NASUH TEVBESİ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحاً عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوامَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَاأَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ:
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nurları aydınlatıp gider de, “Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin” derler.” (TAHRİM SURESİ – 8. AYET)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحاً:
“Ey iman edenler! Tam bir pişmanlık, gönül huzuru içinde gösterişten uzak ölçüde Allah’a tevbe ediniz.”
Ayet-i Kerime’de önce iman edenlere seslenilerek tevbe etmeleri emrediliyor. Emir vücubu gerektirdiğine göre, günah ve kusurlardan vazgeçip pişmanlık duyarak tevbe etmek vacip oluyor. Bunun için güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe kapısının açık tutulacağı haber verilmiş ve insana geniş imkân ve yararlanabileceği kadar fırsatlar tanınmıştır.
Diğer bir yorumla, kişi ölünceye kadar tevbe kapısı ona açık tutulur. Her zaman ve her yerde bu kapıya yönelip kendini günah kirlerinden temizleyebilir.
“NASUH” kavramı hayli geniş ve kapsamlıdır. SÖZLÜKTE: Temizleyip paklayıcı, öğüt verici ve alıcı, sadık kalıcı gibi manalara delâlet eder. TERİM OLARAK: Birbirinden az farklı 24 kadar mana içerdiği tespit edilmiştir:
1-) Sağılan süt nasıl bir daha memeye dönemeyecekse, yapılan tevbeden sonra bir daha günaha dönmemek söz konusudur.
2-) KATADE’YE GÖRE: Doğru dönüş ve öğüt alınacak bir yöneliş İle tevbe etmek demektir.
3-) Gösterişten, şüpheden uzak, katıksız bir pişmanlık duyup Cenâb-ı Hak’tan af ve bağışlanma dilemektir.
4-) HASAN EL-BASRÎ’YE GÖRE: Severek işlediği günaha iyice üzülüp nedamet duymak ve her hatırladıkça Allah’tan rahmet ve mağfiret dilemektir.
5-) Kabul edileceğine tam emin olmayıp hatıra geldikçe üzülmek, endişelenmek ve bu hava içinde bir daha o gibi günahlara dönmemeye azmetmektir.
6-) Öyle bir pişmanlık ve dönüştür ki, kendini o çizgiye getirenin artık tekrar, tekrar o hususta tevbe etmeye ihtiyaç duymamasıdır.
7-) KELBÎ’YE GÖRE: Gönülden pişmanlık duyup ciddi ve samimi dönüş yapmak; dil ile de istiğfarda bulunup günahtan uzaklaşmak ve bir daha dönmemeye kalp yatışkanlığı sağlamaktır.
8-) TABİÎNDEN SAÎD B. CÜBEYR’E GÖRE: Makbul olan tevbedir ki, şu üç şartla kabul edilmesi umulur:
A-) Kabul olunmaz korku ve endişesini duymak
B-) Bununla beraber kabul edilir ümidini yitirmemek suretiyle taât ve ibadete devam etmek
C-) Bir daha o günaha dönmemeye azmetmektir.
9-) SAÎD B. MÜSEYYEB’E GÖRE: Kendi kendinize öğüt vermeniz, için için pişmanlık duyup Hakk’a yönelerek tevbe etmeniz demektir.
10-) MÜFESSİR EL-KUREZÎ’YE GÖRE: Şu dört özelliği kendinde toplayan bir tevbedir:
A-) Dil ile istiğfar etmek
B-) Bütün organları günahtan uzak tutup arındırmak
C-) İşlenen günaha bir daha dönmemeye azmetmek
D-) Kötü ahlâktan uzaklaşıp güzel ahlâk iklimine göç etmek.
11-) SÜFYAN ES-SEVRÎ’YE GÖRE: “NASUH TEVBE” nin dört belirtisi vardır: Kıllet, illet, zillet ve gurbet.
BİRİNCİSİ: Günahı azaltmaktır.
İKİNCİSİ: Günahı hatırladıkça rahatsızlık duymaktır.
ÜÇÜNCÜSÜ: İşlediğinden dolayı kendini kınayıp alçaltmaktır.
DÖRDÜNCÜSÜ: İşlediği o günahtan dolayı Cenâb-ı Hak’tan uzaklaşıp gurbette kaldığını hissetmektir.
12-) FUDAYL B. İYAZ’A GÖRE: Günahı iki gözünün arasında bulundurmak ve her an onu görüyormuş gibi dikkatli olup bir daha günaha dönmemeye çalışmaktır.
13-) İBNİ SEMMAK’E GÖRE: Allah’tan utanma duygusunun zayıfladığı anda işlediği günahtan dolayı pişmanlık duyup Allah'tan utanmak ve o günahı göz önünde bulundurarak kendisini nasıl bir sonucun beklediğini düşünmek ve ona göre tedbir almaktır.
14-) EBÛ BEKİR EL-VERRAK’A GÖRE: İşlediğin günahtan dolayı, bütün genişliğine rağmen yeryüzünün sana dar gelmesi ve o yüzden nefsinin seni için için sıkmasıdır.
15-) EBÛ BEKİR EL-VÂSIT’A GÖRE: Bir karşılık beklemeden yapılan ciddi tevbe demektir. Çünkü dünya hayatında nefsini hoş tutmak için günah işleyen kimse, sonradan pişmanlık duyup âhiret saadetini elden kaçırmamak ve öylece nefsini o âlemde de hoş tutmak için tevbe ederse, onun bu tevbesi bütünüyle nefsine yönelik ve onu korumaya matuftur, Allah için değildir.
16-) EBÛ BEKİR ED-DAKKAK EL-MISRÎ’YE GÖRE: İşlenen zulüm ve haksızlıkları giderip zulmettiği kişilerin hakkını vermek, hasımlarıyla helalleşmek, ibadete devam edip kulluğun gereğini yerine getirmektir.
17-) RUVEYM’E GÖRE: Allah’a yönelip O’nun huzurunda kafasız bir yüz olmaktır. Nasıl ki günah işlerken yüzsüz bir kafa durumunda idiyse…
18-) ZÜNNÛN EL-MISRÎ'YE GÖRE: Nasuh tevbesinin alâmeti üçtür:
A-) Az konuşmak
B-) Az yemek
C-) Az uyumak
19-) ŞAKİK EL-BELHÎ'YE GÖRE: Günah sahibinin kendini çokça kınaması, pişmanlıktan ayrılmaması ve öylece günah afetinden selâmetle kurtulmaya çalışmasıdır.
20-) SIRRI SAKATÎ’YE GÖRE: Nasuh tevbe, ancak kendi nefsine ve müminlere nasihatte bulunmakla gerçekleşebilir.
21-) CÜNEYD EL-BAĞDADÎ’YE GÖRE: Günahı unutup bir daha hatırlamamaktır. Çünkü tevbesi sıhhatli olan kişi Allah dostluğuna erişir. Allah’a dost olup O’nu gönülden seven, O’ndan başkasını unutur.
22-) ENES B. MALİK (RA)’A GÖRE: “Nasuh tevbesi” nde bulunan kimsenin akıp duran bir gözyaşı, günahlardan ürküp kaçan bir kalbi vardır.
23-) FETİH EL-MEVSELÎ’YE GÖRE: “Nasuh tevbesi” nin alâmeti üçtür:
A-) Nefsanî arzu ve heveslere muhalefet etmek,
B-) Çokça ağlamak,
C-) Açlık ve susuzluğa yönelip bir süre nefse eziyet çektirmektir.
24-) SEHL B. ABDULLAH ET-TÜSTERÎ’YE GÖRE: Ehl-i Sünnet ve’l cemaatten olan kimsenin tevbesidir. Zira bid’at sahibinin makbul bir tevbesi olmaz.
GÜNAHTAN DOLAYI NASIL TEVBE EDİLİR?
Günahlar genel anlamda ikiye ayrılır:
BİRİNCİSİ: Allah’a ait haklara tecavüzden
İKİNCİSİ: Kullara ait haklara tecavüzden doğar.
Allah’a ait bir hakkı, bir vazifeyi yerine getirmemekten doğan günahın, pişmanlık duyup kaçırılanı yerine getirmekle, yani kaza etmek suretiyle Hakk’a yönelerek tevbe etmekle affolunması umulur. Vaktinde kılınmayan namaz, tutulmayan oruç, verilmeyen zekât bu cümledendir.
Kullara ait bir hakka tecavüzün ise, onu asıl sahibine çevirip teslim etmek ve helâlleşip haktan beri olmak suretiyle mütecavizin Cenâb-ı Hak tarafından affolunması memuldür. Meselâ namuslu beri bir kişiye zina isnadında bulunmak veya bir kimseyi dolaylı, dolaysız aldatıp malına el uzatmak, kul hakkının kapsamına girer. Bunun affolunması için, zina isnadında bulunup onu dört şahitle belgelendiremeyen kişinin kadıya başvurup kendisine “HADD-İ KAZF” olarak 80 değnek vurdurması gerekir. Aksi halde bu suçun cezasını âhirette daha ağır şekilde çekmeye maruz kalır. Tecavüz edilen mal veya para ise, bu günahın affolunması için, mütecavizin gasp ettiği veya hileli yoldan ele geçirdiği mal ve parayı götürüp asıl sahibine teslim etmesi, onunla helalleşmesi; aynı zamanda Cenâb-ı Hakk’a yönelip tevbe ve istiğfarda bulunması gerekir.
O halde işlenen günah, ilâhî haklara dayanıyorsa, tevbe ve istiğfarla; kul hakkına dayanıyorsa, "hem tevbe ve istiğfarla, hem de gasp edilen veya hileli yoldan elde edilen şeyi asıl sahibine teslim etmekle günahkâr kişi bağışlanabilir. Zira Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
TEVBEYİ KABUL ETMEK İLÂHÎ SÜNNET GEREĞİDİR
عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ:
“Umulur ki Rabbiniz, kötülüklerinizi örtüp temizler.”
Hiçbir şeyi yapmak veya yapmamak Cenâb-ı Hak üzerine farz veya vacip değildir. Ancak ezelde hazırladığı plân gereği her şeyi programlamış, birtakım esaslara, kanunlara ve prensiplere bağlayarak denge ve düzeni kurmuştur. O bakımdan günahından dolayı tevbe eden kişi, şartlarına uygun pişmanlık duyup dönüş yaparsa, onu bağışlamak ilâhî sünnetin gereğidir. Çünkü böylesine bir dönüş, ilâhî programa uymakta ve O’nun rızasına uygun düşmektedir.
Kul ve millet hakkıyla ilgili günahlara gelince, yukarıda da kısaca belirttiğimiz gibi, onun davacısı Allah değil kul veya millettir. O bakımdan hak sahibinin hakkı geri çevrilip kendisine ödenmedikçe, onun tevbe ve istiğfarla affolunması umulamaz.
Sekizinci ayette “UMULUR” sözüyle çevirisini yaptığımız “AS” kelimesi, KURTUBÎ’YE GÖRE, Allah tarafından ise vücub ifâde eder. Nitekim Rasülullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Günahtan tevbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.”]
İşlediği günahların kime karşı işlendiğinin idraki içinde olup derin pişmanlık duyan ve bütün ciddiyet ve samimiyetiyle Hakk’a yönelip o kirlerden temizlenmeye çalışan kimse, bir daha günahlara dönmez ve ömrünü bu temizlikle noktalarsa, mükâfat olarak kendisine âhirette, altlarından ırmaklar akan cennetler verilir. Zira Cenâb-ı Hak o günde Peygamberlerini ve iman edenleri rüsva etmez.
ÂHİRET GÜNÜNDE IŞIĞI SÖNENLER VE SÖNMEYENLER
نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ:
“Nurları önlerinde ve sağlarında yürür.”
Allah’a dosdoğru iman eden müminlerin kalbinde kök salan iman cevheri, ebediyen sönmeyecek bir nur mahiyetindedir. Dünya hayatında kişinin işlerini ilâhî rızaya göre düzenleyip ruhunu ve kafasını aydınlatır. Âhirette ise, bu nur daha da belirginleşip sahibinin önünde ve sağ yanında yer alıp çevresini aydınlatır. Kâfirlerin hiçbir nuru yoktur. O bakımdan onlar dünya hayatında kalplerini ve ruhlarını küfür kiriyle ve isiyle kararttıkları gibi, âhirette de mutlak karanlık içinde kalacaklardır. Münafıklara gelince, kıyamet gününde onlara geçici bir ışık verilir, onlar bununla sevinirlerken birden o ışık sönüverir ve tam bir şaşkınlık ve bocalama içinde kalırlar. Zira ceza amelin cinsinden olur. Onlar dünyada iken zahiren Müslüman görünürler, içleri inkâr ve düşmanlıkla dolup taşardı. İkiyüzlülüklerine karşılık âhirette onlar da böylece aldatılırlar.
Âhiret gününde münafıkların nurunun söndüğünü gören gerçek müminler korkmaya başlarlar ve şöyle niyazda bulunurlar:
يَقُولُونَ رَبَّنَاأَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ:
“Ey Rabbimiz! Bize nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz ki senin kudretin her şeye yeter.”
KAYNAK : İLMİN IŞIĞINDA ASRIN KUR’AN TEFSİRİ CELAL YILDIRIM