisine bu dur durak bilmez çalışmadan daha çok ters düşen hiçbir şey yoktur...
Bir kişi ağaçları sevdiği için her günün yarısını ormanda dolaşarak geçirse, serseri diye damgalanmak tehlikesi ile karşı karşıya gelir; oysa tüm gününü çıkar hesapları peşinde, ormanı kesmek ve oradaki toprağı vaktinden önce dımdızlak etmek için harcasa, çalışkan ve girişimci bir vatandaş olarak saygı görür.
Para kazanmayı sağlayacak yollar, kaçınılmaz olarak alçaltacaktır sizleri. Bugün insan dikkatini en çok çeken siyaset ve gündelik işler gibi şeyler, insan toplumunun hayati işlevleridir, doğru; ne var ki bunlar da, bedenin fiziksel işlevleri gibi bilinçsiz olarak yürütülmektedir."
(Thoreau)
Batı dünyasındaki gelişmelerin nerede duracağı bilinmiyor; ama batının gelecekteki dininin İslam olacağı umudu her geçen gün artıyor. İstikbalde gerçekleşeceğine inandığımız bu hakikate bugünden şahitlik yapanlar da var. İşte onlardan birinin söyledikleriyle yazımızı noktalayalım:
"Hakiki demokrasinin ideali İslamiyet'tir. İslamiyet madde ile ruhu; ahlâkla ilmi birleştiren tek dindir. Avrupalıların aradığı din, Muhammed'in dinidir. (Nobel Edebiyat Ödülü sahibi George Bernard Shaw)
Mevlâ maddi ve manevi bütün cahili hastalıklardan insanlığı muhafaza etsin. İman ve İslam'ın nuruyla dünyamızı, gönüllerimizi nurlandırsın inşallah.
(Bu yazı yeni çıkan "Birlik Olma İdealimiz" adlı kitabımızdan alınmıştır)