• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Ramazan ve Ramazana Mahsus İbadetlerimiz

RAMAZAN VE RAMAZAN’A MAHSUS İBADETLERİMİZ

  

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَفَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضاً أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُالْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَاهَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ:

 

         “Ramazan ayı ki onda Kur’an-ı Kerim, yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden biriniz Ramazan ayına sağ olarak hazır bulunursa, hemen o ayda oruç tutsun. Amma o aya hazır olan kimse hasta olur veya seferde bulunursa tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun.”  (BAKARA SURESİ – 185. AYET)

     Bugünkü sohbetimizde Ramazan ve Ramazana mahsus ibadetlerimizden söz edeceğim. Allah Teâlâ’ya bizi bu rahmet ayına eriştirdiği için hamdediyor, O’nun sevgili kulu ve elçisi Muhammed Mustafa (SAV)’e salât ve selam ediyoruz.

     Geçtiğimiz Ramazan ayında beraber oruç tuttuğumuz ve namaz kıldığımız pek çok kardeşimiz, ömürleri vefa etmediği için bu ramazana yetişemediler. Onlara ve bütün ölülerimize Allah’tan rahmet diliyor mekânları cennet olsun diyoruz.

     Bundan sonraki Ramazanlara erişip erişemeyeceğimizi bilemiyoruz. Ömrümüzün ne kadarı gitti ve ne kadarı kaldığı hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Bunun için bu mübarek ayı iyi değerlendirmeli, Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmalıyız.

     Ramazan ayı manevî hayatımızda seçkin yeri olan bir aydır. Bu ay daha girer girmez, diğer aylardan farklı bir yaşantı içine gireriz. Gündüzleri yemek, içmek gibi hayatî zevklerden ve her türlü aşırılıklardan çekinerek tuttuğumuz oruçlarla, geceleri dinî bir vecd içinde kıldığımız teravih namazları ile gönüllerimize iman nurunun ilâhî huzmeleri dökülmeye başlar. Ramazan sonuna kadar devam eden ve günden güne gönüllerde feyzi artan manevî neşe ile mümin kendisine, ailesine ve içinde yaşadığı topluma ve hatta bütün insanlara yararlı bir kişi olarak bayrama erişir.

     Ramazan ayı, rahmeti ve bereketi bol bir aydır. Bu ayın gelmesi ile iyilikler çoğalır, kötülükler azalır, yoksullara ve düşkünlere yardım elleri uzanır.

     Evet, bu ay rahmet ayıdır. Çünkü Peygamberimiz (SAV), bu ayın rahmet ve mağfiret ayı olduğunu bildirmiştir. Bu ayın, hiçbir kamerî ayla kıyaslanamayacak üstünlüğü vardır. Esasen aylar ve günler, zamanın dilimleri olmak itibariyle aralarında bir fark yoktur. Ancak bazı önemli olayların meydana geldiği ay ve günler, diğer zaman dilimlerine göre farklıdır, farklı kabul edilir. İşte Ramazan ayı da bu farklı zaman dilimlerinden biridir. Çünkü insanlığın kararan ufkunu aydınlatan Kur’an-ı Kerim, bu ayda inmeye başlamıştır. İslâm’ın beş temel ibadetinden biri olan oruç, bu aya tahsis edilmiştir. İnsanı Allah’a yaklaştıran nafile ibadetlerimizden biri olan Teravih Namazı bu ayın gecelerini nurlandırmaktadır. Malî ibadetlerimizden biri olan Fıtır Sadakası da bu ayın sonunda verilmektedir.

     Kur’an-ı Kerim, Ramazan ayı ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

 

   شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:

 

     “Ramazan ayı ( öylesine faziletli bir aydır ki ) insanlara yol gösterici ve doğruyu eğriden ayırmanın delilleri olarak Kur’an (bu ayda) indirildi.” (BAKARA SURESİ -185. AYET)

     Ebû Hüreyre (RA)’den rivayete göre Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur:     

     “Ramazan girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da zincire vurulur.”

     Hadis-i şerifte ifade edilen; cennet kapılarının açılması, Allah’ın rahmetinden, cehennem kapılarının kapanması ise, kötülüklerin azalmasından, şeytanların zincire vurulması da faaliyetlerinin etkisizliğinden kinayedir.

     Ramazan ayı ibadetler ayıdır. Peygamberimiz (SAV) bu ayda kendisini tamamen ibadete verir, hele Ramazanın son on gününü itikâfla (mescide kapanarak) geçirirdi.

     İbni Abbas (RA) Peygamberimiz (SAV)’in Ramazan hayatını şöyle anlatır:     

     “Peygamberimiz (SAV), insanların en cömerdi idi. Kendisine vahiy getiren melek Cebrail (AS) ile Ramazan ayında karşılaştığı zaman cömertliği doruk noktasına erişirdi. Cebrail (AS) Ramazanın her gecesinde Peygamberimiz (SAV)’le buluşup, Kur’an okurlardı. İşte böylece Peygamberimiz (SAV), Cebrail (AS) ile buluştuğunda insanlara rahmet getiren rüzgârdan daha cömert, daha yararlı olurdu.”

     Hz. Aişe (RA) anlatıyor: “Ramazan-ı şerifin son on günü girince Peygamberimiz (SAV), (ibadet konusunda) ciddi bir gayret gösterirdi. Geceyi ibadetle geçirir, ailesini de ibadet için uyandırırdı.”

     İşte her şeyde olduğu gibi Ramazan ayını değerlendirme konusunda da örnek alacağımız insan, Peygamberimiz (SAV)’dir. O’nu örnek alan yanılmaz ve zararlı çıkmaz.

RAMAZAN  AYINA  MAHSUS  İBADETLERİMİZ

 

     Ramazan ayına mahsus ibadetlerimizin başında oruç gelir. İslâm’ın beş temel ibadetinden biri olan oruç, Ramazan ayına tahsis edilmiş bir ibadettir.

     Peygamberimiz (SAV)’in Mekke’den Medine’ye hicretinden bir buçuk yıl sonra farz kılınmış olan oruç, kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:

     “Ey müminler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”  (BAKARA SURESİ – 184. AYET)

     İslâm’ın beş temel ibadet üzerine kurulduğunu söyleyen Peygamberimiz (SAV), bunlardan birinin de Ramazan ayı orucu olduğunu bildirmiştir.

     Bedenî bir ibadet olan orucun, diğer namaz ve hac gibi ibadetlerden farklı yönleri vardır. Nefse ağır gelen bir ibadet olduğu kadar da neşeli bir ibadettir. Oruç tutmakla yükümlü olmayan çocukların bu ibadete gösterdikleri ilgi bunun ifadesidir.

     Oruçtaki bu neşenin kaynağı, hiç şüphesiz kişinin iradesine hâkim olmasıdır. Oruçlu iftar sofrasına oturup, Peygamberimiz (SAV)’den rivayet edilen: “Allah’ım senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum. (Ey mağfireti bol Allah’ım, günahlarımı bağışla)” diye dua etmesi, onu neşe ve sevincin zirvesine yükseltir. Bir tesadüf eseri sofrasında bulunan ve oruç tutmayan bir müminin gönlünde bir pişmanlık duyacağında şüphe yoktur.

     Peygamberimiz (SAV), oruçlunun iftar sofrasındaki neşesini şu sözleri ile ifade etmişlerdir:  

     “Oruçlunun iki sevinci vardır. Birisi iftar zamanındaki sevincidir. Diğeri de tuttuğu oruçla Allah’a kavuştuğu ve orucunun mükâfatına erdiği zamanki sevincidir.”

     Oruç tutanlara Allah Teâlâ’nın kıyamet günü özel muamele yapacağını Peygamberimiz (SAV) müjdelemiştir. Peygamberimiz (SAV), Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Âdemoğlunun her ameli (nin karşılığı kendisine) kat kat verilir. Bir iyiliğe on katından yedi yüze kadar mükâfatlandırılır. Yalnız oruç hariç O benim içindir ve onun mükâfatını ben veririm. Çünkü (oruçlu) yemesini ve nefsanî arzularını sırf benim için (benim rızamı kazanmak için) terk ediyor.”

     Sehl b. Sa’d’ın rivayetinde Peygamberimiz  (SAV),şöyle buyurmuştur:

     “Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır ki, kıyamet gününde bu kapıdan ancak oruç tutanlar girecektir. Bunlardan başkaları giremez. Oruçlular nerede? Diye çağrılır. Onlar da kalkıp o kapıdan girerler. Oruçlular girdikten sonra kapı kapanır ve oradan hiçbir kimse giremez.”

     Her ibadette olduğu gibi oruç ibadetinde de fert ve toplum için pek çok yararlar vardır. Kur’an-ı Kerim, oruçtan ve orucun hikmetinden söz ederken: “Umulur ki oruçla günahlardan korunursunuz.” buyurmuş; oruç sayesinde insanın günah işlemekten, başkalarına hile ve haksızlık yapmaktan sakınacağı duyurulmuştur. Çünkü sakıncalı olmayan yemeyi ve içmeyi Allah rızası için belli bir süre terk eden oruçlu, O’nun yasakladığı söz ve işlerden de sakınmak durumundadır. Aksi halde orucunun bir anlamı kalmaz. Nitekim Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:

     “Oruç bir kalkandır; (oruçluyu kötülüklerden korur), oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisi ile itişmek ve dalaşmak isteyene iki defa ben oruçluyum desin. Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, oruçlu ağzın açlık kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.”

     Bir başka hadis-i şerif de mealen şöyledir: “Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah Teâlâ o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına (yani oruç tutmasına) değer vermez.” Yine Peygamberimiz (SAV): “Oruç tutan öyle insanlar var ki, ellerine açlık ve susuzluktan başka bir şey geçmez.” buyurmuştur.

 

ORUÇ İNSANDA BAŞKALARINA YARDIM ETME DUYGULARINI GELİŞTİRİR

 

     Çoğu varlıklı insanlar, yoksulların çektiklerini bilmezler. Varlıklı kimse tuttuğu orucun nefse olan etkisini tadar da, yıl boyu açlık çeken ve yokluk içinde kıvranan yoksulları ve kimsesiz çocukları düşünür; onlara karşı gönlünde şefkat ve yardım duyguları uyanır.

     Hz. Aişe (RA), Peygamberimiz(SAV)’in vefatından sonra ne zaman bir yemek yese, Peygamberimiz (SAV)’i hatırlayarak ağlamaya başlardı. Bir defasında niçin ağladığı kendisine sorulunca şu cevabı vermiştir: “Hz. Muhammed (SAV) sağlığında doyasıya bir günde iki defa yemek yememiştir. Onu hatırladığım için ağlıyorum.”  

     İşte oruç, insana yoksulların çektikleri sıkıntıyı yaşatır da onlara yardım elini uzatma alışkanlığı kazandırır.

ORUÇ SAĞLIĞI KORUR

 

     Orucun sağlık ve tedavi yönünden de önemi büyüktür. Peygamberimiz (SAV): “Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız.”  buyurmuştur.

     İnsan vücudunun bütün gün çalışarak yorulan organları uyku ile dinlendiği gibi, bir yıl durmadan çalışan mide ve sindirim organları da oruç sayesinde dinlenir ve görevlerini daha iyi yapma imkânı kazanır. Peygamberimiz (SAV)’in ifadeleri ile mide, hastalıkların evidir. Perhiz de, en etkili tedavidir. Birçok hastalıkların tedavisinde doktorların perhiz ve diyet tavsiye etmeleri bunu teyit etmektedir.

 

ORUÇ  İNSANI  SABRA  ALIŞTIRIR

 

     Zor işler sabırla başarılır ve her engel onunla aşılır. Bunun için Kur’an-ı Kerim’de sabredenler müjdelenmiş ve sonsuz ecirle ödüllendirilecekleri vaat edilmiştir.  

ORUÇ  NİMETLERİN  KADRİNİ  ÖĞRETİR

 

     İnsan eriştiği nimetlerin kıymetini, ancak bu nimetler elden çıktıktan sonra anlar, ama iş işten geçtiği için bir yararı olmaz. Oruç, insanı belli bir süre de olsa nimetlerden uzaklaştırır ve nimetlerin kadrini öğretir.

 

ORUÇ  TOPLUM  HAYATINI  DA  OLUMLU  ŞEKİLDE  ETKİLER

 

     Oruç tutanlar nefsin aşırı derecedeki isteklerini durdurmak ve iradelerine hâkim olmak için büyük güç kazanırlar. Yüce Mevlâ’nın emirlerine itaat eder, yasaklarından kaçınırlar. Birbirlerine karşı iyi ilişkiler içinde bulunur, görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye, iyi bir insan olmaya çalışırlar. Bunda bütün ibadetlerin olduğu kadar orucun da etkisi vardır.

     Orucun fert ve toplum hayatına pek çok yararları olması yanında günahlara da keffarettir. Nitekim Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur: “Bir kimse ramazanın faziletine inanarak ve mükâfatını umarak oruç tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”  

     Oruç, tan yerinin ağarmaya başlamasından güneşin batmasına kadar, ibadet niyetiyle yemek, içmek ve cinsî yaklaşımdan kendini tutmaktır. Şu ayet, orucun başlangıç ve bitiş zamanını bildirmektedir:

 

وَكُلُواْ وَاشْرَبُواْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ:

 

     “Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.”  (BAKARA SURESİ – 187. AYET)

     Özet olarak ifade etmek gerekirse; oruç imsak ile başlar, iftar ile sona erer. İmsak, sahur yemeğinin değil, orucun başlangıcıdır. Bu itibarla takvimlerde yazılı olan imsak saatine kadar yiyilip-içilecek, bu saatten itibaren ise yemeye ve içmeye son verilecektir.

 

ORUÇ KİMLERE FARZDIR?

 

     Oruç, ergenlik çağına gelmiş, akıllı, Müslüman erkek ve kadınlara farzdır. Ancak oruç kendilerine farz olanlardan hasta olanlar ile yolcu olanlar, oruç tutmayabilirler. Hasta olanlar iyileştiklerinde, yolcu olanlar da evlerine döndüklerinde, yedikleri günlerin sayısı kadar oruç tutar, kaza ederler. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ:

 

     “Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (orucunu yer ve tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder.”  (BAKARA SURESİ – 184. AYET)

     Hasta bakıcıların, gebe ve emzikli kadınların durumları da aynıdır. Oruç tuttukları takdirde kendileri veya çocukları zarar görecekse veya gereği gibi hastaya bakamayacaklarsa, bunlar da sonradan tutmak üzere oruçlarını yiyebilirler. Çünkü dinde zorluk yok, kolaylık vardır.

     Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan veya iyileşmesi mümkün olmayan hastalar da oruç tutmazlar, yedikleri her gün için yoksula bir fidye verirler. Fidye vermeye ekonomik durumları müsait olmayanlar Allah’tan af ve mağfiret dilerler. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ:

      “Oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere (Her gün için) yoksulu doyuracak fidye gerekir.” (BAKARA SURESİ – 184. AYET)

     Adet gören veya lohusa olan kadınlar ise namaz kılamaz, oruç tutamazlar. Ancak bu halleri geçtikten sonra, namazları değil, sadece yedikleri günleri kaza ederler.

     Faşıma binti Ebî Hubeys, Peygamberimiz (SAV)’e gelerek:“Ey Allah’ın Rasûlü, ben istihazalı (yani tenasül organından devamlı kan gelen) bir kadınım, hiç temizlenemiyorum. Acaba namazı bıraksam mı?” diye sordu. Peygamberimiz (SAV): “O, bir hastalık sebebiyle gelen bir kandır, hayız kanı değildir. Adet görme günleri gelince namazı bırak, temizlendiğin vakit kanı yıka ve namazını kıl.” buyurdu.  

     Rivayete göre Muâze adında bir hanım Hz. Aişe (RA)’ya gelerek: “Neden âdet gören bir kadın temizlendikten sonra âdet günlerinde kılamadığı namazları kaza etmiyor da tutamadığı oruçları kaza ediyor?” diye sordu. Hz. Aişe (RA): “Sen Harûriye'den misin?” dedi. Kadın: “Hayır, Harûriye değilim ama öğrenmek için soruyorum.” dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe (RA): “Vaktiyle bu iş bizim başımıza geldiğinde orucu kaza etmekle emrolunduk, namazın kazası ile emrolunmadık.” dedi.  

     Harûrâ, Kûfe’ye yakın bir köyün adıdır. Hz. Ali (RA)’a karşı ayaklanan Haricîler ilk defa burada toplanmışlardır. Hz. Aişe (RA), Muâze’ye: “Sen Harûriye'nin görüşünde misin?” demek istemiştir. Çünkü onlar, adet gören kadının adet günlerinde kılamadığı namazları kaza edeceği görüşündedirler. Lohusalık hali de hayız gibidir. Hayız ile ilgili hükümler aynen lohusalık içinde geçerlidir.

 

TERAVİH  NAMAZI

 

     Ramazana mahsus ibadetlerden biri de teravih namazıdır.

     Teravih namazı sünnet-i müekkede’dir. Sünnet ya Peygamberimiz(SAV)’in devam ettikleri, ya devam ederken bir özrün araya girmesi ile terk ettikleri işlerdir. Peygamberimiz (SAV), bu namazı hem kılmış ve hem de kıldırmıştır. Ancak farz olur endişesi ile cemaatle kılmaktan vazgeçmiştir.

     Buhârî ile Müslim’in Hz. Aişe (RA)’dan rivayetlerine göre, şöyle demiştir: “Bir Ramazan gecesi Peygamberimiz (SAV), mescidde teravih namazı kıldı. Ashab-ı Kiram da ona uyarak kıldılar. Ertesi gece de böyle cemaatle kıldılar. Halk çoğaldı. Üçüncü yahut dördüncü gece cemaat yine toplanmış, Peygamberimiz (SAV)’i beklemeye başlamışlardı. Fakat Peygamberimiz (SAV), o gece teravihe çıkmadı. Sabah namazından sonra cemaate: “Ey insanlar, sizin cemaatle teravih namazını kılmaya olan şiddetli arzu ve hevesinizi görüyorum. Benim de namaza çıkmama hiçbir engel yoktu. Yalnız böyle aşırı bir istekle devam edilerek üzerinize farz kılınmasından, sizin de onu devamlı kılmaya gücünüzün yetmeyeceğinden endişe ettim (bunun için gelmedim.)” buyurdu. Bundan sonra Teravih namazını cemaatle değil, herkes kendi başına kılmaya devam etti. Hz. Ebû Bekir (RA) devrinde de bir değişiklik olmadı. Hz. Ömer (RA) halife olunca bir süre daha böyle devam etti. Bir Ramazan gecesi Hz. Ömer (RA) mescide geldi, halkı kendi başına teravih namazı kılarken görünce: “Öyle sanıyorum ki, bunları bir imam arkasında toplarsam daha iyi olacak” dedi. Ertesi gece Übeyy bin Kâb (RA)’ı teravih namazı imamı tayin edip cemaati onun arkasında topladı ve teravih namazı bundan böyle cemaatle kılınmaya başladı. Başka bir gece Hz. Ömer (RA) mescide geldi, halkın vecd içinde namaz kıldıklarını görünce: “Şu teravihin böyle cemaatle kılınması ne güzel âdet oldu” diyerek sevincini ifade etti. Hz. Ali halkı bu namaza daima teşvik etmiş ve: “Allah, Ömer’in kabrini nurlandırsın, nasıl ki Ömer mescitlerimizi teravihin feyzi ile nurlandırıp şereflendirdi ise.” diyerek teravih namazının Ramazan-ı şerifte Müslümanların mabetlerine özel bir şeref bahşettiğini bildirmiş ve Hz. Ömer’in bu yaptığını tasvip ettiğini ifade etmiştir.

     Peygamberimiz (SAV)tarafından kıldırılan teravih namazının kaç rekât olduğu bildirilmemiştir. Ebu Seleme b. Abdurrahman’ın Hz. Aişe (RA)’ya Peygamberimiz (SAV)’in Ramazandaki gece namazını sorduğunda, Hz. Aişe şu cevabı vermiştir: “Peygamberimiz (SAV), ne Ramazanda ne de Ramazandan başka gecelerde on bir rekâttan fazla kılmış değildir.”

     İbni Hibban Sahih’inde Câbir (RA)’dan, Peygamberimiz (SAV)’in Ashabı ile birlikte sekiz rekat teravih, sonra da vitir namazı kıldıklarını; Beyhakî’nin İbni Abbas (RA)’ dan rivayetinde ise, Peygamberimiz (SAV)’in yirmi rekat teravih namazı kıldırdıklarını, bildirmiştir.

     Şevkânî yukarıdaki rivayetleri naklettikten sonra şöyle diyor: “Bu konudaki rivayetler Ramazan gecelerinde teravih namazının ve bu namazı cemaatle, yalnız başına kılmanın meşru olduğunu; teravih namazının kesin olarak kaç rekât olduğu ve her rekâtta ne kadar Kur’an okunacağı hakkında ise bir sünnet varit olmamıştır.”  Hulefâ-i Râşidîn devrine gelince; İbni Hacer, Hulefâ-i Râşidin devrinde kılınan teravih namazının yirmi rekât olduğunda Ashabın icmaı vardır. Diyor.

     Böylece Hz. Ömer (RA),Hz. Osman (RA) ve Hz. Ali (RA)dönemlerinden başlayarak günümüze kadar kılınmakta olan teravih namazı yirmi rekâttır.

     Büyük bir İslâm âlimi olan İbni Abdi’l-Berr, teravih namazının yirmi rekât olduğu fakihlerin çoğunluğunun, Şafiîlerin, Kûfeli âlimlerin ve Cumhur-i Ulemanın görüşüdür. Diyor. Tabiînden İbni Ebî Müleyke, Hâris el-Hemedânî, Ata İbni Ebî Rabah, Ebû'l-Buhturî, Said İbni Ebî Hasan el-Basrî, Abdurrahman İbni Muhammed, İbni Ebî Bekr ve daha bir çok Tabiîn, Hulefâi Râşidîn ile Ashab-ı Kiram gibi teravihi yirmi rekât olarak kabul edip benimsemişlerdir.  

     İbni Abdi’l Berr diyor ki: “Âlimler topluluğu teravih namazının yirmi rekât olduğu görüşündedir. Hanefî, Şafiî ve Hanbelî fakihlerin çoğunluğunun görüşü de budur.” Malikilere göre teravih namazı otuz altı rekâttır.

     Bu konuda en kuvvetli ve kesin sözü Ebû Hanife söylemiştir:“EL-İHTİYAR” da ifade edildiğine göre İmam Ebî Yusuf, hocası Ebû Hanife’ye teravih namazının hükmünü ve Hz. Ömer tarafından ne gibi bir delile dayanarak bu namazın yirmi rekât olarak ve cemaatle kılınmak suretiyle ortaya konulduğunu sormuştur.

     Ebû Hanife (Allah ona rahmet etsin) şu cevabı vermiştir:“Teravih namazı hiç şüphesiz bir sünnet-i müekkede’dir. Hz. Ömer (RA) bu namazın cemaatle yirmi rekât kılınmasını, ne kendi içtihadi ile ne de sırf kendi düşüncesinden çıkarmıştır, ne de Peygamberimiz (SAV) zamanında olmayan bir din konusunu ortaya koymuş bir bid’atçidir. Elbette Ömer (RA), bunu, kendisince bilinen dinin bir temel kaynağına ve Peygamberimiz (SAV)’in bir tavsiyesine dayanarak bunu emretmiştir.”  

     Bu rivayet ve görüşleri şöylece özetlemek mümkündür: Ramazan-ı Şerifte sekiz rekât teravih ve üç rekât vitir namazının cemaatle kılınması sahih rivayetlere dayanan Peygamberimiz (SAV)’in fiili ile sabit bir sünnettir. Bu sekiz rekâtın üst tarafı ile beraber yirmi rekât olması Hulefâ-i Râşidînin sünnetidir ki, buna fıkıh dilinde müstehap denir. Diğer taraftan, az önce ifade ettiğimiz Peygamberimiz(SAV)’in yirmi rekat teravih kıldığına dair İbni Abbas (RA)’dan gelen rivayet ise senedinden dolayı hadis alimleri tarafından zayıf görülmüştür. Fakat pek çok fakih onu görüşlerine delil gösterdiklerinden, bu rivayete göre de yirmi rekâtın da sünnet olduğu sabit olmuş olur.

     Ayrıca Peygamberimiz (RA) bu namazı tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur:“Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için ramazan gecelerini ibadetle geçiren (teravih namazını kılan) kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.”

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi20
Bugün Toplam679
Toplam Ziyaret5019694
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI