KAZA VE KADERE İMAN*
I. KONUNUN PLANI
A- Giriş
1- İman nedir?
2- İman esasları nelerdir?
B- Kaza ve Kadere İman
1-Kader kavramı
2-Kaza kavramı
3-Kur”an-ı Kerim”de kaza ve kadere iman ile ile ilgili ayetler
4-Kaza ve kadere iman ile ilgili hadisler
C- Tevekkül kavramı
1- Tevekkülün tarifi
2- Tevekkül ile ilgili ayetler
3- Tevekkül ile ilgili hadisler
4- Tevekkülün kaza ve kaderle ilişkisi
D- Kaza ve kaderde insan iradesinin rolü
1- İrade-i külliye
2- İrade-i cüz’iyye
3- İnsanın yapıp ettiklerinden sorumlu olması
E- Kaza ve kader değişir mi?
F- Kaza ve kadere imanın insana sağladığı faydalar.
II. KONUNUN AÇILIMI VE İŞLENİŞİ
Konuya iman kavramı açıklanarak başlanır. Daha sonra iman esaslarının nelerden oluştuğu açıklanır. İman eden kimselerin cennete, iman etmeyen kimselerin ise cehenneme gidecekleri ayeti kerimelerden örnek verilerek açıklanır. Bundan sonra kaza ve kadere imana geçilir. Kader ve kaza kavramları açıklanır. Bu arada tevekkül kavramına girilir, kaza ve kaderle ilişkisi açıklanır. Kaza ve kadere imanın insana sağladığı psikolojik faydalardan bahsedilerek vaaz bitirilir.
III. KONUNUN ÖZET SUNUMU
İnsanlar yaratılış itibarı ile bir yaratıcıya iman etmeye meyilli olarak yaratılmıştır. En ilkel ya da ücra topluluklarda bile insanların bir şeylere inanmış olmaları kişide yüce bir yaratıcıya inanma duygusunun fıtri olduğunu gösteren enaçık delildir. Tarihen görülmüştür ki, çok mükemmel olan insan aklı tek başına Allah’ı bulmada yeterli olsa da, onun sıfatları konusunda ve detaylarda yolunu şaşırmış ve çoğunlukla da Yüce yaratıcıyı müşahhaslaştırıp elle tutulur gözle görülür hale getirmiştir. Bu ise yanlıştır. Doğru olan ise yüce yaratıcıyı ve inanılması gereken şeyleri doğru kaynaktan yani Kur’an’dan öğrenmektir. Kur’an da ise kaza ve kadere imana işaret eden ayetler vardır.
Sözlükte ölçmek, tahmin etmek ölçüp takdir ederek tayin etmek; güç yetirmek ve kudret anlamlarına gelen kader, dinî bir terim olarak, Allah'ın ebede kadar olacak şeyleri, bunların zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasıl ve ne zamanda olacaklarsa onların tamamını ezelde bilip bu bilgi doğrultusunda takdir etmesine denir. Bu durumda kader Allah'ın ilim sıfatını ilgilendirmektedir. O halde kader, Allah'ın ilmi doğrultusunda, kainatı ve ondaki her şeyi belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilâhî bir kanundur. Bu konuda Kur'an’da şöyle buyurulmaktadır: “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer 54/49); “Allah her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin artırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi bilir. Her şey O'nun katında bir ölçüyledir.” (Ra’d,13/8); “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçü ile indiririz.” (Hicr 15/21); “… O her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkân,25/2). "Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır." (Hadîd 57/22).
Kazâ ise, Cenab-ı Hakk'ın ezelde irade etmiş olduğu ve takdir buyurduğu şeylerin, zamanı gelince her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Bu takdirde kaza, Allah'ın tekvin sıfatını ilgilendiren bir konu olmaktadır. Bu tanım, İmam Mâtüridî ve taraftarlarına göredir. Eş’arîler ise kazayı daha farklı bir şekilde tarif etmişlerdir: Kaza; hüküm mânâsınadır. Allah'ın eşyayı sonradan nasıl olacaksa ezelde öylece irade etmesidir. Kader ise, Allah'ın her şeyi vakti gelince, ezelî ilmine uygun olarak, irade ettiği şekilde yaratmasıdır.
Tevekkül ise müslümanların kadere olan inançlarının tabii bir sonucudur. Tevekkül eden kimse Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı bir kimsedir. Fakat kadere inanmak da tevekkül etmek de tembellik, miskinlik demek olmadığı gibi, çalışma ve ilerlemeye mani de değildir. Çünkü her müslüman olayların, ilahî düzenin ve kanunların çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Yani tohum ekilmeden ürün elde edilmez. İlaç kullanılmadan tedavi olunmaz. Salih ameller işlenmedikçe Allah'ın rızası kazanılmaz ve dolayısıyla cennete girilmez. Öyleyse tevekkül, çalışıp çabalamak, çalışıp çabalarken Allah'ın bizimle olduğunu hatırdan çıkarmamak ve sonucu Allah'a bırakmaktır.
IV.KONUYA ŞU AYETLE BAŞLANABİLİR
مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. [1]
Aşağıdaki ayet kişilerin yapıp ettiklerinden cüz’i iradeleri olması sebebi ile sorumlu olduklarını göstermektedir.
وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ
Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.[2]
Kaza, kader ve tevekkül ile ilgili olarak faydalanılabilecek diğer ayetler ise şunlardır: Furkan 25/2; Tevbe, 9/51; Al-i İmran 3/159, 122, 160; Maide 5/11; İbrahim 14/11;Teğabun 64/13; Talak 65/3, Kamer 54/49; Ra’d, 13/8; Hicr, 15/21.
V.KONU İŞLENİRKEN BAŞVURULABİLECEK BAZI HADİSLER
عَنِ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ قَالَ بَيْنَمَا نَحْنُ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ ص ذَاتَ يَوْمٍ إِذْ طَلَعَ عَلَيْنَا رَجُلٌ شَدِيدُ بَيَاضِ الثِّيَابِ شَدِيدُ سَوَادِ الشَّعَرِ لاَ يُرَى عَلَيْهِ أَثَرُ السَّفَرِ وَلاَ يَعْرِفُهُ مِنَّا أَحَدٌ حَتَّى جَلَسَ إِلَى النَّبِيِّ ص فَأَسْنَدَ رُكْبَتَيْهِ إِلَى رُكْبَتَيْهِ وَوَضَعَ كَفَّيْهِ عَلَى فَخِذَيْهِ وَقَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِي عَنِ الإِسْلاَمِ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ ص " الإِسْلاَمُ أَنْ تَشْهَدَ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ وَتُقِيمَ الصَّلاَةَ وَتُؤْتِيَ الزَّكَاةَ وَتَصُومَ رَمَضَانَ وَتَحُجَّ الْبَيْتَ إِنِ اسْتَطَعْتَ إِلَيْهِ سَبِيلاً . قَالَ صَدَقْتَ . قَالَ فَعَجِبْنَا لَهُ يَسْأَلُهُ وَيُصَدِّقُهُ . قَالَ فَأَخْبِرْنِي عَنِ الإِيمَانِ . قَالَ " أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ " . قَالَ صَدَقْتَ . قَالَ فَأَخْبِرْنِي عَنِ الإِحْسَانِ . قَالَ " أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ " . قَالَ فَأَخْبِرْنِي عَنِ السَّاعَةِ . قَالَ " مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنَ السَّائِلِ " . قَالَ فَأَخْبِرْنِي عَنْ أَمَارَتِهَا . قَالَ " أَنْ تَلِدَ الأَمَةُ رَبَّتَهَا وَأَنْ تَرَى الْحُفَاةَ الْعُرَاةَ الْعَالَةَ رِعَاءَ الشَّاءِ يَتَطَاوَلُونَ فِي الْبُنْيَانِ " . قَالَ ثُمَّ انْطَلَقَ فَلَبِثْتُ مَلِيًّا ثُمَّ قَالَ لِي " يَا عُمَرُ أَتَدْرِي مَنِ السَّائِلُ " . قُلْتُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ . قَالَ " فَإِنَّهُ جِبْرِيلُ أَتَاكُمْ يُعَلِّمُكُمْ دِينَكُمْ " .
Abdullah b. Ömer(ra) den: Babam Ömer İbnu'l-Hattâb (ra) bana şunu anlattı: "Ben Hz. Peygamber (sav)'in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (sav)'in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver! Haz. Peygamber (sav) açıkladı: "İslâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah'a haccetmendir." Yabancı: "-Doğru söyledin" diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik.Sonra tekrar sordu: "Bana iman hakkında bilgi ver?"Hz. Peygamber (sav) açıkladı: "Allah'a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmandır." Yabancı yine: "Doğru söyledin!" diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: "Bana ihsan hakkında bilgi ver?"Hz. Peygamber (sav) açıkladı: "İhsan Allah'ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de O seni görüyor."Adam tekrar sordu: "Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?"Hz. Peygamber (sav) bu sefer: "Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmiyor!" karşılığını verdi. Yabancı: "Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!" dedi. Hz. Peygamber (sav) şu açıklamayı yaptı: "Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim'in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir." Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. -Bu ifade Müslim'deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (sav)'le karşılaştım" şeklindedir- Hz. Peygamber (sav) Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince şu açıklamayı yaptı: "Bu Cebrail (as)di. Size dininizi öğretmeye geldi."[3]
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ خَرَجَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ ص وَنَحْنُ نَتَنَازَعُ فِي الْقَدَرِ فَغَضِبَ حَتَّى احْمَرَّ وَجْهُهُ حَتَّى كَأَنَّمَا فُقِئَ فِي وَجْنَتَيْهِ الرُّمَّانُ فَقَالَ " أَبِهَذَا أُمِرْتُمْ أَمْ بِهَذَا أُرْسِلْتُ إِلَيْكُمْ إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ حِينَ تَنَازَعُوا فِي هَذَا الأَمْرِ عَزَمْتُ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تَتَنَازَعُوا فِيهِ " . قَالَ أَبُو عِيسَى وَفِي الْبَابِ عَنْ عُمَرَ وَعَائِشَةَ وَأَنَسٍ . وَهَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ لاَ نَعْرِفُهُ إِلاَّ مِنْ هَذَا الْوَجْهِ مِنْ حَدِيثِ صَالِحٍ الْمُرِّيِّ . وَصَالِحٌ الْمُرِّيُّ لَهُ غَرَائِبُ يَنْفَرِدُ بِهَا لاَ يُتَابَعُ عَلَيْهَا .
Ebu hüreyre (ra) den rivayet olunmuştur. Bir gün biz kader hakkında konuşuyorken peygamber çıkageldi. Bize kızdı. Kızgınlığından yüzü kızardı. Hatta nar gibi kızardı. Ve dedi ki: "Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi peygamber olarak gönderildim? Şunu biliniz ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara başladıkları zaman helak olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz"[4]
عَنْ سَلْمَانَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ص " لاَ يَرُدُّ الْقَضَاءَ إِلاَّ الدُّعَاءُ وَلاَ يَزِيدُ فِي الْعُمُرِ إِلاَّ الْبِرُّ
Selman (ra) dan rivayet edilmiştir. Peygamber (sav ) şöyle buyurmuştur. “ Allah’ın kaza’sı ancak dua ile değişir. Ömür de ancak iyilikle uzar.”[5]
عَنْ عَلِيٍّ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ص " لاَ يُؤْمِنُ عَبْدٌ حَتَّى يُؤْمِنَ بِأَرْبَعٍ يَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنِّي مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ بَعَثَنِي بِالْحَقِّ وَيُؤْمِنُ بِالْمَوْتِ وَبِالْبَعْثِ بَعْدَ الْمَوْتِ وَيُؤْمِنُ بِالْقَدَرِ " .
Ali (ra) dan: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “ Bir kul şu dört şeye inanmadıkça iman etmiş olamaz. 1- Allahtan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın göndermiş olduğu hak rasulü olduğuma 2-Ölüme 3- öldükten sonra dirilmeye 4- Kadere” .[6]
عَنْ سَعْدٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ص " مِنْ سَعَادَةِ ابْنِ آدَمَ رِضَاهُ بِمَا قَضَى اللَّهُ لَهُ وَمِنْ شَقَاوَةِ ابْنِ آدَمَ تَرْكُهُ اسْتِخَارَةَ اللَّهِ وَمِنْ شَقَاوَةِ ابْنِ آدَمَ سَخَطُهُ بِمَا قَضَى اللَّهُ لَهُ
Sa’d (ra) dan: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “ Allah’ın kazasına kulun rıza göstermesi Ademoğlunun mutluluğundandır. Allah’tan hayır istemeyi terk etmesi ve Allah’ın kendisi ile ilgili olarak hükmettiği şeye kızması insanoğlunun şakiliğindendir.” [7]
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ كَانُوا يَحُجُّونَ وَلاَ يَتَزَوَّدُونَ - قَالَ أَبُو مَسْعُودٍ كَانَ أَهْلُ الْيَمَنِ أَوْ نَاسٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ يَحُجُّونَ وَلاَ يَتَزَوَّدُونَ - وَيَقُولُونَ نَحْنُ الْمُتَوَكِّلُونَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ { وَتَزَوَّدُوا فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى } الآيَةَ .
İbn Abbas (ra) dan: Bir kısım kimseler yanlarına azık almadan haccediyorlar (dileniyorlardı). Ebu Mes’ud dedi ki: Bunlar yemen halkı ya da yemen halkından bir gurub idi. Haccediyorlar ama azık almıyorlar (dileniyorlar) ve biz tevekkül ediyoruz diyorlardı. Bunun üzerine “Azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır” ( Bakara, 2/ 197) ayeti nazil oldu.[8]
أن عمربن الخطاب أتى على قوم فقال : ما أنتم ؟ قالوا : نحن المتوكلون ،قال بل أنتم المتكلون ، ألا أخبركم بالمتوكلين ؟ رجل ألقى حبة في بطن الأرض ثم توكل على ربه.
Hz. Ömer bir topluluğa geldi ve onlara sordu. –Sizler kimsiniz? Onlar- Bizler tevekkül’de bulunanlarız dediler. O da – Hayır siz mütevekkil değil hazır yiyicilersiniz, Size mütevekkilin kim olduğunu haber vereyim mi? dedi ve ekledi -Mütevekkil kişi toprağı sürüp tohumu eker sonra rabbine tevekkül eder” dedi.[9]
عَنْ الْمُغِيرَةِ بْنِ أَبِي قُرَّةَ السَّدُوسِيُّ، قَالَ سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ، يَقُولُ قَالَ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَعْقِلُهَا وَأَتَوَكَّلُ أَوْ أُطْلِقُهَا وَأَتَوَكَّلُ قَالَ " اعْقِلْهَا وَتَوَكَّلْ "
Müğıre bin Ebi Gurre es-Sedüsiyyü (ra) den: Enes İbn Malik (ra) ‘in şöyle dediğini duydum : Bir adam devesi ile beraber geldi ve dedi ki: Ey Allah’ın rasülü Deveyi bağlayıpda mı tevekkül edeyim yoksa bırakıpda mı tevekkül edeyim? Peygamber cevaben şöyle dedi : Deveni bağla ondan sonra Allah’a tevekkül et. [10]
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ، أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ ـ رع ـ خَرَجَ إِلَى الشَّأْمِ حَتَّى إِذَا كَانَ بِسَرْغَ لَقِيَهُ أُمَرَاءُ الأَجْنَادِ أَبُو عُبَيْدَةَ بْنُ الْجَرَّاحِ وَأَصْحَابُهُ، فَأَخْبَرُوهُ أَنَّ الْوَبَاءَ قَدْ وَقَعَ بِأَرْضِ الشَّأْمِ. قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ فَقَالَ عُمَرُ ادْعُ لِي الْمُهَاجِرِينَ الأَوَّلِينَ. فَدَعَاهُمْ فَاسْتَشَارَهُمْ وَأَخْبَرَهُمْ أَنَّ الْوَبَاءَ قَدْ وَقَعَ بِالشَّأْمِ فَاخْتَلَفُوا. فَقَالَ بَعْضُهُمْ قَدْ خَرَجْتَ لأَمْرٍ، وَلاَ نَرَى أَنْ تَرْجِعَ عَنْهُ. وَقَالَ بَعْضُهُمْ مَعَكَ بَقِيَّةُ النَّاسِ وَأَصْحَابُ رَسُولِ اللَّهِ ص وَلاَ نَرَى أَنْ تُقْدِمَهُمْ عَلَى هَذَا الْوَبَاءِ. فَقَالَ ارْتَفِعُوا عَنِّي. ثُمَّ قَالَ ادْعُوا لِي الأَنْصَارَ. فَدَعَوْتُهُمْ فَاسْتَشَارَهُمْ، فَسَلَكُوا سَبِيلَ الْمُهَاجِرِينَ، وَاخْتَلَفُوا كَاخْتِلاَفِهِمْ، فَقَالَ ارْتَفِعُوا عَنِّي. ثُمَّ قَالَ ادْعُ لِي مَنْ كَانَ هَا هُنَا مِنْ مَشْيَخَةِ قُرَيْشٍ مِنْ مُهَاجِرَةِ الْفَتْحِ. فَدَعَوْتُهُمْ، فَلَمْ يَخْتَلِفْ مِنْهُمْ عَلَيْهِ رَجُلاَنِ، فَقَالُوا نَرَى أَنْ تَرْجِعَ بِالنَّاسِ، وَلاَ تُقْدِمَهُمْ عَلَى هَذَا الْوَبَاءِ، فَنَادَى عُمَرُ فِي النَّاسِ، إِنِّي مُصَبِّحٌ عَلَى ظَهْرٍ، فَأَصْبِحُوا عَلَيْهِ. قَالَ أَبُو عُبَيْدَةَ بْنُ الْجَرَّاحِ أَفِرَارًا مِنْ قَدَرِ اللَّهِ فَقَالَ عُمَرُ لَوْ غَيْرُكَ قَالَهَا يَا أَبَا عُبَيْدَةَ، نَعَمْ نَفِرُّ مِنْ قَدَرِ اللَّهِ إِلَى قَدَرِ اللَّهِ، أَرَأَيْتَ لَوْ كَانَ لَكَ إِبِلٌ هَبَطَتْ وَادِيًا لَهُ عُدْوَتَانِ، إِحْدَاهُمَا خَصِبَةٌ، وَالأُخْرَى جَدْبَةٌ، أَلَيْسَ إِنْ رَعَيْتَ الْخَصْبَةَ رَعَيْتَهَا بِقَدَرِ اللَّهِ، وَإِنْ رَعَيْتَ الْجَدْبَةَ رَعَيْتَهَا بِقَدَرِ اللَّهِ قَالَ فَجَاءَ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَوْفٍ، وَكَانَ مُتَغَيِّبًا فِي بَعْضِ حَاجَتِهِ فَقَالَ إِنَّ عِنْدِي فِي هَذَا عِلْمًا سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ " إِذَا سَمِعْتُمْ بِهِ بِأَرْضٍ فَلاَ تَقْدَمُوا عَلَيْهِ، وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلاَ تَخْرُجُوا فِرَارًا مِنْهُ ". قَالَ فَحَمِدَ اللَّهَ عُمَرُ ثُمَّ انْصَرَفَ.
İbni Abbâs (ra) den rivayet edildiğine göre, Ömer İbni Hattâb (ra) Şam'a doğru yola çıktı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkomutanı Ebû Ubeyde İbni Cerrâh ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve Şam'da vebâ hastalığı baş gösterdiğini ona haber verdiler. İbni Abbâs'ın dediğine göre, Hz. Ömer ona: – Bana ilk muhacirleri çağır, dedi; ben de onları çağırdım. Ömer, onlarla istişare etti ve Şam'da vebâ salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onlar, nasıl hareket edilmesi gerektiğinde ihtilaf ettiler. Bazıları: – Sen belirli bir iş için yola çıktın; geri dönmeni uygun bulmuyoruz, dediler. Bazıları da:– Halkın kalanı ve Resûlullah (sav)in ashabı senin yanındadır. Onları bu vebânın üstüne sevk etmenizi uygun görmüyoruz, dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer:– Yanımdan uzaklaşınız, dedi. Daha sonra:– Bana ensarı çağır, dedi; ben de onları çağırdım. Fakat onlar da muhacirler gibi ihtilâfa düştüler. Hz. Ömer:– Siz de yanımdan gidiniz, dedi. Sonra:
– Bana Mekke'nin fethinden önce Medine'ye hicret etmiş olan ve burada bulunan Kureyş muhacirlerinin yaşlılarını çağır, dedi. Ben onları çağırdım; onlardan iki kişi bile ihtilaf etmedi ve:
– Halkı geri döndürmeni ve bu vebânın üzerine onları götürmemeni uygun görüyoruz, dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer insanlara seslendi ve:– Ben sabahleyin hayvanın sırtındayım, siz de binin, dedi. Ebû Ubeyde İbni Cerrâh (ra):– Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun? dedi. Hz. Ömer:– Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! dedi. Ömer, Ebû Ubeyde'ye muhalefet etmek istemezdi. Sözüne şöyle devam etti:– Evet Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah'ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allah'ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın? İbni Abbâs der ki:– O sırada, birtakım ihtiyaçlarını karşılamak için ortalarda görünmeyen Abdurrahman İbni Avf (ra) geldi ve:– Bu hususta bende bilgi var; Resûlullah (sav): "Bir yerde vebâ olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde vebâ ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız" buyururken işitmiştim, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) Allah'a hamd etti ve oradan ayrılıp yola koyuldu.[11]
IV. YARARLANILABİLECEK BAZI KAYNAKLAR
1- DİA Kaza ve kader maddesi.
2- Buhari, Sahih, Kitabü’l- Kader; Müslim, Sahih, Kitabü’l- Kader;
3- İslam inancında temel kavramlar : Allah, melek, kitap, peygamber, hesap günü ve kaza kader , Taner Cücü.
4- Kaza-kader : hayır ve şer: rızık, ecel ve tevekkül , M. Kenan Çığman.
* Bu vaaz projesi Din İşleri Yüksek Kurulu uzmanı Hüseyin YILMAZ tarafından hazırlanmıştır.
[1] Hadid, 57/22.
[2] Şura, 42/30.
[3] Müslim, İman, 1.
[4] Tirmizî, Kader, l.
[5] Tirmizi, Kader, 6.
[6] Tirmizi, Kader, 10.
[7] Tirmizi, Kader, 15.
[8] Ebu Davud, Menasik, 4.
[9] Şuabü’l-İman, Allah’a Tevekkül babı, h. No1215
[10] Tirmizi, Kıyamet, Bab 60
[11] Buhârî, Tıb 30