Eşler Arası Muhabbet
Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Karşılıklı olarak beslenen sevgi ve şefkat duyguları,
eşleri çevreleyen manevî bir manyetik alan oluşturur.
Bu alan bir yandan eşler arasındaki beraberliği pekiştirirken,
diğer yandan dış kaynaklı olumsuz etkilerden bir örtü,
bir zırh gibi korur.
“Kendileri ile huzur ve sükûn bulasınız diye, sizin için türünüzden eşler yaratması, aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rûm, 21)
Kur’an’ın birinci hedefi tevhid (Allah’ın varlığı ve birliği) inancını yerleştirmektir. Mukaddes kitabımız bu amacı gerçekleştirmek için çeşitli vesilelerle pek çok yerde, insanı bu inanca sahip kılacak sayısız deliller ortaya koyar. Temel olarak ya insanın kendi fizikî ve ruhî yapısı ile ya da dış (fizik) dünya ile ilgili olan bu deliller çeşitli sûrelere serpiştirilmiş durumdadır. Ancak Rûmsûresinde, bu delillerin beşi aynı anlatım yapısı ile peş peşe sıralanmıştır. İşte bunların ikincisi yukarıda anlamını verdiğimiz 21. ayet ile dile getirilmektedir.
Toplumu oluşturan en küçük fakat en köklü sosyal birimdir aile. Karşı cinsten iki insanın belli kurallar içinde bir araya gelerek hayatlarını birleştirmeleri ile aile yuvası kurulmuş oluyor. Ancak aile sadece maddî anlamda bir beraberlik değil, bazı rûhî, sosyal ve hukukî şartların bir araya gelmesi ile vücut bulan bir beraberliktir. Bu şartlar bulunursa, aile beraberliği beklenen sonuçları verir. Bu beklentilerin temelinde insanın huzur bulmasıdır. İşte ayetin “Kendileri ile huzur bulasınız diye” şeklindeki ifadesinde, ruh ve gönül dünyasını insanın tek başına düzene sokamayacağına, huzuru sadece “kendi imkânları” ile yakalayamayacağına işaret ediliyor.
Kur’an eşlerin karşılıklı olarak birbirlerinin huzur ve sükûn kaynağı olduğunun vurgusunu başka bir ayette de yapar: “Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir.” (A’râf, 189)
Beşer cinsinin ruh sükûneti ve huzuru, karşı cinslerin birbirlerini “tamamlaması” ile gerçekleşebiliyor. Bu sonucun cinsiyet yönü itibarı ile bir “zıtlık” (karşı cinsler) ürünü olduğuna dikkat edelim. İki farklı cins bir araya gelince huzur ve sükûn doğuyor. Tıpkı elektrik akımındaki zıt kutupların ampulü yakıp ışık vermesi gibi. Esasen tüm varlıklar dünyası bir “zıtlıklar uyumu”nun sahnelendiği bir alandır. Ancak bu “zıtlık”tan doğan huzur ve sükûn, eşlerin aynı türden/insan türünden olmaları gibi bir ortak payda altında oluşmaktadır. Eşler arasındaki uyumun temel kaynağı burasıdır. Her uyum aslında bir bütünleşmedir. Bütünleşme ise bütünü meydana getiren elemanların karşılıklı olarak birbirlerinin “eksiklerini” gidermeleri ile gerçekleşir.
Aile birliğinin huzur ve sükûn ortamını oluşturması sadece fizikî buluşma ile gerçekleşmiyor. Bu noktada başka “birleştirici” etkenlere ihtiyaç vardır. Bu etkenler maddî olmaktan çok ruhî ve manevîdir. İşte burada sevgi ve şefkat duyguları hemen ön plâna çıkıyor. Bu duygular iki farklı yapıyı birbirine bağlayıp bütünleştiriyor. Huzur ve sükûn da bu birleşmenin sonucu olarak ortaya çıkıyor. İşte ayette bu gerçeğe dikkat çekiliyor. Dikkat edilecek olursa, insanın huzur ve sükûn bulması iki aşamalı olarak gerçekleşiyor. Önce insana “kendi cinsinden” bir eş var edilerek, maddî alanda beraberlik gerçekleştiriliyor. İkinci aşamada bu beraberliğin rûhî birliğe dönüşmesi için, eşlere karşılıklı olarak sevgi ve şefkat duyguları bahşediliyor.
Karşılıklı olarak beslenen sevgi ve şefkat duyguları, eşleri çevreleyen manevî bir manyetik alan oluşturur. Bu alan bir yandan eşler arasındaki beraberliği pekiştirirken, diğer yandan dış kaynaklı olumsuz etkilerden bir örtü, bir zırh gibi korur. Kur’an şu ayette bu durumu dile getiriyor:
“Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.” (Bakara, 187) Ayette güçlü bir anlatım üslubu içinde, karı koca arasındaki ilişkinin tabiatını ve aslî fonksiyonunu ortaya konmaktadır. Elbise ve örtü insanı nasıl soğuktan ve sıcaktan korur, kusurlarını örterse; eşler de birbirlerine karşı öyle koruyucu, kollayıcı ve sadakatli olacaklardır. Seven, sevdiğinin kusurlarını görmez, örter, siz de öyle olun, deniyor ayette. Diğer taraftan kusurların, eksikliklerin örtülmesi, eşlerin birbirlerini koruyup kollamaları, eşler arası sevgi ve saygı bağını güçlendirecektir. “Evlilik verme ruhudur. Evlilik hayatı bir tarafın diğer tarafı ilzam ettiği zorunluluklar üzerine bina edilemez; ancak sevgi ve şefkatten kaynaklanan verme ruhu üzerine bina edilir.” (Muhammed Hüseyin Fadlullah, İslâmî Açıdan Kadın Sorunu, Terc. Ali Kaya, 3. Basım, Ağaç yay. İstanbul, 2003)
Gecenin “örtü” diye nitelendiği, “O, geceyi size bir örtü, uykuyu istirahat zamanı ve gündüzü de hareket ve çalışma vakti yapandır.” (Furkan, 47) ayetinde de “örtü” ye “koruyup kollayıcı, huzur sağlayıcı” niteliği ön plâna çıkarılmıştır.
“Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” cümlesi, ayetin odak noktasını oluşturuyor. Burada Kur’an’ın bütünü içinde temel bir vurgu olarak gündeme taşınan düşünme, ibret almak, sonuçlar çıkarmak üzere düşünme olgusuna dikkat çekiliyor. Düşünmenin toplumun yapacağı bir iş olarak sunulması da ayrı bir önem arz ediyor. Bireysel bir eylem olan düşünme işinin, toplumun bütün katmanlarında etkin olması gerekiyor. Herkes kendi çapında, yaptığı iş üzerinde, hayat hakkında, varlık dünyasına dair bir düşünce mekanizmasına sahip olmalıdır. Toplum içinde işi düşünmek olan ve kendilerine “düşünür” denen kimselerin çokça bulunması, elbette o toplum için aydınlık bir ufuk demektir. Fakat bütün toplumda ortalama bir düşünme eğilimi ve yönelişi olmaması hâlinde, düşünürlerin yeterince etkin olması beklenemez. Eşler arası muhabbetin, aile yuvası mutluluğunun kaçınılmaz şartı, Allah’ın koyduğu ölçülerin aşılmaması ve dengeli bir hayat yaşanmasıdır. Bunun için Kur’an, eşlerin ve sahip olacakları çocukların birbirleri için mutluluk kaynağı olması yolunda gerekenlerin yapılması uyarısında bulunur: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim, 6) Bu konuda müminlerin Allah’tan yardım da istemelerini öngörür.
Çünkü bütün çabaların iyi bir sonuca ulaşması, nihai olarak Allah’ın iradesi ile gerçekleşmektedir: “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle; diyenlerdir.” (Furkan, 74)
Eşler arası sevgi ve merhamet bağının, Allah’ın varlığına ve birliğine delil olarak gösterildiğine dikkat edilmelidir. Sevginin Allah’a erdirici bir öğe olduğuna önemli bir gönderme vardır bu ayette. Bazı oryantalistler, İslâm’ın “adalet” ve kılıç dini olduğunu, sevgi unsurundan yoksun bulunduğunu iddia ederler. Oysa görüldüğü gibi İslâm, sevgiyi Allah’ın varlığının delillerinden biri olarak sunmaktadır. Bu netlikteki bir dinin sevgi unsurundan yoksun olduğunu iddia etmek -eğer kasta dayanmıyorsa- açık bir bilgisizliktir.
Dinin konusu olan insan, sevgiye muhtaç olduğu kadar adalete de muhtaçtır. Birinin yokluğunda öbürü varlığının gereğini yerine getiremez. İşte İslâm bu dengeyi sağlıyor.
Fıtrat, sevgi duygusunu insanın mayasına katmıştır. Ancak bu duygu her zaman ortaya çıkacak uygun ortamı bulamaz. Bazı durumlarda bu ortamı özel olarak oluşturmak gerekir. Bazen de olumsuz ortamdan dolayı var olan sevgi, perdeler arkasına çekilebilir. Eşler arasındaki sevginin evlilik boyunca sürüp gitmesi için, rûhen ve bedenen belli bir olgunluğa ulaşılmış olması gerekir. Sevgi ve saygı bağının devamlılığını sağlama yolunda eşlerin en çok işledikleri hata, çaba harcamadan sevginin devam edeceğini zannetmeleridir. Oysa hayatın kendisi gibi, aile hayatı da bir denge sürecini temsil eder. Dengeli ve olumlu bir aile beraberliği birbirinden nefret eden eşler tarafından değil, normal rûhî yapı ve dünya görüşüne sahip eşler tarafından gerçekleştirilebilir. Birbirine karşı “çekilmez” davranışlar sergileyen, bencilliğe yenik, anlayışlı olmaktan uzak eşler bu konuda başarılı olamıyorlar.
Kur’an, aile ortamı açısından bu dengeyi kurabilmenin yolunu şöyle gösteriyor:
“Onlarla (eşlerinizle) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.” (Nisa, 19)
Demek ki, başlangıçta var gibi görünen birtakım aksaklıkların giderilmesi mümkündür. Bu tür arızalar, çok kere küçük bakış açısı değişiklikleri ile yok edilebilir. Bazı basit ve yüzeysel gerekçelerle eşler arasında soğukluğun, muhabbetsizliğin doğmasına fırsat verilmemelidir. Burada, “Evlilikte keramet vardır” atasözümüzü hatırlamakta yarar vardır.
Kaynak: Diyanet Avrupa Dergi, Sayı: 97, Yıl: Mayıs 2007