RAMAZAN VE ÖNEMİ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (BAKARA SURESİ – 183. AYET)
Manevi güzelliklerle dolu olan Ramazan ayı müminler için bir rahmet ve mağfiret mevsimidir. Bu kıymetli zaman dilimini ibadet ve iyiliklerle değerlendiren mümin ebedi mutluluk kapısını açar. Cehennemden kurtuluş beratını alarak zaman ve mekân cennetine doğru yol alır. Bir hadis-i şeriflerinde, Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır:
“Ramazan ayı gelince, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulurlar.”
Bu hadis-i şerif gösteriyor ki; Ramazan ayında iyi işler yapıp kötülüklerden sakınan mümine cennetin kapıları açılır cehennemin kapıları kapanır. Oruç sayesinde nefsine hâkim olup şeytana uymadığı için de şeytan etkisiz hale getirilmiş olur. İnsanın yaşadığı her an, onun için sonsuzluğa açılan bir zaman parçası olmaya namzettir. İdrak ettiğimiz bu Ramazan-ı şerifin, bu anı içinde saklamadığını kim bilebilir!
Ramazan Allah’ın rızasını kazanma kuşağıdır. Ramazanın her öğesi böyle bir kazancı sağlayıcı niteliktedir. Oruçlar, beş vakit namazlar, teravihler, dualar, zikir ve tespihler, iftarlar, sahurlar, fitreler, sadakalar hepsi de birer sevap makinesi gibi işlerler. Uygulayanlar, ebedi nimet ve mutluluklara eriştirirler. Ramazanı ahiret hesabına yönelik mükemmel bir biçimde değerlendirebilmek için ayet ve hadislerin ışığında en hayatî iki noktayı arz etmeye çalışalım:
A-) Ramazanı bütün olarak yaşamaya ruhen ve kalben niyet etmek:
Yani niyetli bir Ramazan yaşamaktır. Burada oruç tutmak için gerekli olan niyetten söz etmiyoruz. Merkezi Allah rızası olan bir niyeti kast ediyoruz. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Herkese niyet ettiği şey vardır.”
O halde amelin gerçek değer amel edenin niyetinde gizlidir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“ Müminin niyeti amelinden hayırlıdır...”
İnsanlar niyetlerini her zaman “Allah için olma” ya kilitleyebilseler, hesapsız sevap kazanırlar. Yattıkları yerden, yerken, içerken bile sürekli olgunlaşma (tekâmül) kaydederler. Niyet, sahte ile gerçeği birbirinden ayıran mihenktir. İnsanın değeri gönlündeki niyetinde gizlidir. Yani niyet insanın asli değeridir. İnsan, Allah için yaptığı mübah olan işlerden, yani normalde sevabı da günahı da olmayan gündelik meşgalelerden bile sevap alabilir. Örneğin niyeti namaz kılmak olan bir müminin camiye giderken attığı adının sevabı var. Oysa yürümek aslında sevap doğuran bir amel değildir. İbadete vesile olmasından dolayı ayrıca sevap getirmektedir. Aynı şekilde namaz kılanın diğer mubah dünyevi işleri de güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Böylece kişi bütün ömrünü ahirete mal edebilir. Diğer bir ifade ile insan sevaplara ancak iman, arzu ve niyetle sahip olabilir. Niyetle azlar çok, çoklar sonsuz olur. Allah’ın sonsuz nimetlerine karşı amelle değil niyetle şükredilebilir. Belirtmeye çalıştığımız bu şuur hayatın bütün olgularında ve özellikle Ramazanda bize hâkim olmalıdır. Hz. Peygamber (SAV),şu müjdeyi veriyor:
“Niyet ederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları affolunur.”
Bu müjde ancak niyet ile gerçekleşir. Oruçlu kimse oruca niyet ettiği gibi bu oruçla Allah’ın rızası, rahmet ve mağfiretini de dilemelidir. O halde Ramazanda niyetlerimizi sağlam tutmalıyız ki adetlerimiz ibadetlere dönüşsün. Ziyafetlerimiz, ziyaretlerimiz ibadet olsun. Dolayısıyla Allah için almalı, Allah için vermeli, Allah için ikram etmeli, Allah için okumalı, Allah için kılması… Kısaca her şeyde Allah rızası gözetilmelidir. Mahşerde insanların pişmanlık duyacağı hususlardan birisi de “niyetsiz yaşamış olmaları olacaktır. Bütün bir hayatı ibadete çevirmek mümkün iken bu fırsatı kaçırmak büyük bir zarardır. Allah’ın emirlerini ve yasaklarını yerine getiremeyişimizin arasında en ucuz hayırları bile kaçırışımıza yanacağız keşke diyeceğiz. Bu duruma düşmemek için dünya hayatımızı hakkıyla değerlendirmemiz gerekir.
B-) Bilgiyi imanlaştırmak: Bilgi başka, iman başka, bilgiye iman ise bambaşkadır. Doğru bilgilere inanmamız gerekir. Çok bilmek, çok okumak kâmil bir iman için yeterli bir alt yapı değildir. Esas olan kişinin doğru bildiklerine inanmasıdır. İnsan inancı ölçüsünde amel yapar, bilgisi ölçüsünde değil. Bildiklerimizin yüzde birine gereği gibi inansaydık, hepimiz ibadette birer Veysel Karânî olurduk. İman dairesine girmemiş bilgilerimiz birer kültürden ibarettir. Bu durumda olan kişiye kültürlü fakat imanı zayıftır denir. Önümüzde yanan ateşe elimizi uzatır mıyız? Hayır. Neden? Çünkü elimizi ateşe uzattığımızda yanacağına kesin olarak inanıyoruz. İşte Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu kesin hükümlere aynı ölçüde inanmış olsaydık ibadetlerimizi eksiksiz olarak yerine getirir harama girmekten kaçınırdık. Genel anlamda Kur’an ve sünnet neden müminin ruhunda şok meydana getirmemektedir? Daha doğrusu neden Kur’an ve sünnete tam manasıyla bağlanamamaktadır? Çünkü Kur’an ve sünnete beşer sözü imiş gibi bakılmakta ve böylece onlardaki ilâhi mana gizlenmektedir. Günümüz insanına kalpten ziyade his ve hevesler hâkimdir. Böyle olunca da İslâm’ın büyük hakikatleri nasıl kavranılabilecektir. İnsan bildiklerini değil, inandıklarını yaşar. Diğer bir ifadeyle kafasındakini değil, kalbindekini yapar. Bizler kafamızdaki dini bilgileri kalbimize indirebilirsek ancak o zaman onları yaşayabiliriz. İşte bilginin imanlaşması bu demektir. Bugün sûrî bilgiden ziyade imana ihtiyacımız vardır. Şeytanın zincire vurulduğu Ramazan ayında her mümin sahip olduğu İslamî doğru bilgileri kalbine indirip onları hayata geçirmelidir. Ramazanlar bunun için önemli fırsatlardır. Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazana “Kur’an ayı” da denmektedir. Çünkü Allah’ın insanlığa son mesaj olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber (SAV)’e bu ayda inmeye başlamıştır. Konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:
“(O sayılı günler),insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır...” (BAKARA SURESİ – 185. AYET)
Cebrail (AS),her yıl Ramazanda Hz. Peygamber (SAV)’e gelerek o güne kadar inen ayetleri karşılıklı olarak birbirlerine okurlardı. Ramazan ayında camilerde ve evlerde okunan mukabele ve Kur’an hatimleri Cebrail (AS) ile Peygamberimiz (SAV) arasında yapılan mukabele uygulamasının bir devamıdır. Ramazan ayının en önemli özelliği oruç ibadetinin bu aya tahsis edilmesidir. Bundan dolayı Ramazan ayına “Şehr-i Siyam” denilmiştir.
2. ORUÇ VE ÖNEMİ
Ramazan orucu, hicretin ikinci yılı içinde Şaban ayında farz kılınmıştır. Orucun farziyyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (BAKARA SURESİ – 183. AYET)
3. ORUCUN MAHİYETİ
Oruç Arapçada “savm” kelimesiyle ifade edilir. Savm sözlükte nefsi tutmak ve engellemek anlamındadır. İslâm dininde oruç, sabahın başlangıcı sayılan ikinci fecirden (tan yerinin ağarmasından) başlayarak güneşin batışına kadar ki sürede ibadet niyetiyle yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden nefsi uzak tutmaktır. Buna din ıstılahında “imsak” denir. Müftirat denilen (orucu bozucu) şeylerden nefsi gerçekten veya hükmen uzak tutmak bir imsaktır. İmsak sözünün karşıtı “iftar” dır. Hiç oruç tutmamak bir iftar olduğu gibi, güneşin batışından sonra orucu açmakta bir iftardır. Oruçlu iken oruç bozucu şeylerin yapılması da yine bir iftardır. Orucu bozan şeylerin her birine “müftir” denildiği gibi, orucunu açan kişiye de “müftir” denilir. Bunun çoğulu “müftirat” tır. Oruç, ibadetleri değerli kılan ihlâs özelliğini en çok yansıtan bir ibadettir. Çünkü bir kişinin oruçlu olup olmadığını ancak Allah ile kendisi bilir. Yani böyle olmalıdır. Bir kutsi hadiste, Allah şöyle buyuruyor:
“Oruç doğrudan doğruya benim için yapılış bir ibadettir. Onun (sayısız) karşılığını doğrudan doğruya ben vereceğim.”
Hadiste geçen “oruç benim için yapılmış bir ibadettir...” sözünün anlamı, oruç, görünüşle alakası olmayan gizli bir ibadettir ve başkalarının onda hiçbir payı yoktur, demektir. Bunun için hadisin devamında Allah “onun karşılığını ben vereceğim” buyurmuştur. Bu itibarla oruç, ibadetlerin en büyüğüdür. İnsanları Mirac’a yükselten bir Burak’tır. İnsanların nefis ve arzularıyla yaptıkları savaştır. Oruçtan beklenen amacın gerçekleşmesi için dikkat edilmesi gereken şeyler vardır. Bilindiği üzere oruç, bir imsak ameliyesi yani tan yerinin ağarmasından (imsakten) itibaren, güneş batıncaya kadar yeme, içme, cinsel ilişkide bulunma... Gibi orucu bozacak davranışlardan uzak kalma işidir. Ancak kâmil anlamda oruç bütün organların iştirakiyle gerçekleşir. Şöyle ki; oruç tutan kişi mideyi yemek içmekten koruduğu gibi, dili de yalandan, gıybetten, kötü ve boş sözden uzak tutmalıdır. Göz harama bakmamalı, kusur aramamalıdır. Kulak, gıybet, dedikodu ve abes şeyler dinlememelidir. Gönül güzel şeyler düşünmelidir. Allah dostları yalan söylemenin ve başkasını çekiştirmenin orucu bozacağını belirtmişlerdir. Bilinmelidir ki, organları orucu iştirak etmeyi başaramayan kişi şeklen oruç tutmuşsa da, oruçtan beklenen gayeye bütünüyle ulaşamamış demektir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçtan onlara kalan sadece açlık ve susuzluktur.”
4. ORUCUN SAĞLADIĞI BAZI MADDİ VE MANEVİ YARARLAR
Oruç, sırf Allah’ın emri olduğu için tutulan bir ibadet olmakla birlikte fert ve topluma yönelik pek çok faydası da olan bir ibadettir. Orucu, Allah'ın bir emri olarak tutarken bu yararları da göz önünde bulundurmak durumundayız. Orucun başlıca yararları şunlardır:
A-) Oruç kötülüklerden korur: Orucun bir özelliği de oruçluyu kötülüklerden koruyan bir ibadet oluşudur. Bakara suresinin 183. ayetinde orucun bu özelliğine dikkatimiz çekilmektedir. Ayette Allah şöyle buyuruyor:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmamız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (BAKARA SURESİ – 183. AYET)
Ayete göre oruç kişiyi kötülüklerden koruyan önemli bir vesiledir. Hz. Peygamber (SAV) de orucun bu özelliğini şöylece dile getirmiştir:
“Oruç bir kalkandır. O halde oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisiyle çekişip kavga etmek isteyen kişiye ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin...”
“Oruç bir kalkandır.” ifadesiyle orucun, oruçluya melek özelliği kazandıracağı ve böylece onu kötülüklerden koruyacağı belirtilmiştir.
B-) Oruç nefsi terbiye eder, ruhu olgunlaştırır: İnsan yeryüzünün halifesi olarak yaratılış harika bir varlıktır. Bedenle ruh gibi iki zıt unsur insanda iç içedir. İnsanın mutluğu bu farklı zıt unsurların dengede tutulmasına bağlıdır. Maddi yanı ruhi ve manevi güçlere baskın çıkma eğilimindedir. Bu eğilim sürekli ve etkili olursa ruhun olgunlaşması ve tekâmülü engellenmiş olur. O bakımdan bedenin ruha boyun eğmesi için bedenin gücünü sınırlayıp ruhunkini artırmak gerekir. Bunu gerçekleştirmenin en etkili yolu açlık, susuzluk, cinsel istekleri sınırlamak; kalp, zihin ve diğer organları denetim altına almaktır. İşte bütün bunlar oruç sayesinde sağlanabilir. Bir Allah dostu düşünmektedir:
“Oruç ağzı bağlamaya karşı gönül gözünün açılmasına yarar. Can gözünün açılması bedeni güçleri etkisiz hale getirmekle mümkün olur. Gönül gözü kör olanları hiçbir ibadet aydınlatamaz.”
C-) Oruç sabır ve irade gücü kazandırır:
İnsan hayatının tatlı ve huzurlu günleri olduğu gibi, acılı ve sıkıntılı dönemleri de vardır. Çoğu kere nimet ve rahmete ulaşmanın yolu zahmet ve mihnetlere katlanmaktan geçer. Bu yönüyle sabır başarıya ulaşmanın en önemli şartlarından biridir. Oruçlu olduğu için sahip olduğu şeylere el sürmeyen kişi, iradesine hâkim olmuş, nefsini zorluklara alıştırarak eğitmiş ve üstün bir meziyet kazanmış olur. Böyle bir insan acılı ve sıkıntılı durumlar karşısında sabır ve tahammül göstererek soğukkanlılığını korur. İnsan fıtratı başkaldıran bir yapıya sahip olduğu için çoğu zaman aşırılıklar gösterir. Onun aşırılıklını bastırmak için iradeyi güçlendiren ruhu arındıran oruca mutlaka ihtiyaç vardır.
D-) Oruç ahlâkı güzelleştirir: Oruç insana iyi huylar kazandıran köklü bir irade terbiyesi ve ahlâk eğitimidir. Bir hadis-i şerifte Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır:
“Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allah, onun yemesini, içmesini bırakmasına hiç değer vermez.”
Hadis-i şerif orucun hedefinin kötü huylardan uzak kalmak olduğunu açıkça göstermektedir. Oruç kötü alışkanlıklardan kurtulmak ve iyi alışkanlıklar kazanmak için çok önemli bir fırsattır. Alışkanlıkların insan hayatı üzerinde büyük bir etkisi vardır. Yakasını kötü alışkanlıklara her nasılsa kaptıran bir kişi, onların etkisinden kurtulmak için çok kuvvetli bir iradeye sahip olmalıdır. Şeytan insanları kötü alışkanlıklara çekmek için en çok kullandığı iki yol mide ve şehvettir. Oruçla bu tehlikenin önüne geçilmiş olur.
E-) Oruç sağlığı korur: Bugün orucun insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri tüm dünyada bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Orucun sağlığa ilişkin yararları tıp uzmanlarınca ortaya konmaktadır. Burada Hz. Peygamber (SAV)’in konuya ilişkin bir hadisini belirtmek gerekir:
“Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız.”
5. RAMAZANDA NASIL YEMELİ
Ramazan ayı zannedildiği gibi “yeme ayı” değil,“yememe ayı”dır. Oruçlunun iftar ve sahurda yeme konusunda aşırıya kaçması hiç doğru değildir. Uzmanlara göre akşam iftara oturulduğunda yaklaşık on iki saat aç kalınış demektir. Sindirim sistemi dinlenmededir. İşte iftarda yemek birden ve aşırı şekilde mideye dolarsa salılar fazlalaşır, tansiyon düşüklüğü olur. Hele bir de yemek yedikten sonra yatılırsa tehlike artar. Vücuttaki kan mide ve bağırsakların etrafında toplanır. Beyin ve kalbe kanın gitmesi engellenir, kan birden vücuda dağıldığında ise kalp çarpıntılarına sebep olur. Bu sebeple iftarda yemek yavaş ve iyi çiğnenerek yenmelidir. Sağlığa en uygun olanı yemeğin, oruç açılıp bir müddet sonra örneğin; akşam namazı kılındıktan sonra yenmesidir. Ramazanda yağlı yiyeceklerden kaçınmalı, meyve ve çiğ sebze tüketimine önem verilmelidir. Ramazanın sağlık ayı olduğu unutulmamalıdır.
KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ