• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Ramazan ve Önemi

RAMAZAN VE ÖNEMİ

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:

 

     “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (BAKARA SURESİ – 183. AYET)

 

     Manevi   güzelliklerle   dolu   olan   Ramazan   ayı müminler için bir rahmet ve mağfiret mevsimidir. Bu kıymetli zaman dilimini ibadet ve iyiliklerle değerlendiren  mümin  ebedi  mutluluk  kapısını  açar. Cehennemden  kurtuluş  beratını  alarak  zaman  ve mekân cennetine doğru yol alır. Bir hadis-i şeriflerinde, Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır:

     “Ramazan ayı gelince, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulurlar.” 

     Bu hadis-i şerif gösteriyor ki; Ramazan ayında iyi işler yapıp kötülüklerden sakınan  mümine  cennetin  kapıları  açılır  cehennemin kapıları   kapanır. Oruç   sayesinde   nefsine   hâkim olup şeytana uymadığı için de şeytan etkisiz hale getirilmiş olur. İnsanın yaşadığı her an, onun için sonsuzluğa açılan bir zaman parçası olmaya namzettir. İdrak ettiğimiz bu Ramazan-ı şerifin, bu anı içinde saklamadığını kim bilebilir!    

     Ramazan  Allah’ın  rızasını  kazanma  kuşağıdır. Ramazanın her öğesi böyle bir kazancı sağlayıcı niteliktedir. Oruçlar, beş  vakit  namazlar, teravihler, dualar, zikir ve tespihler, iftarlar, sahurlar, fitreler, sadakalar hepsi de birer sevap makinesi gibi işlerler. Uygulayanlar, ebedi  nimet  ve  mutluluklara eriştirirler. Ramazanı  ahiret  hesabına  yönelik  mükemmel bir biçimde değerlendirebilmek için ayet ve hadislerin ışığında en hayatî iki noktayı arz etmeye çalışalım:

A-) Ramazanı  bütün  olarak  yaşamaya  ruhen ve kalben niyet etmek:    

     Yani  niyetli  bir  Ramazan  yaşamaktır. Burada oruç tutmak için gerekli olan niyetten söz etmiyoruz. Merkezi Allah rızası olan bir niyeti kast ediyoruz. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

      “Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Herkese niyet ettiği şey vardır.”

     O halde amelin gerçek değer amel edenin niyetinde gizlidir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “ Müminin niyeti  amelinden  hayırlıdır...”  

İnsanlar niyetlerini her zaman “Allah için olma” ya  kilitleyebilseler, hesapsız  sevap  kazanırlar. Yattıkları yerden, yerken, içerken bile sürekli olgunlaşma (tekâmül) kaydederler. Niyet, sahte ile gerçeği birbirinden ayıran mihenktir. İnsanın değeri gönlündeki  niyetinde  gizlidir. Yani  niyet  insanın  asli değeridir. İnsan, Allah  için  yaptığı  mübah  olan  işlerden, yani normalde sevabı da günahı da olmayan gündelik meşgalelerden bile sevap alabilir. Örneğin niyeti namaz kılmak olan bir müminin camiye giderken attığı adının sevabı var. Oysa yürümek aslında sevap doğuran bir amel değildir. İbadete vesile olmasından dolayı ayrıca sevap getirmektedir. Aynı  şekilde  namaz  kılanın  diğer  mubah  dünyevi işleri  de  güzel  bir  niyet  ile  ibadet  hükmünü  alır. Böylece  kişi  bütün  ömrünü  ahirete  mal  edebilir. Diğer bir ifade ile insan sevaplara ancak iman, arzu ve niyetle sahip olabilir. Niyetle azlar çok, çoklar  sonsuz  olur. Allah’ın  sonsuz  nimetlerine  karşı amelle değil niyetle şükredilebilir. Belirtmeye  çalıştığımız  bu  şuur  hayatın  bütün olgularında ve özellikle Ramazanda bize hâkim olmalıdır. Hz. Peygamber (SAV),şu müjdeyi veriyor:

   “Niyet ederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları affolunur.” 

    Bu müjde ancak niyet ile gerçekleşir. Oruçlu kimse oruca  niyet ettiği gibi bu oruçla Allah’ın rızası, rahmet ve mağfiretini de dilemelidir. O  halde  Ramazanda  niyetlerimizi  sağlam  tutmalıyız ki adetlerimiz ibadetlere dönüşsün. Ziyafetlerimiz, ziyaretlerimiz ibadet olsun. Dolayısıyla Allah için almalı, Allah için vermeli, Allah için ikram etmeli, Allah için okumalı, Allah için kılması… Kısaca her şeyde Allah rızası gözetilmelidir. Mahşerde insanların pişmanlık duyacağı hususlardan birisi de “niyetsiz yaşamış olmaları olacaktır. Bütün bir hayatı ibadete çevirmek mümkün iken bu fırsatı kaçırmak büyük bir zarardır. Allah’ın emirlerini ve yasaklarını yerine getiremeyişimizin arasında en ucuz hayırları  bile  kaçırışımıza  yanacağız  keşke  diyeceğiz. Bu duruma düşmemek için dünya hayatımızı hakkıyla değerlendirmemiz gerekir.

B-) Bilgiyi imanlaştırmak: Bilgi başka, iman başka, bilgiye iman ise bambaşkadır. Doğru bilgilere inanmamız gerekir. Çok bilmek, çok okumak kâmil bir iman için yeterli bir alt yapı değildir. Esas olan kişinin doğru bildiklerine  inanmasıdır. İnsan  inancı  ölçüsünde  amel  yapar, bilgisi  ölçüsünde  değil. Bildiklerimizin  yüzde birine gereği gibi inansaydık, hepimiz ibadette birer Veysel Karânî olurduk. İman dairesine girmemiş bilgilerimiz birer kültürden  ibarettir. Bu  durumda  olan  kişiye  kültürlü fakat imanı zayıftır denir. Önümüzde  yanan  ateşe  elimizi  uzatır  mıyız? Hayır. Neden?  Çünkü  elimizi  ateşe  uzattığımızda yanacağına kesin olarak inanıyoruz. İşte Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu kesin hükümlere aynı ölçüde inanmış olsaydık ibadetlerimizi eksiksiz olarak yerine getirir harama girmekten kaçınırdık. Genel anlamda Kur’an ve sünnet neden müminin ruhunda şok meydana getirmemektedir? Daha doğrusu neden Kur’an ve sünnete tam manasıyla bağlanamamaktadır? Çünkü Kur’an ve sünnete beşer sözü imiş gibi bakılmakta ve böylece onlardaki ilâhi   mana   gizlenmektedir. Günümüz   insanına kalpten   ziyade   his   ve   hevesler   hâkimdir. Böyle olunca da İslâm’ın büyük hakikatleri nasıl kavranılabilecektir. İnsan  bildiklerini  değil, inandıklarını  yaşar. Diğer bir ifadeyle kafasındakini değil, kalbindekini yapar. Bizler kafamızdaki dini bilgileri kalbimize indirebilirsek  ancak  o  zaman  onları  yaşayabiliriz. İşte bilginin imanlaşması bu demektir. Bugün sûrî bilgiden ziyade imana ihtiyacımız vardır. Şeytanın zincire vurulduğu Ramazan ayında her mümin sahip  olduğu  İslamî  doğru  bilgileri  kalbine  indirip onları hayata geçirmelidir. Ramazanlar bunun için önemli fırsatlardır. Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazana “Kur’an ayı” da denmektedir. Çünkü Allah’ın insanlığa son mesaj  olarak  gönderdiği  Kur’an-ı  Kerim  Hz.  Peygamber (SAV)’e bu ayda inmeye başlamıştır. Konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

 

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:

 

     “(O sayılı günler),insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır...” (BAKARA SURESİ – 185. AYET)

     Cebrail (AS),her yıl Ramazanda Hz. Peygamber (SAV)’e gelerek o güne kadar inen ayetleri karşılıklı olarak birbirlerine  okurlardı. Ramazan  ayında  camilerde  ve evlerde okunan mukabele ve Kur’an hatimleri Cebrail (AS) ile Peygamberimiz (SAV) arasında yapılan mukabele uygulamasının bir devamıdır. Ramazan ayının en önemli özelliği oruç ibadetinin bu aya tahsis edilmesidir. Bundan dolayı Ramazan ayına “Şehr-i Siyam” denilmiştir.

2. ORUÇ VE ÖNEMİ

 

     Ramazan orucu, hicretin ikinci yılı içinde Şaban ayında farz kılınmıştır. Orucun farziyyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:

     “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (BAKARA SURESİ – 183. AYET)

 

3. ORUCUN MAHİYETİ

 

     Oruç Arapçada “savm” kelimesiyle ifade edilir. Savm  sözlükte  nefsi  tutmak  ve  engellemek  anlamındadır. İslâm  dininde  oruç, sabahın  başlangıcı  sayılan ikinci fecirden (tan yerinin ağarmasından) başlayarak güneşin batışına kadar ki sürede ibadet niyetiyle yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden nefsi uzak tutmaktır. Buna din ıstılahında “imsak” denir. Müftirat  denilen  (orucu  bozucu)  şeylerden  nefsi  gerçekten veya hükmen uzak tutmak bir imsaktır. İmsak sözünün karşıtı “iftar” dır. Hiç oruç tutmamak  bir  iftar  olduğu  gibi, güneşin  batışından sonra orucu açmakta bir iftardır. Oruçlu iken oruç bozucu şeylerin yapılması da yine bir iftardır. Orucu bozan şeylerin her birine “müftir” denildiği gibi, orucunu açan kişiye de “müftir” denilir. Bunun çoğulu “müftirat” tır. Oruç, ibadetleri değerli kılan ihlâs özelliğini en çok yansıtan bir ibadettir. Çünkü bir kişinin oruçlu olup olmadığını ancak Allah ile kendisi bilir. Yani böyle olmalıdır. Bir kutsi hadiste, Allah şöyle buyuruyor:

     “Oruç doğrudan doğruya benim için yapılış bir ibadettir. Onun (sayısız) karşılığını doğrudan doğruya ben vereceğim.”  

     Hadiste geçen “oruç benim için yapılmış  bir  ibadettir...” sözünün  anlamı, oruç, görünüşle alakası olmayan gizli bir ibadettir ve başkalarının onda hiçbir payı yoktur, demektir. Bunun için hadisin devamında Allah “onun karşılığını ben vereceğim” buyurmuştur. Bu itibarla oruç, ibadetlerin en büyüğüdür. İnsanları Mirac’a yükselten bir Burak’tır. İnsanların  nefis  ve  arzularıyla  yaptıkları savaştır. Oruçtan  beklenen  amacın  gerçekleşmesi  için dikkat edilmesi gereken şeyler vardır. Bilindiği üzere oruç, bir imsak ameliyesi yani tan yerinin ağarmasından (imsakten) itibaren, güneş batıncaya kadar yeme, içme, cinsel ilişkide bulunma... Gibi orucu bozacak davranışlardan uzak kalma işidir. Ancak kâmil  anlamda  oruç  bütün  organların  iştirakiyle gerçekleşir. Şöyle ki; oruç tutan kişi mideyi yemek içmekten koruduğu gibi, dili de yalandan, gıybetten, kötü ve boş sözden uzak tutmalıdır. Göz harama bakmamalı, kusur aramamalıdır. Kulak, gıybet, dedikodu  ve  abes  şeyler  dinlememelidir. Gönül güzel şeyler düşünmelidir. Allah dostları yalan söylemenin ve başkasını çekiştirmenin orucu bozacağını belirtmişlerdir. Bilinmelidir ki, organları orucu iştirak  etmeyi  başaramayan  kişi  şeklen  oruç  tutmuşsa  da, oruçtan  beklenen  gayeye  bütünüyle ulaşamamış demektir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçtan onlara kalan sadece açlık ve susuzluktur.”

 

4.   ORUCUN   SAĞLADIĞI   BAZI   MADDİ  VE MANEVİ YARARLAR

 

     Oruç, sırf Allah’ın emri olduğu için tutulan bir ibadet olmakla birlikte fert ve topluma yönelik pek çok faydası da olan bir ibadettir. Orucu, Allah'ın bir emri  olarak  tutarken  bu  yararları  da  göz  önünde bulundurmak durumundayız. Orucun başlıca yararları şunlardır:

 A-) Oruç kötülüklerden korur: Orucun  bir  özelliği  de  oruçluyu  kötülüklerden koruyan bir ibadet oluşudur. Bakara suresinin 183. ayetinde orucun bu özelliğine dikkatimiz çekilmektedir. Ayette Allah şöyle buyuruyor:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:

 

     “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten  sakınmamız  için  oruç, sizden  öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.”  (BAKARA SURESİ – 183. AYET)

     Ayete göre oruç kişiyi kötülüklerden koruyan önemli bir vesiledir. Hz. Peygamber (SAV) de orucun bu özelliğini şöylece dile getirmiştir:   

     “Oruç  bir  kalkandır. O  halde  oruçlu  kötü  söz söylemesin. Oruçlu kendisiyle çekişip kavga etmek isteyen kişiye ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin...”  

      “Oruç bir kalkandır.”  ifadesiyle  orucun, oruçluya  melek  özelliği kazandıracağı  ve  böylece  onu  kötülüklerden  koruyacağı belirtilmiştir.

B-) Oruç nefsi terbiye eder, ruhu olgunlaştırır: İnsan yeryüzünün halifesi olarak yaratılış harika bir varlıktır. Bedenle ruh gibi iki zıt unsur insanda iç içedir. İnsanın mutluğu bu farklı zıt unsurların dengede tutulmasına bağlıdır. Maddi yanı ruhi ve  manevi  güçlere  baskın  çıkma  eğilimindedir. Bu eğilim sürekli ve etkili olursa ruhun olgunlaşması ve tekâmülü  engellenmiş  olur. O  bakımdan  bedenin ruha boyun eğmesi için bedenin gücünü sınırlayıp ruhunkini artırmak gerekir. Bunu gerçekleştirmenin en etkili yolu açlık, susuzluk, cinsel istekleri sınırlamak; kalp, zihin  ve  diğer  organları  denetim  altına almaktır. İşte bütün bunlar oruç sayesinde sağlanabilir. Bir Allah dostu düşünmektedir:

     “Oruç ağzı bağlamaya  karşı  gönül  gözünün  açılmasına  yarar. Can gözünün açılması bedeni güçleri etkisiz hale getirmekle mümkün olur. Gönül gözü kör olanları hiçbir ibadet aydınlatamaz.”

C-) Oruç sabır ve irade gücü kazandırır:

     İnsan  hayatının  tatlı  ve  huzurlu  günleri  olduğu gibi, acılı ve sıkıntılı dönemleri de vardır. Çoğu kere nimet ve rahmete ulaşmanın yolu zahmet ve mihnetlere katlanmaktan geçer. Bu yönüyle sabır başarıya ulaşmanın en önemli şartlarından biridir. Oruçlu olduğu için sahip olduğu şeylere el sürmeyen kişi, iradesine hâkim olmuş, nefsini zorluklara alıştırarak eğitmiş ve üstün bir meziyet kazanmış olur. Böyle bir insan acılı ve sıkıntılı durumlar karşısında sabır ve tahammül göstererek soğukkanlılığını korur. İnsan fıtratı başkaldıran bir yapıya sahip olduğu için çoğu zaman aşırılıklar gösterir. Onun aşırılıklını bastırmak için iradeyi güçlendiren ruhu arındıran oruca mutlaka ihtiyaç vardır.

D-) Oruç ahlâkı güzelleştirir: Oruç insana iyi huylar kazandıran köklü bir irade terbiyesi ve ahlâk eğitimidir. Bir hadis-i şerifte Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır:

     “Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allah, onun yemesini, içmesini bırakmasına hiç değer vermez.” 

     Hadis-i şerif orucun hedefinin kötü huylardan uzak kalmak olduğunu açıkça göstermektedir. Oruç kötü alışkanlıklardan kurtulmak ve iyi alışkanlıklar kazanmak için çok önemli bir fırsattır. Alışkanlıkların  insan  hayatı  üzerinde  büyük  bir  etkisi vardır. Yakasını kötü alışkanlıklara her nasılsa kaptıran  bir  kişi, onların  etkisinden  kurtulmak  için  çok kuvvetli bir iradeye sahip olmalıdır. Şeytan insanları kötü alışkanlıklara çekmek için en çok kullandığı iki yol mide ve şehvettir. Oruçla bu tehlikenin önüne geçilmiş olur.

E-) Oruç sağlığı korur: Bugün  orucun  insan  sağlığı  üzerindeki  olumlu etkileri tüm dünyada bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Orucun sağlığa ilişkin yararları tıp uzmanlarınca ortaya konmaktadır. Burada Hz. Peygamber (SAV)’in konuya ilişkin bir hadisini belirtmek gerekir:     

     “Oruç tutunuz ki, sıhhat  bulasınız.” 

 

5. RAMAZANDA NASIL YEMELİ

 

     Ramazan ayı zannedildiği gibi “yeme ayı” değil,“yememe ayı”dır. Oruçlunun iftar ve sahurda yeme konusunda aşırıya kaçması hiç doğru değildir. Uzmanlara   göre   akşam   iftara   oturulduğunda yaklaşık  on  iki  saat  aç  kalınış  demektir. Sindirim sistemi dinlenmededir. İşte iftarda yemek birden ve aşırı şekilde mideye dolarsa salılar fazlalaşır, tansiyon  düşüklüğü  olur. Hele  bir  de  yemek  yedikten sonra yatılırsa tehlike artar. Vücuttaki kan mide ve bağırsakların etrafında toplanır. Beyin ve kalbe kanın gitmesi engellenir, kan birden vücuda dağıldığında ise kalp çarpıntılarına sebep olur. Bu sebeple iftarda yemek yavaş ve iyi çiğnenerek yenmelidir. Sağlığa en uygun olanı yemeğin, oruç açılıp bir müddet sonra örneğin; akşam namazı kılındıktan sonra yenmesidir. Ramazanda yağlı yiyeceklerden kaçınmalı, meyve ve çiğ sebze tüketimine önem verilmelidir. Ramazanın  sağlık  ayı  olduğu  unutulmamalıdır.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi44
Bugün Toplam850
Toplam Ziyaret5019865
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI