SADAKA-İ CARİYE VE HAYIR İŞLEME BİLİNCİ
I. Konunun Planı
A- Sadaka-i cariyanin tanımı
B- Önemi ve topluma yararı
C- Hayır işleme bilincinin toplumda vucut bulması
D- İyilikte ölçü
E- İyilikte yardımlaşmak
F- Hayırda yarışmak
II. Konınun Açılımı ve İşlenişi
Konuya öncelikle “Sadaka-i Cariye”nin tanımı yapılarak başlanır. Önemine vurgu yapılarak fert ve toplum için sağladığı maddi ve manevi faydaları anlatılır. Toplumda hayır işleme bilincinin yerleşmesi için neler yapılabileceğine değinilir. İnsanlar, yardımlaşmaya ve hayırda yarışmaya teşvik edilir. Hayrın büyüğü- küçüğü olmayacağı anlatılarak toplum yararına olan her türlü iyiliğin mutlaka yapılması gerektiği vurgulanarak konu toparlanır.
III. Konunun Özet Sunumu
Günümüzün şartlarında, maddenin kutsal hale getirildiği, iyilik duygularının yok olmaya yüz tuttuğu, başkalarının pek hesaba katılmadığı bir zamanda, eşyaya tutkun insan topluluklarında, İslâmın sadaka emri ve iyilikte bulunma tavsiyesi daha da önem kazanmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca olduğu gibi bugün de hiçbir toplumda, ortak bir hayat ve geleceği paylaşan insanlar aynı düzeyde değildir. Zayıfı, güçlüsü, fakiri, zengini, erkeği kadını... ile insan toplulukları hem bir tezat, hem bir âhenk meydana getirmektedirler. Tabiattaki bu başkalık, bu tezat bir hareketin kaynağını oluşturuyor ki, buna, "hayat" diyoruz.
Yaratılıştan gelen bu farklılıkla hayatın içinde yoğrulan insanlar muhakkak birbirlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Pek çok ve değişik konuda zengin fakire, güçlü zayıfa başvurmak zorunda kalmaktadır. Hiç bir zengin, "Benim kimseye ihtiyacım yoktur" diyemez. Çünkü servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır; "Benim param var, kimi istersem çalıştırırım" demesi bu gerçeği değiştirmez. Zira, kimi çalıştırıyorsa ona muhtaç oluyor demektir. Ne tarafa bakarsak bakalım bütün sosyal ilişkilerde böyle durumlarda karşılaşırız. Bütün insanların ister istemez bir başkasının gücüne, parasına, fikrine muhtaç olduğunu görürüz.
İnsanların böyle birbirine muhtaç olmaları, karşılıklı olarak yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Yardımlaşma, toplum hâlinde yaşamanın doğal bir sonucudur. Hem başkaları ile yaşamak, hem yardıma ihtiyaç duymamak imkânsızdır. Bunun için İslâmiyet yardımlaşmayı, bütün maddî ve mânevî hayatımızı kapsayacak şekilde en geniş sınırları ile ele almış ve dinî-ahlâkî bir görev olarak ortaya koymuştur. İyilik ve hayırda yarışmak, Allah yolunda harcamada bulunmak ve toplumdaki kimsesiz, fakir ve düşkünlere yardım elini uzatmak, Kur’ân-ı Kerim’in en çok üzerinde durup teşvik ettiği hususlardandır. Bir çok ayet ve hadis, kalıcı olanın, bu tür hayır ve yatırımlar olduğunu bildirmektedir.
Cenab-ı Hak; “... İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir”[1] buyuruyor. Zekât vermekten, tatlı söz ve güler yüzle davranmaya kadar her şeyin iyilik kapsamına alındığını düşünürsek, dinimizin yardımlaşma sınırını ne kadar geniş tuttuğunu daha iyi kavrarız.
Yardım anlayışının özünde fedâkârlık vardır. Maldan sevgiye kadar her şeyin bir başkasına verilmesi söz konusudur. Hiçbir iyilikte bulunamayan bir müslüman, eli ve dili ile başkalarına zarar vermemesi bile iyilik (sadaka) sayılmıştır.
“Sadaka-i Câriye”, sürekli ecir getiren sadaka anlamına gelir. İnsanların faydalandığı müesseseler kuran, eserler bırakan, ortaya faydalı bir ilim koyan, hayır ve hasenet yapan, kendisi ölse bile, insanlar o şeyden faydalandıkları müddetçe o sevabını almaya devam eder. . Dolayısıyla, sadaka-i câriye; yol, köprü, çeşme, mescit, yoksullar için aş evi, hastane ve okul gibi hayır kuruluşlarını da kapsar. İnsanlar bu gibi yerlerden yararlandığı sürece, bunları yaptıranlar, yapılmasına sebep olanlar, yol gösterenler ve destek olanlar, gerek sağlıklarında ve gerekse vefatlarından sonra sevap kazanmaya devam ederler.
İslam medeniyetinin adeta simgelerinden biri olan vakıflar, Hz. Peygamber döneminden itibaren tarih boyunca İslam toplumların sosyal yapılarını sağlamlaştırmada, sosyal dengeyi sağlamada ve yaraları sarmada etkin bir rol üstlenmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak, fakir ve kimsesizlerin yiyecek, giyecek ve barınaklarının temin edilmesi, hastaların tedavisi, ilmin yaygınlaştırılması, fakir öğrencilerin desteklenmesi, hayvanların ve çevrenin korunması, ibadethanelerin ve toplumun ihtiyacı olan bir çok tesisin yapılması, bakım ve onarımı gibi toplum yararına olarak nitelendirilebilecek hemen her alanda vakıflar büyük hizmetler görmüşlerdir.
Yukarıda örnekleri verilen “Sadaka-i Cariye”ler, kesintisiz hayır işleme bilincinin pratiğe yansımasıdır. Bu erdemli davranış, ahirete iman etmiş olmanın somut bir göstergesi, bencilliği yenmenin fiili ispatı, paylaşımın en güzel örneği ve Allah sevgisinin belirtisidir.
IV. Konu İşlenirken Başvurulabilecek Bazı Ayetler
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.”[2]
“Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”[3]
“... Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.”[4](Ayrıca bkz. Mü’minün, 23/61)
“Sonra biz o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed’in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.”[5]
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”[6] (Ayrıca bkz. Bakara, 2/215.)
Mal ile yapılacak bir yardım şekli de "karz-ı hasen" dir. "Karz" fâiz ve benzeri herhangi bir menfaat beklemeden ödünç para vermek demektir. Bu da Allah'ın övdüğü bir malî yardım şeklidir. Kur'an-ı Kerîm'de bu fedâkârlık o kadar yüceltilmiştir ki, ödünç veren kişi sanki insanlara değil Allah'a vermiş gibi telâkkî edilir:
“Şüphesiz ki sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Ayrıca onlara çok değerli bir mükafat da vardır.”[7]
V. Konu İşlenirken Başvurulabilecek Bazı Hadisler
Hz. Peygamber (a.s.) de şöyle buyurmuştur:
عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ، قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ " " اتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَبِكَلِمَةٍ طَيِّبَةٍ
“Bir hurmanın yarısı ile, bunu da bulamazsanız güzel sözle ateşten korununuz”[8]
Herkesin yararlanabileceği çeşme, köprü, cami, okul, yol, hastahâne, dispanser gibi hayır kurumları yaptırmak da mal ile yapılan yardımlardandır. Bu tür hayır eserlerine sadaka-i câriye (devamlı sadaka) denilir ki, sevabı çok fazladır. Sadaka-i câriye anlayışı, vakıfların ortaya çıkmasında çok büyük etki yapmış ve İslâm dünyasının her tarafı halka hizmet götüren vakıf kuruluşları ile dolup taşmıştır.
Bir hadiste sürekli sevap kaynağı olan ameller şöyle belirlenir:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ " إِذَا مَاتَ الإِنْسَانُ انْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إِلاَّ مِنْ ثَلاَثَةٍ إِلاَّ مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ أَوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ أَوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ "
“Ademoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnadır. Kesintisiz sadaka (sadaka-i câriye) meydana getirenler, topluma yararlı bir ilim (insan/eser) bırakanlar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk yetiştirenler.”[9]
عَنْ جَابِرٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا إِلاَّ كَانَ مَا أُكِلَ مِنْهُ لَهُ صَدَقَةٌ وَمَا سُرِقَ مِنْهُ لَهُ صَدَقَةٌ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ مِنْهُ فَهُوَ لَهُ صَدَقَةٌ وَمَا أَكَلَتِ الطَّيْرُ فَهُوَ لَهُ صَدَقَةً وَلاَ يَرْزَؤُهُ أَحَدٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ صَدَقَةٌ "
“Herhangi bir müslümanın diktiği ağaçtan yenen, çalınan ve eksilen şey, kurdun, kuşun, insanın yediği şey, o ağacı diken için sadakadır”[10]
Yararlı bir ilim bırakan da, bu ilimden, kitaptan, keşif ve icattan toplum yararlandıkça, mü'min olmak şartıyla, sürekli olarak ecir alır. Nitekim ilim, irfan ve irşatlarıyla toplumda iyi bir çığır açanın büyük mükafatına kötü çığır açanın da günahına hadiste şöyle yer verilir:
عَنْ جَرِيرٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ سَنَّ سُنَّةً حَسَنَةً عُمِلَ بِهَا بَعْدَهُ كَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ غَيْرِ أَنْ يُنْقَصَ مِنَ اجْرِهِ شَيْءٌ وَمَنْ سَنَّ سُنَّةً سَيِّئَةً كَانَ عَلَيْهِ مِثْلُ وِزْرِ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ غَيْرِ أَنْ يُنْقَصَ مِنَ اوْزَارِهِ شَيْءٌ
“Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri bu çığırı açan alır. Kötü bir çığır açan da, bununla amel edenlerin günahı kadar günahı yüklenir”[11]
Bazı ibadet ve taatların ölen bir kimse adına yapılması mümkün ve caizdir. Bunların sevabı ölüye ulaşır. Ölü nâmına verilen sadakalar başta gelir.
عَنْ عَائِشَةَ، أَنَّ رَجُلاً، أَتَى النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أُمِّيَ افْتُلِتَتْ نَفْسَهَا وَلَمْ تُوصِ وَأَظُنُّهَا لَوْ تَكَلَّمَتْ تَصَدَّقَتْ أَفَلَهَا أَجْرٌ إِنْ تَصَدَّقْتُ عَنْهَا قَالَ " نَعَمْ ".
Hz. Peygamber'e bir adam gelerek şöyle demiştir: “Ey Allah'ın elçisi! Annem ansızın öldü, vasiyet de etmedi. Öyle sanıyorum ki, konuşmuş olsa sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Acaba onun adına ben sadaka versem, anneme sevap olur mu?” demiş. Hz. Peygamber; “Evet” cevabını vermiştir.”[12]
Farz ve vacib sadaka dışındaki sadaka kapsamının genişliğini şu hadiste görmek mümkündür:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ـ رضى الله عنه ـ عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ " كُلُّ سُلاَمَى عَلَيْهِ صَدَقَةٌ ، كُلَّ يَوْمٍ تَطْلُعُ فِيهِ الشَّمْسُ يَعْدِلُ بَيْنَ النَّاسِ صَدَقَةٌ ". كُلَّ يَوْمٍ يُعِينُ الرَّجُلَ فِي دَابَّتِهِ يُحَامِلُهُ عَلَيْهَا أَوْ يَرْفَعُ عَلَيْهَا مَتَاعَهُ صَدَقَةٌ، وَالْكَلِمَةُ الطَّيِّبَةُ، وَكُلُّ خَطْوَةٍ يَمْشِيهَا إِلَى الصَّلاَةِ صَدَقَةٌ، وَدَلُّ الطَّرِيقِ صَدَقَةٌ ".
“İçinde güneş doğan her gün, insanların her bir mafsalı için kendilerine bir sadaka gerekir. Meselâ; İki kişinin arasında adaletle hükmetmen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir kimseye yardım ederek, hayvana bindirmen veya eşyasını hayvana yüklemen bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım sadakadır. Gelip geçen yolcuya rehberlik etmek bir sadakadır”[13]
Müslüman, hem kendisi için hem de tüm insanlık için hayrı istemek, hayra teşvik etmek ve kötülüklerden uzaklaşıp başkalarını da uzaklaştıramaya çalışmak durumundadır.
“... Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir...... Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”[14]
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.”[15]
VI. Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar
1- İslam'da Çocuk, 48-49, DİB.yay. Ank. 1989
2- Bkz.: Diyanet Aylık Dergi; Ağustos-1998, Sayı: 92; Şubat-1998, Sayı: 86; Nisan-1998, Sayı: 88
3- İslâmda Sosyal Dayanışma Müesseseleri, Yard. Doç. Dr. Mehmet Şeker, DİB. yay. 110
4- Bahaeddin Yediyıldız: "İslâmda Vakıf" Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul 1993, 24, a.g.y. "Vakıf" mad. İ.A. 172.
5- Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, 1-2, T.T.K., Ankara-1988.
Hazırlayan
İdris BOZKURT-Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
[1] Maide, 5/2
[2] Al-i İmran, 3/92
[3] Bakara, 2/148
[4] Maide, 5/48
[5] Fatır, 35/32
[6] Bakara, 2/177
[7] Hadid, 57/18
[8] Müslim, Sahih, Zekat, 12/68.(I.704.)
[9] Müslim, Sahih,Vasıyye, 2514.(Ⅱ.1255.); Ebû Davud, Sünen,Vesâyâ, 18/14.(Ⅲ.300.); Tirmizî, Sünen, Ahkâm, 13/36(1376).(Ⅲ.660.)
[10] Müslim, Sahih, Müsakat, 22/7,9,12.(Ⅲ.1188-1189)
[11] Müslim, Sahih, ilim, 47/15.(Ⅲ.2059), Zekat, 12/69.(I.704); Nesai, Sünen, Zekat, 23/64.(V.76-77); Darimi, Sünen, Mukaddime, 1/44.(I.107); İbn-i Mace, Sünen, Mukaddime, 1/14.(I.74); Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/357. 359-361. 362.
[12] Buhari, Sahih, Cenaiz, 23/95.(П.106); Vesaya, 55/19.(Ш.193.); Müslim, Sahih, Zekat, 12/51.(I696.); Vesıyye, 25/12,13.(П.1254); Ebu Davud, Sünen, Vesaya, 18/15.(Ш.301.); Nesai, Sünen, Vesaya, 30/7.(VI.250.)
[13] Buhârî, Sahih, Sulh, 53/11.(Ш.171); Müslim, Sahih, Zekât, 12/56.(I.699); Salatu’l-Müsâfirîn, 6/84.(I.498.); Ebû Dâvud, Tatavvu', 5/12.(П.61.); Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/316, 350, V/178
[14] Bakara, 2/272-273
[15] Al-i İmran, 3/110