TEBBET SURESİ
تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ:مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ:سَيَصْلَى نَاراً ذَاتَ لَهَبٍ:وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ:فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِّن مَّسَدٍ:
“Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek). Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.” (TEBBET SURESİ)
İNİŞ SEBEBİ
Buharî’nin, İbni Abbas (RA)’tan yaptığı rivayete göre:
“Hz Peygamber (SAV), Betha cihetine yöneldi ve oradaki tepeye çıkıp şöyle seslendi: “Ya Sabahah! (Vah sabahın musibet ve afeti!)” Bunun üzerine Kureyş Kabilesi toplandı. Hz Peygamber (SAV) sözlerine şöyle başladı: “Ben size düşmanın sabah veya akşamüzeri baskın yapmak üzere olduğunu haber versem, beni tasdik eder misiniz?” Onlar da: “Evet” diye cevap verince, Hz Peygamber (SAV) devamla şöyle buyurdu: “Şüphesiz ben sizi, önünüzdeki elim ve şedid bir azaba karşı uyarıyorum.” Bunun üzerine Ebu Leheb şöyle dedi: “Bizi bunun için mi topladın? A elleri kuruyasıca!...” Bunun üzerine bu ayetler indi.”
Müslim’in, İbni Abbas (RA)’tan yaptığı rivayete göre:
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ:
“(Önce) en yakın akrabanı uyar.” (ŞUARA SURESİ – 214. AYET)
Mealindeki emir inince, Hz Peygamber (SAV) gelip Safa tepesine çıktı ve şöyle seslendi: “Ya sabahah! (vah sabahın musibet ve afeti!)” Bu çağrı üzerine Kureyş Kabilesi mensupları: “Bize seslenen kimdir?” diye sordular. “Muhammed (SAV)’dir” denilince, O’ (SAV)’e yaklaşıp toplandılar. Hz Peygamber (SAV) söze şöyle başladı: “Ey falan oğulları, ey falan ve filan oğulları! Ey Abdimenafoğulları, Ey Abdülmuttalib oğulları!” Hepsi de yerlerini alıp toplandılar. Hz Peygamber (SAV) onlara hitapla şöyle buyurdu: “Ben size şu tepenin arkasından üzerinize bir süvari birliğinin saldırmak üzere çıkmakta olduğunu haber versem, beni tasdik eder misiniz?” Onlar da hep bir ağızdan: “Biz senin yalan söylediğine hiç şahit olmadık.” diye cevap verdiler. Hz Peygamber (SAV),asıl tebliğ etmek istediğini şöyle ifade etti: “Şüphesiz ben sizi, önünüzdeki şiddetli azaba karşı uyaran bir elçiyim.” Ebu Leheb: “A elleri helak olup kuruyasıca! Bizi bunun için mi buraya topladın?” dedi ve kalkıp gitti. Bunun üzerine Tebbet suresi indi.”
İLGİLİ HADİS
İbni Ebi Hatim’in ve Ebu Zera’nın yaptığı rivayete göre, Esma binti Ebu Bekir Sıddık (RA) şöyle demiştir: “Tebbet suresi inince, Ümmü Cemil binti Harb, elinde dibek taşı olduğu halde yaygara kopararak geldi. Hz Peygamber (SAV) ise o sırada Mescid-i Haram’da Hz Ebu Bekir (RA) ile beraber oturuyordu. Ebu Bekir (RA) o kadının geldiğini görünce: “Ya Rasülallah! Ümmü Cemil geliyor; seni görmesinden endişe duyuyorum.” dedi. Hz Peygamber (SAV) ona: “Şüphen olmasın ki, o beni göremez.” buyurdu ve Kur’an’dan ayetler okuyarak Allah kelamına sarıldı. Nitekim Allah:
وَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرآنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ حِجَاباً مَّسْتُوراً:
“Kur’an’ı okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanlar arasına görünmez bir perde yerleştiririz.” (İSRA SURESİ – 45. AYET)
Buyurmuştur. Derken Ümmü Cemil gelip Hz Ebu Bekir (RA)’ın üzerinde dikilip durdu fakat Hz Peygamber (SAV)’i göremedi. Bunun üzerine Hz Ebu Bekir (RA)’a şöyle dedi: “Ya Eba Bekir! Haber aldığıma göre, senin arkadaşın beni hicvetmiştir.” Hz Ebu Bekir (RA) ona: “Hayır, şu beytin Rabbi hakkı için O (SAV) seni hicvetmemiştir.” Bunun üzerine Ümmü Cemil arkasını dönüp giderken şunları fısıldıyordu: “Kureyş çok iyi bilir ki, ben onların efendisinin kızıyım.”
EBU LEHEB HAKKI ŞİDDETLE RED VE İNKÂR KONUSUNDA İBRETLİ BİR MİSALDİR
İnsanın içini dolduran, kalbini feyizlendirip Hakk’a çeviren, kafasını aydınlatan, vicdanını serinleten ne maldır, ne de makam ve servettir. Zira bunların hepsi dünya hayatıyla ilgili birer geçimliktir. Ölüm olayıyla sona ermekte ve atılan sert bir cisimden dolayı su üzerinde belirip birbirini izleyerek büyüyen halkalar misali, bir süre sonra kaybolmakta ve belirsiz hale gelmektedir. İnsanın içini ve dışını gerçek anlamda aydınlatıp dolduran ve kalıcı mutluluğu vaat eden tek şey, Allah’a dosdoğru iman ve Salih amellerdir. Zira sonsuza dek insan ruhuyla beraber yaşayacak olan cevher, sözü edilen iman ve onun ürünü olan iyi, yararlı amellerdir.
Hz Peygamber (SAV),aldığı emir ve yüklendiği görevi gereği hakkı temsil ediyordu. Tebliğ ve irşat düzeyinde bu rahmeti yansıtıyor ve ebediyet nefhasını kalplere duyurmaya çalışıyordu. Şüphesiz ki O (SAV), bu yüce ve kutsal görevini yerine getirmeye adım atarken, ilahi direktif üzerine önce kendi yakınlarını Hakk’a ve O’nun son dinine davetle işe başlamıştır. Zira bir peygamberin küfür ve ahlaksızlığın kökünü kazıyabilmesi, azgınlık ve haksız tecavüzleri durdurabilmesi için kendisini destekleyecek, hiç değilse himaye edecek, vaki saldırılara engel olacak taraftarlarına ihtiyacı vardır. Kavim ve aşireti, hısım ve yakınları bu taraftarların en önde geleni ve en tesirlisidir.
Nitekim Hz Nuh (AS)’ın kendi aşireti olmasaydı, çok inatçı, alaycı ve azgın kavmi tarafından ya öldürülür ya da öz yurdundan kovulurdu. Şuayb (AS)’ın durumu da ondan farksız. Nitekim Hûd suresinde Şuayb (AS)’ın durumuyla ilgili şu bilgi verilmektedir:
قَالُواْ يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيراً مِّمَّا تَقُولُ وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفاً وَلَوْلاَ رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ وَمَا أَنتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ:
“Dediler ki: Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf (aciz) görüyoruz! Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün değilsin.” (HÛD SURESİ - 91. AYET)
Şuayb (AS)’ın onlara cevabı da şöyledir:
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءكُمْ ظِهْرِيّاً إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ:
“(Şuayb:) “Ey kavmim dedi, size göre benim kabilem Allah’tan daha mı güçlü ve değerli ki, onu (Allah’ın emirlerini) arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır.” (HÛD SURESİ - 92. AYET)
İbrahim (AS), babası ve yakınlar O’nu desteklemedikleri ve himaye etmedikleri için, azgın müşrikler tarafından ateşe atılmış ve ilahi mucizenin tecellisiyle ateşten kurtulmuşsa da artık kendi ülkesinde barınma ve tebliğ ile irşat hizmetini sürdürme imkânı kalmadığından yurdunun terk etmek zorunda kalmıştır. Musa (AS)’ın İsrail oğulları arasında büyük nüfuzu ve gözdağı olacak kadar çevresi vardı. O bakımdan her zaman ağırlığı hissedilir durumda idi. Bu sebeple o, milleti uzun yıllar sevk ve idare edebilmiş; aynı zamanda çoğunun Tevrat’taki ahkâma uymasını, ona göre amel etmesini sağlamıştır.
İsa (AS), Havariler’den başka candan yardımcısı ve destekçisi olmadığından idama mahkûm edilmişse de Allah’ın yüksek inayeti ve yardımıyla o badireden kurtarılarak göğe yükseltilmiştir.
Son peygamber Hz Muhammed (SAV)’in durumu çok daha farklı ve değişikti. O yalnız Kureyş Kabilesine veya Arap Yarımadasındaki halka gönderilen bir peygamber değil, bütün kavim ve milletlere, kıyamete kadar gönderilen tek peygamberdir. Bu bakımdan O (SAV) yalnız Arapları değil, bütün dünya milletlerini ve her çeşit batıl inancı karşısına alarak sahneye adım atmıştır. Mekke’nin hatırı sayılır iki güçlü aile ve aşireti olan Haşim oğulları ile Muttalib oğulları bulunuyordu ki, Hz Peygamber (SAV) bunlara mensuptu. Bu iki aileden parmakla gösterilecek kadar az kişi İslam’ı din olarak seçerken gerisi putperestlikte ısrar etmekteydi. Ne var ki diğer kabile ve aşiretler Hz Peygamber (SAV)’e karşı çıkıp O’nu yüce davasından vaz geçirmeye çalışırlarken fiilî bir tecavüzde bulunmaya cesaret edemiyorlardı. Zira özellikle o çağda Arap Yarımadası’nda kabile ve aşiretler bünyesinde yer alan ailelerin birbirini koruyup destek sağlaması, vaki tecavüzleri durdurması bir vecibe idi. O sebeple Haşim ve Muttalib oğulları Hz Muhammed (SAV)’i koruyor; neşrine memur kılındığı İslam’ı din olarak reddetmelerine rağmen diğer kabile ve aşiretlerin O (SAV)’e saldırmasına asla izin vermiyorlardı. Aksi halde Hz Muhammed (SAV)’in Mekke’de 13 yıl tebliğ ve irşatta bulunması zahiren pek mümkün olmazdı.
İşte ilk adımda yakınlarını İslam’a davetinin de bir anlamı bu sebep ve hikmete dayanmaktaydı. Ebu Leheb ve eşi Ümmü Cemil’in bir numaralı İslam düşmanları arasında yer almaları bile Haşim ve Muttalib Oğulları’nın kavim ve aşiretlik ilgisini asla koparamıyorlardı. Ancak bu iki müşrik, Hz Peygamber (SAV)’e hısım olmakla beraber çok aşırı gittiklerinden dolayı haklarında TEBBET fiiliyle başlayan özel bir sure inmiştir. Şüphesiz Allah bu ayetlerle Ebu Leheb’in helak olduğunu ve ikinci defa TEBBE fiilini getirmekle onun geleceğinin karanlık bulunduğunu, hidayete ermeyeceğini, eşiyle birlikte ebedi bir azap içinde kalacaklarını beyan buyurdu. Kendi hısmına inanmamakla kalmayıp edep ve terbiye sınırlarını aşacak şekilde dil uzatmaları ilahi gazabın inmesine sebep olmuş ve böylece kendilerinden sonrakilere ibretli birer misal teşkil etmiştir.
MAL VE KAZANÇ KURTARICI OLAMAZ
Mal ve servet ister miras yoluyla, ister çalışıp kazanmakla sağlanmış olsun, ilahi murada yani O’nun hazırladığı hayat sistemine göre değerlendirilmediği ve ona göre harcanmadığı takdirde ahiret gününde vebal ve azap olmaktan başka hiçbir şeye yaramaz. Zira bir edibin de dediği gibi: “Mal ve evlat birer emanettir. Bir gün mutlaka bu emanetler sahibine iade edilecektir.” Onları, gerçek sahibi olan Allah’ın rızası doğrultusunda korumak ve yine tertemiz olarak O’na teslim etmekle yükümlüyüz.
Böylece malına ve kazancına güvenip asıl kalıcı saadet vaat eden ilahi çağrıya kulaklarını ve kalbini tıkayan Ebu Leheb’in çok aldandığı haber verilmekte ve o tıynette olanlar uyarılmaktadır.
Ebu Leheb’in inanmayacağını ve küfür üzere öleceğini ezeli ilmiyle tespit eden Allah, onun ahiretteki ve Berzah Âlemi’ndeki durumunu açıklayarak: “Alev alev yükselen ateşe varıp girecek…” buyurmaktadır.
Allah’ın bu açık ve kesin beyanı aynen gerçekleşmiş; Ebu Leheb azgın ve şaşkın bir kâfir olarak ölmüş, ne güvendiği malı, ne de evladı onu bu elim akıbetten kurtaramamış; yüzünün rengine, kalbinin kin ve inkârına uygun bir azaba sevke edilmiştir.
EBU LEHEB’İN EŞİ ÜMMÜ CEMİL
Mekke’de Hz Muhammed (SAV)’in risaletine tahammül edemeyen ve bir an önce O (SAV)’in vücudunu ortadan kaldırmanın gereğini düşünenlerin başında gelenlerden biri de Ebu Süfyan’ın ailesi idi. Gerek kendisi gerekse eşi ve kız kardeşi düşmanlıkta çok ileri gitmiş bulunuyordu. İşte ayette: “Karısı da (aynı ateşe) odun taşıcısı olacak…” diye vasfedilen kadın, aynı zamanda Ebu Süfyan’ın kız kardeşidir.
ODUN TAŞIYICI
Bu kadına ODUN TAŞIYICI denilmesi çok anlamlıdır. Boynunda bükük bir urgan olduğu halde bu hamallığı yaptığı ve yapmakta olduğu, ileride de bunu yapacağı söz konusudur. Ancak cümle burada hakiki manasına mıdır, yoksa bir benzetme mi söz konusudur? Şüphesiz benzetme çok beliğ ve vecizdir. O kadının karakteri, ahlakı, inancı ve sosyal hayatı hakkında bir takım ana fikirler ve ipuçları verilmektedir. Şöyle ki:
A-) İnsanlar arasında dedi kodu yaparak söz götürüp getirdiğinden ve üstelik bu dedi koduyu Hz Peygamber (SAV) ve İslam aleyhine yürüttüğünden hakkında bu sıfat kullanılmıştır. Zira Araplar: “Falan filana karşı odun topluyor.” dedikleri zaman, onun söz götürüp getirdiğini kastetmiş olurlar.
B-) Said b. Cübeyr’e göre: “Bu sıfattan maksat, düşündürücü bir benzetmedir. Hata ve günahlar, sırtta taşınan bir oduna benzetilmiştir. Öyle ki, adı geçen kadın, İslam’a ve Hz Peygamber (SAV)’e kin, nefret, hakaret kustuğu için devamlı vebal ve günah taşımak suretiyle yükünü ağırlaştırıyordu.”
C-) Onun bu tutum ve tavrına ceza olarak ahiret gününde sırtında küfür ve vebal yükü bulunduğu halde boynuna cehennem halatı takılacak.
D-) Tabiinden Said b. Müseyyeb diyor ki: “Ümmü Cemil’in boynunda çok kıymetli taşlarla süslü bir gerdanlık bulunuyordu. Hz Peygamber (SAV)’e karşı kin ve nefret duyguları iyice kabarınca şöyle yemin etmişti: “Lat ve Uzza’ya yemin olsun ki, Bu gerdanlığı satıp Muhammed (SAV)’e olan düşmanlığım uğrunda harcayacağım.” O yüzden ahiret gününde onun bu gerdanlığı ateşten bir urgan olup boynuna sarılacak.”
Gerçekten ceza amelin cinsindendir ve İslam Peygamberi (SAV)’e düşmanlıkta çok ileri giden Ümmü Cemil bir misaldir. Allah, inkârcı kincileri bununla uyarmakta ve ölmeden önce sırtlarındaki odun yükü misali küfür ve vebal yükünü atmalarını istemektedir.
KAYNAK : İLMİN IŞIĞINDA ASRIN KUR’AN TEFSİRİ CELAL YILDIRIM