ÎLÂY-I KELİMETULLAH
Sözlük Anlamı: Allah'ın kelimesini yüceltmek
Istılah Anlamı: Allah'ın adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yaymak.
إِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللَّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لَا تَحْزَنْ إِنَّ اللَّهَ مَعَنَا فَأَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُوا السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Eğer siz ona (Rasûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.[1]
İslam Dinini Yaymak:
İslâm, sadece belirli bir topluma değil, bütün insanlığa gelmiştir. İslâm'ın bütün insanlara tebliğ edilmesi ve insanlık ile İslam arasına hiçbir engelin girmemesi, Allah Teâlâ'nın kelimesinin yücelmesi demektir. Dolayısıyla İslâm’ın bütün insanlığı kuşatacak şekilde yayılmasına karşı çıkanlar, insanlarla İslam’ın arasına girmiş olacak, böylece Allah'ın kelimesine saldıran bir mütecaviz durumuna geleceklerdir. İşte bu engelleyici güçleri ortadan kaldırmak için yapılacak mücadele, Allah'ın kelimesini yüceltmeye çalışmak demektir.
İnsanoğlunun Yeryüzündeki Görevi:
İnsanoğlunun yeryüzüne gönderiliş ve yaratılış gayesi, Allah'ın hakimiyetini ve hükümdarlığını kurmak, yalnız O'na kul olmak ve ibadet etmektir. İnsanı yaratılış gayesinden saptıran, Allah'a kul olmaktan çıkarıp başka şeylere kulluk etmeye sevk eden güç, kuvvet ve otoriteler, Cenâb-ı Hakk'ın din ve hakimiyetine kafa tutmuş, insanların inanç ve düşünce hürriyetlerini gasp etmiş ve toplumu bir fesat çukurunun yanına sürüklemişlerdir.
يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Saff, 8. Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
9. Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O'dur.
İlây-ı Kelimetullah Uğruna Savaşmak:
İslâm dininde aslolan, barıştır. Barış, yardımlaşma, tanışma, insanlar arasında hayrın yayılmasını sağlayan aslî durumdur. Barışla, gayri müslimlerden ancak, müslümanlara ve İslâm mesajına yönelen kötülüklerden uzak durmaları, fitne ve problemlere yol açmamaları beklenir.
وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلَّهِ فَإِنِ انْتَهَوْا فَلاَ عُدْوَانَ إِلاَّ عَلَى الظَّالِمِينَ
Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.[2]
Rasulullah buyurdu ki:
«أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا أَنْ لاَ إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَيُقِيمُوا الصَّلاَةَ، وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ، فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَصَمُوا مِنِّي دِمَاءَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ إِلَّا بِحَقِّ الإِسْلاَمِ، وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللَّهِ»
"İnsanlarla; Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun Rasulü olduğuna şehadet edinceye, namaz kılıncaya, zekat verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaparlarsa, Allah-u Teala'nın hakkı hariç, kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Sonra onların hesabı Allaha aittir."[3]
Allah için savaşta hedef, öldürmek değil; diriltmektir. Ölü kalpleri diriltmek, sönük fikirleri aydınlatmak, donuk hissiyatlara can vermektir. İnsanları yurtlarından etmek değil; onlara ebediyet yurdunu kazandırma gayretidir.
Bu diriliş hareketinin önüne çıkanlar ölümü hak etmiş olurlar. Çokların hayat bulması için, belli bir azınlığın ölmesi gerekiyorsa buna da "evet" dememiz gerek. Aksi halde çoğunluğa zulmetmiş oluruz.
İslam’da savaş, insanlara zorla İslâm dinini kabul ettirmek için değil, aksine onlara fikir ve vicdan hürriyeti vererek doğru yolu bulma imkanını elde etmeleri için yapılır.
لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لاَ انْفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.[4]
Bedir Harbinden bir önceki gece Peygamber Efendimiz, kendisi için yapılan gölgelikte bütün gecesini ibâdetle geçirmişti. Arkasından, ellerini açarak, şu duayı yaptı:
اللَّهُمَّ أَنْجِزْ لِي مَا وَعَدْتَنِي اللَّهُمَّ إِنْ تَهْلِكْ هَذِهِ الْعِصَابَةُ مِنْ أَهْلِ الْإِسْلَامِ لَا تُعْبَدُ فِي الْأَرْضِ أَبَدًا.
"Allah'ım!.. Bana yaptığın va'dini yerine getir! "Allah'ım!.. Bu bir avuç Müslüman mücâhid helak olursa, artık sana yeryüzünde ibâdet edecek kimse kalmaz."
Benzer duyguları Yahya Kelam bir şiirinde şu şekilde dizelere dökmüştür:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi!
Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi!
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam’ın.
Yahya Kemal Beyatlı
Müslümanların Diğer Dinlere Gösterdiği Hoşgörü:
Katoliklerle Protestanların çatışma halinde olduğu 1530'lu yıllarda bir Katolik kardinali: "Türkler Protestanlardan daha iyidir," çünkü onlar Hristiyanlara yaşama hakkı tanıyınca "Katolik olarak yaşamalarına izin veriyorlar. Oysa protestanlar insanın yaşamasına izin verseler bile, ruhlarını yok ediyorlar."
Protestanlılığın kurucusu Martın Luther'de Türkler hakkında olumlu görüşlere sahipti: "Türkler herkesi kendi inancında serbest bırakır fakat papa bunu yapmaz. O daha kötüdür. Papanın yönetimi beden ve ruh açısından Türklerinkinden daha katıdır."
Ehl-i Kitab ve Müşriklerin İslam’a ve Müslümanlara Bakışı:
وَدَّ كَثِيرٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّارًا حَسَدًا مِنْ عِنْدِ أَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.[5]
وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ
Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.[6]
…وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُولَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
…Onlar (müşrikler) eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.[7]
Avrupa Türkleri Niçin Sevmez?
Hitler’in zulmünden kaçarak 1933 yılında Türkiye’ye gelen İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk Fakültelerinde maliye ve iktisat dersleri veren, 1952 yılında Almanya’ya döndükten sonra Frankfurt Üniversitesinde öğretim görevliliği ve rektörlük yapan, Alman Prof. Dr. Fritz Neumark’a ülkemizi ziyarete geldiğinde: “Avrupa bizi neden sevmiyor? Ebedi düşmanlığının sebebi nedir?” diye sorulur. Cevabı aynen şöyle:
“Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır Kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince; en başta Müslüman olduğunuz için sevmezler ama faraza laiklik şöyle dursun Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler. Çünkü sizler hangi kimliğe bürünürseniz bürünün, her zaman onların korkulu rüyasısınız. Sizi silahla yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağlamaya çalışırlar. Böylece kendilerini İslamiyet tehlikesinden korumuş olacaklar.
Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındalar. En az 400 sene Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. Selçuklular Anadolu’yu Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler. Bizlere medeniyeti insanlığı öğrettiler. Avrupa Müslüman olma tehlikesi ile karşı karşıya geldi. Osmanlı Arşivi tam olarak ortaya çıkarsa bu günkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.
Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Bunun için sizler Avrupa’nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız.
Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz da varlığını devam ettirirdi. Kaldı ki Vahhabiliği kuranlar da, İngiliz sömürge Bakanlığının adamlarıdır. Batı her yerde yetiştirdiği adamları vasıtasıyla İslamiyeti sapık inançlara kanalize etti. Bütün bunlara rağmen Osmanlı’nın inancını bozamadı. Osmanlı, Asr-ı Saadeti temsil etmeğe devam etti. Bünyesinde bozuk düşünce, bozuk mezhep barındırmadı. Evet, Kilise sizlere kin kusmaktadır. Ve sebepleri bunlardır.”[8]
Tarık b. Ziyad’ın Konuşması
Târık bin Ziyâd, Emevîler zamanında, Afrika’nın fethi için vazifelendirilmişti.
Emrindeki dört gemi ve yedi bin asker ile 711 (H. 92) yılında Endülüs’e hareket etti. İspanya’nın güneyinde gemilerden inip karaya çıktılar.
Târık bin Ziyâd bütün gemileri yaktırdı, sonra da askerlerine şöyle hitap etti:
– Ey mücahid kardeşlerim! Görüyorsunuz, arkamızda deniz, önümüzde düşman var. Artık geriye dönüşümüz kalmadı. Düşmana saldırıp bu toprakları almadan başka çaremiz yoktur.
Ey askerlerim! Bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır. Kısa zamanda, düşmana saldırıp, hedefe varamaz isek, kendimizi telef etmiş ve karşı tarafa cesaret vermiş oluruz. Bunun için muhakkak düşmanı yere sermemiz lazımdır. Biliyorum ölümden korkmazsınız! Fakat ölmek çare değildir. Hedefimiz ölmek değil İslâm’ı yaymaktır.
Endülüs’ü fetheden Tarık bin Ziyad karşısına çıkan Atlas Okyanusuna karşı “Vallahi önüme bu deniz çıkmasaydı Allah’ın adını her yere yayacaktım” diye haykırır.
Osman Gazi’nin, oğlu Orhan Gazi’ye nasihati:
“Oğul! Bizim dâvâmız, kuru bir kavga ve cihangirlik dâvâsı değil, «i‘lây-ı kelimetullah»tır!”
Fatih Sultan Mehmet
Fatih Sultan Mehmet, Trabzon üzerine sefer ederken, yanında alıkoyduğu Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın validesinin, yol almadaki meşakkatten dolayı Fatih’e neden sefer için bu kadar zahmet çektiğini sorması üzerine, Fatih şu cevabı verir: “Gazamız kal’a fethetmek değildir. Bu zahmet din yolunadır. Zira bizim elimizde İslam kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.”
Fatih bu düşüncesini şu şekilde dizelere dökmüştür:
“İmtisâl-i ‘câhidû fi’llâh’ oluptur niyyetim /Dîn-i İslâm’ın mücerred gayretidir gayretim”
(Niyetim, Allah yolunda cihâd edenlere örnek olmaktır. Gayretim İslâm Dinini yüceltme gayretidir.)
Osmanlı Hukukunda meşru addedilen harplerin gerekçelerini şu haller teşkil eder:
1) İ'lây-ı kelimetullâh veya fisebilillâh cîhâd dedikleri, Allah'ın kelâmını ve dininî yüceltmek için Allah yolunda yapılan savaştır.
Sahih İslâm inancının sapık inançlardan ve mezheplerden korunması da buna dahildir. Nitekim Yavuz'un İran'a karşı ilan ettiği savaş, son sebebe dayanmaktadır. Özellikle yükselme döneminde bazı harplerin, İslâm'ın davetini yaymak için yapıldığını ifade etmek gerekmektedir. İnsanları zorla Müslüman yapmak için savaş yapılmadığı ortadadır.
Osmanlı Padişahlarının fethettikleri toprakları, cizye ve haraç vermek şartıyla tekrar eski Hristiyan idarecilere teslim etmesi, bunun delilidir.
2) Düşmanın İslâm toprağını istila etmesi veya tahammül edilemez bir şekilde hareket etmesi halinde, müdafaa harbi yapmak gerekir. Müdafaa, can, aile, din veya vatan için olabilir. Bunu kısaca nefsi müdafaa diye özetlemek mümkündür.
Buna en güzel misâl şu olaydır: II. Murad, tamamen sulha taraftar olarak, murahhaslarını barış antlaşmasını imzalamak üzere Segedin'e göndermiş idi. Kendisi oğlu Mehmed'i tahta oturtarak Manisa'ya çekilir çekilmez, Papa'nın tahrikiyle II. Murad'dan kendileri barış isteyen Macarlar ve Sırplar yeniden haçlı orduları teşkil ederek Osmanlı Devleti'ne hücum etmişlerdir. Bunu bilinen II. Kosova Meydan Muharebesi takip etmiştir. Kısaca Osmanlı Devleti'nin yaptığı harplerin önemli bir kısmı, müdafaa harbi niteliğindedir. Kanuni zamanında yapılan Belgrad ve Mohaç seferlerinin sebepleri ise, düşmanın yapılan antlaşmanın şartlarını tek taraflı olarak iptal yoluna gitmeleridir.
3) Gayri müslim bir ülkede azınlık halinde bulunan Müslümanların yardım istemeleri de meşru bir harbin gerekçesini teşkil eder. Buna biz, İslâm’ın davetini emniyet altına almak ve bu davete icabet etmek isteyen güçsüz ve zayıf kimselere destek olmak da diyebiliriz. Kısaca insanî sebepler de demek mümkündür.
وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيرًا
Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz![9]
Mesela Rodos'un fethi orada bulunan 5-6 bin kadar Müslümana zulüm yapılması ve hatta yerli ahaliye bile zulmedilmesidir. Gerçekten buradaki Müslümanları, Hıristiyan idareciler, adada esir tutmuşlar; gündüz boyunları bukağıda ve gece ise ayakları zincirde işkenceli bir hayata mecbur etmişlerdir.
İbn-i Kemal, Mohaç Seferinin sebeplerinden bir olarak Macar Valilerinin ahaliye yaptıkları zulmü göstermektedir. Nitekim gayr-ı müslim tarihçiler dahi, Bizans'ın zulmünden dolayı çok sayıda Hıristiyan reâyânın Osmanlı askerinden yardım istediğini açıkça ifade etmektedirler.
4) Münafıkları, dinden dönenleri, İslâm'ın kesin emirlerini (zekât gibi) inkâr edenleri, isyancıları ve antlaşmayı bozanları cezalandırma gayesi de meşru' bir harbin gerekçeleridir. Osmanlı Devleti'nin Anadolu Beylikleri ve Celâli isyanları ile ilgili bütün askeri hareketleri bu manada harbe girmektedir. Gerçekten Osmanlı tarihini inceleyenler, mesela Karamanoğullarının, Osmanlı orduları Bizans'ı veya bir başka gayri müslim devleti mağlup edeceği çok kritik zamanlarda, ordunun Avrupa'da bulunmasından yararlanarak, Bursa gibi Müslüman bir şehri defalarca yakıp yıktıklarını çok iyi hatırlayacaktır.
Mesela Yıldırım Bâyezid, tam İstanbul'u muhasara altına almışken, Karamanoğlunun Osmanlı topraklarına girmesi üzerine muhasarayı terk ederek Anadolu'ya geçmek mecburiyetinde kalmıştır.
Savaşta Dahi Masumlara Dokunulmaz
İbn Ömer anlatıyor: ‘Savaşlardan birisinde öldürülmüş bir kadın bulundu; bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), kadın ve çocukların öldürülmesini yasakladı’[10]
******
Rebâh b. Rebî anlatıyor: Hz. Peygamber bir savaşa çıkmıştı. Ordunun öncü kuvvetlerinin başında Hâlid bin Velîd vardı, Rasûlullah öldürülmüş bir kadına rastladı ve şöyle dedi:
“Bu öldürülmemeliydi” Sonra sahabeden bir tanesine dönerek ona:
“Halid’e yetiş ve ‘Kadınları, çocukları ve ücretle çalışanları öldürmeyin!’ de!” dedi.[11]
Enes b Mâlik, Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Allah’ın adıyla ve Rasûlullah’ın dini (milleti) üzerinde olarak sefere çıkınız, Yaşlıları, çocukları, kadınları öldürmeyin, ihanet etmeyin, sulh ve iyilik yapın, şüphesiz Allah iyilik edenleri sever”[12]
******
İbn Abbas (r.a.)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), ordularını savaşa gönderdiği zaman şöyle derdi:
“Allah’ın adıyla çıkın, Allah yolunda savaşın, haksızlık yapmayın, müsle yapmayın, çocukları ve manastırlara kapanmış kimseleri öldürmeyin!”[13]
Hazırlayan: Mehmet ERGÜN / Vaiz
[1] Tevbe, 9/40.
[2] Bakara, 2/193.
[3] Buhari.
[4] Bakara, 256.
[5] Bakara, 2/109.
[6] Bakara, 2/120.
[7] Bakara, 2/217.
[8] Yeşilay Dergisi, Haziran, 2001, sayı 811, s. 20
[9] Nisa, 4/75.
[10] Ebû Dâvûd, Cihâd, 111; İbn Mâce, Cihâd, 30; Muvatta, Cihad, 9.
[11] Ebû Dâvûd, Cihâd, 111; İbn Mâce, Cihâd, 30; Ahmed, 4/488.
[12] Ebû Dâvûd, Cihâd, 82.
[13] Müslim, Cihâd, 2; Tirmizî, Diyât, 14; İbn Mâce, Cihâd, 38.