Abdurrahman AKBAŞ
DİB Başkanlık Müşaviri
İslam, tevhid dinidir. Tevhidin biri teorik diğeri pratik olmak üzere iki temel boyutu vardır. Teorik boyutu, her şeyin mutlak yaratıcısı olan Allah’ın birliğine ve O’ndan başka ilah olmadığına iman etmek, Rab olarak sadece Allah’ı bilmektir. Zatında benzeri, sıfatlarında dengi ve fiillerinde ortağı olmadığını kabul etmektir. Bunun gereği olarak da İhlas suresinde ifade edildiği üzere babalık, evlatlık, eşlik ve denklik gibi yaratılmışlık alameti olan zafiyetleri Allah’a isnat etmekten sakınmaktır. Zira Allah, insanın tasavvur ve tahayyül ettiği/edebildiği hiçbir şeye benzemez. (Şura, 42/11.) O, her suret ve şekilden münezzehtir, uzaktır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.
Tevhidin pratik boyutu ise imanın en yüksek mertebesi olan ve bütün esaslarını içine alan kelime-i tevhide şahit olmaktır. Allah’a tam bir teslimiyetle iman etmekle beraber, hayatın her alanında ve ömrün her aşamasında Allah ile irtibatı diri tutmak, O’na olan iman, itaat, sevgi ve sadakati samimiyetle eyleme dönüştürmektir. Kulluğa karşılık gelen bütün alanlarda başkasını Allah’a eş ve ortak tutmaktan sakınmak ve O’ndan başkasına kulluğu reddetmektir. Her şart ve durumda yalnız Allah’ın rızasına talip olmaktır.
Bu bağlamda insanın bütün söz, tutum, tavır ve davranışlarını imanına şahit kılması, tevhidin pratik boyutuna tekabül etmektedir. Esasen bu, “kelime-i şehadet”in bir gereğidir. Çünkü İslam’ı bütünüyle kabul ve tasdik anlamına gelen kelime-i şehadet, tevhid inancının yaşayan şahidi olmayı ve dolayısıyla hayatı imana şahit kılmayı gerektiren bir taahhüt cümlesidir. Hakikatine inanarak bu sözü ikrar eden herkes, İslam’a giriş sözleşmesi yapmış ve Allah’a büyük bir söz vermiş demektir. İmanın esaslarını ve İslam’ın hükümlerini bütünüyle kabul etmekle birlikte Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi, yasaklarından kaçınmayı ve O’nun istediği şekilde iyi bir Müslüman ve iyi bir insan olmayı taahhüt etmiş demektir.
Her şeyin sahibi ve Rabbi olan Allah ile yapılan bu ahit, insana birtakım görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Söz konusu görev ve sorumlulukların en kısa ve kapsamlı ifadesi ise hayatı kelime-i tevhide şahit kılmaktır. Yani İslam’ın bütün ilke, hüküm, ölçü ve tavsiyelerini gönülden benimseyip onlara riayet etmek ve Allah’ın vahiy ve peygamberler vasıtasıyla gösterdiği yolda istikamet üzere yaşamaktır. Kelime-i tevhidin işaret ettiği hakikatin canlı şahidi ve yaşayan örneği (muvahhit) olmaktır. Bu aynı zamanda İslam’ın hayat veren ilkelerinin ve ilim, ihlas, adalet, merhamet gibi değerlerinin insanlıkla buluşturulmasının da en etkili yoludur. İnsanların İslam’ı ve onun hakikatlerini kolaylıkla kabul edip benimseyebilmesi için böyle bir şehadetten daha ikna edici ne olabilir ki?
Kelime-i tevhid, bir kurtuluş pusulasıdır. Onun şahidi olmak da huzurun, barışın ve selametin anahtarına sahip olmaktır. Nitekim Peygamberimiz, birçok hadisinde tevhide şahitlik edenlerin cehennemden kurtulup ebedî cenneti kazanacağını müjdelemiştir. (Buhari, Enbiya, 47; Müslim, İman, 46-47.) Tevhidin şahidi olmak, aynı zamanda İslam ümmetinin varoluş gayesidir. Yüce Allah’ın, “Böylece, sizler insanlara birer şahit olasınız ve peygamber de size bir şahit olsun diye sizi mutedil bir ümmet yaptık...” (Bakara, 2/143.) fermanı, bu hakikate işaret etmektedir. Cenab-ı Hakk’ın İslam ümmetine yüklediği “insanlık için şahit olma” misyonu ise ancak kelime-i tevhidin ihtiva ettiği ve Hz. Peygamber’in öğrettiği esas, ilke ve değerler ekseninde bir duruş sergilendiğinde gerçekleştirilmiş olur.
Bu bağlamda tevhidin toplumsal boyuttaki en önemli tezahürlerinden biri vahdettir. Zira tevhid bilincinin vahdeti besleyen, geliştiren ve güçlendiren bir yönü vardır. Tevhid bilinciyle yerine getirilen her ibadet, Allah’ı tazim etmenin yanı sıra vahdeti temin eden bir fonksiyona da sahiptir. Tevhid bilincinden beslenen her duygu, düşünce ve davranış, aynı zamanda müminlerin birbirlerine yaklaşmasına, dayanışmasına ve kaynaşmasına da vesiledir. Müslümanların birlik beraberliğini ve kardeşliğini pekiştiren, onları bir bedenin azaları gibi birbirine bağlayan ve bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetleyen en güçlü motivasyon kaynağı, tevhid inancıdır.
Bilinmelidir ki hayata taşınamayan bir inanç, zihin ve kalpte de barınamayacaktır. Bu yüzden şehadetle İslam ümmetinin bir ferdi hâline gelenlerden beklenen, şahitlik iddialarını yaşantılarıyla ortaya koymalarıdır. Her halükârda ahdine sadakat göstererek İslam kardeşliğinin gerektirdiği hak ve sorumluluklara riayet etmeleridir. “Müminler, ancak kardeştir.” ilkesi gereğince bütün farklılıkları zenginlik sayarak tevhid ekseninde vahdet şuuruyla tahkim edilmiş bir hayat inşa etmek için gayret sarf etmeleridir. Zira inançta tevhid, toplumda vahdet yoksa orada istikametten bahsetmek de anlamını kaybedecektir.
Bugün Müslümanlar, maalesef tarihin en vahşi katliamlarına maruz kalmaktadır. Gönül coğrafyamız, işgal, istila, savaş ve terör olaylarının kıskacında varoluş mücadelesi vermektedir. Bunun en temel sebebi, Müslümanların kendi aralarındaki parçalanmışlıkları ve tevhide şahit olacak toplumsal bir vahdeti sağlayamamış olmalarıdır. Diğer yandan çağın vebası hâline gelen dünyevileşme, bencilleşme, bireyselleşme ve yalnızlaşma gibi eğilimler, Müslümanların bugününü tehdit etmekte ve geleceğini âdeta ipotek altına almaktadır. Yaşanan bu sosyokültürel dejenerasyon, beraberinde inanç, ahlak ve medeniyet krizlerine de zemin hazırlamaktadır. Nitekim bazı Müslümanlar, bu durumdan kurtuluşu, maalesef başka dünyalara sığınmakta görmektedir. Aslında bu durum, kendi gücünün ve potansiyelinin farkına varamamanın trajik bir sonucudur. Zira Müslümanlar, tarihin tanıklık ettiği en büyük medeniyetin varisleridir. İslam dünyası, başta medeniyet müktesebatı olmak üzere insan kaynağı, jeopolitik konumu ve doğal zenginlikleri bakımından kendi sorunlarını çözebilecek; insanlığı örseleyen inanç, ahlak, değer krizlerini bertaraf edebilecek ve nihayetinde yeryüzüne yeniden iyiliği, adaleti ve merhameti hâkim kılacak büyük bir potansiyele sahiptir.
Söz konusu potansiyelin gerçekleşmesi için öncelikle zihinlerdeki hasarı telafi ederek Kur’an ve sünnet ekseninde bir tevhid anlayışı ve vahdet bilinciyle hareket etme kabiliyeti geliştirmeliyiz. Düşünceleri ifsat eden, vicdanları yaralayan, Müslümanların enerjisini sömüren ve İslam dünyasını bunaltan suni ayrılıklara son vermek için daha fazla gayret göstermeliyiz. Birbirimizi dışlamadan, ötekileştirmeden, daima birlik beraberliği, yardımlaşmayı ve dayanışmayı teşvik etmek suretiyle kendimizi, nesillerimizi ve coğrafyamızı yeni bir dirilişe hazırlamalıyız. İnanıyorum ki bu bilinçle kelime-i tevhidi hayatın serlevhası hâline getirdiğimizde yeryüzü, özlenen huzur iklimine yeniden kavuşacaktır.
Bu noktada köklü ve kalıcı bir değişime öncülük edebilmek için öncelikle mevcut durum hususunda ciddi bir farkındalığa ihtiyaç vardır. Nerede duruyoruz, potansiyelimiz nedir ve nereye gidiyoruz? Zira bireysel ve toplumsal terakkinin ilk şartı, seviyenin farkında ve istikametin bilincinde olmaktır.
Kaynak: Diyanet Aylık Dergi, Kasım 2023