Şartları hâiz olan müslümanlar tarafından eda edilmesi gereken (yerine getirilmesi, verilmesi ) önemli malî bir ibâdet olan zekât, Osmanlı toplumunda, fıkıh kaynaklarına göre uygulanıyordu. Aynı zamanda bir çeşit vergi de diyebileceğimiz bu ibâdetin, Osmanlı Devleti’ndeki uygulamasını anlayabilmek için önce biraz Osmanlı Devleti’ni ve malî politikasını bilmek gerekir. Bu bakımdan biz de önce biraz Osmanlı toplum anlayışı, İslâm’la olan bağlantısı ve biraz da vergiden söz etmek istiyoruz.
Bir kıta görünümünde olan topraklar üzerinde hâkimiyet kuran Osmanlı Devleti, çeşitli ırk, din, dil, mezhep, örf ve âdetlere sahip toplulukları asırlarca adalet ve insaf ölçülerine bağlı bir şekilde yönetmişti. Ulaşım ve haberleşme teknolojisi bakımından günümüzle mukayese edilemeyecek derecede imkânsızlıklar içinde bulunan o asırların dünyasında, bunca farklı yapıdaki toplulukları cebir ve tazyik kullanmadan idare etmek, basit bir hâkimiyet anlayışının sonucu olmasa gerekir.
Kuruluşundan itibaren müslüman bir topluma istinâd eden ve İslâm hukukunu uygulamaya çalışan bünyesi ile şer’î hukuku hem nazarî, hem de amelî bir şekilde uygulayan Osmanlı Devleti,[1] bu anlayışını devletin bütün sistem ve organlarında devam ettiriyordu. Zira “Bu devlette din asıl (kök), devlet ise onun bir fer’i olarak görülmüştür.”[2] Bu bakımdan Osmanlı Devleti’ndeki sosyal yapı ve kurumlarının bu anlayışa göre düzenlenmesi normal karşılanmalıdır.
Bir çeşit vergi diyebileceğimiz zekâttan söz etmeden önce Hz. Peygamber döneminden başlayıp gelişen vergi sisteminden kısaca bahsetmek gerektiğine işaret etmemiz gerekir. Osmanlılar, çeşitli âmiller vasıtasıyla malî usullerini Abbâsîler'in parlak devirlerindeki gelişmiş şekillerine dayandırmak suretiyle kendinden önceki müslüman ve daha sonraki müslüman Türk devletlerin uygulamalarından da istifade etmişlerdi.
YAZININ TAMAMINI OKU >>>