İhlâs ve Samimiyet
İslâm'a göre, insanın yaratılış gayesi Allah'a ibadet etmektir. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ
"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (1).
İslâm'da ameller niyetlere göredir. Amellerden beklenen ecir ve sevabın alınabilmesi, ibâdetin yapılmasından daha çok, niyetin hâlis ve katkısız olmasına bağlıdır. Hadîste;
قَالَ رَسُولُ اللّهِ: إنَّمَا ا‘عْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى،
"Ameller niyetlere göredir. Her bir kimse için niyet ettiği şey vardır" (2).
İbadet, yapanın niyet ve maksadına göre üç dereceye ayrılır.
1) Allah'a, sevabını umarak ve azabından korkarak ibadet etmek. Yani Cennet ümidi veya Cehennem korkusu ile ibadet etmek.
2- Allah'a ibadetle şereflenmek veya onun emirlerine uymak ve kabul etmiş olmak için ibadet etmek.
3- Allah'a, ibadet ve tâzime lâyık olduğu için ibadet etmek. Bu ibadetin en yüksek derecesidir.
Bu dereceye hadiste "ihsan" derecesi denir. Cibril hadisinde, Cebrail aleyhisselâmın Rasulullah (s.a.s) ve sorduğu sorulardan birisi de "ihsan" olmuştur. Hz. Peygamber buna şöyle cevap vermiştir;
أَنْ تَعْبُدَ اللَّه كَأَنَّكَ تَراهُ . فإِنْ لَمْ تَكُنْ تَراهُ فإِنَّهُ يَراكَ
"İhsan; Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görmektedir" (3). Dolayısıyla İslâm'da ibadet insanın bütün davranışlarını kapsar.
Bunlardan başka bir de dünya ile ilgili bir takım faydaları olduğu için ibadet etmek vardır ki, buna ibadet etmek bile doğru değildir.
İslâm'da ibadet, kısa tanımı ile üç şekilde yapılır:
a) Beden ile yapılan ibadetler: Namaz ve oruç gibi ibadetler bu çeşit bir ibadettir. Beden ile yapılan ibadetlerde başka birini vekil tayin etmek câiz değildir. Yani bir kimse başka birinin yerine namaz kılamadığı gibi, oruç da tutamaz. Bunları herkes kendi yapmalıdır.
b) Mal ile yapılan ibadetler: İslâm'ın beş şartından biri olan zekât bu çeşit bir ibadettir. Mal ile yapılan ibadetlerde başka birini vekil yapmak câizdir.
c) Hem beden hem de mal ile yapılan ibadetler: Hac böyle bir ibadettir. Parası olduğu halde hacca gitmekten âciz olan veya herhangi bir özürden dolayı hac vazifesini yapamayan bir kimsenin başka birini yerine vekil göndermesi caizdir. (4)
İhlas ve Samimiyet
Bir şeyi saf temiz ve arıtılmış hale getirmek. Kalbi saf etmek, çıkar ve şöhret amacı güdülmeyen, içten, riyasız, samimi sevgi ve bağlılık. Yapılan ibadet ve işlerde gösterişe yer vermeme, ibadet ve taatta riyadan uzaklaşma hali ve kalbin safasına keder veren şeyden, kalbi uzak tutmak. Sırf Allah rızasını düşünmek, ona göre hareket etmek ve sadece Allah için ibadet etmek.
İhlâs; bir kalp hareketi ve ruhanî bir davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığının bir delilidir. Yalnız Allah'ın rızasını arayan bir niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile Allah'a kulluk etmesi ve bu kulluğun da ondan başkasını düşünmemesidir. Ayrıca İhlâs, "kalbi garaz şüphesi ve zan eğriliğinden temiz tutmaktır" şeklinde tarif edilmiştir. İhlâsta Hakkın rızâsı talep edilir, yapıları işlerde, riya, gösteriş, menfaat ve şöhret gayesi güdülmez.(5)
Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:
نِيَّةُ الْمُؤْمِنِ خيْرٌ مِنْ عمله
"Mü'minin niyeti (maksat ve ihlâsı) amelinden hayırlıdır." (6)
Çünkü bunlar, kalbin amelidir. İslâm nazarında da amellerin değeri, onların ortaya çıkmasına sebep olan niyet ve ihlâs ile ölçülür. Yâni bir fiilin ortaya çıkmasında onu yapan kişinin maksadı ne ise, hüküm ona göredir. Nitekim hadîs-i şerîfte bu gerçeği te'yîden:
عن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهُ قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ : إنَّمَا ا‘عْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ الى اللّهِ وَرَسُولِهِ فَهِجْرَتُهُ الى اللّهِ وَرَسُولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ الى دُنْيَا يُصِيبُهَا أوِ امْرَأةٍ يَنْكِحُهَا فَهِجْرتُهُ الى مَا هَاجَرَ إلَيْهِ. أخرجه الخمسة .
Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v) buyurdular ki:
"Ameller, niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir."(7)
"Ameller, niyetlere göredir."
Bu itibarla başta ibâdetler olmak üzere bütün hayırlı amellerin, Allâh rızâsı kasdolunarak yapılması asıldır. Bu da, ihlâs ile mümkündür. İhlâs, amelleri sırf rızâ-yı ilâhîyi kastederek îfâ etmek ve onlar üzerine nefsânî gâyelerin gölgesini düşürmemektir. Beden için rûh ne ise, amel için ihlâs da o mesâbededir. İhlâssız amel, özden mahrûm kuru bir yorgunluktan ibarettir. Bütün amelleri ulvî bir gâyeye bağlayarak ibâdet vasıf ve derecesine yükseltmek kabildir.
Gerçekten Cenâb-ı Allâh'ın diğer mahlûkâtı ile birçok beşerî ve nefsânî fiillerde müşterek kıldığı insanoğlu, bütün fiillerindeki dünyevî, bedenî ve nefsânî tatminkârlığı gâye hâline getirmek gibi bir süfliyetten kurtularak onları ilâhî rızâ maksadının emrine sokabilmek iktidarı ile yaratılışındaki mükemmelliği tezâhür ettirebilir. Bu keyfiyet, Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını, hayâtın umûmî ve nihâî bir gâyesi haline getirmek demektir ki, bütün fiilleri bu gâyeye hizmetleri vasfıyla rûhânîleştirir ve ibâdet seviyesine yükseltir.
Uyku, yemek, içmek, evlâd ve mal-mülk edinmek gibi sayısız beşerî davranış, hep rızâ-yı ilâhîyi kazanmaya medar olacak bir mecrâ içinde cereyan ettirilebildiği takdirde hakîkaten ibâdet ve hayırlar kategorisine dâhil edilmiş olur.
Bu hususta insanın üstün yaratılışına yakışan bir dirâyetle Cenâb-ı Hakk'ın rızâsından gayri bütün emelleri gönülden söküp atmak, müslümanın me'mûr bulunduğu büyük bir kahramanlıktır. Dolayısıyla Allâh katında amellerin makbûliyyetinin asıl şartı, ihlâstır.
İhlâs, Cenâb-ı Allâh'a yakınlaşabilme gâyesiyle her türlü dünyâ menfaatlerinden kalbi koruyabilmektir.
İhlâsın meyvesi ise, ihsândır. Bu da, kulun, sanki Allâh'ı görüyormuş gibi ibâdet ve davranışlarda bulunması ve kendisini her ân ilâhî müşâhede altında hissedebilmesidir.
İhlâs, kulları en büyük hayır olan ilâhî rızâya nâil eyler.
Allâh'ın mahlûkların amellerinden murâdı ancak kendi rızâsına müteveccih olan ihlâsdır. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
اِنَّآ اَنْزَلْنَآ اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ
"(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dîni Allâh'a has kılarak ihlâs ile kulluk et!.." (8)
قُلْ اِنِّى اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ
"De ki: Ben, dîni Allâh'a has kılarak ihlâslı bir şekilde O'na kulluk etmekle emrolundum." (9)
Huzûr-i ilâhîden kovulan iblîs:
قَالَ رَبِّ بِمَا اَغْوَيْتَنِى لاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِى اْلاَرْضِ وَلاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَعِينَ
اِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ
"Dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günâhları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!.." (10)
Âyette ifâdesini bulduğu gibi şeytan, ancak ve ancak ihlâsta zaaf gösterenlere musallat olabilmektedir. İhlâslı kullara ise, hiçbir tesîri mümkün değildir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, şeytanın sözlerine karşılık şöyle buyurmuştur:
قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَىَّ مُسْتَقِيمٌ
اِنَّ عِبَادِى لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلاَّ مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ
"İşte bana varan dosdoğru yol, bu (ihlâslı kullardan olmak yolu) dur. Şüphesiz ki benim kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyet (ve nüfûzun) yoktur!. Ancak azgınlardan sana uyanlar hâriç!" (11)
اِنَّ عِبَادِى لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلاً
"Elbette benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir te'sîrin olmayacaktır. (Zîrâ onları) koruyucu olarak Rabbin yeter." (12)
İhlâs, bütün ameller için zarûrî olan öyle yüce bir nîmettir ki, ona sahip olmadan kurtuluşun mümkün olmadığını ifâde için hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:
"İnsanlar helâk olur, âlimler kurtulur. Âlimler de helâk olur, amel sahibi âlimler kurtulur. Amel sahibi âlimler de helâk olur, ancak ihlâs sahibi olanlar kurtulur. Ancak bu ihlâs sahipleri de (her an bu dünyâda) büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır." (13)
Bu hakîkat, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle beyân edilir:
اِلاَّ عِبَادَ اللهِ الْمُخْلَصِينَ
"(Azâbtan) ancak Allâh'ın hâlis kulları istisnâ edilecek..." (14)
İhlâs, niyetlerin temiz ve samîmî olmasıdır ki, ibâdetlerin sıhhat ve bereketi buna bağlıdır.
İhlâssız ibâdetler, ortaklar ve kirlerle doludur. O halde ibâdetleri saflaştırıp ulvîleştirecek olan sır, ihlâsla kaimdir. Bunun zıddını âyet-i kerîme şöyle ifâde eder:
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ اَلَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلاَتِهِمْ سَاهُونَ اَلَّذِينَ هُمْ يُرَآؤُنَ
"Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar ve gösteriş için yaparlar!.." (15)
İhlâs, amellere Hakk rızâsından başka şeylerin ortak edilmesinden kalbi muhâfazadır. Ancak bu maksatla gerçekleştirilmiş olan ibâdetlere "sâlih amel" denir. Cenâb-ı Hakk buyurur:
وَاِنَّ لَكُمْ فِى اْلاَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُسْقِيكُمْ مِمَّا فِى بُطُونِهِ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَائِغًا لِلشَّارِبِينَ
"Size onların (hayvanların) karnındaki işkembe pisliği ile kan arasından hâlis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından âfiyetle geçer." (16)
Müfessirler, bu âyette beyân buyurulan misâle teşbîhen demişlerdir ki:
İhlâs da, ameli, tıpkı sütün kan ve muzahrafattan ayırt edilmesi gibi bulanıklıklardan ayırt eder. Sütün safiyyeti, kan ve pislikten arınması olduğu gibi, amellerin hâlisliği de Hakk rızâsından başka her şeyden berî kılınmasıdır.
Nitekim Cüneyd-i Bağdâdî şöyle der:
"İhlâs, ameli bulanıklıktan tasfiye etmektir."
Bir Allâh dostu der ki:
"İhlâsda iddiâlı olmak, bir nevî ihlâssızlıktır."
Dipnotlar :
1- Zariyat, 51/56
2- Buhari, Bed’ü-l Vahy, 1; Müslim, İmare, 155
3- Müslim, İman, 5-6
4- Şamil İslam Ansiklopedisi ‘’İbadet’’ maddesi
5- A.g.e. ‘’İhsan’’ maddesi
6- Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, c.6, s,185
7- Buhari, Bed’u-l Vahy, 1; Müslim, İmare, 155
8- Zümer, 39/2
9- Zümer, 39/11
10- Hicr, 15/39-40
11- Hicr, 15/41-42
12- İsra, 17/65
13- bk. Aclunî, Keşfü’l-Hafa, 2/280 no: 2795
14- Saffat, 37/40
15- Maun, 107/4-5-6
16- Nahl, 16/66
17- Müslim, İmare, 152
18- Casiye, 45/23
19- Riyazu’s-Salihin Tercemesi, Ankara 1980 c.1, s.8
20- Mülk, 67/2
21- Ankebut, 29/1-3
Kaynak: O. Nuri Topbaş, Altınoluk, Sayı: 177