RAMAZAN BAYRAMI
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (HUCURAT SURESİ – 10. AYET)
Bizleri mübarek Ramazan bayramına eriştiren yüce Rabbimize hamd ediyor, sevgili Peygamberimiz (SAV)’e salât ve selâmlarımızı sunuyoruz. Ramazan orucunun farz olduğu bildirilen ayet-i kerime’de şöyle bir hatırlatmada bulunuluyordu:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:أَيَّاماً مَّعْدُودَاتٍ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْراً فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ وَأَن تَصُومُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ:
“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”
(BAKARA SURESİ – 183/184. AYETLER)
Sayılı günlerin ömrü ise azdır, hiç farkında olmadan gelir geçer. Ramazan da öyle oldu, daha dün başlamış gibi bugün bitti. Bu rahmet ve mağfiret günlerini değerlendirenlere ne mutlu.
Yüce dinimiz müminleri kardeşlik bağı ile birbirine bağlamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (HUCURAT SURESİ – 10. AYET)
Bu kardeşlik her türlü dostluğun üstündedir. Peygamberimiz (SAV), vefatından önce buna dikkatimizi çekmiştir. Ebû Saîd el-Hudrî (RA) anlatıyor:
Peygamberimiz (SAV),(ölümle sonuçlanan hastalığında) hutbeye çıktılar ve: “Allah Teâlâ kulunu, dünya nimetleriyle kendi katındakiler arasında muhayyer (seçmeli) bıraktı. O da Allah'ın katındakileri seçti.” buyurdu. Bu söz üzerine Ebû Bekir (RA) ağlamaya başladı. Ben kendi kendime: “Allah Teâlâ’nın bir kulu dünya ile kendi katındaki nimetler arasında seçmeli bırakmasında, o kulun da Allah katındaki nimetleri seçmesinde ne var ki, (Ebû Bekir’i kastederek) bu ihtiyarı ağlatıyor?” diye düşündüm. Meğer o dünya hayatı ile Allah katındaki nimetler arasında serbest bırakılan kul, Peygamberimiz (SAV)’miş, meğer Ebû Bekir (RA) hepimizin en bilgilisi imiş. (Tabii bu, Peygamberimiz (SAV)’in aralarından ayrılığına işaret ediyordu. Bunu anlayan Hz. Ebû Bekir (RA),bunun için hemen ağlamaya başlamıştı.) Peygamberimiz (SAV), Hz. Ebû Bekir (RA)’ı ağlar görünce: “Ya Ebâ Bekir, ağlama. Bana malı ve arkadaşlığı hususunda en cömert olanı, hiç şüphe yok ki, Ebû Bekir’dir. Ümmetimden birini kendime dost edinseydim, Ebû Bekir’i dost edinirdim, fakat İslâm kardeşliği ve sevgisi şahsî dostluktan üstündür.” buyurdu. Ve İslâm’ın getirdiği kardeşliğin her türlü kişisel dostlukların üstünde olduğuna dikkat çekti.
İlk İslâm topluluğu Medine’de oluşmuştu. Bu topluluk, kardeşlik, birlik ve dayanışma temelleri üzerine kurulmuştur. Bu şehirde Evs ve Hazreç adlarında iki kabile vardı. Bu kabileler arasında çok eskilere dayanan düşmanlık mevcut idi. İslâm’ın getirdiği kardeşlik, herkes gibi bu iki kabileyi de etkilemiş ve aralarındaki düşmanlığı yok ederek onları kardeş yapmıştı. Gerçekten ilk Müslümanlar, İslâm’ın bütün emirlerini hayata geçirmişler, örnek gösterilecek bir toplum haline gelmişlerdi. Sevgili Peygamberimiz (SAV) Mekke’den Medine’ye hicret edince O'nun peşinden pek çok Mekke’li de Medine’ye gelmişti. Bunlar muhacir olarak anılırlar. Her şeylerini Mekke’de bırakarak gelmişler, beraberlerinde hiçbir şey getirmemişler, getirememişlerdi. Peygamberimiz (SAV), Medine’liler (Ensar) ile Muhacirleri kardeş ilân etmişti. Her Medine’li bir muhaciri kardeş olarak kucaklamış ve malının yarısını ona vermişti. Tarihte bu kardeşliğin, böylesine bir yardımlaşma ve dayanışmanın bir eşi daha gösterilemez. İslâm ahlâkının temelini teşkil eden bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:
“Hiçbiriniz, kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe, iman etmiş olmaz.”
Müslüman kardeşine karşı bu duyguyu taşımayan kimsenin, gerçek mümin olamayacağı ifade ediliyor. İlk Müslümanlardan bunun çok örnekleri vardır. İşte bir iki örnek:
İbni Ömer (RA) anlatıyor: Peygamberimiz (SAV)’in arkadaşlarından birine bir koyun hediye edilmişti. O, “Kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır.” dedi ve kendisine gelen hediye koyunu ona gönderdi. O da kendisinden daha çok muhtaç olduğunu sandığı bir başkasına gönderdi, derken koyun bu suretle tam yedi ev dolaştı ve sonunda ilk geldiği eve dönüp geldi. Bunun üzerine, onların bu davranışlarını öven şu ayet-i kerime nazil oldu:
وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ:
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (HAŞR SURESİ – 9. AYET)
Bu konuda çarpıcı bir başka örnek de şudur:
Hz. Ebû Bekir (RA) zamanında Bizans’la yapılan ve Suriye'nin fethi ile sonuçlanan Yermûk Savaşında Huzeyfetü'l-Adevî şöyle diyor: “Savaşın yapıldığı gün çok sıcak bir gündü. İkindiüstü savaş biraz gevşeyince silahımı attım, bir su kabı alarak savaş alanında yaralanan mücahitler arasına daldım. Yaralanıp yatanlarda derin bir sessizlik vardı. Derken bir inleme duydum, fakat bu sesin nereden geldiğini anlayamadım. Sırayla okşadıklarımın hepsi ruhsuzdu ve şehit olmuştu. Meğer inleyen yaralı amcamın oğlu imiş. Hemen yanına geldim, birazı su getirdim içer misin? Dedim. Gözü ile ver demek isterken, arkadan bir inleme sesi geldi. Amcamın oğlu, ona götür diye bana işaret etti. O yükselen sese koştum ki, ne göreyim As’ın oğlu Hişam. Tam ona suyu vermek üzere iken, bir başka hırıltı duydum. O durumda Hişam, ona ver, ben istemem dedi. O inleyeni epey aradım, nihayet buldum ama şehit olmuştu. Bari Hişam’ı bulayım, dedim fakat o da Allah’ın rahmetine kavuşmuştu. O halde amcamın oğluna yetişeyim bari dedim ve koştum, ama o da şehâdet şerbetini içmişti. Gösterdikleri bu örnek davranışları yüzünden hiç birisine suyum nasip olmadı.”
Merhum şair Mehmet Akif bunu “SAFAHAT” da ne güzel tasvir ediyor. Müslüman, kendisine reva gördüğünü din kardeşine de reva görecek, kendisi için hoşlanmadığı şeyi din kardeşine de yapmayacak, yapılmasını istemeyecektir. Peygamberimiz (SAV),bu konuda şöyle buyuruyor:
“Müslüman, Müslüman’ın din kardeşidir. Müslüman kardeşine haksızlık etmez ve onu başına gelen musibette yalnız bırakmaz. Her kim Müslüman kardeşinin yardımında bulunur ve onun ihtiyacını görürse, Allah da ona yardım eder ve muhtaç olduğunu ona verir. Her kim bir Müslüman’ın sıkıntılarından birini giderirse, Allah Teâlâ da buna karşılık kıyamet sıkıntılarından birini giderir. Her kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah Teâlâ da âhirette onun ayıbını örter.”
Bir başka hadis-i şerifte de Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Birbirinize haset etmeyiniz. Alış-verişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize dargın durmayınız ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Birinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir; ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hor bakmaz.” Peygamberimiz (SAV), üç defa göğsüne işaret buyurarak: “Takva işte buradadır. Bir kimsenin kötü olması için din kardeşini hor görmesi yeterlidir. Müslüman’ın Müslüman’a kanı, malı ve ırzı haramdır.”
Peygamberimiz (SAV), Müslümanları tek vücut kabul etmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirine şefkat hususunda, müminlerin örneği bir ceset gibidir. Bu cesetten bir organ rahatsız olursa, cesedin diğer organları uykusuzluk ve humma ile ona çağrışırlar.”
Toplumların varlığının devamını sağlayan en büyük kuvvet, hiç şüphe yok ki kardeşliktir, birlik ve beraberliktir. Bu gücü kaybeden toplumların varlığı çöker. Bunun içindir ki, yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْوَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْفَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَاناً وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِفَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (ALİ - İMRAN SURESİ – 103. AYET)
Ayet-i kerime’de ifade edilen “Allah’ın ipi”, Allah Teâlâ’ya kavuşma ve O’nun rızasını kazanma sebebi olan vasıta demektir ki, Kur’an-ı Kerim’dir. Nitekim Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:
“Gökten yeryüzüne indirilmiş olan Allah’ın ipi Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’dir.”
Kur’an’a sarılanlar ve onun etrafında birleşenler doğru yolu bulur ve şaşırmaz. Çünkü o,apaçık bir nurdur, hikmet dolu bir kitaptır. Korkunç bir yolun kenarına çekilmiş olan bir ip veya bir kuyuya düşmüş olanları çıkarmak için uzatılmış bir ip ve ona iyice tutunmuş bir toplum düşününüz. İşte o toplum, Kur’an etrafında devamlı yükselen bir toplumun örneğini teşkil eder.
Toplumu oluşturan fertler birbirlerine sevgi ile yaklaşmalı ve kardeşçe kucaklaşmalıdırlar. Birbirlerine arka çevirmekten ve düşmanca yaklaşmaktan sakınmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki Allah’ın yardımı, toplum halinde yaşayan ve birbirlerine saygı duyanlaradır. Toplu halde kılınan bir namaza, yalnız başına kılınan bir namazdan 27 derece daha fazla sevap verileceği düşünülürse, toplum halinde olmanın önemi daha iyi anlaşılacaktır. Toplum güç kaynağıdır. Tefrika ve ayrılık ise zayıflık ve perişanlıktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah şöyle buyurur:
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ:
“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (ENFAL SURESİ – 46. AYET)
Merhum şair Mehmet Akif de ne güzel söylemiş:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Millet olarak tarihteki başarılarımızı ve zaferlerimizi birlik ve kardeşliğe borçluyuz. Allah Teâlâ Müslümanlar arasındaki bu kardeşlik bağının güçlenmesi için çeşitli vesileler yaratmıştır. Bayramlar, bu vesilelerden bir tanesidir. Bayram günlerinde toplum şuuru bütünleşir, toplum fertleri birbiriyle kaynaşır ve kucaklaşır. Hayatın bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntıları içinde bunalan, bitkin ve yorgun hale gelen insanları bayramlar dinçleştirir, çalışma azim ve gayretlerini artırır. Bayramlar toplum hayatında gerçekten seçkin yeri olan mübarek günlerdir. İnsan yalnız başına bayram yapamaz, yapsa bile bunun bir anlamı olmaz. Bayram toplum olarak kutlandığı takdirde bir anlam taşır. Bayram günleri, tatil günleri olmaktan öte, bize bir takım yükümlülükler yükleyen gündür. Bu yükümlülükleri yerine getirdiğimiz zaman, bayramın anlamını ruhumuzda daha çok hissetmiş olacağız. Bayram günlerinde önce, varlığımızın sebebi olan ve bizi her türlü fedakârlığa katlanarak büyüten, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, uyumayıp uyutan ve hayata hazırlayan şefkat ve merhametle üzerimizde titreyen anne ve babamızın ellerini öpüp hayır dualarını almalı, kırılan gönüllerini onarmalıyız. Kur’an-ı Kerim, Allah’a ibadetten sonra ikinci derecede anne-babaya saygı gösterilmesini, iyilik yapılmasını emretmiş, onlara karşı “ÖF”demeyi dahi yasaklamıştır.
Sevgili Peygamberimiz (SAV)’e adamın biri şöyle sormuş: “Ey Allah’ın elçisi, anne babanın çocukları üzerindeki hakkı nedir? Sevgili Peygamberimiz (SAV): “Onlar senin ya cennetin, ya da cehennemindir.” diye cevap vermiştir.
Yani onları razı ve memnun edersen cennete girmeyi hak edersin, onların rızalarını ve dualarını almazsan cehenneme gidersin.
Birisi Peygamberimiz (SAV)’e: “Ey Allah’ın elçisi, ecrini Allah'tan dilemek üzere hicret ve cihat için emrinize girmek istiyorum.” dedi. Peygamberimiz (SAV): “Anne ve babandan sağ olan var mı?” diye sordu. Adam: “Evet, ikisi de sağdır.” dedi. Peygamberimiz (SAV): “Sen Allah'tan ecir mi istiyorsun?” buyurdu. Adam: “Evet” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “Öyle ise anne ve babana dön de onların gönüllerini al, kendilerine güzel hizmet et (ecir ondadır).” buyurdu.
Beni Seleme kabilesinden bir adam Peygamberimiz (SAV)’e gelir ve sorar: “Ey Allah’ın elçisi, anne ve babamın ölümlerinden sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?” Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: “Evet, onlar için mağfiret dilemek, vasiyetlerini ve taahhütlerini yerine getirmek, yakınlığı onlar vasıtası ile olan (amca, hala, teyze gibi) kimseleri ziyaret etmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır.”
İşte bayramı fırsat bilip anne ve babamızın rızalarını almalı, onlar hayatta değillerse onlar vasıtasıyla yakınlığı olan kimseleri ziyaret etmeli, yoksul olanlarına yardımda bulunulmalıdır. Akraba ve komşularla tebrikleşerek karşılıklı sevgi ve saygı duygularımızı aktarmalı, muhtaç olanlara yardım elimizi uzatmalıyız. Karşılaştığımız herkese selâm vermeli, tanıdığımız ve tanımadığımız herkesin bayramını kutlamalıyız. Hastanelerde ve evlerde yatan hastaları görmeli, şifa dileklerimizi sunarak, iyileşmeleri hususunda gerekli olan yardımı yapmaya hazır olduğumuzu bildirmeliyiz. Yetimler ve kimsesiz çocuklara şefkat dolu duygularımızı aktarmalı, anne-babaları gibi davranmalıyız. Dargın olduğumuz kimselerle barışmalı, tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Müminin din kardeşine üç günden daha fazla dargın durması helal olmaz.”
Mübarek bayram günlerinde güzel bir geleneğimiz daha vardır. O da mezarları ziyaret etmek ve onlara hayır duada bulunmak, ruhları için yoksullara ve kimsesiz çocuklara sadaka vermek
Hz Peygamber (SAV),ilk zamanlarda kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştı. Bunun sebebi şuydu: İslam’ın en belirgin niteliği tevhiddir, bir olan Allah’a inanmak ve yalnız O’na ibadet etmektir. Allah’a gösterilen saygı ve tazimin bir benzerini başkasına göstermek tevhid inancına aykırıdır. İslam’dan önce Arap yarımadasında putlara tapılıyor, mezarlara secde ediliyor, onlardan yardım isteniyordu. Allah’ı bir bilmek ve yalnız O’na ibadet etmek ve yalnız O’ndan yardım dilemek ibaret olan İslam dinini yeni kabul etmiş olan insanlar, önceki bu çok hatalı olan alışkanlıklarını İslam’a da aktarabilirler ve böylece tevhid inancını bozarlar endişesiyle Hz Peygamber (SAV),ilk zamanlarda kabirleri ziyaret etmeyi bu endişeyle yasaklamıştı. İslamiyet’i ve onun tevhid inancına verdiği önemi iyice kavradıktan sonra bu yasağı kaldırmış ve şöyle buyurmuştur:
“Ben sizi kabirleri ziyaret etmekten men etmiştim. Fakat Hz Peygamber (SAV)’e annesinin kabrini ziyaret etmek için izin verildi. Siz de kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabir ziyareti, ahireti hatırlatır.”
Hz Peygamber (SAV) her yıl Uhud şehitlerini, ara sıra da Medine’deki Baki Mezarlığını ziyarette bulunup dua ederdi.
Hz Aişe (RA) validemiz de kardeşi Abdurrahman’ın mezarını zaman zaman ziyaret etmiştir. Bir defasında kabir ziyaretinden dönüyordu. Kendisine soruldu: “Ey Müminleri annesi, nereden geliyorsunuz?” Hz Aişe (RA) cevap verdi: “Kardeşim Abdurrahman’ın kabrini ziyaret ettim.” Tekrar soruldu: “Hz Peygamber (SAV) kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamamış mıydı?” Hz Aişe (RA) cevap verdi: “Evet, vaktiyle yasaklamıştı, fakat sonra ziyaret edilmesini tavsiye etti.”
Hz Peygamber (SAV)’in ve ashabının kabir ziyareti bizim için bir örnektir. Kabirleri ziyaret ederek ölülerimiz için dua etmek ve onlar için Allah’tan af ve mağfiret dilemek, hem ölülerimiz için hem de bizim için ölümü hatırlayıp kendimize çeki-düzen vermemiz için yararlıdır. İşte bayramlarda ölüleri de ziyaret ederek onlara dua etmemiz, güzel bir İslamî gelenektir, bunu da yapmalıyız. Bütün bunlar toplumu oluşturan fertleri, birbirleriyle kaynaştırarak millî birlik ve bütünlüğün sağlanmasında etkili olur. Böylece Allah’a karşı olan kulluk görevlerini kusursuz yapmaya çalışan, birbirini seven, sayan ve birbirlerinin haklarını gözeten kimseleri Allah’ın rahmeti kuşatır. Çünkü Allah sonsuz rahmet sahibidir.
Bu duygularla hepinizin bayramını kutluyor, daha nice bayramlara sağlıkla bizi eriştirmesini, bu mutlu bayramım aziz milletimiz için, birlik ve bütünlüğe, refah ve mutluluğa vesile olmasını Allah’ta niyaz ediyorum…
KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK - 2002