Hz. PEYGAMBER VE İSLÂM KARDEŞLİĞİ
Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN
بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله ربّ العالمين
والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله واصحابه اجمعين
Plan (Genel hatlar)
Hz. PEYGAMBER VE İSLÂM KARDEŞLİĞİ
A. İslâm Toplum Yapısının Temelini Oluşturan Üç Değer/Unsur
B. Hz. Peygamber’in Konumu
C. Hz. Peygamber’in Medine İslâm Toplumunu Oluşturmakta Takip Ettiği Yöntem
D. İslâm Kardeşliğinde Öncelik Bilinci
Sonuç Ve Selamlama
Temel Tespit
ALLAH TEÂLÂ BUYURDU:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Bütün müminler kardeştir; o halde siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki O’nun rahmetine erişesiniz.” [el-Hucurât (49), 10}
Temel tespit
Hz. PEYGAMBER DUYURDU:
أ خُوَّةُ الْإِسْلَامِ أَفْضَلُ
“İslâm kardeşliği, her türlü yakınlık bağından üstündür.”
(Buharî, Fedâilü’l-ashâb, 5)
Temel tespit
M. AKİF, ANA MİSYONU ORTAYA KOYDU:
Emr-i bi’l-ma’rûf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi,
Nehy edermiş bir fenalık görse kardeş kardeşi!
(Safahat, s. 196)
DURUM TESPİTİ
İslâm toplumunun oluşumunu tarihsel olarak tetkik ettiğimiz zaman, bu yapının temelini, üç değerin teşkil ettiğini görürüz. Bu değerler sırasıyla,
Kur'ân-ı Kerîm,
Hz. Peygamber'in kişiliği /Sireti
Hz. Peygamber'in sünneti (söz ve davranışları)'dır.
Durum tespiti
iman ve inkar konusu olmakta Kur'ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber'in bizzat kendisi ortak bir çizgi oluşturmuştur. Bu sebeple Hz. Peygamber'in şahsiyetini/siret ve sünnetini hiç bir yönden İslâm bütününden ve İslâm toplum yapısının temelinden ayırma, ayrı düşünme imkanımız bulunmamaktadır.
Hz. PEYGAMBER
Hz. Peygamber’in yüce kitabımız Kur’an-ı Kerîm’deki tanıtımını kişisel durumu ve işlevsel konumu diye iki başlık altında özetlemek istiyorum.
KİŞİSEL DURUMU
Peygamberlik öncesi
Peygamberlik sonrası (Beşer-resul)
Beşer oluşu ve gerekleri
Resul oluşu ve gerekleri
İŞLEVSEL KONUMU
Allah Teâlâ,
أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ
“İyi biliniz ki yaratmak da yönetmek de Allah’a âittir”[1]
buyurmaktadır.
[1] el-A’raf (7), 54
İŞLEVSEL KONUMU
Yüce Yaratıcının hükümlerinden tekvinî ve tedbirî olanlar, içindekilerle birlikte evrendeki varlıkları ilgilendirmektedir. Her varlık kendisi için takdir edilmiş olan çerçevede devam edip gitmektedir.
Teklifî hükümleri ise, onun kendisine ait olduğunu bildirdiği emr/yönetim ile ilgili ve insanlara/mükelleflere yöneliktir.
İŞLEVSEL KONUMU
“Yaratma ve yönetmenin Allah’a ait olduğu” ile ilgili âyetin siyak-sibakı ve Hz. Peygamber’e itaatı ve uymayı emreden[1] âyetler, Hz. Peygamber’in, beşerî hayata yönelik ilâhî irade ve müdahalenin temsilciliğini onaylamaktadır. Üstelik bu temsilcilik fevkalâde dinamik/amelî/pratik, bütünüyle hayatın içinde bir temsilciliktir. Asla pasif bir temsilcilik değildir.
[1] Bk. Al-i İmran (3), 31
İŞLEVSEL KONUMU
Sünnet en temelde, işte bu müdahalenin formunu oluşturmaktadır. O halde Sünnet, Peygamberimiz tarafından temsil edilen ilâhî müdahalenin kavramsal adı ve temsilcisi demektir.
Hadisler de tabiî olarak, bu temsilin bilgi ve belgeleridir.
İŞLEVSEL KONUMU
Yüce Yaratıcı bir âyette, Hz. Peygamber’in müminlere yönelik işlevsel konumunu ve bu konumun vahiy-resûl-sünnet-ümmet bağlamında ne anlama geldiğini şöylece açıklamış bulunmaktadır:
لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمْ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
İŞLEVSEL KONUMU
"Gerçek şu ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden, yanlış inançlardan ve inançsızlıktan) onları arındıran, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermek suretiyle Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler."[1]
[1] Âl-i İmrân (3), 164
İŞLEVSEL KONUMU
النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ = Peygamber, mü’minlere öz nefislerinden daha ileri/önceliklidir”[1] âyeti, kimi müfessirlerce -haklı olarak- “Peygamber’in sünnetine uymak, mü’minler için kendi görüşleriyle amel etmekten önde gelir”[2] diye anlaşılmış ve açıklanmıştır
[1] el-Ahzab (33), 6
[2] Bk. Kadı İyaz, eş-Şifâ-ı Şerif (tercüme, s. 55)
İŞLEVSEL KONUMU
Bu sebeple,
“inneme’l-amelü’s-sahîh hüve mâ vâfeka’s-
sünne = Makbul kulluk, Sünnet’e uygun olan
kulluktur.” Çünkü Allah Teâlâ Hz.
Peygamber’i “en güzel hayat örneği” olarak
takdim etmiştir.[1]
[1] el-Ahzâb (33), 21
İşlevsel Konumu
ilâhî irade ve müdahalenin Hz. Peygamber tarafından gerçekleştirilmiş formu demek olan Sünnet’e uymak, müslümanca yaşamaktır. Bir başka ifadeyle, Hz. Peygamber’in işlevsel konumunun sonuçlarını güne taşımak, yeniden hayata geçirmek, ümmetin risâleti/elçiliği sorumluluğuna sahip çıkmak anlamına gelmektedir.
MEDİNE İSLÂM TOPLUMU
Hz. Peygamberin, hicretten sonra Medine’de ilk İslâm toplumunu oluşturmak için yaptığı uygulamalar şöylece sıralanabilir:
Kurumsal bazda Mescid yapımı (daha sonra Ezan’ın belirlenmesi ve kıblenin tahvili);
Toplumsal bazda Muhacirler ve Ensar arasında Muâhat kardeşlik uygulaması, yüz yılı aşkın süreyle birbirleriyle savaş yapmış olan Evs ve Hazreç kabilelerinin Ensar/Medineli müslümanlar adıyla bütünleşmesi,
Medine İslâm Toplumu
Uluslar arası ilişkiler bazında Ehl-i
kitap ile yapılan vatandaşlık antlaşması öteki adıyla Medine Sözleşmesi;
Mekan bazında Medine Haremi’nin tayini ve Müslümanlara özgü bir pazar yeri belirlenmesi..
Medine İslâm Toplumu
İslâm toplumu,
sınırları İslam imanıyla çizilmiş kardeşler topluluğudur.
Dolayısıyla
İslâm kardeşliğine, ne ırk, ne renk ne de coğrafya sınır çizebilir!
İslâm Kardeşliği
İslam kardeşliğinin yegâne belirleyici ön şartı "La ilahe illallah Muhammedü'r-resûlullah" demektir.
Bu kelime-i tevhid'i söyleyen herkes müslümandır ve öteki Müslümanların hukuken eşit din kardeşidir.
İslâm Kardeşliği
O halde -klasik anlatımla- Müslümanlar, kardeşliği
Kitap ve Sünnet ile ilan edilmiş
ve
Medine İslâm toplumuyla o kardeşliği yaşamaya başlamış bir ümmettir.
İslâm Dini ve Medeniyeti
İslâm Dini ve Medeniyeti;
Kaynak olarak Vahy’e
Önderlik olarak Risâlet’e
İnanç olarak Tevhid’e
İlke olarak Kur’an-ı Kerîm’e
Uygulama olarak Sünnet-i seniyye’ye
İslâm Dini ve Medeniyeti
Toplum olarak Ümmet’e
Duygu olarak Uhuvvet’e
Temel tavır olarak İstikamet’e
Eylem olarak (içinde sabır, hicret ve cihad bulunan)Tebliğ’e
Öz olarak İhlas ve Samimiyet’e
dayanmaktadır, diyebiliriz.
Millet sevgisi ve kavmiyetçilik
İşin en doğrusu soy-sop, kavm, kabile, millet ve ırk kaygılarını, bunların ne zaman zararlı ve yasak; nereye kadar serbest ve gerekli olduğunu Sevgili Peygamberimizden öğrenmektir.
Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce tarafından nakledilen bir rivâyette Vâsile b. el-Eskâ radıyallahu anh:
Millet sevgisi ve kavmiyetçilik
"-Ya Resülallah, kişinin soyunu-sopunu (kavmini) sevmesi, kavmiyetçilik (asabiyye) sayılır mı?" diye sormuş, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:
-"Hayır, kişinin kavmine zulümde yardımcı olması kavmiyetçiliktir" cevabını vermiştir.
Millet sevgisi ve kavmiyetçilik
Demek oluyor ki, bir müslümanın, yakınlarını, mensup olduğu milleti sevmesi değil, onlara haksızlıklarında ortak ve yardımcı olması asabiyye/kavmiyetçiliktir.
Câhiliyye insanının, yani hak duygusu kaybolmuş insanların dediği gibi "Ben ve benim soyum-sopum, kavmim, kabilem her zaman haklıdır ve ne olursa olsun ben kavmimden yanayım" anlayışı kavmiyetçiliktir, tefrikadır ve yasaktır,
Millet sevgisi ve kavmiyetçilik
Ebû Dâvud'un, Surâka b. Mâlik b. Cu'şum el-Müdlicî radıyallahu anh’den naklettiğine göre Surâka şöyle demiştir:
"Resûlullah bize hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle buyurdu:
-"Sizin en hayırlınız, günaha girmeksizin, kavim ve kabilesini savunandır."[1]
[1] Ebû Davud, Edeb 112
Millet sevgisi ve kavmiyetçilik
Uhud Harbi'nde bir darbede bir müşriki öldüren ve
"Al sana. Ben İranlı bir delikanlıyım" diye nara atan sahâbîyi duyunca
Hz. Peygamber, sesin sahibine yönelmiş ve
"Al sana, ben ensarlı bir gencim" demen gerekmez miydi?"
diye onu uyarmıştır.
Millet sevgisi ve kavmiyetçilik
“Allah'a ve âhiret gününe inanan bir milletin,
-babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa-
Allah'a ve Peygamberine karşı çıkanlara sevgi beslediklerini görmezsin.”[1]
[1] el-Mücadele (58), 22
Millet sevgisi ve Kavmiyetçilik
Bir kez daha tekrar edelim ki;
Herhangi bir müslümanın mensup olduğu milleti sevmesi yasak değil; kavminin haksızlığına arka çıkması, haksız olmasına rağmen (sadece kendi kavmi, kabilesi, milleti olduğu için) onları savunması kavmiyetçiliktir ve yasaktır.
Merhum Akif ne kadar haklıdır:
Millet sevgisi ve Kavmiyetçilik
Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine.
«Arnavutluk» ne demek? Var mı Şerîat’te yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri.
Arabın Türke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde;
Acemin Çinliye rüchânı mı varmış? Nerde!
Müslümanlık’ta «anâsır» mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber.
En büyük düşmanıdır ruh-i Nebî tefrikanın;
Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın!
(Safahat, s. 183-184
İslâm Medeniyeti
Arnold Toynbee, İslâm medeniyetinin en özel ve güçlü iki yönünü;
kavmiyetçiliği ve içkiyi yasaklaması olarak tespit, takdir ve teşhir eder.
Bu iki konudaki ülkemize ve İslâm ülkelerine yönelik propagandanın ve uygulamaların amacı da böylece anlaşılmış olmaktadır.
Öncelik bilinci
İslâm vahyinin başladığı günden bu yana ve bilhassa din kardeşliği temeline dayalı Medine İslâm toplumunun kurulmasından beri, her konuda bir öncelik sıralaması dikkat çekmektedir.
Öncelik bilinci
İslâm toplumunda zihniyet ve davranış değişimi için temel oluşturan
Öncelik bilincini
üç hadis-i şerif ışığında sizlerle değerlendirmeye ve paylaşmaya çalışacağız.
Niçin Hadislerle?
Çünkü
Sünnet, İslâm’ı getirip kurumlaştıran Hz. Peygamberin elçilik mîrâsıdır.
Hadisler, işte bu peygamber mirâsının bilgisini bize taşıyan belgelerdir.
Hadis kaynaklarımız ise, Sünnet-i seniyye’nin herkese açık arşivleridir.
Üç İlke
“İslâm ve İslâm Kardeşliğini Öncelemek”te
üç ilke ve ölçü;
Önce İslâm
Müslümana öncelik vermek
Din kardeşliğini öncelemek
ÖNCE İSLÂM
-Birinci Hadis-
عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ قَالَ سَمِعْتُ الْبَرَاءَ - رضى الله عنه - يَقُولُ أَتَى
النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم رَجُلٌ مُقَنَّعٌ بِالْحَدِيدِ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ
أُقَاتِل أو أُسْلِمُ قَالَ « أَسْلِمْ ثُمَّ قَاتِلْ » فَأَسْلَمَ ثُمَّ قَاتَلَ ، فَقُتِلَ ، فَقَالَ
رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم :
عَمِلَ قَلِيلاً وَأُجِرَ كَثِيرًا
el-Berâ b. Âzib radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre;
(Uhud Harbinde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e yüzü demir zırh ile kaplı bir kişi geldi ve;
-Ya Resûlullah, hemen harb edeyim de sonra mı müslüman olayım? diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“-Önce müslüman ol, sonra savaş!” buyurdu.
Adam müslüman oldu, savaştı, sonunda şehit düştü. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem;
"- Az iş yaptı, çok kazandı" buyurdu. [1]
[1] Buhârî, Cihad 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 293
Önce İslâm
Bize göre hadiste en çarpıcı olan taraf, Uhud Gazvesi gibi müslümanların gerçekten fevkalâde sıkıntılı anlar yaşadığı bir savaş sürerken harbe tam hazır vaziyette gelmiş olan zırhlı kişiye bile Hz. Peygamber’in "önce İslâm!" fikrini telkin etmiş olmasıdır.
Önce İslâm
Hadîs-i şerîfte dikkat çeken bir başka nokta, bir defacık olsun abdest almadan, bir rek'at namaz kılmadan, bir tek secde yapmadan cennete girme bahtiyarlığına eren müslümanın durumudur. Olay, "önce İslâm" fikrinin müslümana neler kazandırabileceğinin en canlı örneğidir.
Önce İslâm
Çoğu kimse kendisini birileriyle karşılaştırır ve "aynı işi yapıyoruz, biz de aynı sonuçlara ulaşırız ya da ulaşmalıyız" gibi bir savunmaya girer, haklılık iddia eder."Bizim yaptığımız da ibâdet sayılır" der. Aslında kendisi de bilir ki, niyet ve tercihlerde büyük çapta farklılıklar bulunmaktadır. Görüntüdeki beraberlik ya da paralellik, sonuçta birliği getirmez.
Önce İslâm
Rahmetli olmuş nüktedan bir milletvekili -Allah kendisine gani gani rahmet eylesin- bir gün mecliste, ayrıldığı iktidar partisini acı acı tenkid eder. Muhâlefet partisi lideri kuliste kendisine "Beyefendi, sizinle aynı şeyleri düşünüyormuşuz" der ve takdirlerini sunmak ister. Rahmetli cevabı yapıştırır;
"Evet, belki aynı şeyleri düşünüyor ve söylüyoruz. Fakat aramızda Allah var."
Önce İslâm
Hz. Peygamber’in harb esnasında bile "önce İslâm" buyurmuş olması, yani İslâm önceliği, kendilerini İslâm hizmetinde belli bir metotla çalışmaya adamış bütün İslâmî grupların ve kişilerin dikkatle üzerinde durmaları gereken bir tavır ve sünnettir
Önce İslâm
Çünkü "önce İslâm" demek,
kendisini müslümanlardan ayrı görmemek,
onlarla olmaktan kıvanç duymak, mutlu olmak, iftihar etmek,
gerektiğinde de seve seve bunun bedelini ödemeye razı olmak demektir.
Herkesin bir "önce”si vardır
Kimi "önce vatan" der, kimi "önce insan".
Kimi "önce para" der, kimi "önce kavga".
Kimi "önce emek" der, kimi "önce sermâye"...
Kimi "önce iş" der, kimi "önce tahsil"..
Kimi "önce araba" der, kimi "önce petrol"..
Kimi "önce ekonomi" der, kimi "önce demokrasi"..
Herkesin bir "önce”si vardır
Kimi "önce seçim" der, kimi "önce geçim"..
Kimi "önce Coo" der, kimi "önce Hans"..
Kimi "önce kredi" der, kimi "önce avans"..
Kimi "önce can" der, kimi "önce canan"...
Kimi "önce parti" der, kimi "önce cemaat".
Kimi "önce kadro" der, kimi "önce ünvan!."
“Önce İslâm” demek
Dünya ve âhirette iyilik isteyen müslümanlar için
“Önce İslâm" demek;
hem bir görev,
hem bir şeref,
hem bir bilinç,
hem de bir kimlik ve kurtuluş meselesidir.
Hadisin günümüze mesajı
İslâm dünyası olarak en büyük kaybımız "İslâm önceliği" bilincidir.
Bu önceliği yeniden elde ettiğimiz gün, "az iş yapmış" olsak da İslâm Kardeşliğini en temelden kavramış ve "çok kazanmış" olacağız.
Zira hayat programı İslâm önceliğine göre ayarlanmış kişi ve cemaatler, Müslümanların bütünlüğünü ve gerçek gücünü tüm dünyaya gösterecek çekirdek birimlerdir.
Müslümana Öncelik Vermek
-İkinci Hadis-
عَنْ عَائِذِ بْنِ عَمْرٍو اَلْمُزَنِيِّ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّىَ اللهُ عَلَيْه وَسَلَّمَ قَالَ:
اَلإسْلاَمُ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى
Âiz îbni Amr radıyallahu anh'den nakledildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"İslâm yücedir, onun önüne geçilmez."
Dârekutnî, Sünen III, 252; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, VI, 205; Zeyle’î, Nasbu'r-râye, III, 213
Vürûd Sebebi
Olayın kahramanı (Sâhibü’l-kıssa) Âiz İbni Amr, hadisin vürud sebebini şöyle anlatmaktadır:
Mekke fethinden önceki akşam Ebû Süfyan ile birlikte Hz. Peygamber'e gittik. Bazı sahabîler Hz. Peygamber'e bizi;
-Bunlar Ebû Süfyan ve Âiz ibni Amr, diye takdim ettiler. Hz. Peygamber;
-"Bunlar Âiz îbni Amr ve Ebû Süfyan'dır. Müslüman, (İslâm olmayandan) daha izzetlidir. İslâm yücedir, onun önüne geçilmez!" buyurdu.[1]
[1] Bk. ibn Hacer, Fethu'l-bâri, III, 261
Olay
Bu olayın anlaşılmasında Âiz îbni Amr'ın kimliği önem arz etmektedir. Sahâbîleri tanıtmak maksadıyla kaleme alınmış kaynakların belirttiklerine göre Âiz radıyallahu anh, hicret'in 6. yılında gerçekleştirilen Rıdvan Bey'at'ında bulunmuş bir müslümandır. Yani bu olay cereyan ettiği zaman Âiz müslümandır. Ebu Süfyân ise, henüz müslüman değildir
Yorum
Müslüman olmayanlara müslümanlardan daha büyük imkan ve imtiyazlar tanımaya, onları müslümanlara tercih etmeye gerek olmadığı ortadadır. Hele müslümanları şu veya bu gerekçelerle dışlayarak, gayr-i müslimlere itibar ve iltifat edilemeyeceği kesindir.
Hadisimiz takdimde, tercihde, protokolde, hiyerarşide İslâm'ı ve müslümanı daima önde ve ileride tutmak lâzım geldiğini; müslümanı, müslüman olmayanlardan sonra anmak gibi bir hataya düşmemek gerektiğini açıklamaktadır.
Tercih önceliği
Hadisimiz ve dolayısıyla Sünnet, müslümanlardan İslâm izzetine sahip çıkmalarını istemekte ve beklemektedir. O halde tercihimiz daima İslâm ve müslümanlardan yana yani İslâm öncelikli olmalıdır. Tabiî, müslümanlar da bütün güçleriyle bu önceliğe yaraşır anlayış ve gayret içinde bulunmalıdırlar.
Peygamberlerin Ortak İki Sünneti
Selam üzerlerine olsun, Peygamberlerin ortak sünnetlerinden ikisini burada hatırlamakta büyük fayda vardır:
İnananlara kol-kanat germek
İnançlı nesiller yetiştirmek
Din Kardeşliğini Öncelemek
-Üçüncü Hadis-
عن ابن عباس رضي الله عنهما عن النبي صلى الله عليه وسلم قال :
لو كنت متخذا من أمتي خليلا لاتخذت أبا بكر ولكن أخي وصاحبي
) ولكن أخوة الإسلام أفضل(
Abdullah İbn Abbas radıyallahu anhüma’dan, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Muhabbeti samimi ve zevâli ğayr-i kâbil bir dost edinecek olsaydım, hiç şüphesiz Ebû Bekir’i intihab ve ittihaz ederdim. Fakat o benim din kardeşim ve hazarda-seferde (dâvâ) arkadaşımdır.” [1]
Bir rivayette de hadisin son kısmı;
“Lakin İslâm kardeşliği daha faziletlidir, daha önceliklidir” diye vârid olmuştur.[2]
[1] Tecrid Tercemesi, IX, 331[2] Tecrid Tercemesi, IX, 331
Hadis-i şerifte dikkat çeken birkaç nokta
.
Aslında hizmette rekâbet, kemâlde/olgunlukta yarış sebebi olması gereken özel bağlar, din kardeşliği genel ve temel bağının yerine lâyık görülmektedir.
İbn Melek’in Yorumu
“Resûlullah’ın halîl/dost edinmesi kendi fiili ile olur; İslâm kardeşliği ise, Allah’ın fiili ile gerçekleşir. Dolayısıyla Peygamber için Allah’ın seçtiği şey, onun kendisi için bizzat seçtiğinden elbette daha üstün ve önceliklidir.” [1]
لأن اتخاذه خليلا بفعله وأخوة الإسلام بفعل الله تعالى
فما اختاره الله للنبي يكون أفضل مما اختاره لنفسه
[1] Ali el-Kârî, Mirkât, X, 370
Netice
Buraya kadar tespit, tenkit, teklif türü tüm söylediklerimizi Âkif merhumun,
“Emr-i bi’l-ma’rûf imiş İhvân-ı İslâmın işi,
Nehyedermiş, bir fenâlık görse kardeş kardeşi”
beyti çerçevesinde kabul buyurmanızı istirham eder, dinleme sabrınızı şükranla karşılar, saygılar sunarım.
Vesselâmü aleyküm…