Ali Rıza Temel
Haksızlık, adaletsizlik yapana zâlim, haksızlığa uğrayana da mazlum denir. Aslolan ne zâlim ne de mazlum olmaktır. “Ne haksızlık yapar, ne de haksızlığa uğrarsınız.” (Bakara, 279)
Allah zulmü hem kendi nefsine hem de kullarına haram kılmıştır. “Şüphesiz ki Allah zerre kadar haksızlık yapmaz.” (Nisa, 40) Haksızlık yapanları da şiddetle cezalandırır. “Haksızlık yapanlar nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır.” (Şuara, 227)
Peygamberler de zâlimlere karşı mazlumları koruma mücadelesi vermişlerdir. Kimisi öldürülmüş, kimisi ülkesinden sürülmüş, hepsi de çeşitli şekillerde tacize uğramışlardır.
Mazlumların yanında olmak hakdan ve haklıdan yana olmaktır. Zâlimin yanında olmak zulme ortak olmak demektir. “Haksızlık yapanlara meyletmeyin yoksa ateş size de dokunur.” (Hûd, 113) “Kim, zâlim olduğunu bildiği halde yardım etmek üzere zâlimle birlikte yürürse İslam’ın dışına çıkmış olur.” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağir, 2/155) Mazlumun yanında yer almak fazilettir. Müslümanın şiarı da mazlumun tarafında olmaktır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) peygamberlikten önce mazlumların hukukunu korumak için kurulan Hilfu’l-fudul’a üye olmuştu. Bu teşkilatın kuruluş hikayesi kısaca şöyledir: Zebit kabilesinden bir zat malını satmak üzere Mekke’ye geldi. Mekke’nin kodamanlarından Âs b. Vail onun malını satın aldı fakat ücretini vermedi. Zulme uğrayan kişi müttefik olan Abdü’d-dâr, Mahzum ve Cunah kabilelerini imdada çağırdı. Fakat bunlar yardıma yanaşmadılar. Üstelik adamı azarladılar. Bu durum karşısında sabah vakti Kureyşliler Kabe civarında evlerinde iken Ebû Kubeys dağına çıktı yüksek sesle şunları söyledi.
“Ey Fihr oğulları! Evinden ve dostlarından uzak Mekke vadisinde haksızlığa uğrayan kişinin imdadına yetişin. Bu zat ihramlı, saçı başı dağınık, umresini de henüz tamamlamamış. Hicr ile hacer arasında bulunanlar! Yetişin. Bu Kâbe, ahlâkı yüce olan kişilere lâyıktır. Zâlim ve facir elbisesi giyenlere değil.” Bu sesi duyan Zübeyr b. Abdu’l-Muttalib meydana çıkıp “Bu göz yumulacak bir hal midir?” diye seslendi. Bunun üzerin Haşim, Zühre ve Teym, Abdullah b. Cüdan’ın evinde toplandılar. Abdullah onlara yemek hazırladı ve bu kişiler, aralarında sözleştiler: Buna göre denizde bir damla su kaldıkça, Sebir ve Hıra dağı yerinde durdukça zâlimden hakkını alıncaya kadar mazlumla el ele verecekler, geçim sıkıntısı çekenlerin yanında olacaklar. Bilahare Âs b. Vâil’in yanına varıp mazlumun hakkını aldılar ve kendisine teslim ettiler. Mazlumların hukukunu korumak için kurulan bu ittifaka “Erdemliler ittifakı” denildi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ittifaktan söz ederken şöyle buyurdu: “Ben Abdullah b. Cüdân’ın evinde kurulan bir ittifaka şahit oldum. Şayet peygamber olduktan sonra da aynı ittifaka davet edilsem seve seve katılırım. Çünkü onlar gasp edilen malları sahiplerine vermek ve zâlimin mazlumu ezmesine fırsat vermemek için sözleşmişlerdi. (Salihî, sûbûlul’l-hüda; 2/154)
Hz. Peygamber (s.a.v.), hayatı boyunca daima mazlumdan yana bir tutum sergilemiş, O’nun yolunu takip eden raşid halifeler de aynı tutum içinde olmuşlardır. Nitekim Hz. Ebu Bekir (r.a.) halife seçildiğinde irad ettiği ilk hutbede; kendi katında mazlumun güçlü, zâlimin ise zayıf konumda olacağını söylemiştir.
Bütün mesele: gücü hakda görmek, başka bir ifadeyle haklıyı güçlü, haksızı güçsüz görmektir. Fakat insanlar genellikle haklı veya haksız olup olmamaya bakmaksızın güçlülerin yanında saf tutmakta, gücü hak yerine ikame etmektedirler. Zulüm; bu tutum ve anlayış sayesinde devam etmektedir. Her ne olursa olsun, zulümle âbâd olmak isteyenlerin akıbetleri berbâd olmaktadır. “Gerçek şu ki zâlimler asla iflah olmazlar.” (En’am, 21)
Mazlumların duasını almak, bedduasından sakınmak gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Kâfir bile olsa mazlumun bedduasından sakının. Zira beddua ile Allah arasında kabulünü engelleyecek bir perde yoktur.” (Aclûnî, Keşfu’l-hafâ hadis no: 75) Beddua genelde hoş karşılanmasa da mazlumlar için bedduaya izin verilmiştir. “Allah, zulme uğrayanların dışında çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz.” (Nisa, 148) Zulmedilmiş, hakkına tecavüz olunmuş olan kimse feryat edebilir, zâlim aleyhine bağıra bağıra beddua edebilir veyahut ondan yakınacak kötülüklerini söyleyebilir, hatta kötü sözlerine aynen karşılık da verebilir. Allah zulme uğrayanların feryadını dinler, halini bilir. (H. Yazır, Hak Dini, 3/111)
Mazlumların şikayeti doğrudan Mevla’ya ulaşır. Mücadele suresinin ilk ayeti bunun açık delilidir. “Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir.” (Mücadele, 14) Ayetin nüzul sebebi kısaca şöyledir: Havle binti Sa’lebe, Ensardan Evs b. Sâmit’in hanımı idi. Havle bir gün kocasından bir istekte bulunmuş, o da öfkelenip “Sen bana anamın sırtı gibisin” demiş, böylece zıhar söz konusu olmuştu. Cahiliye döneminde bu sözü söyleyene karısı haram sayılırdı. Onu bir daha alamazdı. Evs, yaptığından pişmanlık duydu. Karısına dönmek istedi. Fakat Havle yanaşmadı ve durumu Resûlullah’a arz etmeye gitti ve: “Ya Resûlallah! Evs beni eş olarak seçip evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip bir çok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Bu duruma bir çare buluver, dedi. Rasûlullah ise bir hüküm beyan etmedi. Bunun üzerine durumu Allah’a arz ederek: “Allah’ım! Yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılık acısından sana şikayette bulunuyorum. Küçük çocuklarım var. Onları Evs’e bıraksam zayi olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar, dedi ve başını göğe kaldırıp: “Allah’ım! Sana şikayet ediyorum, peygamberinin lisanına bir vahiy indir” şeklinde yalvardı. Bunun üzerine hemen ayet nazil oldu. Rasûlullah kendisine müjde vererek “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü işitmiştir” ayetini okudu.
Hz. Ömer, bu kadın yanına geldiği zaman ona ikramda bulunurdu. Bir gün Hz. Ömer insanlarla birlikte yürürken bu kadın Ömer’in durmasını istedi. O da durdu ve kadına yaklaşıp elini omzuna koydu ve onu dikkatle dinledi. Kadın bazısı sert olan sözlerini tamamlayınca Hz. Ömer’in yanındakilerden biri: Ey mü’minlerin emiri! Şu kocakarının karşısında Kureyşin erkeklerini beklettin, dedi. Hz. Ömer de: Yazıklar olsun sana! Onun kim olduğunu biliyor musun? dedi. O da “hayır, bilmiyorum” deyince. Hz. Ömer: Bu, Allah Teâlâ’nın yedi kat göğün ötesinden şikayetini dinlediği kadındır. Bu, Havle binti Sa’lebe’dir. Vallahi geceye kadar gitmeseydi, ihtiyacını bitirmeden ondan ayrılmazdım, dedi.
Zulme uğrayanlar geç de olsa Allah’ın himaye ve yardımına mazhar olmuşlardır. Bunun en canlı örneği Mekke’de müşriklerin amansız zulüm ve baskılarına uğrayıp, ülkelerini terk etmek, uzak diyarlara göç etmek zorunda kalan Müslümanladır. “Zulme uğradıktan sonra Allah uğrunda göç edenleri muhakkak ki biz bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ahiret ecri ise elbette daha büyük olacaktır. Keşke bilseler.” (Nahl, 41) Kadınlı erkekli Habeşistan’a göç etmek zorunda kalanlar bu ilahi va’de nail olmuşlar, sonunda Medine’ye yerleşmişler, bolluğa erişmişler, düşmanlarına galip gelmişler, yeni fetihlere kavuşmuşlar, hayırla anılmışlar, Mevlâ’nın rızasına nail olmuşlardır.
Bu dünyada zulüm hiç eksik olmamıştır. Kimisi güç ve servetiyle, kimisi de fakirlik ve acziyle imtihan edilmiştir. Elbette bu imtihanların neticeleri değerlendirilecek herkes hak ettiğinin karşılığını ya dünyada, ya ahirette ya da ikisinde de görecektir. “Sakın, Allah’ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece onların işini bir güne erteliyor ki, o gün gözler dehşetten yuvalarından fırlamış, başlar yukarıda bir yere sabitlenmiş, zihinler bomboş kalmış olarak toplanma yerine koşarlar.” (İbrahim, 42-43)
Zâlim, mazlumun şahsında kendine zulmeden kişidir. Zulmünü artırdıkça kendi kuyusunu derinleştirmekte, içinden çıkamaz hale gelmektedir. Firavunlar, Nemrutlar, Neronlar, Şeddatlar, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’ler zulümleri sebebiyle lanetli oldular. Zulüm ne korkunç bir suç ki kıyamete kadar sahipleri lanetle anılıyorlar. Buna mukabil mazlum Bilaller, Ammarlar, Habbab b. Eretler rahmetle yâdediliyorlar. Kim kiminle olmak ve nasıl yâd edilmek istiyorsa tercihini ona göre yapsın. Zâlimlerle olup lanetle mi, yoksa mazlumlarla olup rahmetle mi anılacağına karar versin.
Satırlarımızı mazlumların sesi Akif’in beyitleriyle sonlandıralım.
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövememKanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerimOnu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerimAdam aldırma da, geç git, diyemem aldırırımÇiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırımZâlimin hasmıyım amma severim mazlumuİrticâın şu sizin lehçede manâsı bu mu?Kaynak: Altınoluk Dergisi, 2014 - Aralık, Sayı: 346, Sayfa: 015