İSLÂMÎ KİMLİKTEKİ AŞINMAYI DURDURMA ZARURETİ
I. Konunun Planı
A. İslamî Kimlikteki Aşınma
1. Söz ile eylem arasındaki çelişki
2. İslâmî Kimlikteki Aşınmanın İslam’ın Yanlış Tanınmasına Yol Açması
3. İslâmî kimlikteki aşınma emareleri
a. Özü Sözü Bir Olmama
b. Bencillik, Oportünizm, menfaatçilik, fırsatçılık
c. İslâmî Kaygıları Bir kenara Bırakma
d. Güvensizlik
e. İffet problemi
f. Yalan
g. Emanete riayetsizlik. Emanetin ganimet sayılması
h. Bilgisizlik /cahiliye toplumu haline gelme temayülü
i. Taklitçilik
……..
B. İslamî Kimlikteki Aşınmayı Durdurma Zarureti
1. Somut örnek Gösterme İhtiyacı
2. Hz. Peygamberin Örnekliği
3. İslam, Ancak Yaşantısı ile Söylediği Uyuşan İnsanlarla Temsil Edilebilir
II. Konunun Açılımı ve İşlenişi
Konunun açılımında yapılabilecek bazı vurgular:
- Prensipler, teorik olarak ne kadar güzel olursa olsun, hayata geçirilemedikleri ve uygulamaya konamadıkları takdirde hiçbir anlam ifade etmezler. Çünkü güzelliklerin güzelliği, ancak bunlar ortaya konabilir ve gösterilebilirse anlaşılabilir.
- İslam dininin son hak din olarak insanlığın mutluluğu ve huzuru için en güzel prensipleri ortaya koyduğunda şüphe yoktur. Önemli olan bu güzel prensiplerin hayata geçirilerek güzelliklerinin pratiğe yansıtılabilmesidir. Hayata geçirilemediği takdirde İslam prensiplerinin güzelliğinin insanlara ulaştırılabilmesi pek mümkün olmaz. Bu bakımdan her alanda İslam’ın ortaya koyduğu prensiplerin hayata geçirilerek uygulamadaki güzel sonuçlarının pratik olarak sergilenebilmesi büyük önem taşımaktadır.
- Müslümanın en önemli özelliklerinden biri, söyledikleri ile yaptıkları arasında bir çelişkinin olmamasıdır. Yapamayacakları şeyleri söyleyenleri Yüce Allah, Kur’ân-ı kerim’de şöyle uyarmaktadır:
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” ( Saf suresi 61/2)
- Geçmişte Allah’ın kitabını okumalarına rağmen söylediklerine kendileri uymayanlar Cenâb-ı hak tarafından “… kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?” (Bakara 2/44) şeklinde uyarılmışlardır.
- Kişinin güvenilirliğini ortadan kaldıran ve onu söylediklerine güvenilmez bir hale düşüren, söyledikleri ile yaptıkları arasındaki çelişkilerdir. Bu bakımdan her yönüyle güvenilir olması gereken ve Muhammedü’l-Emîn’in ümmeti bulunan Müslümanın, mutlaka söz ve eylem birliği içerisinde bulunması gerekir.
- Kur’ânı kerim, bize, Hz.Muhammed aleyhisselamı en güzel örnek olarak sunmaktadır.( Ahzap suresi 33/21) Hiç şüphesiz onun bu en güzel örnekliği, her alana şamildir. O yalnızca teorik olarak bir takım güzel prensipler getirmekle kalmamış bu güzel prensipleri hayata geçirerek bunların güzelliğini bizzat uygulamalı olarak göstermiştir. Onun için Onun getirdiği mesaj bu dünyadan gelip geçen ve insanlığı şöyle veya böyle etkilemiş başka insanların getirdiği mesajlardan çok farklı bir şekilde yaygın ve kalıcı tesirler bırakabilmiş ve hayatı bütünüyle etkilemiştir.
- Bir Müslüman için şereflerin en büyüğü, dininin güzel bir şekilde tanıtımına katkıda bulunabilmektir. İşte bu sebeple her Müslümanın, İslam’ın güzelliklerini insanlara ulaştırma ve gösterme gibi yüce bir görevi de vardır. Böyle ulvi bir görevde aracı konumunda bulunan kişilerin, İslam’ın güzelliklerini her alanda yaşantıları ve örnek davranışları ile ortaya koyabilmeleri büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan böyle ulvî bir işte kendisine görev düşen Müslümanın en çok dikkat etmesi gereken husus, tıpkı kusursuz bir aynanın görüntüleri kusursuz olarak yansıtması gibi İslam’ın güzelliklerini bütün incelikleriyle gösterebilme noktasında elinden geleni yapmaktır. Bu noktada yeterince duyarlı davranmamak, aktarıcıdan kaynaklanan kusurların aktarılandan kaynaklandığının zannedilmesi gibi yanlış anlamalara yol açabilir. Bir Müslümanın dinine yapabileceği en büyük kötülük de aslında budur. Yani dini hakkında yanlış bir kanaat uyandırmaktır.
- Kişinin söylediklerinin başkaları üzerinde etkili olabilmesi, önce kendisinin söylediklerine inanması ve söylediklerini evvela kendi hayatında göstermesi ile mümkündür. Söylediklerini kendisi hayata geçiremeyen kişilerin sözlerinin başkaları üzerinde beklenen etkiyi göstermesi elbette düşünülemez.
- Diğer taraftan insanlar söylenenlerden çok bizzat gördüklerine ve tanık olduklarına inanırlar. Bu bakımdan İslam’ın güzelliklerinin uygulamalı olarak gösterilebilmesi büyük önem taşımaktadır.
- Müslümanın her alanda doğru, dürüst, güvenilir olması Müslümanlığının bir gereğidir.
III. Konunun Özet Sunumu
Günümüz Müslümanlarının en büyük problemlerinden biri, İslam’ın söylediği ile Müslümanların söz, eylem ve tavırları arsındaki uyumsuzluktur.
Sözüne güvenilmeyen, işini sağlam ve güzel yapmayan, elinden ve dilinden zarar görülen ve şerrinden emin olunmayan Müslüman tipinin İslam’a verdiği zararı, İslam’ın en azılı düşmanlarının bile verebilmesi mümkün değildir. Hiç şüphesiz bu durum, İslâmî kimlikte önemli bir aşınma meydana getirmiştir. Artık bir kural olarak ‘O, Müslüman’dır, yalan söylemez’ veya ‘O, Müslüman’dır, kimseyi aldatmaz’ yahut ‘O Müslüman’dır, kimsenin ırz ve namusunda gözü olmaz’ gibi genel hükümler verilmesine vesile olacak Müslümanların oluşturduğu geniş kitlelerden söz edebilmek pek mümkün olmamaktadır. Bu tablo İslâmî kimlikte önemli bir aşınma bulunduğunu ortaya koymaktadır. Buna mukabil sözünde ve işinde güvenilir ahlâkî niteliklere sahip gayr-ı Müslimlerin oluşturduğu kitleler ‘Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi’ sözünün meşhur olmasına yol açmıştır.
Böyle bir tablonun Muhammedü’l-Emîn’in ümmetini yansıtmayacağı açıktır. İşte bu sebeple öncelikle İslâmî kimlikte meydana gelen aşınmanın durdurulması gerekmektedir. Bu aşınmayı durdurmadan ne dinimizi doğru dürüst anlatabilmek ve ne de İslam’ın yüceliğini temsil edebilmek mümkündür.
İslam dini insanların ve toplumların mutluluğunu sağlayacak en güzel prensipleri ortaya koymuştur. Bu prensipleri güzelce hayata geçirilebilen insanların, sözüne işine güvenilen, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği iyi insanlar olacaklarında şüphe yoktur. Arzu edilen bu insan tipiyle pek çok günümüz Müslüman’ının çizdiği profil arasındaki fark, İslâmî kimlikte nasıl bir aşınma meydana geldiğini göstermektedir. Bu aşınmayı durdurmadan ne İslâm’ın öngördüğü toplum modelini oluşturabilmek ve ne de İslam’ı insanlığa doğru ve güzel bir şekilde ulaştırabilmek mümkündür.
IV. Konu İşlenirken Başvurulabilecek Bazı Ayetler
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”[1]
“… kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?”[2]
“Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. “[3]
Ayrıca şu ayet-i kerimelere de bakılabilir
7/169; 19/59; 11/112,113,116; 17/16; 21/11-13;
V. Konu İşlenirken Başvurulabilecek Bazı Hadisler
عَنْ أبي عمرو ، وقيل أبي عمْرة سُفْيانَ بنِ عبد اللَّه رضي اللَّه عنه قال: قُلْتُ : يا رسول اللَّهِ قُلْ لِي في الإِسلامِ قَولاً لا أَسْأَلُ عنْه أَحداً غيْركَ . قال: « قُلْ : آمَنْت باللَّهِ: ثُمَّ اسْتَقِمْ ».
Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Bana İslâmı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu. [4]
عن ابنِ مسْعُودٍ رضي اللَّه عنه أَنَّ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : «مَا مِنَ نَبِيٍّ بعَثَهُ اللَّه في أُمَّةٍ قَبْلِي إِلاَّ كان لَه مِن أُمَّتِهِ حواريُّون وأَصْحَابٌ يَأْخذون بِسُنَّتِهِ ويقْتدُون بأَمْرِه، ثُمَّ إِنَّها تَخْلُفُ مِنْ بعْدِهمْ خُلُوفٌ يقُولُون مَالاَ يفْعلُونَ ، ويفْعَلُون مَالاَ يُؤْمَرون ، فَمَنْ جاهدهُم بِيَدهِ فَهُو مُؤْمِنٌ ، وَمَنْ جاهدهم بقَلْبِهِ فَهُو مُؤْمِنٌ ، ومَنْ جَاهَدهُمْ بِلِسانِهِ فَهُو مُؤْمِنٌ ، وليس وراءَ ذلِك مِن الإِيمانِ حبَّةُ خرْدلٍ ».
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimi çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile iman yoktur. ” [5]
عن أَبي هريرة ، رضي اللَّه عنه ، أن رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « آيَةُ المُنَافِقِ ثَلاثٌ: إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ ، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ ، وإِذَا آؤْتُمِنَ خَانَ » متفقٌ عليه وفي رواية : « وَإِنْ صَامَ وَصَلَّى وزعَمَ أَنَّهُ مُسْلِمٌ » .
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. ” [6]
Bir rivayette: “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile” buyurulur [7]
عن حُذيْفَة بنِ الْيمانِ ، رضي اللَّه عنه ، قال: حدثنا رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، حَديثْين قَدْ رَأَيْتُ أَحدهُمَا ، وَأَنَا أَنْتظرُ الآخَرَ : حدَّثَنا أَنَّ الأَمَانَة نَزلتْ في جَذْرِ قُلُوبِ الرِّجَالِ ، ثُمَّ نَزَلَ الْقُرآنُ فَعلموا مِنَ الْقُرْآن ، وَعلِمُوا مِنَ السُّنَّةِ ، ثُمَّ حَدَّثنا عَنْ رَفْعِ الأَمانَةِ فَقال : «يَنَـامُ الرَّجل النَّوْمةَ فَتُقبضُ الأَمَانَةُ مِنْ قَلْبِهِ ، فَيظلُّ أَثَرُهَا مِثْلَ الْوَكْتِ ، ثُمَّ ينامُ النَّوْمَةَ فَتُقبضُ الأَمَانَةُ مِنْ قَلْبِهِ ، فَيظَلُّ أَثَرُهَا مِثْل أثرِ الْمَجْلِ ، كجَمْرٍ دَحْرجْتَهُ عَلَى رِجْلكَ ، فَنفطَ فتَراه مُنْتبراً وَلَيْسَ فِيهِ شَيءٌ » ثُمَّ أَخذَ حَصَاةً فَدَحْرجَهَا عَلَى رِجْلِهِ ، فَيُصْبحُ النَّاسُ يَتبايَعونَ ، فَلا يَكادُ أَحَدٌ يُؤدِّي الأَمَانَةَ حَتَّى يُقَالَ : إِنَّ في بَنِي فَلانٍ رَجُلاً أَمِيناً ، حَتَّى يُقَالَ لِلَّرجلِ : مَا أَجْلدهُ مَا أَظْرَفهُ ، مَا أَعْقلَهُ ، وَمَا في قلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلِ مِنْ إِيمانٍ. وَلَقَدْ أَتَى عَلَيَّ زَمَانٌ وَمَا أُبَالِي أَيُّكُمْ بايعْتُ ، لَئِنْ كَانَ مُسْلماً ليردُنَّهُ عَليَّ دِينُه ، ولَئِنْ كَانَ نَصْرانياً أَوْ يَهُوديًّا لَيُرُدنَّهُ عَلَيَّ سَاعِيه ، وأَمَّا الْيَوْمَ فَما كُنْتُ أُبايُعُ مِنْكمْ إِلاَّ فُلاناً وَفلاناً » متفقٌ عليه .
Huzeyfe İbni’l–Yemân radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize iki olayı haber verdi. Bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Hz. Peygamber bize şunları söyledi:
“Şüphesiz ki emanet, insanların kalblerinin ta derinliklerine kök salıp yerleşti. Sonra Kur’an indi. Bu sayede insanlar Kur’an’dan ve sünnetten emaneti öğrendiler. ” Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize emanetin kalkmasından bahsetti ve şöyle dedi:
“İnsan bir kere uyur ve kalbinden emanet çekilip alınır, ondan belli belirsiz bir iz kalır. Sonra bir kere daha uyur, yine kalbinden emanet alınır; bu defa da ayağının üzerinde yuvarladığın korun bıraktığı iz gibi bir eseri kalır. Sen onu içinde hiçbir şey olmadığı halde kabarık görürsün. ” Daha sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem eline çakıl taşları alarak ayağının üzerinde yuvarladı. Sözlerine de şöyle devam etti:
“Neticede insan o hale gelir ki, insanlar alış–veriş yaparlar da, neredeyse emaneti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta şöyle denilir:
“Filan oğulları arasında emin bir adam varmış. ” Bir başka kişi hakkında da: “Ne kadar cesur, ne kadar zarif, ne kadar akıllı bir kişi” denilir. Oysa kalbinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur. ”
Şüphesiz ki bir zamanlar, sizin hanginizle alış–veriş yapacağıma aldırmazdım. Çünkü alış–veriş yaptığım kişi müslümansa, dini kendisini benim hakkımı vermeye yöneltirdi. Şayet hıristiyan veya yahudi ise, va–lisi benim hakkımı vermeye onu sevkederdi. Fakat bugün sizden sadece belli birkaç kişiyle alış–veriş yapıyorum. [8]
وعن عبد اللَّه بن عَمْرو بن الْعاص رضي اللَّه عنهما عن النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : «الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسانِهِ ويَدِهِ ، والْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ ما نَهَى اللَّه عَنْهُ » متفق عليه .
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir. ” [9]
عن جابر رضي اللَّه عنه أَن رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « اتَّقُوا الظُّلْمَ فَإِنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ، واتَّقُوا الشُّحَّ فَإِنَّ الشُّحَّ أَهْلَكَ مـَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ ، حملَهُمْ على أَنْ سفَكَوا دِماءَهُمْ واسْتَحلُّوا مَحارِمَهُمْ » رواه مسلم .
Câbir radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zâlime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden önceki ümmetleri helâk etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helâl saymaya sevketmiştir. ”[10]
عن أَبي هريرة رضي اللَّه عنه ، أَن رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : «أَتَدْرُون من الْمُفْلِسُ ؟» قالُوا : الْمُفْلسُ فِينَا مَنْ لا دِرْهَمَ لَهُ وَلا مَتَاعَ . فقال : « إِنَّ الْمُفْلِسَ مِنْ أُمَّتِي مَنْ يَأْتِي يَوْمَ الْقيامةِ بِصَلاةٍ وَصِيَامٍ وزَكَاةٍ ، ويأْتِي وقَدْ شَتَمَ هذا ، وقذَف هذَا وَأَكَلَ مالَ هَذَا، وسفَكَ دَم هذَا ، وَضَرَبَ هذا ، فيُعْطَى هذَا مِنْ حسَنَاتِهِ ، وهَذا مِن حسَنَاتِهِ ، فَإِنْ فَنِيَتْ حسناته قَبْلَ أَنْ يقْضِيَ مَا عَلَيْهِ ، أُخِذَ مِنْ خَطَايَاهُمْ فَطُرحَتْ علَيْه ، ثُمَّ طُرِح في النَّارِ» رواه مسلم .
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb:
– Bizim aramızda müflis, parası va malı olmayan kimsedir, dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnâd ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu se–beple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” buyurdular. [11]
عن أَنسٍ رضي اللَّه عنه عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « لا يُؤْمِنُ أَحدُكُمْ حتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ » متفقٌ عليه .
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz. ” [12]
VI. Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar
AFZALURRAHMAN, Sîret Ansiklopedisi, Inkılâb Yayınları, İstanbul 1996
NEVEVÎ, Ebu Zekeriyya Yahya b. Şeref en-Nevevî(v.676/1277), Riyâzü’s-Salihîn, Ter. Hasan Hüsnü Erdem ve Kıvâmüddin Burslan, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ank. 1972, I/1-16. Türkçe Trecüme ve Şerhi: Riyâzü’s-Salihîn Peygamber Efendimizden Hayat Ölçüleri, Hazırlayanlar: Prof. Dr. M. Yaşar kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Doç Dr. Raşit Küçük, Erkam Yayınları, İst. 1997, I-VIII C. Not: Hadis Mealleri bu kitaptan iktibas edilmiştir.
[1] Saf suresi 61/2
[2] Bakara 2/44
[3] Ahzap 33/21
[4] Müslim, İmân 62. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12.
[5] Müslim, Îmân 80
[6] Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107–108. Ayrıca bk. Buhârî, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Mezâlim 17, Cizye 17, Edeb 69; Tirmizî, Îmân 14
[7] (Müslim Îmân 109).
[8] Buhârî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, Îmân 230. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 17; İbn Mâce, Fiten 27
[9] Buhârî, Îmân 4–5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64–65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirmizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11
[10] Müslim, Birr 56
[11] Müslim, Birr 59. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 2
[12] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71–72. Ayrıca bk. Tİrmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9