AFFETMEK İNSANI YÜCELTİR
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ:
“De ki: Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (ZÜMER SURESİ – 53. AYET)
Afv kelimesi sözlükte yok etmek, silip süpürmek demektir. Dindeki anlamı ise kötülük ve haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni cezalandırmaktan vazgeçip bağışlamaktır. Afüv, Allah Teala’nın güzel isimlerinden (Esma-i Hüsna’dan) biridir ve kullarının günahlarını bağışlayıcı demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Kuşkusuz Allah afüvdür, ğafurdur (affedicidir, bağışlayıcıdır). Buyrulmaktadır. Kur’an’da Allah’ın en çok tekrarlanan isimlerinin başında O’nun bağışlayıcı ismi gelir. Küfür ve şirkin dışındaki günahları dilediği kimseden bağışlayacağı Kur’an’da bildirilmiştir.
Zümer suresinin 53. ayetinde şöyle buyrulmuştur:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ:
“De ki: Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (ZÜMER SURESİ – 53. AYET)
“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.” ifadesinin Kur’an-ı Kerim’de en çok ümit veren ayet olduğu söylenir. Ancak bu ifade, günah işleyeni Allah nasıl olsa affeder, demek değil, en büyük günahı işleyenlerin bile ümitsizliğe düşmeyerek tevbe edip Allah’a yönelmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Bir başka Ayet-i kerime de şöyledir:
نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ:
“(Ey Muhammed) (SAV) Kullarıma, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.” (HİCR SURESİ – 49. AYET)
Allah Teala âlemlere rahmet olarak gönderdiği ve en yüksek ahlaka sahip olduğunu bildirdiği Peygamberimiz (SAV)’e ve dolayısıyla biz müminlere şu talimatı verir:
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ:
“(Ey Muhammed) (SAV) af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’RAF SURESİ – 199. AYET)
Allah, bu ayet-i kerime’de üç şey emrediyor:
BİRİNCİSİ: Affedici ol, insanlarla olan ilişkilerinde hoşgörülü ol, herkesin eksiğine kusuruna bakma. Kusurları bağışlamak, özür dileyenleri affetmek, önde gelen özelliğin olsun.
İKİNCİSİ: Ma’rufu emret. Örf, güzel ve faydalı olan her iş demektir. Dinin de aklın da iyi ve güzel olduğuna hükmettiği her şey ma’ruftur.
ÜÇÜNCÜSÜ: Cahillerden yüz çevir. Düşünmeden, duygularına göre hareket eden, usul ve adap bilmeyen, büyük ve küçük tanımayan, kendini bilmez, kaba ve saygısız insanlarla ilgilenme. Cahillerin ahmakça sözlerine, akılsızca işlerine karşılık verme.
Ayet-i Kerime’de Allah Teala şöyle buyuruyor:
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْناً وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً:
“Rahman’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) selam derler. (geçerler.)” (FURKAN SURESİ – 63.AYET)
A’raf suresinin 199. ayeti nazil olduğu zaman Peygamberimiz (SAV), Cebrail (AS)’a: “Bu nedir?”diye sorunca Cebrail (AS): “Allah Teala sana haksızlık edeni bağışlamanı, sana vermeyene vermeni ve seninle ilgisini kesenlerle ilgilenmeni emrediyor.” dedi.
Bu ayetle ilgili olarak Abdullah b. Zübeyr (RA): “Allah Teala Peygamberine (SAV), insanların ahlakından affı almasını istemiştir.” demiştir.
İbni Abbas (RA) şöyle bir olay naklediyor: “Uyeyne b. Hısn bir ara Medine’ye gelmiş, kardeşi oğlu Hurr b. Kays’a misafir olmuştu. İbni Kays ise Hz Ömer (RA)’ın yakın adamlarındandı. Hz Ömer’in (RA) meclisinde genç, yaşlı birtakım kura ve fakihler bulunurdu. Halife önemli kamu işlerini bunlarla görüşür ve tartışırdı. Uyeyne, kardeşi İbni Kays’a: “Ey kardeşimin oğlu, halifenin yanında yüksek mevkiin var. Benim için izin alsan da ziyaret etsem.” dedi. O da izin aldı. Uyeyne huzura girdiğinde, halifeye hitaben: “Ey Ömer, bize ne bol dünyalık verirsin, ne de aramızda adaletle hükmedersin.” dedi. Hz Ömer (RA) kendisine bu şekilde hitap edilmesinden öfkelenerek Uyeyne’nin üzerine yürüdü. Bu sırada, kardeşi oğlu İbni Kays araya girerek: “Ey müminlerin emiri, Allah Teala Peygamberine (SAV): “Ey Muhammed (SAV), halkın kusurlarını affet, ma’ruf ile emret, kendini bilmez cahillerden yüz çevir.” buyurdu. Uyeyne de o cahillerdendir.” dedi. İbni Abbas diyor ki: “İbni Kays bu ayeti okuyunca o heybetli halife olduğu yerde çakılmış gibi irkildi. Vallahi bir adım bile ileri gitmedi.” Esasen Hz Ömer (RA)’ın, Allah Kitabının yüce katında durmak âdeti idi.
Peygamberimiz (SAV)’in hayatı incelendiği zaman, Allah’ın kendisine ve dolayısıyla bizlere olan bu talimatına nasıl uyduğu, kendisine yapılan haksızlıkları nasıl bağışladığı görülecektir. Bir insanda az çok bulunan özelliklerde birisi, onun düşmanlarına karşı hoşgörülü olmasıdır. Bir insanın, kendisine yapılan kötülüğe aşırı gitmemek kaydıyla karşılık vermesi hakkıdır. İnsan, bu hakkı kullandığı için kınanmaz. Bu hakkını kullanmaması ise bir erdemdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَاوَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ:
“Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. (Buna rağmen) Kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükâfatı, Allah’a aittir. Doğrusu O zalimleri sevmez.” (ŞURA SURESİ – 40. AYET)
Peygamberimiz (SAV), hiçbir zaman kendisine yapılan kötülüğe karşılık vermemiş, af yolunu tutmuştur. Hz Aişe (RA) şöyle diyor: “Peygamberimiz (SAV) kendisi için intikam almazdı. Ancak Allah’ın yasaklarına uyulmadığında uymayanları cezalandırırdı.”
Mekke ileri gelenleri Peygamberimiz (SAV)’e her türlü hakarette bulunmuşlardı. O’nunla alay etmişler, O’nu ölümle tehdit etmişler, yoluna dikenler serpmişler, üzerine pislik atmışlar, O’na sihirbaz, kâhin demişlerdi. Peygamberimiz (SAV)’in kendisine yapılan bütün hakaretlerin ve haksızlıkların intikamını alabileceği fırsat Mekke’nin fethedildiği gündü. İşte o gün: “Ey Kureyş topluluğu, şimdi size ne yapacağımı, nasıl davranacağımı sanırsınız?” diye sordu. Onlar hep bir ağızdan: “Hayır umarız, sen iyi bir kardeş, cömert ve şerefli bir kardeş oğlusun.” dediler. Peygamberimiz (SAV): “Yusuf’un (AS) kardeşlerine dediği gibi ben de size bugün sizi sorgulamak yok, haydi gidiniz, serbestsiniz, diyorum.” buyurdu.
Peygamberimiz (SAV)’e Taif ileri gelenlerinin yaptıkları Peygamberimiz (SAV)’i çok üzmüştü. Hatta Uhud yenilgisinden çok Taiflilerin yaptıklarından etkilenmişti. Taif yolculuğu gerçekten acıklı bir yolculuktu. Peygamberimiz (SAV) Kureyş’in adice saldırılarına uğramaya başlayınca Taif halkını uyarmayı ve onları doğru yola davet etmeyi düşündü. Kendisine ilk inananlardan Zeyd b. Harise’yi (RA) alarak Taife gitti. Orada halkın üzerinde etkinliği olan Umeyr kabilesinin üç reisi vardı: Abd-i Yalil, Mes’ud ve Habib. Peygamberimiz (SAV) bunları görerek onlara İslamiyet’i anlattı. Bunların olumlu cevabı halkın üzerinde etkili olacaktı. Bunlar çok ters cevap verdiler. Buna üzülen Peygamberimiz (SAV) onlara: “Bari gelip görüştüğümüzü saklı tutunuz.” buyurdu. Bundan maksadı Mekke’liler bunu duyarlarsa inanmış olanlara çok eziyet edebilirlerdi. Ama onlar bunu da dinlemediler: “Bizim memleketimizden çık ta nereye gidersen git.” dediler. Taifliler yalnız bu sözlerle de kalmadılar. Kendilerine gelen bir misafire insanlık kurallarını çiğneyerek hakaret ettiler. Ayak takımını da toplayarak Peygamberimize (SAV) hakaret için üzerine saldırttılar. Bunlar yolun iki tarafına sıralanarak Peygamberimizi (SAV) taşa tuttular. Mübarek ayaklarını kaldırıp yere bastıkça sağdan, soldan atılan taşlarla ayakları kana bulandı. Ayaklarına değen taşların acısı yürümesine engel olup oturdukça, kendilerini zorla ayağa kaldırıp yaralı ayaklarına yeniden taşlar atarlar ve yüreklerin dayanamadığı bu hale eğlenip gülerlerdi. Peygamberimiz (SAV)’in hayatında karşılaştığı en büyük eza bu olmuştur. Nihayet Peygamberimiz (SAV)’in pek uzak sayılmayan akrabasından Utbe b. Rebia b. Abd-i Şems ile kardeşi Şeybe’ye ait bir bağa sığınmakla izlenmekten kurtulmuş oldu. Bundan on yıl sonra Müslümanlar tarafından Taif kuşatıldığı sırada Peygamberimiz (SAV) şöyle dua etmişti: “Allah’ım, Taif halkına doğru yolu göster ve onları Müslümanlara ilhak et.” Acaba dünyada hoşgörünün bundan daha büyük bir örneğine tesadüf olunur mu? Sonuç olarak Taif’in ileri gelenleri Müslüman olmuş ve Allah’ın dinine boyun eğmişlerdi.
Peygamberimiz (SAV) hoşgörülü ve affedici idi. Taif’den üzüntü içinde dönerken Mekke’ye iki konak mesafede bulunan Karn-ı Saalip denen yere geldiğinde kendisine Cebrail (AS) gelerek: “Ey Muhammed, Allah, kavminin seninle ilgili söylediklerini şüphesiz işitti. Seni korumak istemediklerine de vakıf oldu. Allah, sana, şu dağların meleğini gönderdi, emrine amade kıldı. Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin.” dedi. Bunun üzerine de dağlar meleği Peygamberimiz (SAV)’e selam verdi. Sonra: “Ey Muhammed (SAV), Cebrail (AS)’in söyledikleri gerçektir. Sen ne istersen emrine hazırım. Eğer Ebu Kubeys ile Kayakan denilen şu iki dağın onlar üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve onları yerle bir etmesini istersen hemen emret.” dedi. O, gönlü insan sevgisi ve insanlara merhametle dolu olan Peygamberimiz (SAV) cevap verdi: “Hayır, hayır, onu istemem. İstediğim odur ki Allah bunların soyundan, yalnız Allah’a ibadet eden ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil yaratsın.” dedi.
Böyle bir durumda bu hoşgörüyü kim gösterebilirdi? Onların bunca zulüm ve işkencelerine karşı onları başka kim affedebilir ve cezalandırma imkânı kendisine verildikten sonra bundan kim vazgeçebilirdi? Hiç şüphe yok ki bu hoşgörüyü ancak Peygamberimiz (SAV) gösterebilirdi. Çünkü O, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Gönderilişinin amacı insanları cezalandırmak değil, aksine onların dünya da ahirette de mutlu olmalarını sağlamaktır.
Peygamberimiz (SAV)’in kendisine yapılanları affettiği konusunda sayısız örnekler vardır. Bir iki örnek daha vermek, O’nun yüksek ahlakını belirtmek ve O’nu örnek almak isteyenleri aydınlatmak bakımından yararlı olacaktır:
Peygamberimiz (SAV) arkadaşlarıyla Necid savaşından dönüyorlardı. Yorulmuşlardı. Ağaçlık bir yere geldiklerinde kuşluk vakti olmuştu. Burada konakladılar. Askerler ağaçların altında gölgelenmek için dağıldılar. Peygamberimiz (SAV) Semure ağacına kılıcını astı ve uyuyakaldı. O esnada bir bedevi bu durumdan yararlanarak Peygamberimiz (SAV)’in kılıcını kınından çekmiş ve Peygamberimize (SAV) hücum etmişti. Tam bu sırada Peygamberimiz (SAV) uyanmış, bedevinin elinde kılıçla üzerine kılıçla yürüdüğünü görmüştü. Bedevi bağırdı: “Ey Muhammed (SAV), şimdi seni elimden kim kurtarır?” Peygamberimiz (SAV) hiç tereddüt etmeden: “Allah kurtarır.” dedi. Bu cevap karşısında bedevinin elindeki kılıç düştü. Kılıcı alan Peygamberimiz (SAV): “Seni benden kim kurtarır?” dedi. Bedevi: “Cezalandıranların hayırlısı ol” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “Allah’tan başka ilah olamadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik eder misin?” buyurdu. Bedevi: “Hayır, fakat sana karşı savaşmamak ve savaşanlarla beraber olmamak hususunda sizinle anlaşma yapabilirim.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV) onu salıverdi. Bedevi arkadaşlarının yanına gelince onlara: “İnsanların en hayırlısının yanından geldim.” dedi ve Peygamberimiz (SAV)’in hoşgörüsünü ifade etti.
Peygamberimiz (SAV, kendisini haksızlık ve adaletsizlikle itham etme cüretinde bulunan insanları cezalandırmamış, affetmiştir. Abdullah İbni Mes’ud (RA) anlatıyor: Huneyn Savaşı sonunda Peygamberimiz (SAV) ganimet mallarını bölüştürürken bazı kimselere fazla verdi. Peygamberimiz (SAV)’in bu taksimdeki amacını anlamayanlardan birisi itiraz ederek: “Vallahi bu taksim, kendisinde adalet gözetilmeyen veya Allah rızası kastedilmeyen bir taksimdir.” dedi. İbni Mes’ud diyor ki: “Ben de Allah ve Rasülü adalet etmezse kim adalet eder? Allah Musa (AS)’a rahmet etsin. Bundan daha çok sözlerle cezalandırıldı da sabretti ve böyle kendini bilmezleri cezalandırmadı.” İbni Mes’ud diyor ki: “Peygamberimiz (SAV)’e haber verdiğim bu sözle onu üzdüğümü anladım ve bundan sonra bu gibi sözleri kendisine haber vermedim.”
Peygamberimiz (SAV), kendisine kaba davrananları daima hoşgörü ile karşılardı. Enes b. Malik (RA) anlatıyor: “Peygamberimiz (SAV) ile beraber yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından sert yakalı ve kalın bir cübbe vardı. Bir bedevi O’na ulaşarak cübbesinden kuvvetlice çekti. Peygamberimiz (SAV)’in ensesine baktım ki bedevini kuvvetli çekişinden cübbenin sertliği oraya iz bıraktı. Bedevi: “Ey Muhammed, sendeki Allah malından bana verilmesi için emret.” dedi. Peygamberimiz (SAV) bedeviye döndü ve güldü, sonra da ona bir şey verilmesini emretti.
Kur’an-ı Kerim, kaba ve çirkin hareketlerde bulunanlara, kusur işleyenlere hoşgörü ve af ile davranılmasını tavsiye etmiş ve böyle yapanları övmüştür. Bir ayet-i kerime’de şöyle buyrulur:
وَالَّذِينَ إِذَافَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْلِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَىمَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ:
“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (ALİ-İMRAN SURESİ – 134. AYET)
Bir hadis-i kutsi’de de şöyle buyrulmuştur: “Erdemliliklerin en üstünü, seninle ilişkisini keseni, senin arayıp sorman, seni mahrum bırakana senin ihsanda bulunman ve sana haksızlık edeni senin affetmendir.”
Hz Aişe (RA) validemiz Peygamberimiz (SAV)’in bir kere olsun, uğradığı haksızlıktan dolayı intikam almaya kalkışmadığını ifade etmiştir. İnsanın gücü yeterken intikam almayıp affetmesi gerçekten büyük erdemdir. İmam-ı Gazali İhya-i Ulumuddin adlı meşhur eserinde Musa (AS): “Ya Rabbi, senin yüce katında en aziz kulun kimdir?” diye sorduğunda, Allah Teala’nın: “İntikam almaya gücü yeterken affeden kimsedir.” buyurduğunu nakleder. Gerçekten de intikama gücü yettiği halde affetmek en büyük erdemdir. Böyle yapan, hem insanlar yanında hem de Allah katında derece alır.
Dersimizi Peygamberimiz (SAV)’in bir hadis-i şerifle bitirelim. Ebu Hüreyre (RA) şöyle rivayet ediyor: Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Sadaka malı eksiltmez. Af sebebiyle Allah bir kulun ancak şerefini arttırır. Bir kimse Allah için tevazu gösterirse Allah onu yükseltir.”
DİYANET AYLIK DERGİ - EYLÜL 2001