• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











HZ. PEYGAMBER VE SAHABE ÖRNEKLİĞİNDE SAMİMİYET

Hz. Peygamber ve Sahabe Örnekliğinde Samimiyet Prof. Dr. Bünyamin ERUL

Hz. Peygamber ve Sahabe Örnekliğinde Samimiyet 


Prof. Dr. Bünyamin ERUL
Din İşleri Yüksek Kurulu Eski Üyesi


"Sahabe ile Hz. Peygamber arasındaki ilişkide herhangi bir resmiyet yoktu. Canlarından çok sevdikleri Peygamberlerine karşı sonsuz bir güven, samimiyet, sevgi ve saygı hâkimdi. Allah Resûlü, ashabına karşı ne denli düşkün ise, sahabe de ona karşı o derece gönülden bağlı idi."

Allah tarafından insanlara rehber olarak seçilmiş tüm Peygamberlerin ortak özelliklerinden birisidir samimiyet. Bu, onların Allah’a karşı özden bağlılıklarını ifade ettiği gibi inananlarına karşı da içten bağlılık şeklinde gösterir kendini. Nitekim çeşitli ayetlerde Hz. Nuh, Hud ve Salih peygamberlerden her birinin samimi ve güvenilir oldukları ifade edilmiştir.[1]

Peygamberlerin sonuncusu olan Rahmet Elçisi de kelimenin tam anlamıyla samimiyet timsali idi. Hatta onun bu yönü, ne risalet öncesinde, ne de sonrasında değişti. Mekke’de Muhammed el-Emîn diye nitelenen bu yüce ahlakı Medine’de gelişerek devam etti. O, herkese karşı içten davrandı. Yapmacıklıktan, çıkarcılıktan, gösterişçilikten daima sakındı. Özüyle, sözüyle davasının şahidi oldu.

Hz. Peygamberin hayatına bakıldığında, samimiyetle yaşanmış bir ömür çıkar karşımıza. Tam kırk yıl Mekke halkına karşı, kalan yirmi üç yıl tüm Müslümanlara karşı samimi, örnek bir hayat sergiledi. Ashabıyla arasındaki ilişkilerde ne bir resmiyet, ne de sun’îlik vardı. Aksine tamamen tabiî ve samimi bir ilişki söz konusuydu. Bu ilişkilerde Kur’anî ve nebevî ölçüler doğrultusunda samimiyet hâkimdi.

Allah Resûlü, köle-cariye olmasına, zengin-fakir olmasına bakmaksızın herkesle ilgilenmiş, arpa ekmeğine davet edenin davetine icabet etmiştir. Özellikle bîçare ve gariplere, kimsesizlere, öksüzlere ve yetimlere değer vermiştir. Cemaate gelmeyenleri sormuş, hastaları ziyaret etmiş, cenaze namazlarını kıldırmış, borcunu ödeyemeyenlerin borcunu kendisi üstlenmiştir. Rahmet Elçisi, sosyal statüsüne bakmaksızın hemen herkese karşı son derece ince ruhlu, edep ve tevazu sahibi idi. Medine cariyelerinden biri, merhametli bir baba samimiyeti içerisindeki Hz. Peygamber’in elinden tutar, kendisini götürmek istediği yere götürünceye dek elini bırakmaz[2] , o da elini cariyenin elinden çekmezdi.[3]

Veda haccına geldiklerinde, yüz bin civarındaki ashabını o zaman için Mekke dışındaki Ebtah denilen mevkiye, açık araziye yerleştirmişti. Mekke’deki bazı akrabaları peygamberimizi Kâbe’nin yanı başındaki evlerine buyur etmişlerse de o kendi rahatını değil, ashabıyla birlikte kalmayı tercih etmişti.

Samimiyet yahut özden bağlılık denilince, iki tarafın birbirlerine karşılıklı bağından söz edilmelidir. Zira samimiyet tek taraflı olamaz. Hz. Peygamber ile ashabı arasındaki samimiyetten söz edeceğimiz bu yazımızda, aynı zamanda yöneten ile yönetilen arasındaki samimiyetin sınırları ele alınacaktır. Konu her iki tarafın da samimiyetini dile getiren iki hadis üzerinden anlatılacaktır. İlk hadisimiz, yöneticilerde olması gereken samimiyeti ifade etmektedir:

 ما من أمير يلي أمر المسلمين ثم لا يجهد لهم وينصح إلا لم يدخل معهم الجنة

Müslümanların yönetimini üstlenen fakat onlar için bütün gücüyle çalışmayıp, onlara içtenlikle davranmayan yönetici, onlarla birlikte Cennete giremez.”[4]

 ما من عبد يسترعيه الله رعية فلم يحطها بنصحه إلا لم يجد رائحة الجنة

Allah’ın kendisine bir toplumun yöneticiliğini nasip ettiği kimse, halkın tamamına aynı içtenlikle sahip çıkmazsa Cennetin kokusunu bile alamaz.”[5]

Bu iki hadisin verdiği mesaja göre, Müslüman bir yönetici, yönettiği halkına karşı samimi olmalı, onlara içten davranmalıdır. Bu durum sadece belli bir kesime dönük olmamalı, halkın tümünü kuşatmalıdır. Yani herkese karşı eşit muamele, herkese karşı adalet, herkese karşı hakkaniyet istenmektedir. Hz. Peygamber, bu konudaki hassasiyeti gereği, “Kızım Fatıma da olsa cezalandırırdım”[6] diyecek; en sevdiği sahabilerinden Üsame’nin suçlu bir hanımın cezasının düşürülmesi teklifini hiç tereddüt etmeden reddedecektir.[7] Aksi takdirde yöneticinin cennete girmesi şöyle dursun, kokusunu dahi alması mümkün olamayacaktır.

Hadisin başka bir versiyonunda ise samimiyetin zıddı olan ğill u ğışş yani aldatma hatta daha açık bir ifade ile halka ihanet etme durumundan söz edilmektedir:

لا يسترعي الله عبدا رعية يموت حين يموت وهو غاش لها إلا حرم الله عليه الجنة

Kendisine bir toplumun yöneticiliğini nasip ettiği kimse, halkını aldatıp hıyanet ederek ölürse Allah ona Cenneti haram kılar.”[8]

Hadisten açıkça anlaşılmaktadır ki, yönettiği insanlara karşı samimi bir idarecilik beklenen yönetici, bunun yerine onları aldatmaya kalkışırsa, diğer bir ifade ile onlara ihanet ederse, Allah ona cenneti haram kılacaktır.

Şu hâlde samimiyetin zıddı, aldatma ve ihanet etme demektir. Bu, hiç şüphesiz iki taraf için de söz konusudur. Yani ne yönetici halkına, ne de halk yöneticisine ihanet etmelidir.

Bazı kaynaklarımızda ‘nasihat’ kelimesinin karşılığı olarak ‘ğışş’ yani ‘aldatmak’ veya ‘adavet’ yani ‘düşmanlık’ kelimesinin kullanılması bu açıdan çok manidardır. Nitekim Allah Resûlü, husumetleşme sonrasında hasmına facirlik yapmayı, din kardeşine her türlü fısk u fücûru reva görmeyi, açıkça münafıklık alameti olarak görmekle kalmamış;[9] ğıll u ğışş içine girenleri yani her türlü entrikalara soyunanları “Bizi aldatan bizden değildir!”[10] buyurarak sert bir şekilde uyarmıştır.

Halkın yöneticisine karşı samimiyeti ise hadiste şöyle ifade edilmektedir:

الدين النصيحة قلنا لمن ؟ قال هلل ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعاماهم

Allah Resûlü, “Din, samimiyettir.” buyurunca biz: “Kime?” diye sorduk. O şöyle cevap verdi: “Allah’a, Kitabına, Resûlü’ne, Müslümanların yöneticilerine ve bütün Müslümanlara.”[11]

Peygamberimizin bu hadisi, 5 maddelik içeriği ve vermiş olduğu mesajı sebebiyle bazı âlimler tarafından İslam’ın dörtte birine denk kabul edilmiştir. Hadisimizin dördüncü maddesi, Müslümanların idarecilerine karşı samimiyetini ifade etmektedir. İdeal bir idareden söz edebilmek için idareci ile tebaa arasında karşılıklı bir bağlılığın olması kaçınılmazdır. Yukarıdan aşağıya koruyan, kollayan, emanet bilinciyle ve adalet prensibiyle sevk ve idare eden, himaye edip yöneten bir bağlılık; aşağıdan yukarıya doğru ise meşru otoriteyi can u gönülden kabul edip ona itaat ve ittiba eden, hak ve hayr işlerde daima ona arka çıkan ve destek veren bir bağlılık.

Ancak hemen belirtmeliyiz ki burada söz konusu olan, asla kayıtsız-şartsız körü körüne bir bağlılık değildir. Aksine, maruf olan işlerde itaat etmek, özden bağlanmak ve desteklemek demektir; münker olan işlerde ise samimi bir şekilde itiraz ve muhalefet etmek, onu uyarmaktır. Ayet-i kerimede Allah Resûlüne dahi “iyi işlerde isyan etmeme”[12] kaydının düşülmesi; aynı şekilde “Allah'a isyan hususunda itaat yoktur. İtaat, ancak maruf işlerdedir”[13] buyrulması, söz konusu itaatin mutlak bir itaat olmadığını ortaya koymaktadır.

Bu ayetlerin nüzul ortamı ile bu hadislerin vürud ortamını Hz. Peygamberle birlikte yaşayan sahabiler, Mekke ve Medine’de bunun birçok canlı örneğini sergilemişlerdir. Onlar, peygamberleri olduğu kadar, liderleri ve yöneticileri olan Allah Resûlü’ne itaatin eşsiz örneklerinin yanı sıra samimi bir şekilde itirazların, eleştirilerin hatta muhalefetlerin de oldukça ilginç örneklerini gerçekleştirmişlerdir.

Hz. Peygamber’e karşı sahabenin bağlılığını Hudeybiye’de müşahede imkânı bulan Kureyş’in ulularından Urve b. Mes’ud’un Kureyş’e aktardığı izlenimleri şöyledir: “Ey kavmim, vallahi ben birçok krallar gördüm, heyet olarak Kayser’e, Kisrâ’ya ve Necâşî’ye gittim. Vallahi, Muhammed’in ashabının ona tazim ettiği kadar, hiçbir kralın adamlarının tazim ettiğini görmedim...”[14] Yine Hudeybiye sulhunu yenilemek için Medine’ye gelen, fakat ne Hz. Peygamberden, ne de sahabeden olumlu bir cevap alamayan Ebu Sufyan da Mekke’ye vardığında, “Size hepsinin kalpleri tek bir kalbe bağlı bir kavimden geldim” demekteydi.[15]

Sahabenin Resûl-i Ekrem’in otoritesini kabullerinde iman, hidayet, muhabbet, teslimiyet ve samimiyet vardı. Onlar Allah Resûlü’nü her yönüyle kendilerine örnek ve rehber edinmişler, ona can u gönülden bağlanmışlardı.

Yüce Allah, Kur’an’ın birçok ayetinde, inananlara Allah ile birlikte Resûlüne de itaat etmelerini emretmiş,[16] hatta Resûle itaat eden kimsenin, Allah’a itaat etmiş olacağını,[17] keza ona biat edenlerin de Allah’a biat etmiş olacaklarını haber vermiştir.[18] Öyle ki, Allah’ı sevme iddiasında olanların, Allah sevgisine nail olabilmeleri için, Hz. Peygamber’e uymaları şart koşulmuştur.[19]

Şüphesiz, cahiliyyeyi tasvip etmeyen ya da o çirkefliğin içerisinde horlanan insanlar, kendileri için hem dünya, hem de ahiret saadetini vadeden Hz. Peygamber’e güvenmişler, inanmışlar, içtenlikle ona bağlanmışlardır. Onların bu içten bağlılıkları, onun otoritesine de uygun olarak, ona itaat edip uymayı beraberinde getirmiştir.

Sahabe ile Hz. Peygamber arasındaki ilişkide herhangi bir resmiyet yoktu. Canlarından çok sevdikleri Peygamberlerine karşı sonsuz bir güven, samimiyet, sevgi ve saygı hâkimdi. Allah Resûlü, ashabına karşı ne denli düşkün ise, sahabe de ona karşı o derece gönülden bağlı idi. Böyle bir ilişki, İslam toplumunun ilk örnek neslini, “asr-ı saadet” neslini oluşturdu. Bazı usulcülerin dediği gibi, Hz. Peygamber’in hiçbir mucizesi olmasa, onun 23 senede oluşturduğu bu sahabe toplumu, mucize olarak yeterdi. Sahabe ile Rahmet Elçisi arasındaki bu samimi ilişki, aslında Müslümanlar arasındaki alt-üst ilişkileri açısından ideal bir model oluşturmaktadır. Ve bugün, bu samimi ilişkiler ağına olan ihtiyaç, her zamankinden daha fazladır.

Resûl-sahabe arasındaki samimi ilişkiyi göstermesi bakımından şu olay dikkat çekicidir. Seleme veya Süleyman b. Sahr diye anılan bir sahabi, Ramazan orucunu tutarken nefsine hâkim olabilmek amacıyla zihâr yapar yani, eşine yaklaşmamak üzere yemin eder fakat yine de nefsine hâkim olamaz. Dayanamayıp eşi ile cinsel ilişkide bulunarak bazı rivayetlere göre orucunu[20] bazı rivayetlere göre de zihârını (yeminini) bozar. Yaptığına çok pişmandır ve bu hatasını nasıl telafi edeceğini düşünmeye başlar. İlk önce kabilesinden yardım ister ama böyle bir konudan dolayı onlardan beklediği ilgiyi göremez. Ve her şeye rağmen kararını verir ve doğru Allah Resûlü’nün huzuruna çıkar. Çok sevdiği, hürmette kusur etmediği Peygamberine açar hatasını. Yaptığından dolayı ne kadar üzgün ise, Resûl-i Ekrem’in kendisini anlayışla karşılayacağından ve bir çözüm yolu göstereceğinden de o kadar ümitlidir. Durumunu pişmanlıkla anlatan Seleme’yi, Hz. Peygamber kemal-i ciddiyetle dinler. Sonra ona keffaret olarak sırasıyla bazı cezalar ödemesini önerir. Seleme, kendisine teklif edilen köle azadı, peş peşe altmış gün oruç veya altmış fakiri doyurma cezalarından hiçbirisine güç yetiremeyeceğini bildirir. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona bir sepet hurma vererek fakirlere dağıtmasını ister. Ancak Seleme, bulunduğu muhitte kendi ailesinden daha fakirin bulunmadığını hatırlatınca, Hz. Peygamber buna hayli güler ve götürüp onu ailesiyle beraber yemesini ister. Yaşadığı bu olayı anlatan Seleme mahallesine döndüğünde onlara şöyle der: "Sizin yanınızda dar görüşlülük ve anlayışsızlık, Resûlullah (s.a.s)’ın yanında ise hoşgörü ve güzel anlayış buldum."[21]

Son derece bağlı olmalarına rağmen sahabe, zaman zaman Peygamberimizin bazı kararlarını eleştirebiliyorlardı. Enes b. Malik’in anlattığına göre, Hz. Peygamber’in Hevazin Kabilesi’nden elde ettiği ganimetlerden Kureyş’ten bazı kimselere yüzer deve verdiğini gören Ensar’dan bazı kimseler, “Allah, Resûlullah’ı bağışlasın, kılıçlarımızdan onların kanları akıp dururken, bizi bırakıp onlara veriyor?!”[22] “Savaş olunca biz çağrılıyoruz, ganimetler ise başkalarına veriliyor!” demişlerdi.[23] Bunu duyan Hz. Peygamber, onları toplayıp: “Ben bunları, ancak küfür döneminden tam kurtulamamış bazı insanları (İslam’a) ısındırmak için verdim. Yoksa o insanlar evlerine mallarıyla giderken, siz evlerinize Allah’ın Resûlü ile dönmeye razı değil misiniz? Vallahi sizin götüreceğiniz, onların götürdüklerinden daha hayırlıdır” buyurunca, onlar “Evet ey Allah’ın Resûlü, biz razı olduk” diye cevap vermişlerdir.

Yine Hz. Peygamber’in Mekke’yi fethettiğinde, Kureyş’ten intikam almayıp onları affetmesi, Ebu Sufyan’ın evine sığınanlarla evlerine girip kapılarını kapatanların güvende olduğunu ilan etmesi, Ensar da, Hz. Peygamber’in ana yurdu Mekke’ye yerleşeceği endişesini uyandırmış ve bazıları “Adamı, şehrine karşı bir rağbet, aşiretine karşı bir merhamet aldı yürüdü!” demişlerdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) “Ey Ensar topluluğu! Ben Allah’ın kulu ve Resûlüyüm, Allah’a ve size hicret ettim. Hayatım da sizinle, ölümüm de sizinle olacak!” buyurarak onların endişelerini gidermişti.”[24]

Zaman zaman bazı sahabiler, Hz. Peygamber’in birtakım tasarruflarına itiraz da edebilmişlerdi. H. 6. yılda Hz. Peygamber ve sahabe, ilk defa Kâbe’yi ziyaret etmek üzere yola çıktıklarında, Mekke’li müşrikler tarafından Hudeybiye’de durdurulmuşlar ve onlarla bir anlaşma imzalamak durumunda kalmışlardı. Zahiren şartları çok ağır ve Müslümanların aleyhine gibi gözüken bu anlaşmaya Hz. Ömer, Hz. Peygamber’e gelerek itiraz etti ve: “Sen Allah’ın hak Peygamberi değil misin? Biz hak üzere, düşmanımız bâtıl üzere değil mi? Niçin dinimizden taviz veriyoruz?” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Ben Allah’ın Resûlüyüm ve O’na isyan edecek değilim ve o bana yardım edecektir” buyurdu.[25]

Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in vadine o kadar inanmış ki, altı yıldır hasretini çektikleri Kâbe’ye gireceklerinden zerre miktarı şüphesi yoktu. Hakk’ın daima bâtıla üstün geleceğine o denli güvenmektedir ki, bâtıl tarafından engellenmeyi, yenilgiyi ve kendi ifadesiyle taviz vermeyi kabullenemiyordu. Bu inanç ve psikolojik şartlanma neticesinde, Hz. Peygamber’in gördüğü rüyasına dayanarak vadettiği Kâbe ziyaretinin gerçekleşmemesinin doğurduğu hayal kırıklığının ardından, tamamen aleyhlerine gibi gözüken böyle bir anlaşma yapılmasını, Hz. Ömer’in havsalası almıyordu. Ancak unutmamak lazımdır ki, Hz. Peygamber’in böylesi konularda ashabıyla istişare etmesi, bazen kendi reyiyle, bazen de sahabenin görüşleriyle hareket etmesi; onlara Hz. Peygamber’in savaş, barış vb. askerî ve siyasî tasarruflarına müdahale cesaretini vermişti. Elbette böylesi bir atmosfer içerisinde Hz. Ömer’in ne denli samimi olduğunu da, ne kadar cesur, gayûr ve acûl bir mizaca sahip olduğunu da unutmamak gerekir. Hz. Peygamber, samimiyetini ve mizacını çok iyi bildiği Hz. Ömer’in bu tavrını anlayışla karşılamış, onu dinledikten sonra kınama cihetine gitmemiş, inen Fetih Sûresi’ni ilk ona tebliğ etmek suretiyle onu teskin etmeye çalışmıştır.

Yukarıdaki örneklerle göstermeye çalıştığımız üzere Allah Resûlü, inananlar üzerindeki karizmasını, otoritesini asla suistimal etmemiş, onu bir baskı aracı olarak kullanmamış, zorlama yoluyla hiç kimseden mutlak itaat beklememiştir. Resûl-ashab ilişkilerinde Hz. Peygamber’in saygın bir otoritesi, bunun karşısında ise ashab-ı kiramın makul ölçülerde kendini gösteren hür iradesi ve insiyatifi söz konusudur. Bir tarafta Kur’an ve Sünnet terbiyesinde yetişmiş sahabenin medeni cesareti, bireysel görüşlerini ifade etme özgürlüğü, çeşitli ortamlarda rahatlıkla serd ettikleri sahabe öngörüsü; diğer tarafta ise, onların samimiyetine inanan, onlara güvenip taleplerini ciddiye alan, görüşlerinden yararlanan Resûl-i Ekrem’in engin hoşgörüsü vardır. İlk bakışta hem siyasi ve askeri bir lider, hem de son peygamber olan Resûl-i Ekrem’in otoritesi ile bunun karşısında ashab-ı kiramın insiyatifinden veya onların özgürlüklerinden söz etmek biraz garip gelebilirse de durum gerçekten böyledir. Bir tarafta hoşgörülü ve anlayışlı bir idare; diğer tarafta ise ihtiyaç hâlinde onun yoluna canını ve malını ortaya koyan, ama gerektiğinde de, İslam toplumunun menfaat ve maslahatı adına ona itiraz etmekten, onu eleştirmekten geri kalmayan medeni ve samimi bir irade.

Verdiğimiz bu misaller Resûl ile ashabı arasında oldukça tabiî bir ilişki ve samimi bir diyalog olduğunun en açık delilleridir. Ayrıca ashabın bu tavırlarından, onların Allah Resûlü karşısında bile ne derece geniş bir fikir hürriyeti ve tenkit zihniyeti içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Onlar, zaman zaman künhünü kavrayamadıkları veya kabullenemedikleri bazı beklenmedik davranışlarını Hz. Peygamber’e sorabilmişler, hatta onu sorgulayabilmişlerdir. Hz. Peygamber’in onlara gösterdiği engin hoşgörü ve anlayış doğrultusunda sahabe, Kur’an ve sünnete dayalı bilgileri, sahip oldukları muhakeme güçleri sayesinde Hz. Peygamber’in bir takım emirleri ve kararlarına eleştiri ve itiraz yöneltecek medenî cesaret ve olgunluğu gösterebilmişlerdir. Karşılıklı samimiyet, güven ve anlayışa dayalı bu tavırlar, sahabenin ona olan iman, itaat ve ittiba anlayışlarından hiçbir şey eksiltmemiştir.

Hz. Ebu Bekir’in halife seçilir seçilmez halka irad ettiği hutbesi, yukarıda sözü edilen samimiyet sürecinin devam ettiğini göstermektedir. İbn Hişam’ın naklettiği bu meşhur hutbesinde özetle o şöyle demektedir:

“Ey insanlar! En hayırlınız olmadığım hâlde sizin başınıza seçilmiş bulunuyorum. Şayet görevimi iyi yaparsam bana yardım edin. Fakat onu kötü yaparsam beni doğrultun!.. İçinizdeki zayıf bir kimse, hakkını alıncaya kadar benim nezdimde güçlüdür. Aranızdaki güçlü kişi ise, kendisinden zayıfların hakkını alıncaya kadar benin yanımda zayıftır... Ben Allah’a ve Resûlü’ne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat edin. Ama ben Allah’a ve Resûlü’ne isyan edersem, artık sizin bana itaat etmeniz söz konusu değildir.”

Hz. Ebu Bekir’in bu açık yürekliliği, sadece haktan ve haklıdan yana tavır koyması, kendisinin de hata yapabileceğinin bilincinde olması ve böyle bir durumda, halkından itaat beklemek bir yana, onlardan kendisini doğrultmalarını talep etmesi, Hz. Peygamber’den gördüğü ideal ahlakın tabii bir sonucu olsa gerektir. Hz. Ebu Bekir bu konuşmasında lider sıfatını taşıdığı için, tebaasından mutlak itaat beklememekte, yanıldığında kendisini düzeltmelerini bizzat istemektedir.

Hz. Ebu Bekir’in gösterdiği bu tavrın benzerini Hz. Ömer’de de görmekteyiz. Hz. Ömer bir defasında hutbe irad ederken kötü yola düşecek ve nefsani arzulara boğulacak olursa cemaatten ne yapacaklarını sordu. Bir şahıs derhal kalkarak: “Seni kılıcımızla doğrulturuz!” dedi. Hz. Ömer bu sözleri duyunca: “Cenab-ı Hakk’a çok şükür ki, yanlış yola sapacak olursam, milletin içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler vardır” dedi.

Netice olarak yöneticilerle yönetilenlerin aralarındaki mevcut ilişkileri, Resûlsahabe ilişkileri doğrultusunda yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir. Zira bize göre, Resûl-sahabe ilişkilerindeki bu tabiîlik ve samimiyet, bu anlayış ve hoşgörü, onların saadet asrını gerçekleştirmelerini sağlamıştır. Resûl-sahabe arasındaki ilişkilere benzer samimi bir ilişkinin ortaya konulması, modern çağda yeni bir saadet asrını, huzurlu ve temiz bir toplumu tesise büyük ölçüde katkıda bulunacaktır.


[1] Bkz: A’raf, 7/62, 68, 78, 79, 93; Hud, 11/34. Bu ayetlerde geçen N-S-H kökünden türeyen kullanımlar meallerimizin birçoğunda hep “öğüt vermek, öğüt veren” şeklinde çevrilmiştir. Oysa bu ifadelerin “samimi davranma, özden bağlı olma” şeklinde çevrilmesi daha uygun düşmektedir. Diğer ayetler için bkz: Tevbe, 9/91; Kasas, 28/12, 20; Tahrim, 66/8.

[2] Buharî, Edeb 61.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III. 174. 2.

[4] Müslim, İman, 229.

[5] Buharî, Ahkâm, 8.

[6] Nesâî, Kat'u's-Sârık, 6.

[7] Müslim, Hudûd 8-11.

[8] Buharî, Ahkâm, 8; Müslim, İman, 227-228.

[9] Buharî, İman, 24; Müslim, İman, 106.

[10] Müslim, İman, 164.

[11] Müslim, İman, 95

[12] Mümtehine, 60/12.

[13] Müslim, İmâre, 39; Buharî, Ahkâm, 4; Ebu Dâvud, Cihad, 87.

[14] Ahmed, Müsned, IV. 329-330.

[15] Abdurrazzâk, Musannef, V. 375-6, no: 9739.

[16] Bkz: Âl-i İmrân, 3/32, 132; Nisâ, 4/59; Mâide, 5/92; Enfal, 8/1, 20, 46.

[17] Nisâ, 4/80.

[18] Hucurât, 48/10.

[19] Âl-i İmrân, 3/31.

[20] Buharî, Savm 29-31; Müslim, Sıyâm 81-7.

[21] Tirmizî, Tefsir 59; Ebu Dâvûd, Talâk 17.

[22] Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 1; Müslim, Zekat 132-4.

[23] Buharî, Meğâzî 56.

[24] Müslim, Cihad 84-6; Ahmed, Müsned, II. 538.

[25] Abdurrazzâk, Musannef, V. 339-340; Buharî, Şurût 15.



313 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi38
Bugün Toplam807
Toplam Ziyaret5019822
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI