• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Abdurrahman AKBAŞ
a.akbas25@hotmail.com
İNSAN, ŞEYLERİN NESİ OLUR?
04/01/2020

“İnsan nedir?” sorusuna dair en temel yargının, “İnsan şeydir.” önermesi olduğunu düşünüyorum.[1] Bu önerme, her ne kadar ağyârını mâni olmasa da efrâdını câmi bir tanımdır. Zira insan, ontolojik bakımdan bir “şey”dir. Kur’an-ı Kerim’deki, insanın henüz varlık sahnesine çıkmadan önce “şey” bile olmadığını ifade eden ayet,[2] mefhûm-u muhalifiyle bunu işaret etmektedir. Şu var ki insan, yaratılmış diğer şeylere nazaran kendini bilme kabiliyetini haiz bir varlık olarak “şeyler”i tanıyan, tanımlayan, anlayan; onlarla fizyolojik ve psikolojik ilişki kurabilen ve bu sebeple varlık, öncesi ve ötesi hakkında fikir, kanaat ve tutum geliştirebilen mümtaz bir “şey”dir.

En kısa tabirle “kendisinden söz edilmesi mümkün olan” anlamındaki “şey” kelimesi, Kur'an-ı Kerim'de çokça geçmekte, başta Alîm ve Kadîr olmak üzere Allah’ın isim, fiil ve sıfatlarının nesnelerini belirtmektedir.[3] Bu manada başta insan olmak üzere kâinattaki her “şey”, Yüce Yaradan’ın sıfatlarının tecellisi (tecelligâhı) ve beşer aklının O'nu tanımasını kolaylaştıracak araç ve sebeplerdir. Ancak, her sonuç bir sebebin varlığını düşündürse de esasen sebeplerin varlığı, sonuçların varlığını zorunlu kılmaz. Yani “şeyler”in mevcut, mümkün ya da tasavvur edilebilir olması, bizatihi varoluş gayelerini gerçekleştirdiği anlamına gelmez. Bu manada şeyler, bizatihi mahlûk olmaları hasebiyle varlıklarına münasip bir sonuç doğurmak için harici bir iradeye/etkiye ihtiyaç duyar. Dolayısıyla Allah’ın isim, fiil ve sıfatlarının nesneleri olan “şeyler”deki gaye, ancak insanın iradesini ve aklını doğru ilkeler muvacehesinde kullanarak onların hikmetlerini tezekkür, teakkul, tefekkür ve tedebbürle muhakeme edince ortaya çıkar.[4] İşte vahiy ve nübüvvet, aşkın bir otoritenin tecellisi olarak bu eylemin kılavuzluğunu yapmaktadır. İnsanın şeyler karşısındaki mukadder konumu ve şeylerin gerçek mahiyeti de ancak bu yolla inkişaf eder.

Hiç şüphesiz insanı sair şeylerden ayıran en temel vasıf, onun vahye muhatap kılınmasını da sağlayan akıl, irade, tefekkür ve muhakeme kabiliyetidir. Tabi bu vasfın etkin bir şekilde varlık alanına çıkabilmesi için insanın kendisiyle baş başa kalabilmesi ve zaman, mekân ve çevrenin farkındalığına erebilmesi oldukça önemlidir. Fakat gelişen teknolojiyle birlikte kendini görsel bir iletişim ağının tam ortasında bulan günümüz insanının yaşadığı en ciddi mahrumiyetlerden biri, kendisiyle baş başa kalamamasıdır. Bilhassa görsel ve sosyal medyada sabahtan akşama kadar yoğun ve maksatlı bir şekilde sunulan uyarıcıların tahripkâr kıskacında kalan günümüz insanının, yaldızlı görüngülerin cazibesiyle efsunlanarak gerçeği yalandan, iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayırt etme hususunda önemli bir zafiyet yaşadığı gerçeği, yabana atılır şey değildir.

Elbette bütün bu zafiyet, insanın “şeyler” karşısında takındığı tavır, onlara yüklediği anlam ve onlarla kurduğu duyusal ve ussal bağ ile doğrudan ilişkilidir. Çoğu kez vahyin ve nübüvvetin rehberliğini göz ardı eden modern insan, -beşerî zafiyetlerine aldırış bile etmeden- kendi sınırlı, sığ ve görece algısıyla her şeyi yine en iyi kendisinin bileceği vehmine kapılabilmektedir. Hâlbuki bu durum, insan için şeylerin gerçek mahiyetini görebilme yolunda çetin bir ayak bağıdır. İşte bireyden aileye, toplumdan devlete her alanda baş gösteren güncel pek çok sorun, insanın “şeyler” ile vehim ve zan üzere kurduğu bu duyusal ve ussal ilişkinin çarpıklığından beslenmektedir. Esasen zanna dayalı bu ilişki, insanı, öznesi olarak yaratıldığı şeylerin nesnesi haline dönüştürerek kendi benliğine de yabancılaşmasına sebep olmaktadır.

Diğer taraftan modern dünyanın kendisine dayattığı anlayış sebebiyle insanın kişisel, toplumsal ve küresel huzur için yalnız araç olması gereken her şeyi, yerinden kopararak yaşamanın amacı mertebesine yerleştirmesi, “şeyler”in gerçek mahiyetini idrak etmesini daha da zorlaştırmaktadır. Hatta şeylerin mahiyetini bilmek bir yana, çoğu kez onu bilme ihtiyacı hissinden bile yoksun kalan günümüz insanı, bu sebeple, kısacık ömrünü arsız, kararsız ve doyumsuz arzuların kıskacında alabildiğine sığ, süflî ve gündelikçi bir şekilde tüketebilmektedir. Kendisine sürekli telkin edilen, “elde ettiğin ‘şeyler’ kadar değerlisin” anlayışının şehvetine kapılan insan, bulduğuna sevinip kaybettiğine üzülme gafletine düşerek mal-mülk, makam-mevki, şan-şöhret, rol-statü, vb. ederi olan her “şey”i, artık uğruna yaşanılası değer kabul edebilmektedir. Bu meyanda tekâsür hırsıyla hepten gözü kararan modern insan, daha da ileri giderek şahsına nispet ettiği “şeyler”in kendisini ölümsüzleştireceği yanılgısına düşebilmektedir.[5] Bu yüzden modern insanın daha çok edinme çabası, daha çok sevinme ve daha az üzülme arzusunun bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa bu, boş bir kuruntu, kötü bir zan ve bir çürük ipliğe hülya dizmekten başka bir “şey” değildir.

Bu itibarla kendisini böyle bir anlayışın girdabında kaybeden insan, duyduğu, gördüğü, dokunduğu, kokladığı, hissettiği, düşündüğü vb. her “şey”in yok olup gideceğini bildiği halde bunun kendisi için de mukadder olduğunu bir türlü gündemine almamaktadır. Yoksa şeylerle kurduğu bu çarpık ilişkiyi, anbean yaklaşan ve bütün çıplaklığıyla önünde duran ölüm gibi bir hakikate rağmen sürdürmekte ısrar edebilir miydi? Hazzın geçici, vebalinin ise kalıcı olduğu gerçeğini göz ardı ederek bir ömür hazzın ve lezzetin peşinde sürüklenir miydi?

İnsan, her şeyden evvel “şeyler” hakkındaki zan, vehim ve ön kabullerinden kurtulmalıdır. Görüngünün ötesini görmek için berrak bir zihin, kararlı bir duruş ve içten bir dua kuşanmalıdır. Şeylerin gerçekliğini ve gerçek mahiyetlerini görebilmek için modern dünyanın “bak!” dediği sentetik manzaralardan gözlerini çekip alarak her şeyi olduğu gibi görme arzusuyla görüngünün ötesine dikmelidir. Ve bakmak yerine görmek istemelidir ki gerçeğe nail olabilsin... Bu bağlamda şu dua son derece manidardır:

اللهم أرنا الأشياء كما هي “Allah’ım bize şeyleri olduğu gibi göster.” Yani, şeylerle ilgili zanna dayalı görece algımızın ötesinde bulunan gerçekliklere; şeylerin hakikî varlık, anlam, değer, sıfat ve niteliklerine bizleri muttali eyle...

Haz ve hız üzerine kurulmuş bir yaşama biçimi ve anlık değişen gündemler içerisinde “şeyler”in sadece zahiriyle cebelleşen günümüz insanının bu duaya her devirden daha fazla ihtiyacı olduğu aşikâr. “Şeyler”in gerçek mahiyeti ve insanın “şeyler” karşısındaki müstesna konumu ancak bu şekilde tebarüz edecektir. Nitekim insan, ilâhî sıfatların tamamının yegâne nesnesi konumuyla mümtaz bir “şey” olarak çoğullanabilir her “şey”in de öznesi olmaya namzet yaratılmıştır. “Şeyler”, her şeyin sahibi tarafından onun emrine musahhar kılınmış, ona “şeyler”e hükmetme iradesi ve kudreti bahşedilmiş ve kendi varlığıyla bir şekilde ilintili “şeyler” konusunda da önemli bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu itibarla insan, yüklendiği bu ulvî sorumluluğun gereği olarak ilişki içinde olduğu her şeyden sorgulanacağının bilinciyle yaşamaya ve dolayısıyla “şeyler” ile ilişkisini vahyin ve nübüvvetin aydınlığında yeniden gözden geçirmeye mecburdur. “Şeyler”le ilişkisinin sağlıklı ve tutarlı bir zemin bulabilmesi için yüzünü Hz. Peygamberin örnekliğinde ilahi yardıma çevirmek durumundadır. Zira İnsan, ancak bunu başarabildiğinde Allah, âlem, hayat ve ahiret tasavvurunu sağlıklı bir zemine oturtacak ve ancak o zaman nefiste hidayet, ailede saadet, toplumda merhamet ve devlette adalet egemenlik imkânı bulacaktır.


Dipnotlar: 


[1] Dilimize Arapçadan geçen “şey” (الشيء) kelimesi, “var olan, var olması mümkün olan, mevcudiyeti zihinde tasavvur edilebilen ve kendisinden haber verilebilen varlık” olarak tanımlanmaktadır (Lisânü’l-arab).  “Şey” kelimesinin çoğulu olan “eşya” kelimesi de dinî ve felsefî literatürde aynı anlamda kullanılır. Fakat dilimizde “elle tutulabilen cansız varlık, nesne, madde”  manasıyla kaynak dildekinden daha dar, tekil ve görece bir anlam ifade etmektedir. Bu yönüyle tekili olan “şey” kelimesinden ayrılan “eşya” kelimesinin yerine biz, “şey” kelimesini Türkçe kurala göre çoğullayıp fizikî ve itibarî, maddî ve manevî, hissî ve aklî bağlamı bulunan ve çoğullanabilir tüm varlıkları ifade etmek için kullandık.

[2] İnsan, 76/1.

[3] DİA.

[4] Varlığının farkında olunan herhangi bir “şey”in mahiyetini kavramak için zihin yorup akıl süzgecinden geçirmek vazgeçilemez bir eylem olsa da idrakte isabet hususunda vahiy ve nübüvvetin rehberliğini göz ardı etmek, insanı ciddi yanılgılara ve fikrî çıkmazlara sürükleyecektir.

[5] Hümeze, 104/3.



3266 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

KADİR GECESİ BİR BAŞLANGIÇTIR - 08/05/2021
Kadir Gecesi Bir Başlangıçtır
NAMAZIN RUHU: ALLAH'I ANMAK - 25/05/2020
Namazla alakalı üzerinde önemle durulan husus, şeklinden ziyade anlam ve ruhuyla alakalıdır. Bu bağlamda namazın, insanın bireysel ve sosyal hayatındaki potansiyel etkisine ve anlamına işaret eden ayetler üzerinde tefekkür etmek elzemdir.
NAMAZ BİR LÜTUFTUR - 21/05/2020
İslam’da ibadet denince akla ilk gelen, dış görünüşü itibariyle bir takım şekil, zikir ve kıraatten ibaret fakat gerçek mahiyeti, Yaratıcı kudret karşısında derin bir huşu ve içten bir münacat olan namaz ibadetidir.
İLETİŞİM ÇAĞINDA BİLGİNİN YÖNETİMİ: DİJİTAL YAYINCILIK - 23/02/2020
Genç kuşakların ve özellikle ilk oyuncakları elektronik cihazlar olan günümüz çocuklarının hayat tasavvurları, istikametleri ve istikballeri, onların ellerinden düşürmedikleri akıllı cihazlarında yer alabilenler tarafından belirlenecektir..
ERDEMLİ HAYATIN SACAYAĞI ÜÇ ORGAN - 21/09/2019
İnsan bedeninde hayatî öneme sahip üç organ var ki bunlar, onun sadece yaşamasını değil, hayatının kalitesini de tayin eder. Birbirleriyle sıkı etkileşim içinde olan bu organlar, ancak birlikte sıhhatli olursa insanın sağlık ve izzetine vesile olur
EN BÜYÜK GÜVENCE - 19/06/2019
Çocukluğumuzun güvencesi insanlar vardı hayatımızda. Şimdi büyüdük ve güvencesi olduk çocuklarımızın. Ne var ki büyüse de bir güvence arıyor insan. Hem güven kadar neye ihtiyaç duyurulur ki?
KELİMELER ELE VERİR - 13/06/2019
Herhangi bir meramı anlatmak için kullanılan kelimelerin, muhatabı bilinçaltı gerçeklere ulaştıracak kodlar barındırdığı üzerinde bir tedebbür denemesi... Kelimelerimiz, kimliğimizdir.
ÇOCUKLARIMI NASIL TERBİYE ETMELİYİM? - 08/06/2019
Çocuk terbiyesi, günümüzde her ne kadar eğitim-öğretim (talim-terbiye) misyonuyla okullara (öğretmenlere) yüklenmiş gibi görünse de bu iş aslen ebeveynin görevidir. İşte "Ne olmalıyım?" sorusuna İslamî perspektiften birkaç cevap:
EN BÜYÜK MİRAS - 05/01/2019
İnsan çalışır, çabalar, kazanır ama kazancının pek azını kendisi yer. Hak vâki' olup da dünya denen bu misafirhaneden göç ederken, kazancından tükettiğinin belki kat kat fazlasını çocuklarına (vârislerine) bırakır.
 Devamı
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi17
Bugün Toplam1113
Toplam Ziyaret5020128
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI