31/01/2018
Teknolojik gelişmeler, günlük yaşamımıza girdikçe, değişim ve etkilenme de hızlanıyor. Çağımızda teknoloji, hayatın her alanını istila eder bir duruma geldi. İnsan hayatında yer alan her şey şu veya bu şekilde teknolojiden etkilendi, değişime uğradı. Meydana gelen bu değişimlerin doğurduğu olumsuz sonuçlar insanoğlunu derin bir buhrana sürüklemiş bulunmaktadır. Çoğu insan sinir hastası olmuş. Baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknolojik gelişmeler, geçim zorlukları, bitip tükenmeyen maddi ihtiraslar, insan ruhu üzerinde derin, telafisi çok zor tahribatlar oluşturuyor. Bir yanda ulaşım araçlarının sebep olduğu gürültü, öbür yanda havadaki kirlenme, zararlı gaz kokuları, bireyler arasındaki ilişkilerde samimiyetin azalması, yoğun kalabalık ve trafik, insanın hem beden, hem de ruh sağlığı üzerinde derin etkiler bırakıyor.
Fransız filozof Jean-Jackues Rousseau (1712-1778), Dijon Akademisi'nin 1749'da açtığı bir yarışmada sorduğu ‘Bilimlerin ve teknolojinin gelişmesi ahlâkın düzelmesine yardım etmiş midir?' şeklindeki soruya ‘hayır' diye cevap vermiş ve konu hakkında yazdığı uzun makalesini ‘bilim ve teknolojiyi icad eden şeytandır' diyerek noktalamıştır. Bilim, sanat ve teknolojinin, insan hayatı üzerindeki olumsuzluklarına değinen Rousseau'nın bu eleştirilerini konu alan yazısı 1750'de Dijon akademisi tarafından birinciliğe layık görülmüştür. Aslında Rousseau, bilime karşı değildir; o sadece bilimin doğurduğu olumsuz sonuçlara dikkat çekmek istemiştir. Aradan geçen onca zamanda insanlık bilimsel gelişmelerin ve ondan mütevellit teknolojinin esiri durumuna düştü. Ya Rousseau bugünleri görseydi neler diyecekti acaba!.
Teknoloji, hayatın her alanında olduğu gibi dini hizmetler sahasında da yaygın olarak kullanılır duruma gelmiştir. Ancak genel itibariyle sonuçlar diğer alanlarda olduğu gibi olumsuzdur. Hiçbir iletişim teknolojisini kullanmamış peygamberler, tek başlarına seslerini çok büyük kitlelere ulaştırıp onları derinden etkilemişken, bugünün en ileri iletişim teknolojisini kullanan din, mezhep ve ideoloji sahiplerinin, öğretilerini yaymada ve insanlara benimsetmede daha az başarı sağlamalarının bir nedeni de kullanılan teknoloji olamaz mı?
Teknolojinin hem direk, hem de yan etkileri vardır. Günümüzün akıllı telefon ve internet dünyası, gerçek hayat için büyük bir tehlike haline gelmiş, özellikle gençleri sanal alemde hapsederek onları bir tür esarete mahkum etmiştir.
Biraz da daha özel bir alanda, camilerimizde kullanılan ses teknolojisinin doğurduğu bazı sakıncalara değinmeye çalışalım. Cami hoparlörlerinden okunan ezan, verilen vaaz, okunan Kur'an ve duaların insanlar üzerinde ne tür bir etki yaptıklarının kapsamlı bir araştırma konusu olabilecek kadar önemli olduğunu belirtmelim. İnsan psikolojisi üzerinde olumsuz etki yapan şehirlerimizdeki gürültünün üzerine binen yüksek ezan sesinin getirisi ve götürüsü üzerinde düşünmek gerekir artık. Ezan; dünya kirlerinden arınmaya, ruhu dinlendirmeye bir çağrıdır. Böylesi bir mesajı kulakları tırmalayan yüksek bir sesle iletmek ne derece doğrudur acaba?
İlâhi mesajın adı ‘vahiy'dir. Vahiy'in sözcük anlamı ‘gizli konuşma, fısıldama' demektir. Kainattaki ilâhi kevnî ayetler de sessiz bir şekilde işlerler. Uzaydaki dev kütleler, üzerinde hayat sürdüğümüz yer küre, hareketi esnasında herhangi bir ses çıkartmaz. Şayet dünyamız, kütlesi ve dönüş hızıyla orantılı bir ses çıkaracak olsaydı birçok canlının yaşama şansı kalmayacaktı belki. Yani ilâhi kanunların egemen olduğu tabiat dünyasında ses kirliliği yapan bir unsur yoktur. Duyduğumuz tabi seslerin hepsi, dinlediğimiz en kaliteli müziklerden çok daha özgün ve dinlendiricidir.
Rasulullah (sav) efendimizin namaz vakti girdiğinde müezzini Hz. Bilal'e, ‘Ya Bilal, kalk da bizi rahatlat' dediği meşhurdur. Ezandaki manevi gücün, bugün de onu duyan birçok yabancı üzerinde etki bıraktığı ve hatta bu nedenle bazılarının İslam'ı seçtiği de bir gerçektir. Hal böyle iken ülkemizde bazı kişilerin mevcut ezan sesinin yüksekliğinden rahatsızlık duydukları ve bu rahatsızlıklarını değişik şekillerde dile getirdikleri de bir vakıadır. Evet, İslam'a karşı önyargılı insanlar elbette var. Ancak bu gerekçeyle ezan sesinin yüksek olduğu gerçeğini de görmezden gelmemek lazım. Şahsi kanaatim de ezan sesinin yüksek olduğu ve bunun makul bir seviyeye düşürülmesi gerektiği yönündedir. Bu önemli konu hakkında diyanetin etraflı ve geniş bir araştırma yapması ve bunu bir şekilde çözüme ulaştırmasının vakti gelmiştir bence.
Fısıltıya yakın bir ses tonunun insan üzerinde daha etkili olduğu gerçeği unutulmamalıdır.Bir kişinin kulağına fısıldayarak söylediğiniz söz daha etkili olur. Namazlardaki kıraatlerin ekserisinin sessiz olması elbette bir rastlantı değildir. Bununla beraber yüksek sesin de etkili olduğu zamanlar ve konumlar vardır; ama bunlar sınırlıdır. Örneğin yüksek ses muharebe ve bazı toplumsal etkinliklerde işe yarar,etkili olur. Gür bir ses, askerleri cesarete getirebilir, taraftarı coşturabilir.
Kur'an, sesin yükseltilmemesini emir kipiyle ifade eder. 'Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini alçalt. Gerçek şu ki, seslerin en çirkini, elbette eşeklerin sesidir.' (Lokman suresi: 19) Bu ayetteki ‘ses' ifadesi mutlak olmasa da, okunan Kuran ve ezan sesini de kapsayabilir. Kuran-ı Kerim bu ayette eşek sesinin iki ana özelliğine dikkat çekmek istemiştir. Birincisi; eşek sesinin tonu çok yüksektir, kulağı tırmalar. İkincisi; eşek, ya acıktığında, ya da karşı cinsini gördüğünde ses çıkarır. Yani sesi çirkin yapan bu iki ana nedendir.
Ses ve sözün insanlar üzerinde son derece etkin olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Sözün kendisi kadar,onun seslendirilmesi ve ifade ederken kullanılan üslüp da en az onun kadar önemlidir.
Yazımızı Yunus'un konu hakkındaki bir şiiriyle bitirelim:
Söz ola götüre başı
Söz ola bitire savaşı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz