• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Söylem-Eylem Uyumluluğu (Söz ve Davranış uyumluluğu

SÖYLEMİMİZ İLE EYLEMİMİZ UYUMLU MU?

  

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ:كَبُرَ مَقْتاً عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَاتَفْعَلُونَ:

 

2-) “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” 
3-) “Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”

 

     Fert ve toplum hayatında iyi, güzel ve yararlı şeyler de kötü, çirkin ve zararlı şeyler de önce zihinlerde oluşur, sonra söylem ve eyleme dönüşür. Yaşadığı toplumda daima çevresine güzel örnek olmak durumunda olan müminin söylem ile eylemi örtüşmeli, söz, fiil ve davranışları inancına ters düşmemelidir. Aksi davranış, toplumda güzel ahlakın, dürüstlüğün ve güven duygusunun zedelenmesine hatta yok olmasına sebep olabilir. Bu, insanları fesada ve huzursuzluğa götürür. Böyle bir toplumda insan, mutlu olamaz, maneviyatını geliştiremez. Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanamaz. Onun için Allah Kur’an’da müminlerin söylem ile eylemlerinin birbiriyle uyumlu olmasını, verilen söz ve yapılan sözleşmelere uyulmasını istemekledir. Vaazımızda bütün bu hususlara vurgu yapan Saf suresinin 2. ve 3. ayetlerinin tahlilini yapmaya çalışacağız.

 

AYETİN ANLAMI VE ÇEVİRİ SORUNU

 

     Söz konusunda ayetin mealini şöyle çevirmek mümkündür:

     “Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapamayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında öfkeye sebep olan büyük bir davranıştır.”

     Bazı meallerde ayet, “yapmadığınız şeyi niçin söylüyorsunuz” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu tercüme ayetin orijinali ile örtüşmemektedir. Çünkü bu şekilde bir çevirinin Arapça karşılığı mâlem tef’alüdür. Hâlbuki ayet “mâlâ tef’alüne” şeklindedir. “Mâ” şey anlamında ism-i mevsuldür. “Lâ tef’alûne” gelecek zamanın olumsuz şeklidir, yapamayacaksınız. “ma lâ tef’alûne” ise “yapmayacağınız şey demektir.” “Lem tef’alû” yapmadınız, “ma lem tef’alû” ise yapmadığınız şey demektir. “Lem” olumsuz edatı. muzâri fiilini, (şimdiki zaman yüklemini) olumsuz maziye (dili geçmiş zamana) çevirir. “Yapamayacağınız şey” ile “yapmadığınız şey” arasındaki anlam, tamamen farklıdır. İnsanın yapmadığı şeyi söylemesi gerçek dışı beyandır, yalandır. İnsanın yapmayacağı şeyi söylemesi ise gücünün yetmeyeceği veya yerine getirmeyeceği bir vaatte bulunmaktadır. Birincisi geçmişle ilgilidir, haberdir, ikincisi gelecekle ilgilidir, söz vermektedir.

     Bazı insanlar bu ayeti; ilgisi bulunmayan bir bağlamda kullanmakladırlar. Vaaz ve irşat görevinde bulunan kimsenin, her şeyden önce söylediği, öğüt verdiği şeyi kendisinin yapıyor olması gerektiğini, öğüt verdiği şeyi kendisi yapmıyorsa bunu başkasına söylemesinin doğru olmadığını, bu kişinin sözünün tesiri olmayacağını delillendirmek üzere bu ayeti dile getirmekle ve “yapmadığınız şeyi niçin başkalarına söylüyorsunuz?” demektedirler. Bununla, mesela yalan söyleyen bir kimsenin bir başkasına “yalan söylemeyin”, içki içen birisinin bir başkasına “içki içmeyin” şeklinde öğüt verme hakkı yoktur demek istemektedirler. Başkasına öğüt veren insanın öğüt verdiği şeyi kendisinin yapıyor olması, başkalarına nasihat ederken kendisini unutmaması ideal olanıdır.

     Nitekim yüce Allah:

 

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّوَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ:

 

     “(Ey insanlar!) İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyorsunuz?” (BAKARA SURESİ – 44. AYET)

     Ayetiyle kişinin başkasına iyiliği, güzelliği, yararlı şeyleri, ibadetleri, Allah ve Peygamberi (SAV)’e itaati emrederken kendisinin unutmasını, yani söylediklerini yapmamasını kınamakladır. Ancak ne bu ayetten, ne tahlil etmeğe çalıştığımız ayetten kendi hayatımızda uygulamadığımız şeyleri başkasına söylememiz doğru değildir, şeklinde bir anlam çıkarmak mümkün değildir. İnsan doğru, iyi ve güzel olan şeyleri kendisi yapmalı, başkalarını da bunları yapmaya davet etmelidir; kendisi kötü, çirkin, günah ve yararsız şeyleri bırakmalı, başkalarına da bunları terk etmelerini söylemelidir. İdeal olanı budur. Ancak insan kendisi iyi olan şeyleri yapamıyor, kötü olan şeyleri terk edemiyor diye iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevini terk edemez, ederse bir görevi terk etmiş, böylece kusuru ikiye çıkmış olur:

     BİRİNCİ KUSUR, iyi olan şeyi yapmamak, haram, günah fiili işlemek;

     İKİNCİ KUSUR ise, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker görevini terk etmektir.  

     Dolayısıyla insan kendisi uygulayamasa bile öğüt vermek, iyilikleri emretmek, kötülükleri nehyetmek görevini yapmalıdır. Söylediklerini kendisi yapmayan kimsenin başkasına tesiri olmaz diye düşünmenin de doğru olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü insanın görevi iyilikleri anlatmak, emretmek, kötülüklerden sakındırmaktır, basarı ve tesir Allah’a aittir. Bazen bir kötülüğü yapanın sözü daha tesirli olabilir. Sözgelimi alkol, sigara, uyuşturucu vb. körü alışkanlığı bulunan bir kimsenin, başkasına “ben bunların zararını, kötülüğünü çok gördüm, sakın siz bunlara alışmayın” demesi böyle bir alışkanlığı bulunmayan kimsenin sözünden daha etkili olabilir.

     Tahlil etmeye çalıştığımız ayetin konusu anlattığımız bu hususlardan tamamen farklıdır. Ayet kişinin kendi iç dünyası, tutarlı, söylem ile eyleminin uyumlu olup olmaması, söz verme, adakta bulunma ve bunu yerine getirip getirememesiyle ilgilidir. Ayetin nüzul sebebi de bu manayı ortaya koymaktadır.

 

AYETİN NÜZUL SEBEBİ

 

     Ayetler bazen bir soru, bir olay üzerine inmiştir. İşte bir ayetin inmesine sebep olan soru veya olaya nüzul sebebi denmiştir. Nüzul sebebinin bilinmesi; ayetin anlaşılmasını kolaylaştırmakladır. Tahlil etmeye çalıştığımız ayetin nüzul sebebi nedir? Ayet hangi konu, olay veya soru üzerine inmiştir? Şimdi bunları görelim:

     Hadis ve tefsir kitaplarında söz konusu ayetin nüzul sebebi olarak üç farklı görüş yer almaktadır. Bunlardan biri bazı sahabenin, “amellerden hangisinin Allah katında daha sevimli, daha faziletli olduğunu bilsek o amelleri yapardık” şeklinde konuşup temennide bulunmaları üzerine inmiştir. Bununla ilgili farklı rivayetler vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

     ABDULLAH İBNİ SELAM (RA) şöyle anlatmıştır:

     “Hz Peygamber (SAV)’in ashabından bir gaip ile oturduk, aramızda bazı konulan müzakere ediyorduk. Bu sırada; amellerin hangisinin Allah’a daha sevimli olduğunu bilseydik elbette o amelleri işlerdik” dedik. Bizim bu temennimiz üzerine Saf suresinin 1. ve 2. ayetleri indi. Peygamberimiz (SAV) ayeti bize okudu.”

     Adağını yerine getirmemek, verilen sözden dönmektir ve günahtır. Adakta olduğu gibi insan bir şeyi yapmak, birine bir şey vermek, bir yerde bulunmak, bir şeyi belli bir vakitte ödemek, bir toplantıya katılmak gibi vaatte bulunursa ve söz verilirse geçerli ve zorunlu bir özrü bulunmadıkça vaadini ve sözünü yerine getirmesi zorunludur, aksi davranış günahtır, kınamayı gerektiren bir davranıştır.

     ABDULLAH İBNİ ABBAS (RA)’tan yapılan rivayet ise şöyledir:

     “Müminlerden bazıları cihat farz olmadan önce arzu ediyoruz ki Allah, kendisine amellerin en sevimlisi hangisi olduğunu bildirse de o amelleri işlesek diyorlardı. Bunun üzerine Allah, Peygamberi (SAV)’e kendisine amellerin en sevimlisinin seksiz, şüphesiz Allah’a iman etmek ile iman etmeyen ve imana karsı çıkan isyankârlarla cihat etmek olduğunu bildirdi. Cihat ayeti inince bazı müminler bundan hoşlanmadılar, cihat emri kendilerine zor geldi, bunun üzerine Allah:

 

كَبُرَ مَقْتاً عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ:إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفّاً كَأَنَّهُم بُنيَانٌ مَّرْصُوصٌ:

 

     “Ey Müminler! Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında çok kızılan bir şeydir. Allah kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”  (SAFF SURESİ – 3/4. AYETLER)

     Ayetlerini indirdi.”

     Ebu Salih’in aynı konuyla ilgili rivayetinde cihat ayetleri bildirilmiştir. EBU SALİHşöyle demiştir:

     “Bazı müminlerin: “amellerin hangisinin Allah’a daha sevimli olduğunu bilseydik o ameli işlerdik” demeleri üzerine Saf suresinin:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ:تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَفِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ:يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ:

 

     “Ey Müminler! Size, sizi acı azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve Rasülüne iman ederseniz, mallarınız ve canlarınız ile Allah yolunda cihat ederseniz, eğer bilirseniz, sizin için en hayırlısı budur. Böyle yaparsanız Allah sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş konutlara koyar, işte büyük kurtuluş budur.”   (SAFF SURESİ – 10/12. AYETLER)  

     Anlamındaki ayetleri indi. Cihattan hoşlanmadılar, cihat, nefislerine zor geldi, bunun üzerine:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ:

 

     “Ey Müminler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” (SAFF SURESİ – 2. AYET)

     Ayetleri indi.”

 

 

     Kur’an yorumcusu EL-KELBİ konu ile ilgili olarak şöyle demiştir:

     “Müminler: “Ya Rasülallah! Amellerin Allah’a en sevimli olanını bilseydik o amelleri yapmaya gayret ederdik.” dediler. Bunun üzerine:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ:

 

     “Ey Müminler! Size, sizi acı azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?”  (SAFF SURESİ – 10. AYET)

     Ayeti indi. Bir müddet sonra satın alınacak şeyin ne olduğunu bilseydik onu, mallarınız, çoluk çocuğumuz ile satın alırdık dediler. Bunun üzerine Allah:

 

تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ:

 

     “Allah’a ve Rasülüne iman ederseniz, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla cihat ederseniz...”  (SAFF SURESİ – 10. AYET)

     Ayetini indirdi. Uhud savaşında imtihan edildiler. Uhud’ta görevlerini hakkıyla yapamadılar. Bunun üzerine:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ:

 

     “Ey Müminler! Yapamayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?” (SAFF SURESİ – 2. AYET)

     Ayeti indi. Allah, sözlerinde durmamaları sebebiyle bu ayetle onları kınadı.”    

     MUKAFİL B. HAYVAN, konuyla ilgili benzer şeyleri söylemiştir:

     “Müminler, amellerin hangisinin Allah’a daha sevimli olduğunu bilseydik o amelleri yapardık” dediler. Allah onlara amellerin kendisine en sevimli olanı bildirerek şu ayeti indirdi:

 

إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفّاً كَأَنَّهُم بُنيَانٌ مَّرْصُوصٌ:

 

     “Allah kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”  (SAFF SURESİ – 4. AYET)

     Uhud savaşında bununla imtihan edildiler. Bazıları bundan yüz çevirdiler. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ:

 

     “Ey Müminler! Niçin yapamayacağınız şeyi söylüyorsunuz?” (SAFF SURESİ – 2. AYET)

     RİVAYETLERDEN ANLAŞILAN ORTAK NOKTA: Bir grup Müslüman’ın amellerin Allah’a en sevimli olanı öğrenip o amelleri işlemek istemeleri, bunun üzerine cihadı ve Allah yolunda savaşı emreden Saf suresinin 4. 10 ve 12. ayetlerinin inmiş olması. Uhud savaşında bu sözlerini uygulama ile karşı karşıya kaldıkları, sözünü tutamayanları Allah’ın bu ayetle kınamış olmasıdır.

     Nüzul sebebi ile ilgili ikinci görüşe göre ayet, yapmadığı halde iyi, güzel ve hayırlı fiiller yaptığını söyleyerek övünenler hakkında inmiştir.

     KATÂDE ŞÖYLE DER:

     “Ayetin cihat hakkında indiği bilgisi bana ulaşmıştır. Bir insan yapmadığı halde “şöyle savaştım, şöyle şöyle yaptım” derdi. Allah bu ayetle insanlara öğüt vermiş, böyle bir davranışın doğru olmadığını bildirdi.”

     Buna göre Allah, bu ayetle palavra sıkanları, yapmadığı şeylerle övünenleri kınamaktadır.

     Nüzul sebebi ile ilgili üçüncü görüşe göre ayet, müminlere yardım sözünü verip de bu sözünde durmayan ve yalan söyleyen münafıklar hakkında inmiştir.

     İBNİ ZEYD ŞÖYLE DER:

     “Münafıklar, Peygamber (SAV) ve ashabına: “Eğer savaşa çıkarsanız bizde sizinle birlikte çıkarız, sizinle birlikteyiz.” Diyorlardı. Sözlerinde durmadıkları için bu ayette Allah onlara çok kızdığını bildirdi.”

     Taberi, Kâdi Beydâvi ve Hamdi Yazır’ın da beyan etlikleri gibi bu üç görüşün doğrusu birincisidir. Ayet, Müminlere hitap etmektedir, dolayısıyla münafıklarla ilgili olamaz. İbni Zeyd ve Dahhak’ın dediği gibi bazı müminlerin yapmadıkları şeyleri söylemeleri, palavra atmalarıyla da ilgili değildir. Çünkü ayet, verilen sözün yerine getirilip getirilmemesiyle ilgilidir.

 

YORUM VE DEĞERLENDİRME

 

     Allah müminlere hitap ederek:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ:كَبُرَ مَقْتاً عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَاتَفْعَلُونَ:

 

     “Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz, yapamayacağınız şeyleri söylemeniz katımda kızılan, hoşlanılmayan bir davranıştır.” (SAFF SURESİ – 2/3. AYETLER)

     Diyor. Ayetteki soru, istifham-ı inkâridir yani, yapmayacağınız şeyi söylemeyin demektir. İnsanın yapamayacağı şeyi söylemesi, samimiyetsizliğin beyanıdır. Böyle bir davranış, iman sahiplerine yakışmaz. Mümin, Allah’a ve insanlara verdiği sözü tutmak, adaklarını yerine getirmek, yaptığı sözleşmelere uymak zorundadır. Yüce Allah:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ:

 

     “Ey Müminler, akitleri tam yerine getirin.” (MAİDE SURESİ – 1. AYET)

 

وَأَوْفُواْ بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً:

 

     “Ahdinizi yerine getirin çünkü insan ahdinden sorumludur.” (İSRA SURESİ – 34. AYET)

     Ayetleriyle ısrarla verilen sözlerin tutulmasını, sözleşmelere uyulmasını istiyor, sözlerini tutanları ve ahitlerine uyanları sadık, muttaki, iyi ve akıllı olmakla, niteliyor.

 

 

     İbrahim (AS)’ı vefalı:

 

وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّى:

 

    “Ve çok vefakâr olan İbrahim’in sahifelerindekiler?” (NECM SURESİ – 37. AYET)

     İsmail (AS)’ı ise sözünün eri, vaadine sadık olmakla övüp müminlere örnek gösteriyor:

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَّبِيّاً:

 

     “(Rasülüm!) Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten o, sözüne sadıktı, rasül ve nebi idi.”

(MERYEM SURESİ – 54. AYET)

     Ahdini yerine getirenleri, sözünden dönmekten sakınanları sevdiğini bildiriyor:

 

بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَى فَإِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ:إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَلِيلاً أُوْلَـئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ:

 

76-) “Evet, kim sözünü yerine getirir ve (günahlardan) sakınırsa şüphesiz Allah muttakileri sever.”

77-) “Fakat Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlara gelince, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır.”  (ÂLİ –İMRAN SURESİ – 76/77. AYETLER)

     Bu ayet, verdiği iman sözünde durmayanlara yönelik ise de müminlerin verdiği sözde durmamaları, söylediklerini yapmamaları da Allah kalında öfkeyi, kızmayı gerektiren bir davranıştır. Tahlil etmeğe çalıştığımız ayette geçen “KEBÜRE MATKEN”tabiri bunu ifade ediyor. MAKT; çok kızmak, buğz etmek, nefret etmek demektir. “Yapamayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında çok kızılan, hoşlanılmayan büyük bir davranıştır.” beyanı, verilen sözü tutmamanın, sözleşmelere uymamanın, adakları yerine getirmemenin Allah katında ne kadar kötü bir davranış olduğunu ifade ediyor.

     Ayet, itaat olan bir ameli kendisine gerekli kılan kimsenin bu ameli yapmasının zorunlu olduğunu onaya koymaktadır. Allah ve Peygamber (SAV) emretmediği halde kişinin kendisine gerekli kıldığı şeyler iki çeşittir:

     ADAK VE VAAT.

     Bir mümin, namaz kılmak, oruç tutmak ve sadaka vermek gibi itaat olan bir fiili yapmayı adarsa bu adağı yerine getirmesi farzdır. Kaybettiği bir şeyi bulursa veya bir basarı elde ederse veya bir kötülükten kurtulursa, mesela, sadaka vermeyi adayan kimsenin de adağını yerine getirmesi farzdır. Adağını yerine getirmemek, verilen sözden dönmektir ve günahtır. Adakla olduğu gibi insan bir şeyi yapmak, birine bir şey vermek, bir yerde bulunmak, bir şeyi belli bir vakitte ödemek, bir toplantıya katılmak gibi vaatte bulunursa ve söz verilirse geçerli ve zorunlu bir özrü bulunmadıkça vadini ve sözünü yerine getirmesi zorunludur, aksi davranış günahtır, kınamayı gerektiren bir davranıştır. İşte tahlil etmeğe çalıştığımız Saf suresinin 2 ve 3. ayetleri adağı ve vaadini yerine getirmeyenlerle ilgilidir. Palavra atanlarla veya kendi yapmadığı şeyleri başkalarına yap diye söyleyenlerle ilgili değil; adağını, sözünü ve vaadini yerine getirmeyenlerle ilgilidir.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi37
Bugün Toplam832
Toplam Ziyaret5019847
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI