Mevcut adaletsiz, insafsız ve ahlaksız dünya düzeni karşısında Müslümanların ve İslam ülkelerinin durması gereken nokta Enfal Suresi'nde işaret edilen yerden başkası değildir.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman yazdı:
"Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah'ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir” (Enfâl, 60).
Hakkın, adaletin, vicdanın ve ahlakın hakim olmadığı bir dünya düzeninde maddi ve manevi değerleri korumanın tek çaresi düşmandan güçlü olmaktır. Dün güçlü olmanın savaş atları gibi araçları vardı, bugün ise siber ve nükleer güç ön plana çıkmış görünüyor. Bu sebeple beş yıl önceki bir yazımı bir daha okumakta fayda görüyorum:
Kurt kanununa göre “aç kalan kurtlar içlerinden en zayıf halkayı kendilerince bir usul ile belirleyip yerlermiş.”
Orman kanununa göre de güçlü olan haklı ve hakim olurmuş.
Bugün Batı -aksine olan bütün beyanlara ve iddialara rağmen- her iki kanunu, ama daha ziyade ikincisini uyguluyor.
İnsan hakları ile ilgili ve -sözleşmeye bağlı olarak- uluslararası bağlayıcılığı olan düzenlemelere, Birleşmiş Milletler'in kuruluş amacına, Güvenlik Konseyi'nin amacına, Batı uygarlığı için düzülen methiyelere bakıyorum, bir de dönüp “güçlü ve kalkınmış” ülkelerin ötekilere yaptıklarına bakıyorum; arada dağlar kadar fark, denizler kadar yarık ve mesafe olduğunu görüyorum!
Sömürgecilik asla bir hak değil, en büyük zulüm, hırsızlık ve gasptır. “Uygar” Batı yüzyıllar boyu bunu yaptı.
Açıkça sömürgecilikten utanır hale gelince bundan daha beteri olan “üstü kapalı, dışı yaldızlı, göz boyama ve kandırmaya dayalı” sömürgeciliği başlattı.
Önce kendi menfaatinin neyi gerektirdiğini tespit ediyor, sonra amacına ulaşabilmek için “barış, uygarlaştırma, insanlığı veya bir ülke halkını koruma, insan hak ve özgürlükleri, demokrasi” gibi çağdaş değerleri kullanarak zulmü ve haksızlığı örtüyor, ülkeleri işgal ediyor, ülkeleri bölüyor, ülkeleri birbiri savaştırıyor, kardeşi kardeşine, dindaşı dindaşına öldürtüyor; sonunda kendi çıkarını sağlıyor, alacağını peşin ve/veya uzun vadeli olarak alıyor.
Merhum Akif Batı uygarlığı için “Tek dişi kalmış canavar” diyordu, elhak öyle.
Francis Fukuyama “tarihin sonu” tezini ortaya atmış, Batı uygarlığını insanlığın ulaşabileceği en yüksek aşama olarak değerlendirmiş ve dolaylı olarak insanlığı bu uygarlığı benimsemeye çağırmıştı.
Şimdi Batılı düşünürler Fukuyama'dan farklı düşünüyor, her biri değerli birden fazla uygarlıktan söz ediyorlar. Bunlar arasında Batı uygarlığının, çağdaş teknolojiden yararlanarak dişlerini tamamladığı ve otuz iki dişi ile dünyayı yemeye kalkıştığı apaçık ortada.
Orman kanununu uygulamakta ısrar edenleri “hukuk ve ahlak” ile frenlemek mümkün değildir.
Bu sebeple:
1. Bütün mazlum ve mağdur halkların, zulme karşı iş ve elbirliği yapmaları gerekiyor.
2. Müslümanların, ötekileri sömürmek için değil, meşru haklarını korumak için “bütün mezhep ve meşreplerini kuşatan din kardeşliği” çerçevesinde, olabildiğince birleşmeleri, birlikte hareket etmeleri gerekiyor.
3. Ormandaki kurtları durdurabilmek için onlarınkini dengeleyecek güce sahip olmaları zaruri oluyor.
4. Nükleer enerji ve nükleer silah başta olmak üzere en etkili güç unsurlarını elde etmeyi amaçlamak kaçınılmaz oluyor.
5. Kurtların ve ormanlıların ellerinde nükleer silah bulunduğu sürece İslam ülkelerinde de mutlaka bulunması bir başka zaruret olarak ortaya çıkıyor.
6. İslam ülkelerinde asker veya sivillerin totaliter yönetimlerinin sona ermesi ve halkın iradesinin etkili olması için yardımlaşmak lazım oluyor.
7. Silah kadar önemli olan ekonomik güce sahip olmak üzere İslam ülkeleri arasında ekonomik dayanışma ve işbirliğine ihtiyaç gün gibi aşikar oluyor.
8. İslam bir iddiadan, içi boş bir isimden ibaret olmadığı için ciddi ve kapsamlı bir din ve ahlak eğitimine -ekmek ve su kadar- ihtiyaç bulunuyor.
Kaynak: Yeni Şafak